İpler

#1
Merkez'de ne yapılırdı? Soyguncuların tepesine mi binilir? Himota'nın düşmanları birbir enselenir mi? Teoride belki. Ben bugün çay içeceğim.

Saat 08:12

Gördüğüm her insana içten bir selam veriyordum. Muhabbet açılırsa erkeklere at yarışları hakkında bir iki goygoy saçmalayacak kadınlara ise ne kadar güzel olduklarını belirten hayranlık cümleleri sıralayacaktı. Bir kadına hayranlık duyduğunu bildirmek... Ah, ne de büyük bir acziyet göstergesiydi böyle. Kadınlar asla böyle bir erkeği arzulamazdı ancak erkeğin kendi elinde olması ve onu güzelliğiyle kontrol ettiğini bilmek yine de büyük bir haz verirdi. Diğerlerine karşı olan zaferin hazzı. Haliyle unutulacak birisi olmazdınız.

Nihayetinde birisine merkezin kabaca tarifini sormuştum lakin asıl gayem yardımsever birisinin "Ben gezdireyim." teklifini yapmasını beklemekti. Öyle de olmuştu Bage adında genç fakat benden bir yıl kıdemli bir memur beni arkasına takarak sırasıyla plan odasını, çay ocağını ve ofislerimizi gösterdi. Ofis dediğimiz de 6 çekmeceye sahip bir masa, koltuk ve ışıldaktan daha fazlası değildi. Memurların çoğu şu an burada değildi. Ufaktan hazinli bir ses tonuyla teşekkür edecek ve yerime gitmeye çalışacaktım. Eğer gufteyi tutturmuşsam, asıl isteğim gerçekleşecekti. Gerçekleşti de, Bage beni arkadaş grubuyla tanıştırmak üzere çay ocağına davet etmişti. Büyük bir hevesle iştirak edecektim elbette. Zira artık buranın bir memuru değil miydim? Hem, görünüşe göre daha vaktim de vardı...

"Donte millet! Ben yeni polis memuru Rodoron Teneodan! Bin mekan ba hepa!" Kendini tanıtan onlarca başka insan topluluğu. İşe yarayacağını düşündüğüm tipler dışında diğerlerinin adını unutmuş hatta dinlememiştim bile. Bir süre sonra muhabettin her türlüsü gırla dönmeye başlamıştı. "Locker Room Talk" ile başlayıp Shrugidizm'e uzanan, Demir edebiyatıyla doruğa ulaşıp at yarışıyla piyesi kapatan bir muhabbet. Adetimdir, ilk arkadaş grupları ile olan buluşmalarda pek konuşmam. Yalnızca dinlerim. Hepsini, en ince ayrıntısına kadar. Zira bir insanın anahtarlarıdır sözcükler. Eğer doğru kilidi bulursan kalbini açan, ihtiraslarını açan sözcükler. Her zaman da aynı klişe ile son bulan bir adetimdir. "Sen de pek sessiz biriymişsin doğrusu."

Geçmişten gelen bir adet.

Sizleri henüz daha yeni tanımaya başladığım için sözlerimin ve üslubumun yanlış anlaşılmasından korkmaktayım.

"Biz de seni tanımıyoruz ama yanında konuşuyoruz, değil mi? " Sanki ben zorlamışım gibi...

Çilingirler ne de güzel bir iş yapıyorlar.

Dünyamız kan ve terin üzerinde yükselmiştir! Kan ve terin ısladığı demirin üzerinde! Atalarımızı hatırlayın. İnanıyorum ki zaman yeniden demirin zamanı olacaktır!
~~
O yarışa ben de oynamıştım. Son anda Bantan Pilot'un bastırmasıyla kuponum yattı. Yarınki yarışta ise iyi bir tüyo aldım. Muhtemelen Yelkenci Giro'ya oynayacağım.
~~
Aynen Öyle...
~~
Senin gözlerin mavi mi yeşil mi ya? Yaklaşsana bi'.

Saat 10:09

Sohbet devam ederken koridorun ucunda görmem gereken kişiyi sonunda görmüştüm. Masadan kibarca bir özür ile ayrılarak sandalyeme asılı olan koltuğumu hızlı bir hareketle giyerek kalan son çayımı da kafaya dikerek tekrardan özür dileyip teşekkür ettim. Usul usul koridora doğru ilerleyerek arşiv görevlisinin yanına gelerek elindeki notlara baktım. "Uzun sürdü değil mi?" Yorucu olduğu her halinden belliydi, gözleri hafiften morarmıştı bile. "Yani, evet. Eldeki bilgi az olunca biraz uzun sürdü." Notlara biraz bakmama izin verdikten sonra tekrar alarak açıklama yapmaya girişti. "Senin için de uzun süreceğe benziyor. O yıl doğan ve adı Birin olan bütün kadınlar işte bu listede." Etrafına bakarak yakınlarında biri olup olmadığına baktı. Kabaca bi' göz gezdirdi. "Burada da kayıtlı oldukları adres bulunuyor." Notları iç cebime koyduktan sonra önümü ilikledim. Gözlerini hafifçe kısarak bana baktı. "Tam olarak amacın nedir?" Gülümsedim. "Herkesin bir sebebi var Denope." Masama geçmek için yola koyulurken yeniden arkama döndüm. "Senden bir iyilik daha isteyebilir miyim?" Bana baktı ve yüzünü somurtarak bir of çekti. "Bu seferki uğraştıracak bir şey değil." İşte doğru anahtar. "Geçmiş günler adına."

Saat 05:53

Polis Departmanına çıkan yolu iyice gören köşeye geçtim ve ağzı kapalı çöp kutularından birini açarak yere serilecek bir mukavva aramış ve de bulmuştum. Merdivenlerden birine sererek kendimi onun üstüne bıraktım. Dün gece ne de çok yağmur yağmıştı. Derince bir nefesi içime dolu dolu çektim. Bulutları, bulutlara dönüşen suları hepsini içime çekmiştim sanki. Yıldızlar görünmüyordu. Geceyi ıslatan bulutlardan dolayı da değildi bu. Şehrin her şeyi ortaya çıkartan ışıklardan dolayıydı. Yıldızları karartan ışıklardan dolayıydı. Turunculuktan başka bir şey göstermeyen, hiçbir güzelliğe sahip olmayan iğrenç bir gökyüzüydü bu. Sigaralarımdan birisini çıkartarak neyli olduğuna bakmaya çalıştım ancak gözüm ışığa o kadar alışmıştı ki görmek mümkün değildi. Rastgele birisini alıp dudaklarıma iliştirdim elimde oluşturduğum küçük bir kıvılcım ile de yaktım. Ne nefes ama. Juniperus, her zaman hoş.

Gözlerimi açtığımda gök maviye bürünmeye başlamıştı. Işıklar ise halen daha yanıyordu. Ne israf ama. Ayağa kalktım ve üzerimi iki silkeleyerek kravatımı düzelttim. Teşkilat Merkezi'nin kapısını usulca açtım ortam çok sessizdi. İçerisi de nispeten karanlıktı. Beyaz bir floresan lamba içeriyi oldukça boğucu hale getiriyordu. Kapının bağlı olduğu zilin hafifçe çalması bile nöbetçi memuru uyandırmıştı. Hiç bozuntuya vermeden "Buyurun beyefendi." diyerek seslendi. Güzel olduğuna emin olduğum bir hanımefendiydi ama yorgunluktan gözleri öyle kızarmış, saçları öyle dağılmıştı ki bunu herkes göremezdi. "Ahh, şey ben yeni polis memuru Rodoron Teneodan." Elimi cüzdanıma attım. "İşte bu da rozetim ve kartım ." Kadın bir gözünü ovuşturarak rozetime tek gözünü de kısarak baktı. "Çaylaklardansın demek? Mesai daha başlamadı. Hatta daha 2 saat var." Cüzdanımı yerine koyduktan sonra şapşal bir ses tonuyla yeniden söze girdim. "İlk iş günüm olduğu için biraz heyecanlıyım. Ortama alışmak hem de yerleri öğrenmek üzere erken gelmek istedim." Kadın muhtemelen büyük bir ezik olduğumu düşünüyordu ama böyle düşünmek için fazla yorgundu. Fazla uzatmadı. "Şu koridorun sonu çay ocağına çıkıyor. Oradan her yeri bulabilirsin." Bütün yollar çay ocağına çıkar! Ne şiirsel ama. Teşekkür ederek oradan ayrıldım ve denildiği gibi çay ocağına ulaştım. Çay ocağından sorumlu olan kişi haricinde kimsecikler yoktu. Masaların hepsi boştu. Yanan tek ışık da çalışanın üzerinde ışıldıyordu. Geldiğimi fark etmemişti. Tezgaha dönük bir biçimde bardakları ve tezgahı yıkıyordu. Belki nöbet devredecekti belki de bu üç beş metrekarelik alanı yeni güne hazırlıyordu. Neyse ki benim sorunum değil. Sessiz adımlarla koridorlardan birine rastgele dalmıştım. Ofislere çıkan bir koridordu. "Kaptan Kobin Rontodi..." Nasıl birisiydi acaba? Mevkisine bakılacak olursa Vatan, Millet, Himota tarzında biri olmalıydı. Umarım fazla ayak bağı olmaz, olmayız. İmparatorumuzun karizmatik portresi... Komiser Doka Sabaodan, Başpolis Bagon Bagonadan, Deniz Polisi Bagimin Bimoa, Şef Hibose bilmemne ne kadar uzun bir ad-uzmanlık tamlaması o öyle. Bana verilecek yer neresidir acaba. Ne salakça bir soru. Elbette şu sevimsiz masalardan birisidir. Tuvalet, medeniyet eşiği. İşte aradığım şey. Kadim dostum Denope Nokogi. Arşiv Görevlisi Denope Nokogi. Demek koridorun en uç yeri, tuvaletin yanındaki tozlu bir oda. Yine yerindesin ha Denope? Dışlanmış ücra bir yer. Her zaman olduğumuz gibi. Saat 06:32, değişmediyse 28 dakika sonra burada olacaktır. Hayır, kesinlikle burada olacaktır.
~~
"Oh, yine mi sen." Aklında bir an sözünü tartınca ofansif olabileceğini düşünmüş olsa gerek ki söze girmeme izin vermedi. "Yanlış anlama, her şekerleme yaparken gözümü açtığımda seni görünce insan bir an şaşırabiliyor. Yine de şefim yerine seni gördüğüm için nasıl müteşekkir olduğumu bilemezsin " İyi bir insandı. "No offense taken. Yalnızca bütün merkezi dolaşmam hayal ettiğimden kısa sürdüğü için yapacak bir iş bulmam lazımdı. Aklıma da senden başkası gelmedi. Tabii ki uyumaya çalışan birisinin yanında lakırtı yapmak zor olacağı içiiiiin..." Bu sırada elimdeki kahveleri göstererek "İki arkadaş daha getirdim." Kadın müteşekkirdi bunu gözlerinden görebiliyordum. "Biliyor musun şu an en ihtiyacım olan şeydi. Adın ne demiştin? Kabalıktan değil, biliyorsun.." "Uykusuzluktan değil mi?" Bir tebessüm ile "Ben Rodoron Teneodan. Tanıştığıma memnun oldum..." "Ben de Hisoto." Kahvesinden bir yudum aldı ve birazdan yapacağı espriye hazırlık olarak yüz kaslarını gevşetti: "Tanıştığıma memnun oldum çaylak! "
~~

Hisoto ile yaptığım sohbetten saatin 06:57'ye geldiğini fark edince lavabo bahanesiyle ayrıldım. Sonuçta Denope'nin karşısına nasıl göründüğümü görmeden çıkamazdım. Aynaya şöyle bir baktım. Dün ne gördüysem aynısı. Her zaman gördüğümün aynısı. Öyleyse nasıl yaşlanıyoruz? Neyse ki bu benim sorunum değil. Yüzüme iki avuç su vurduktan sonra iyice kuruladım ve elimle kabaca saçımı düzenledim. Üç dakika geçmiş olmalıydı. Koridordan yürüme sesi geliyordu. Göz ucuyla kapıdan baktım; ah benim dostum. Hiç değişmemişsin.

Sorumlu olduğu odaya geldi ve kapının kilidini açmak üzere anahtarı çeviriyordu. Bu sırada yanına usulca yaklaşıp "Selam güzellik" diye seslenmiştim. Tabiri caizse ödü patlamıştı. Elindeki anahtarlığı kafama vurmaya yelteniyordu ki benim olduğumu fark edince mutluluk, şaşkınlık ve halen daha ağır basmakal beraber korku yüzünde görünür olmuştu. Kendini toparladıktan sonra "İki yıldan beri birbirimizi görememizin üzerine içten bir sarılma gerçekleştirebilirdim ancak şu an tek yapmak istediğim yüzüne yumruk atmak. Yine de bu güdümü bastırarak sarılmayı tercih edeceğim." İki yıllık özlem uğruna sarıldım. "Seni görmek güzel."
"Seni de."
~~

Çok tozlu bir yerdi. Bir insan burada 1-2 saatten fazla kesinlike durmamalıydı. Duramazdı da zaten. Denope hariç.
"Eee nedir seni, beni sabahın köründe görmeye iten?" Soruya bozulmuş gibi yaptım. "Aşkolsun, insan eski dostunu görmek istemesi garip mi?" İki eliyle omuz silkti. "Kaçmıyordum ya" Onu kandırmak her zaman zor olmuştu. Direkt olarak konuya girecektim. Cebimden üzerinde iki satır yazı olan bir notu ona uzattım. "Nedir bu?" İşin ne kadar da sıkıcı olduğunu bilerek mahcup bir ses tonuna büründüm. "Senden isteyeceğim iyilik." "Eee peki hakkındaki bilgi bu kadar mı?" Şakayla karışık "Saçları da kahverengiymiş." Gözlerini alaycı bir biçime getirdi. "Yok ya hu? Bunun iki kolu iki ayağı da vardır şimdi?" Biraz durup notlara yeniden baktı. "Saatlerimi alabilir." Derin bir soluk alıp verdim. "Başaramazsan bile harcadığın çabaya müteşekkir kalırım." Odanın tozlarını küçük dilimde hissedebiliyordum. Odadan ayrılmak üzere ayağa kalkmıştım. O da beni yolcu etmek üzere iştirak ediyordu.
"Denope."
"Efendim?"
"Bir de bunun için geldim."

Bir öpücük, en güçlü anahtar.

Saat 23:02

16. Birin. Bu da bugünlük son olsun. Arabanın arka koltuğunda bulunan peruğu ucu ucuna uzanarak yetişip aldım. hafif kıvırcık omzuma kadar uzanan kumral renkli bir peruktu. Bunun yanına bir tane de takma bıyık takıyordum ki sahte olduğu on kilometreden anlaşılıyor olmalıydı. Tinkadoko'nun en pis mahallelerinden birisinde bulunuyordu bu "16. Birin" arabadan göz ucuyla eve baktığımda ise yaşama dair bir emare göremiyordum. Işık yoktu, bacada da en ufak bir duman görünmüyordu. Arabadan inerek eve doğru yaklaştım ve camdan içeriyi gözetlemeye başladım. Bu sırada yapılan en büyük plan hatasını ensemde hissetmiştim. Mahalle abileri. Gettoların gururlu savunucuları. "Hayırdır dayı bir sıkıntı mı var?" Hay dayını sikeyim. "Iı-ıı şey güzel abim. Kargalardan bir teslimat varmış da ondan şey ettim. Nerededir acaba bu Birin abla. Var mıdır bir bilgin be güzel abim?" Kargalar da neyin nesiydi şimdi? Merkezde bahsettikleri çeteydi. Neyse ki adamın pek ilgisini çeken bir konu başlığı değildi. "Haa Birin abla.." adam yavşakça sırıtmıştı. "Yılan Birin iyidir, az ekmeğini yemedik... Ama yanında abla demeyesin haa." Adamın hal ve hareketlerine bakılırsa kadın bir fahişeydi. "Nerede bulabilirim bu Yılan Birin'i" bunun üzerine adam birkaç sokak öteyi tarif etmişti.

Tarif edilen yere ulaştığımda yalapşap yapılmış bir apartmana ulaşmıştım. Önünde yüzü kavga etmekten yorulmuş irice bir adam duruyordu. Çevredeki kadınlardan birisi arabaya yanaştı: "Selam yakışıklı." Yüzünde bolca makyaj bulunuyordu. Genç de sayılırdı. Hikayesi neydi acaba? Yılan Birin'i bulacak olmasaydım dinlerdim. Kadın konuşmama izin vermeden yeniden söze girdi. "Dur tahmin edeyim... BDSM? Yok yok. Sende daha çok Role Playci tipi var." Bu sırada eliyle yüzüme oradan da gömleğimin içinden göğsüme dokunmaya başladı. Well, artık ben bir arkadaşa bakacaktım diyemezdim. Koynumdaki eli olabildiğince şehvetle ve hafifçe iki defa öptüm. Kendisine doğru geri uzattım. "Bilemedin güzelim, ben yalnızca olgun arıyorum..." Bu sırada rastgele bir kağıt çıkartıp hızlıca baktım. "Adı Yılan Birin imiş. Çok övdüler..." Kadın bütün o şehvet modundan bir anda kurtulmuştu. Başını sallayarak içeriye gitti. Üç dakika sonra şüphelenmeye başlamıştım. Acaba etrafım sarılıyor olabilir miydi? Yanlış bir şey mi söylemiştim acaba? Tam boş vererek oradan uzaklaşmaya hazırlanıyordum ki içeriden bir kadın çıkageldi. "Bu şehirde halen daha ağzının tadını bilen 'Man of Culture' erkeklerinin bittiğini sanırdım." Çantasından bir tane sigara çıkardı "Ateşin var mı?"

Yok.
► Show Spoiler
İnsanları birbirine bağlayan o görünmez ipler, insanların birbirinin arasında olan o görünmez duvarlar gibi gerçekten de var mıydı? Varsa nasıl çalışırdı? Bir dağcının yamaçtan kopmaması için bağladığı ve kendisini hayatta tutan ipler gibi mi? Yoksa bir bilinmezliğin ortasında evini ya da arkadaşını bulmak için arkaya bırakılan bir ip gibi mi? Önemsizdi. Ne kadar sağlamdırlar? Bir dağcıyı hayata bağladığı kadar mı? Ama düşüp ölenler var. Yoksa evine geri döndürebildiği kadar mı? Ama ormanda kaybolanlar var. Önemsizdi. Gerçek miydiler peki?

Önemsiz değildi.

İpler vardı. İnsanları birbirine bağlayan ipler. Kaybolduğunda geri götüren, seni hayata bağlayan ipler: Var idiler. Hiç görülmeyen ve insanları bölen duvar gibi bağlayan ipler. Ben şahidim. Var idiler. Öyleyse kaybolanlar kimdi?

(Cevap yok)

~~

Saat 23:18

Birin, birazcık işkillenmişti. Arabayı usulca incelemeye başlamıştı. Muhtemelen polis olduğumu anlamıştı. "Evet, Polisim." Öfkelenmişti. "Suçum ne?!? Ne hakla bunu yaparsınız!" Bu sırada hafif debelense de pek bir faydası olmayacağını gördü. Sonuçta direksiyona vursa muhtemelen ikimiz de ölecektik. "Hey-hey! Sakin ol Yılan." Usulca bir sesle: "Polislerin de ihtiyaçları var." Şaşırmış duruyordu. Eve varana kadar da arabadan hiç ses çıkmadı.

Eve girince dediği ilk şey ise "Madem polissin cop istiyorum." oldu.

~~

Dudağıma yapıştı. Yavaşça onu geri ittirdim. "Sorun ne?" Bilmem. Elbette herkesin bir sorunu vardır. "Ben öyle biri değilim." "Nasıl biri değilsin?" Hafifçe güldüm. "Bir hikaye vardır bilir misin? Bir adam her gün karton satar her gece ise bu kazandığı parayla da fahişe kiralarmış. Bu nedenle herkes tarafından arsız bilinirken o fahişelere hiç dokunmadan bir odaya koyar kendisi de gidip yatarmış. Sırf sevmedikleri bir adamla para için sevişmesinler diye. Beni de öyle düşün." Histerikli bir gülüş attı. "Dalga mı geçiyorsun sen?" Olabildiğince duygusuz yüzümle ona baktım. Geçmediğimi anlamıştı. "Yarın erkenden işe gitmiş olurum, sen de mutfaktan istediğini yer gidersin. Eğer bir şey çalarsan..." İki elimi havaya kaldırarak omuz silktim "Seni bulmak pek zor olmaz. Parayı da yine mutfağa bırakırım. İyi geceler." Yatak odasını ona bırakmış ve yatmak üzere salona gidiyorken yeniden söze girdi: "Taksi parası da ekle." Hafifçe güldüm. "Elbette."

~~
Ertesi gün. Saat 22:01

Denope başını göğsüme koydu. Hala terliydi. Bir süre sessizlikten sonra: "Kimdi o kadın?" Sigaramdan doluca bir soluk aldım ve kül tabağına bastırdıktan sonra kül tabağıyla beraber komidine koydum. Dumanı bıraktıktan sonra yanıtladım:

"İpler, ipler yanıltmıyorsa. Annemdi..."


"Yılan" Birin
► Show Spoiler
Denope Nokogi
► Show Spoiler
► Show Spoiler

Return to “Teşkilat Merkezi”

cron