Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#11
Møto ve Fepura ellerindeki kartları incelerken Ashe "Sana meydan okuyorum." diyor ve destesinden bir kart çekip ortaya koyuyor. Kartın "Er (10 SLD & 90 CAN)" olduğunu görüyorsun. Kraliçe şaşırtıcı bir şekilde saldırısı bu kadar düşük olan bir kartı ortaya atıyor ve beklemeye başlıyor. O sırada kartı biraz inceliyorsun ve üstünde "Bu turu kazanırsan 5 kart çekebilirsin." yazdığını fark ediyorsun. Møto da bunu fark edecek ki "Size yardım edeceğim." diyor ve destesinden 60 SLD puanına sahip bir kart çıkarıyor. Kartın özelliklerinden birinin yardım edilen kişiye 10 CAN sağladığı olduğunu görüyorsun. Toplam 70 SLD puanına sahip olan grubun kaderi Fepura'nın ellerinde kalıyor. Fepura ise destesine bakıyor ve "Tamam. Ben de." deyip 30 SLD puanına sahip bir kartını ortaya koyuyor. Başka bir hamle yapıp yapamayacağını incelerken kendi kartına göz gezdiriyorsun ve "İrade" adlı bir özelliği olduğunu görüyorsun. Açıklaması yazmayan özelliği soruyorsun ve Møto bu özelliğin kartını geri çekemeyeceğin anlamına geldiğini söylüyor. Böylelikle turu kaybediyorsun. Ashe, Møto ve Fepura'nın her biri ödül olarak 5'er kart çekiyor. Böylelikle baya gerilemiş oluyorsun.

Kart oyunu yavaş yavaş sona erirken Fepura siyasetle ilgili konuşmaya başlıyor. "Hacı Pakt ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Djurat falan da çıktı ya." Møto aniden araya giriyor. "Kraliçemizin yanında bu konuları konuşmamız ne kadar uygun olur Fepura?" Kraliçe Ashe gülüyor ve "İstediğiniz gibi konuşabilirsiniz. Ben pek fazla yorum yapamam ama sizi dinlerim." diyor. Fepura Møto'ya doğru pis pis sırıtıyor ve konuya dönüyor. "Kraliçem siz de iyi bilirsiniz ki Pakt son zamanlarda biraz Gedhilfe ve Himota ne derse o haline döndü. Ben de bıktım bu durumdan. Ulan zaten ülkemizin tarihi bir masal romanının yan karakteri gibi, bir de üstüne bunu sürekli sürekli gözümüze sokuyorlar. Dushalılar boru mu arkadaş?" Møto başını reddedercesine sallıyor ve "Hiçbir zaman odak noktamız ülkemizin bireysel başarısı olmamalı Fepura. Pakt Birliği'nin varlığı bırakın tartışılmasını, sorgulanmamalı bile. Pakt yok olursa başımıza geleceklerin haddi hesabı yok. Biraz tarih okuyalım Poshota ve Tumi aşkına. Pakt Birliği kurulmadan önce kıtamızın nasıl savaşlar atlattığını-" derken Fepura sözünü kesiyor. "Aga şimdi de savaş atlatıyor? Ne değişti acaba? Tihami'nin yaşadığı neydi la? Adamlar iç savaş körükledi, gelmiş bana kıtada savaş vardı diyorsun. O iç savaş niye çıktı? Pakt yüzünden çıktı." Møto azıcık sinirlenmiş olacak ki öncekinden az daha yüksek bir ses tonuyla konuşuyor. "Bak, demeye çalıştığım şey şu. Pakt tarihinde kaç savaş gerçekleşti? Ki elli yıllık bir tarihten bahsediyoruz neredeyse. Sadece bir Fepura. Pakt Birliği'nin güçleri Tihami'ye girmese ve orayı korumasaydı Tihami'nin Kuzey tarafının hayatta kalabileceğine inanıyor musun?" Fepura gülüyor ve "Ulan Kuzey Tihami tabii hayatta kalamazdı, adamlar Paktçı! Pakt olmasaydı rejim değişecekti ve ölümler daha az olacaktı. Sen Paktçılığa karşı olan adamlar ülkeyi ele geçirirken sokak sokak Tihamili mi katledeceğini sanıyorsun? Amına koyayım adamlar-" derken bu sefer Møto sözünü kesiyor. "Höst! Bak Fepura kardeşim, yanında bir kraliçe var. Artık rica da etmiyorum. Böyle konuşamazsın." diyor. Ortamın gerginliği hat safhada, kraliçe ise henüz bir yorum yapmıyor.

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#12
Bir kralı devirmek istiyorsan eğer yapılabilecek iki şey vardır. İlki, kralın zalimliğini veya etkisizliğini gün yüzüne çıkarıp, bu zafiyetlerin kendinde olmadığını göstererek veya buna inandırarak insanların desteğini almaktır. Kral kudret sahibidir, ancak kudreti kendinden ziyade altındakilerden gelir. Bir kralı dokunulmaz kılan en önemli vasfı, altındaki güç sahipleridir. Genelde askeri kadro bu gücü oluşturur ve halk, askerine hem saygı duyduğu için hem de askerinden korktuğu için kral daha güçlü olur. Elbet kralı kral yapan tek vasıf bu değildir, ancak kralı kral olarak yaşatan en önemli husus her zaman bu güç olmuştur. Kendi ordusuna söz geçiremeyen ve kendi ordusundan korkan bir kral görülmüş müdür? Ancak kralın bu vasfa uymadığını gösterebilirseniz eğer, işte o zaman kralın en büyük gücünü de elinden alabilirsiniz. Çünkü kral, varlığıyla adeta bir mittir ve biz sıradan insanlar, onunla tokalaşsak da konuşsak da, ona ulaşamayız.

İkinci yol ise daha zordur… Kraldan daha güçlü olursan, kralı devirirsin. Peki bu güç nedir? Onu bir dövüşte yerden kalkamayacak kadar dövebilmek mi? Bir matematik problemini daha hızlı çözebilmek mi? Ya da masa başı stratejilerini daha iyi oynamak mı? Aslında hem hiçbir hem de hepsidir bu yol. Kraldan daha güçlü olabilmek için ancak kraldan daha yetkin bir zemine sahip olmak gerekir. Nasıl ki kralı güçlü yapan altındakileri ise, kralı devirebilmek için kendi tebaanı oluşturman gerekmektedir. Bu halde, kralın zafiyetlerini ortaya sermen gereken bir durumla da karşılaşmazsın, zira tebaanı kralınkini alt edebilecek kadar güçlü olduğunda, zafiyetlerin bir önemi kalmayacaktır. Kralı devirecek olanın zafiyetlerinin kralındakinden fazla olması halinde bile, artık bunun bir önemi kalmayacaktır. Çünkü tebaanın gücü, kral olacak kişinin zafiyetlerinden ve kralın kudretinden bile fazla olacaktır.

Ashe’nin ortaya koyduğu husus, ikinci yoldan ibaretti. Oynanan oyunun yanında, kendi kurduğum bu basit oyuna, başta Ashe olmak üzere Møto ve Fepura da balıklama atlamışlardı. Çünkü kralı devirmek için ortaya çıkan Ashe, oynadığı kartla tebaasın güç sunmuştu, ki oyun içerisinde bu çekilmeyi garantileyen kartlardı. Kralın devrilebileceğini gören Møto ve Fepura’nın aksini yapması da düşünülemezdi, zira yeni kral eskisine nazaran zafiyetleri fazla bile olsa kudret sahibi olacaktı. Nitekim halihazırdaki kralın kendilerine sunduğu bir menfaat yoktu şu an için. Ve bir kralın çaresizliği başlıyordu aslında, kartın içinde gizlenen anlamıyla. Kralın iradesi, onca rakibine rağmen kendini ortaya çıkarıyordu. Tahtının elinden alınacağını bilse bile, bir ihtimal de olsa geri çekilemezdi artık. Kral savaş alanına girdiğinde, artık ya oradan mağlup bir esir olarak ayrılacaktı ya daha güçlü bir kral olacaktı. Ve ben oyunu kaybederken, karşımdakilerin hamleleriyle galip bir mağluba dönüşüyordum.

Kart oyununda Ashe’den beklediğim performansı görememiş olsam da, yaptığı hamleler ve oynadığı oyun bana yeteri kadarını sunmuştu. Bu yüzden oyunda gerilemiş olsa bile kazanmak adına bir şeyler yapmayı veya kaybettiğim için üzülmeyi düşünmüyordum. Bir strateji oyununda ortaya koyduğum performans belki de kapasitemin işareti olacaktı, ancak neticede bu bir oyundu. Benim nezdimde oyunun oyun olarak kalacağı açık olduğu için mağlup bir galip olarak yüzümdeki tebessümden taviz vermeyecektim.

Oyunun sonlanmasına yaklaştıkça, daha dünyevi konular ele alınıyordu Fepura sayesinde. Møto ve Fepura arasında başlayan ve giderek tartışmaya dönen konuşma, klasik bir Paktçı ile bir nevi milliyetçi arasındaki bir tartışmadan ibaretti. Bir taraf Pakt sayesinde savaşların son bulduğunu ve barış ortamının oluştuğunu savunuyor, diğer taraf ise Pakt’ın büyük oyuncular tarafından çıkarları için kullanıldığına işaret ediyordu. Ashe, kendisinden beklediği sessizlikle konuşmaya dinlerken, esasen iki tarafın da kendilerince haklı noktaları bulunuyordu. Giderek artan gerginlik, olaya müdahil olmayı da güçleştiriyordu. Bu yüzden ikilinin daha ne kadar devam edebileceğini merak etsem de, hikayenin sonu aşağı yukarı belli gibiydi. Fepura, kendi üslubunca konuşurken Møto’da ikinci el bir liyakatla onu tepeleyecekti muhtemelen. Bu yüzden tatsızlığın daha üst boyutlara taşınmasını engellemek adına bir şeyler söylemem gerekiyordu. Fakat burada dürüstlük, bize kazandırabilecek bir şeyi olmayan bir erdemden ibaretti. Bu yüzden bir süre sessizliğimi koruduktan sonra birkaç kelam etmeyi düşünüyordum.

“Pakt dediğimiz şey, belli şartlar altında herkese güvenliği garanti eden bir kurum, çok da anlam yüklememek lazım. Ve Pakt’ın da güvenliği en çok kim sağlayabilecekse onun çıkarlarını ön planda tutması olağan, buna da şaşırmamak lazım.” diyecektim ortamın gerginliğinden uzak bir ses tonuyla. Hemen ardından bakışlarımı Møto’ya çevirirken “Fakat kim olduğumuzu bilemezsek eğer, bize güvenlik garantisinde bulunan kişi ve kurumların piyonları oluruz sadece. Buna yandaşlık, iş birliği, ittifak da diyebilirler. Ama eninde sonunda bir piyon olmaktan kurtulamazsın.” diyecektim. Hafifçe nefes aldıktan sonra bakışlarımı etraftaki üçlü arasında gezdirerek “Kim olduğumuzu bilmeye nereden başlayacağız peki? En başından… Olanın da başından. Peki bunu öğrendikten sonra ne yapacağız? Güçsüzsek güçsüzlüğe razı mı olacağız? Ya da birileri bizi korusun diye onların dostu mu? Kendimizi bilmeden güçlü olduğumuzu mu iddia edeceğiz? Ya da yok olup gitmeyi mi bekleyeceğiz?” diyecektim. Sözlerim masadakilere yöneltilen bir soru edasından uzaktı, lakin her birinin zihninde bir cevap uyanması muhtemeldi. Bu aşamada sözlerimi sonlandırmak için bir kez daha ağzımı açarken “Her şeyi bir kenarda tutarsak, Pakt’ın bu zamana kadarki getirilerini görmezden gelmek kör olmak gibidir. Ancak bu körlüğün yanında bir de cahilliğin getirdiği körlük vardır. Bu yüzden bence esas üzerinde durmamız gereken, Pakt’ın körlüğüne mi yoksa cehaletimizin görememesine mi razı olmayı kabulleneceğimizdir.” diyecektim. Sözlerimi tamamlamamın ardından Møto ve Fepura’ya göz attıktan sonra, ortamdaki ciddiyeti azaltabilmek adına “Yani ikiniz de müsterih olun dostlarım. Gün gelir, körlük diye adlandırılanın basit bir karanlık olduğunu görür ve ışığı buluruz.” diyerek konuşmamı sonlandıracaktım.
► Show Spoiler

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#13
Fepura bön bön bakıyor ve "Kardo kusura bakma ama hiçbir şey anlamadım." diyor. Møto ise sırıtıyor ve "Senin bir entelektüel olduğunu başından anlamıştım kardeşim. Pakt'ın kıtaya neredeyse 50 yıldır ettiği hizmet sorgulanamaz bile!" diyor. Kraliçe ise Møto'ya baygın bir yüz ifadesiyle bakıyor ve "Onu kastetmedi bence Møto'cuğum." diyor. Kendi seviyende bir yorum gelmeyince sohbet de yavaş yavaş bitiyor ve bir anda karavan duruyor. Motor sesi kesildiğinde karavandaki elemanların ne kadar çok ses çıkardığını fark ediyorsun. Neyse ki karavanın durduğu yer onları bırakacağınız yer. Fepura ayağa kalkıyor ve "Oyun güzeldi, muhabbet de güzeldi, Haga'm kusura bakma ben dengin değilim bu konularda, ama yine de Pakt'ı sorgulama sebebimin kim olduğumuzu öğrenmemizi zorlaştırmaları olduğunu bilmeni isterim. Pakt'a fazla anlam katmamızın doğru olmadığını da biliyorum da içinde barındırdığı milletlerin kimliğini yavaş yavaş silmiyor mu sence de? Kim olduğumuzu unutma sebebimiz zaten Pakt değil mi? En azından bana öyle görünüyor biraderim. Herhalde bunu bi' meydan okuma olarak görmek lazım. Neyse, öptüm hadi." diyor ve hepinizle vedalaşıp karavandan iniyor. Onunla birlikte diğer elemanlar da iniyor ve geriye sadece sen, Møto ve kraliçe kalıyor.

Israrlarınızın ardından en rahat yatağa Kraliçe yatıyor ve siz de Møto ile birlikte kimin ne zaman uyuyacağına karar veriyorsunuz. Karavanı sarmış olan sessizlik motorun tekrar çalışmasıyla bitiyor ve Poteguhe'ye doğru yola çıkıyorsunuz. İlk nöbeti senin tutacağını kararlaştırıyorsunuz. Böylelikle Møto yer yataklarından birine gidip iki saatlik uykusunun tadını çıkarmaya başlıyor. Şoför dışında bir tek sen uyanık kalıyorsun. Karavanın en büyük camlarının olduğu bölüme geçiyor ve dışarıyı izlemeye başlıyorsun. Şehrin dışına çıktığınız için yolda gördüğün insanların sayısı azalıyor. Daha çok ormanlık alanlar ve tarlalar görüyorsun. Yanından geçtiğiniz tarlalardan birinde birkaç sokak lambası olduğunu fark ediyorsun. Sadece bir anlığına da olsa görmüş olduğun bir adam seni şaşırtıyor. Beyaz, silindir bir şapka ve beyaz bir smokine sahip olan adam sokak lambalarından birine yaslanmış, etrafa bakıyor. Karavan ile hızlıca geçtiğiniz için yüzünü net bir şekilde göremiyorsun. Yaklaşık beş dakika sonra şoför karavanı durduruyor. Sana dönüyor ve "Arka lastiklerde bir sorun var." diyor. Senden arka lastiği kontrol etmeni istiyor. Karavanın kapısını açıyor, sen de aşağı iniyorsun. Karavanın arkasına gidiyor ve lastikleri incelemeye başlıyorsun. Önce sol lastiği inceliyorsun ve bir problem ile karşılaşmıyorsun. Sonra sağ lastiğe doğru ilerliyorsun ve uzaktan lastiğin üstünde bir delik olduğunu görüyorsun. Tekrar karavana girecekken hemen arkanıza bir araba yanaşıyor. Arabadan maskeli bir adam iniyor. Loş sokak lambalarının yardımıyla maskesini az da olsa görebiliyorsun. Siyah beyaz yatay çizgilerden oluşan maskeyi eliyle düzeltiyor ve sana doğru yaklaşıp "Karavanınız güzelmiş." diyor. Hemen ardından elinde bir alev oluşturuyor, böylece Sezyum kullanıcısı olduğunu anlıyorsun. "Şimdi karavanda kim varsa girip teker teker çıkaracaksın. Kimse yanına eşya almayacak, kontrol edeceğiz. Sonra da ben ve adamlarım karavanı alacak ve gideceğiz. Siz de bizim araba ile istediğinizi yaparsınız. Sorun çıkarırsan seni şuracıkta öldürürüm." Elindeki alevle senden bir cevap bekliyor, ister sözel ister fiziksel.

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#14
Konuşmam belki de olması gerekenden uzun sürmüştü. Oysa anlatmak istediklerim hakkında biraz bile bir şeyler diyememiştim. Ortamın müsait olması halinde ağzımdan çıkabileceklerin sınırını pek kestiremiyordum bu konularda. Onlarca yılın birikmişliği ve atalarımın akan kanları daha azını hak etmiyordu. Ne var ki ne zaman o zamandı, ne de ortam bunun için müsaitti. Dolayısıyla, olması gerekenden fazlasını bile söylediğimi düşünmeden edemiyorum. Buna rağmen, içimdeki bir parçanın huzur bulduğunu da hissedebiliyordum. Söylediklerimi kimin ne kadar anlayacağı pek de umurumda değildi. Kendimi bir parça bile olsa rahatlatabilmek, üzerimdeki kasvet bulutlarının içerisinde gizlenmiş Güneş’i hissetmemi sağlamıştı.

Cümlelerimin sonlanmasından sonra ilk tepki Fepura’dan gelmişti. Söylediklerimin nezdinde yarattığı anlamsızlığın içinde kaybolmuş yüz hatlarıyla bakınıyorken, komplesk bir insan olmadığını bir kez daha belli ediyordu. Fepura ne idiyse o olan bir adamdı, ne fazlasını istiyor ne azına kanaat ediyordu. O, bu döngünün içindeki nadide bir piyon ve asil bir savaşçı olabilirdi. Bu yüzden ona hem gıpta edip hem de acıyordum. Hangi yolu seçeceği ve kendisine hükmeden cehaletini neyle yoğuracağını zaman gösterecekti ve bu zamanın sonunda da neye dönüşeceğine kendisi karar verecekti. Møto ise, Fepura’dan çok daha tehlikeliydi. Ne sözlerimi anlamıştı ne de kafasını buna yormaya çalışacak kadar kendisini tanıyordu. Başından beri, gücün ve güçlünün şakşakçısı olmayı tercih etmiş, zavallının da zavallısı biriydi sadece. Bünyesinde sindirebildiği bu acınası durum, onun ne kadar güçlü veya düşüncelerinin ne denli kapsamlı olduğu gibi soruları önemsiz kılıyordu. Nitekim, Ashe’nin müdahalesi, Møto’nun derin yanılgısını yüzüne çarparken, sözlerimin ardından daha da öteye giden bir konuşma vuku bulmuyordu. Elbette bu durum benim açımdan sevindiriciydi, zira başından kendimi bu kadar tutamamışken, konunun alevlenmesi kuşkusuz ki dilimin daha da çözülmesine neden olacaktı. Bu sebeple de ortama çöken suskunluk, tam da ihtiyacım olan şeydi.

Karavanın durup Fepura’nın ayağa kalkmasıyla birlikte, üçlü olarak kalacağımız zaman dilimine girdiğimizi anlayabiliyordum. Gitmeden önce Fepura’nın ağzından dökülen cümleleri hafif bir tebessümle karşılamaktan öteye gitmeyecektim. Neticede, ne onunla uzayabilecek ne de uzaması gereken bir sohbetti bu. Dolayısıyla, tebessümüm tüm iyi niyetli temennileri barındırmaktaydı ve bu da kanaatimce Fepura için fazlasıyla yeterliydi.

Ashe ve Møto’nun dinlenmeye geçmesiyle, motor sesini saymazsak bulabildiğim en sessiz anda kendi kendimle kalabiliyordum. Onca gürültüden sonra karavanın motor sesi dahi içine düştüğüm sessizliği bozamıyordu. Şehri ardımızda bırakıp ormanlık alanların ve tarlaların bulunduğu yollara giriş yaptığımızda karavanın geniş camından bir seyir keyfi yaşıyordum. Bu keyfi elbette iç güdülerimi duymaksızın gerçekleştirmiyordum, zira her şeye rağmen bir görevin içinde olduğumu ve birkaç adım uzağımda ülkenin en önemli ikinci insanının var olduğunu biliyordum. Nedensizce dalmaların, manzaranın hoşnutluğuna kanmanın zamanı değildi. Hele de bir sokak lambasına yaslanmış beyaz, silindir bir şapka ve beyaz bir smokine sahip olan bir adamı anlık olarak görmüşken! Yüzünü net bir şekilde seçememiş olsam da gecenin karanlığı içerisinde ortaya çıkan beyazlığın hayırla yorumlanması gerektiğine inanmıyordum. Karavanın yaklaşık beş dakika sonra bir anda durmasıyla da hayırla anılacak bir işte çalışmadığımı anlayabiliyordum.

Şoförün arkada lastiklerde bir problem olduğunu söylemesiyle olduğum yerden hızlıca kalkarak kapıya yönelmiştim. Şoföre göz ucuyla ve hafif bir tebessümle ile baktıktan sonra “Var olmaması daha şaşırtıcı olurdu.” dedikten sonra tekerleri kontrol etmek için karavandan aşağıya inmiştim. Bu esnada, beyazlı adamın karavanın hangi tarafından olduğunu hızlıca zihnimden geçirerek, bu ansız olayda bir bit yeniği olup olmadığını kavramaya çalışıyordum. Aracın arka sol lastiğinde herhangi bir problem görünmüyordu ve beyazlı adamın yolun sağ tarafında belirmiş olması, tüm sıkıntının sağ taraftan geleceğini de müjdeliyor gibiydi. Nitekim, sağ arka tekerin üstündeki delik her şeyi açıklıyordu. Bu anda da, mevzunun basit bir delik ile sonlanmayacağını bundan önceki hayat tecrübelerimle az çok anlayabiliyordum.

Karavana dönüş yapacağım esnada arkamızdan yanaşan araç ve araçtan inen maskeli adam, tecrübelerim doğruluğunu tasdikliyor gibiydi. Karavana yapılan yersiz iltifatın ardından, maske takarak yarattığı tehlike sinyalleri yetmiyormuş gibi bir de elinde çıkardığı alevle Sezyum kullanıcısı olduğunu belli eden adam, karavanı kendilerine alacaklarını, araçlarının ise bizde kalacağını söylüyordu. Tabi beni buracıkta öldüreceğini belirtmeyi de unutmamıştı. Bir insanın aklında ilk canlanan kötü insan profilini her şekilde destekleyen maskeli adamın, umarsızca yere tükürmesini veya burnunu sert bir şekilde çekmesini beklerken, bir yandan da ne yapabileceğimi düşünüyordum. Şu an içinde bulunduğumuz durumda, doğrudan adama saldırmak gibi bir şansım olmadığının farkındaydım, zira maskeli kötünün de belirttiği gibi, burada tek değil, adamlarıyla birlikteydi. Bunun yanında, kullanabileceğim stillerin önceden belli olması gibi kötü bir yanı bulunuyordu. Bu yüzden olası bir kargaşada sıkıntı yaşayabileceğimi düşünüyordum. Kafamı hafifçe eğerek maskeli kötü adamına aracına bakarken “Sizin aracınız da güzelmiş.” diyecektim sakin bir tavırla. Hemen ardından kafamı hafifçe sağa doğru yatırıp tekrar eski pozisyonuna getirirken saf bir şekilde “Neyse, en azından araçsız kalmayacağız.” dedikten sonra “İçeridekileri halledeyim o zaman ben.” diyecektim. Nefes alış verişlerimi olabildiğince düzenli tutmaya çalışırken karavanın uygun yerlerine elimle vurmaya başlayarak “Hadi beyler, iniyoruz! Koca götlerinizi kaldırın! Yolumuz uzun, çıkın da biraz temiz hava alın ahmak herifler!” dedikten sonra araca doğru yavaş yavaş ilerlemeye devam ederken “Dudupiputa’yı da bırakın! Poshotatumi kartı olmasa bi’ bok beceremezsiniz zaten!” diyerek kapıya doğru ilerlemeyi sürdürecektim. Bu aşamaya kadar tüm konuşmalarımı kendim gibi yapmayacaktım ve temennim, Møto’nun uyanıp tüm bunları anlaması olacaktı. Sonunda da Poshotatumi’ye atıfta bulunarak tek kaldığımı ve etkisiz hale getirmemiz gereken en az iki kişi olduğunu anlatmaya çalışacaktım. Tüm bu olanlar esnasında da maskeli adamın ve beraberindekilerin hareketlerini olabildiğince izleyecektim. Yanıma kadar birinin gelip gelmeyeceğini veya oldukları yerde yapacaklarını tartmaya çalışacaktım. Bu nedenle kapıya kadar gelsem de, en azından kapıyı açmak için hızlı hareket etmeyecektim.
► Show Spoiler

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#15
İçeridekilere bağırıp arabanın kapısına doğru ilerledikten sonra arkana dönüyor ve Møto'nun sessiz adımlarla sana doğru geldiğini görüyorsun. Kafasıyla "ne oluyor?" diye sorduğunu belli eder hareketler yaptıktan sonra yönteminle dışarıda birileri olduğunu Møto'ya anlatmayı başarıyorsun. Møto seni kendine çekiyor ve "İçeride bekle." diyor. Kendine baya güveniyor gibi duruyor. Sen kendisini durduramadan kapıya geçiyor, dışarı çıkıyor ve kapıyı ardından kapatıyor. Şoförü alnından terler akarak sana doğru bakarken yakalıyorsun. Kraliçe ise hala uyumaya devam ediyor. Kapıyı seni göremeyecekleri şekilde aralıyor ve dışarıda olup biteni izlemeye başlıyorsun. Møto önce "Efendim, eğer istediğiniz paramsa tomarla var! Karavanımızı asla alamazsınız! Sizi bir düelloya davet ediyorum efendiler! Beni asla yenemezsiniz!" diyor, sonra da eliyle yere dokunuyor. Az önce planını mahvetmiş ve niyetinizi ele vermiş olan Møto bir anda sana dönüyor, kapıyı ardına kadar açıyor ve "Tüm metal eşyalarını yere atıp dışarı çık!" diye bağırıyor. Her şeyin kötü gideceğini düşünerek ilerliyorsun ve dışarıya baktığın anda karşınızdaki maskeli adamlardan birinin acıyla bağırığını görüyorsun. Yere bir anda bir hançer saplanıyor. Adamın bacağının kanamaya başladığını görüyorsun. Møto sana dönüyor ve "Artık yer bir mıknatıs. Neodimyum elementi sağ olsun!" diyor. Arkada duran bir diğer adamın hançeri de elinden yere düşüyor. Adam yere eğiliyor ve hançeri almaya çalışıyor ama mıknatıs kuvveti çok fazla olduğu için başaramıyor.

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#16
Düşünebilmek… Evet, düşünmek değildi bir insanı diğerlerinden ayıran. Zira düşünmek ile düşünebilmek arasında uçurum kadar farklar vardı. Basitçe söylemek gerekirse, adım atmayı düşünmek, sadece adım atmayı sağlardı. Adım atmayı düşünebilmek ise, atılacak adımın ne şekilde atılacağından başlayarak atılmasının sonuçlarına kadar varan bir skalayı kapsıyordu. İşte insanoğlunu birbirinden ayıran en temel sınırlardan birisi de buydu. Fazladan telaffuz edilen dört harf gibi görünüyor olsa da manası bir insanla sığırı birbirinden ayırabiliyordu.

Öyle çok zeki veya kendini beğenmiş biri olmasam da düşünebildiğimi biliyor ve hareketlerimi buna göre planlıyordum. Çünkü yaşadığımız zamanda düşünmenin yetersiz olduğunu, var olmak için düşünebilmek gerektiğini melun bir olayla öğrenmiştim. Oysa herkes benim kadar şansız, elbette bu durumda şanslı, olmuyordu. Fepura gibiler, kendilerinde var olan aklı dümdüz, ikirciklenmeden uzak ve umursamaz bir şekilde kullanıyordu. Bir de Møto gibiler vardı, olmaz olasıcalar! Binbir süzgeçten geçerek hayat bulan düşünceleri tek bir hareketleriyle yok edebilmek gibi insanüstü bir becerileri vardı. Sıradan bir insanın başaramayacağı bu ahmaklık karşısında, gözleri yaşlı bir şekilde alkış tutmak istiyordum sadece. Gövde gösterisi, kendine güvenmek, güçlü olmak veya bambaşka bir şey… O her ne ise sebep olan bu ahmaklığa, hiçbir zaten geçerli bir sebep olarak var olamayacaktı. Bu yüzden, olan biteni ağzım açık, hayretle izliyordum adeta.

Düşünebilme yetimle geçmiş olduğum aksiyonu, klasına yaraşır bir şekilde yok eden Møto’nun şapka çıkardığım performansına karşın bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum. İşin ilginç tarafı, aklıma gelen ilk seçenek bir şekilde Møto’yu etkisiz hale getirerek kötü adamların kazanabilmesini sağlamaktı. Dünya bir insan olabilme becerisi kazanamamış birinden kurtulurdu, kötü bir sonuç mu? Ancak tek bir sorun vardı ve o da karavanda mışıl mışıl uyuyan Ashe! O da gözden çıkarılabilirdi aslında ve bu belki de bana sunulmuş altın bir tepsiydi! Sevmediğim karakter özelliklerine sahip birinin artık nefes alamayacak olması ve hedefimdeki iki numaranın ansızın yok olması… Kulağa o kadar güzel gelen bir melodi gibiydi ki, ruhumun dans etme arzusunu zor dizginliyordum. Ne var ki, tüm bunların bir yanlış olarak adlandırıldığını biliyordum. Sonuçları değerlendirildiğinde, nereden bakarsan bak yanlış bir hamle olacaktı ruhumu cezbeden davranışlar. Bu yüzden hafifçe nefes aldım ve önce kendime güvenmem gerektiğini hatırlattım.

Artık bazı şeyler için geç kalınmıştı Møto sayesinde. Konuşmak, istişare etmek -hoş, karavanı gasp etmeye çalışan maskeli adamla ne istişare edilecekse- veya en azından akıl kullanarak bir şeylerin üstesinden gelmek. Zaman, kılıçların çekildiği bir zamandı ve şu anda, sahip olduğum kabiliyetler istemiyor olsam bile Møto’ya güvenmekten ibaretti. En azından bana yeteri kadar zaman kazandırmasını istiyordum. Bu sebeple, karavanın kapısının önünden ayrılmadan elimde neon elementimi toplamaya başlayacaktım. Silahlar çekilmişti ve bu aşamada geri duramazdım. İhtiyacım olan tek şey biraz zamandı ve bunu Møto’nun sağlamasını ummak dışında yapabileceğim bir şey yoktu. Ancak yine de, her ihtimale karşı kendimi olabildiğince hazırda tutmak istiyordum. Møto’nun ne kadar direneceği veya ne tür bir saldırıyla karşılaşacağını bilemiyordum. Bu yüzden ansız hamlelere tepki vermem gerektiğinin farkındaydım. Eğer bu, elementimi biriktirmeye yönelik odağımı sarsacaksa bile, bir şeyler yapabilecek kıvamda olmalıydım.
► Show Spoiler

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#17
Møto, bulunduğu yerden adamlara doğru hızlıca koşmaya başlıyor ve koşarken cebinden bir hançer çıkarıyor. "Sizinkiler gibi öyle yan sanayi hançeri değildir bu! Kraliyet ailesi tarafından babama bahşedilmiş işlemeli bir hançerdir bu! Ve çoğu hançerin aksine..." Öndeki adama ulaşıyor ve hançeriyle göğsüne bir çizik atıyor. Hemen ardından sana sesleniyor ve kendi hançerini sana doğru fırlatıyor. Elinde Neon elementini biriktirmeye devam ediyorsun, hançer ise hemen yanına düşüyor. Bir anda adamların yere düşen hançerlerinin hareketlenmeye başladığını görüyorsun. İkisi de yerden yükselip hızla adamın göğsüne saplanıyor. Adam acı içinde bağırırken Møto az önce başladığı sözünü bitiriyor. "Elementleri iletebiliyor." Møto gülümsüyor ve arkadaki adama ilerliyor. Olaylara tepki vermekte zorlanan adam yumruklarını Møto'ya doğru savurmaya başlıyor. Møto ise rahatlıkla yumruklardan kaçınıyor ve hançeriyle adamın boğazını kesiyor. İki adamı da etkisiz hale getiren Møto sana dönüyor ve "Başka adam var mı?" diye bağırıyor. Sen ise elindeki Neon'a dikkatini bozmadan etrafını gözlemeye çalışıyorsun ve başka bir adam göremiyorsun. Arabalarının içine bakmaya çalışıyorsun ancak otobanda olduğunuz için sokak lambaları çok seyrek, yani arabanın içini rahatlıkla göremiyorsun. Møto sana doğru yürümeye başlıyor ve o anda arabanın arkasından bir gölge görüyorsun ve bir adam çıkıp Møto'ya doğru koşmaya başlıyor. Møto adamı fark ediyor ancak arkasına dönerken elindeki hançeri yere düşürüyor. Hançerin tekrar hareketlenmeye başladığını görüyorsun, Møto hançeri kendine çekmeye çalışıyor gibi görünüyor. Bir süre sonra hançer duruyor ve Møto yere kapaklanıyor. Kısık bir sesle "Atom enerjim..." dediğini duyabiliyorsun. Arkasındaki adam Møto'nun yanına geliyor ve o sırada gözlerinin hemen önünde beyaz silindir şapkalı bir adam görüyorsun.


Image

Buralarda yenisin, değil mi? Hayır, sen değil. Sen. Hayatın boyunca çok şey başardığını duydum. İnsanlar seni yeterince övmedi, değil mi? Hep arka planda bırakılmak, yanlış yola saptırılmak ve hayallerinden vazgeçtirilmek... Sen kendinden fazlasını temsil ediyorsun. Artık buna layık bir göreve sahip olmalısın. Bundan sonra sen Uyarıcı olacaksın. Merak etme, bizler seni koruyacağız, sana zarar gelmesine izin vermeyeceğiz. Karanlığı yok etmek için aydınlığa katıl. Sen bir ilk olacaksın.


Gözlerinin yavaş yavaş açıldığını hissediyorsun. Nerede olduğunu, neden burada olduğunu ve ne yaptığını hatırlaman iki saniye sürüyor. Neon elementini elinde biriktirmiş durumda bekliyorsun. Møto'yu kurtarabilirsin.

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#18
Kuşkusuz dünyadaki en tehlikeli kişilerin içerisinde ne yapacağına karar veremeyenler de bulunmaktadır. Onlar tehlikelidir, çünkü ne yapacağını bilemeyen kişiler ya hiçbir şey yapmazlar ya da akıllarına gelen fikirler içerisinde sağlıklı olanı seçemeden harekete geçerler. Hiçbir şey yapmamak, bir insanın yapabileceği en kötü şeydir aslında. Onun için iyinin veya kötünün, haklının veya haksızın, zararlının veya yararlının hiçbir farkı yoktur. Bünyesinde hazmettiği nötr enerji, aslında tüm dünyayı dışlamaktadır. Ne ona dokunmayan yılan bin yıl yaşar ne de yılan ona dokunmadan geçer… Herkes bilir, yılanın ömrü de, en ufak tehlike karşısında zehrini salacağı da bellidir. Bu yüzden, hiçbir şey yapmayan kişinin tehlikesi, yılanın zehrine münasiptir. Fakat yılan da bilir, bin yıl yaşamak çare değildir. Bundan daha kötüsü ise, hiçbir şey yapmayanın kaderini bir şeyler yapanların var etmesidir veya yok etmesidir. Bir yaşam, bir ruh veya bir kader… Adı ne olursa olsun, kişinin kendisinin hareketsizliği, başkalarının yeni bir yaşam, ruh veya kaderi var etmesine neden olur. Bu yüzden hiçbir şey yapmayanların ne sızlanmaya ne de eğlenmeye hakları vardır. Çünkü bunların hiçbirini kendileri var etmemiş veya var olmasında yer almamıştır. O yüzden, hiçbir şey yapmayan insan tehlikenin en ağırıdır.

Öbür yanda ise aklına gelen fikirleri iyi değerlendiremeden aksiyona geçenler vardır, ne fena. İnsan zihni inanılmaz bir şekilde, aynı anda onlarca şeyi düşünebilir, var edebilir. Bu yüzden aslında bir fikir yaratmak, bir fikre tutunmak ve bu fikre uygun davranmak epey zordur. Tüm bu süreç içerisinde, ne yapacağını bilemeyen kişiden sağlıklı bir çıkarım yapmasını beklemek olanaksız olur. Zihni, onca fikrin arasına sıkışıp kalmıştır neticede. Ancak insani olarak, ne yapacağını bilemeyen ve hiçbir şey yapmamayı reddeden kişi, bir anlık çakan kıvılcımla aklına gelen fikri uygulamaya geçer. O kıvılcım, vücudu harekete geçirir, fakat zihin hala sıkışıklığın içerisindedir. Bu yüzden fikrin sıhhati açısından hiçbir sorgulama yapılmaması, genellikle insanları uçurumun eşiğine yollar. Bu aşamadan sonra daha vahim olanı ise, uçurumdan yuvarlanan kişinin mantıklı, makul ve çaresiz bir şekilde yaptığı tercihine sarılarak kendini değil, evreni, Tanrı’yı veya kendisi dışında her ne ise onu suçlamasıdır. Tercihin ne denli sağlıklı olduğu tespit edilemeden başka etmenleri suçlamak ise, insanı kibre sürükler ve sonunda bir kibir denizinde kum tanesi olarak kendini var hisseder.

Onca şeyin sonunda ortada ne yapacağını bilemeyecek şekilde kalmanın hangi neticesine katlanmam gerektiğini düşünmek, içimi daha da bunaltıyor, gözlerimdeki damarların çatlamasına neden oluyordu. Møto bir an için heybetiyle ve kudretiyle yeri göğü titretiyordu karşımda, onun hakkındaki onca olumsuz düşünceme rağmen. Sonunda hiç kimse kalmadığında, bunu teyit etmek için etrafına bakınabiliyordum sadece. Sanki Møto olmadan nefes alamayacak bir varlıkmışım gibi, onun yere serebileceği başka bir rakip olup olmadığını arıyordu gözlerim. Elimde biriken neona rağmen, sanki Møto ile aramızda anlamlandırılamayacak bir uçurum vardı. Ve bir de gölge…

Bir anda açılan gözlerimle gölgeden çıkan adamın Møto’yu indirmesi artık bir şeyler yapmamın gerekliliğini haykırıyordu. Bu ana kadar ne yapacağını bilemeyen tehlikeli biri olarak var olmuştum, fakat ne bu bana yakışan bir davranıştı ne de içinde bulunduğun göreve uyan bir davranıştı. Oysa Ashe başta beni övmüştü, iki işe yaramazın karşısında. Bana güvenmişti… Benim planımdı… Ben!

Hareket geçmek için artık beklemem gereken veya duymam gereken bir şey kalmamıştı. Öne doğru bir adım atarken düşündüğüm tek şey harekete geçmekten ibaretti. Møto’yu kurtaracaktım! Bu benim planımdı ve atalarımın mirasıydı! Fakat her şey, ansızın bir kez daha duruvermişti. Gözlerimin önünde beliren beyaz silindir şapkalı adam konuşmaya başladığında, adım atmak imkansız hale geliyordu. Konuşuyordu… Kelimeler… Uyarıcı… Karanlık… Aydınlık… Bir ilk…

Kimdi sözlerin muhatabı? Benimle mi konuşuyordu, yoksa Møto ile mi? Buralarda yeniydim, doğru. Hayatım boyunca pek bir şey başardığım söylenemezdi. En büyük başarım memur olabilmekti ki bu da bana atalarımdan miras kalan bir elementin getirisiydi. Bunun dışında Adalet ve Hukuk okuyordum, ancak alttan hala 2 dersim vardı. Yani tüm bunların bir başarı olduğunu söyleyemezdim. Beyaz silindir şapkalı adamın muhatabı ben olamazdım. Arka planda bırakılan bir ailenin mensubuydum, bana şimdiki ülkemi sevdirmeye çalışıyorlardı ve Forøhata’nın var olması gerektiği hayallerimi kimseye açamıyordum bile. Beyaz silindir şapkalı adamın muhatabı ben olamazdım. Ayrıca kendimden fazlasını temsil etmiyordum. Benimki sadece atalarıma layık olma çabasından ibaretti. Kendimi bile tam temsil edemiyorken, kendimden başkalarını temsil etmek benim için var olamayacak bir gerçekti. Duyduğum sözler bana yönelik olamazdı, bu ben değildim. Ve uyarıcı olmak… Korunmak… Bir ilk olmak…

Bir anda açılan gözlerim gerçeklik duygumla beraber silinip atılan benliğimi de geri kazanmamı sağlamıştı. Halen bir görevin içerisindeydim ve kime söylendiği belli olmayan sözlerin zihnimi kirletmesine müsaade edemezdim. Hele ki, gözlerimin önünde cereyan eden hadise de, artık kurtarılmayı bekleyen kişi Møto’yken bunu yapamazdım! Onun yok olması benim açımdan önemsizdi, fakat izin verebileceğim bir şey değildi. Bu yüzden az önceki gördüklerimi ve duyduklarımı zihnimin karanlığına gömmeye çalışırken yerimden hareketlenecektim. Møto’ya yönelen tehlikeyi bertaraf edebilmek için elimde biriken neonu kullanabilmem mümkün ise, onu bir ışına çevirip Møto’ya saldıran adamda bir delik açmaya çalışacaktım. Mümkünse bunu kafasında yapmayı arzuluyordum, ancak o an için sağlıklı bir hedefleme yapamamam halinde, en azından göğüs bölgesinde bu deliği açarak adamı etkisiz kılmak niyetinde olacaktım. Neon elementini bu şekilde kullanabilmemin mümkün olmaması halinde ise, Møto’ya saldıran adamın saldırısını engellemek adına, saldırı yapan uzvuna bir hamle yapacaktım. Sahip olduğum ve adamın saldırı açısına göre yumruk veya tekme kullanacaktım. Adamı bir şekilde savunmasız yakalayabilirsem, Møto’nun hançerine kavuşmasını umut ederek adama yumruklar ve tekmeler indirmeyi planlıyordum. Bu esnada Møto’nun bitirici vuruşu yapabilecek açıklığı yakalayacağına inanıyordum.
► Show Spoiler

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#19
El ve göz koordinasyonun sayesinde adamın kafasına nişan alıyor ve başarılı bir şekilde ışının ile adamın kafasında bir delik açıyorsun. Adam yaptığın hamle ile direkt yere düştüğü için Møto'yu kurtarmana ve böylelikle daha çok hamle yapmana gerek kalmıyor. Daha önce eğitim alırken sayısız kere kullandığın stilin bu kadar güçlü olduğunu daha önce hiç görmemiştin. Møto hızlıca sana doğru koşuyor ve elini sırtına atıp sessizce teşekkür ediyor. Yerde duran adamlara bakıyorsunuz ve olayı daha da sorgulamadan karavana biniyorsunuz. Her şeyden önce karavan şoförüne sürmeye devam etmesi için komut veriyorsunuz. Sürmeye başlamasıyla Møto adamın şaşkınlığını gidermek için ön tarafa geçip olup biteni anlatmaya başlıyor. Kraliçe Ashe'nin ise uykusundan kalktığını görüyorsun ve hemen yanına gidiyorsun. Ashe, Møto'nun sözlerine kulak veriyor ve şaşkınlık içerisinde sana dönüp her şeyin yolunda olup olmadığını soruyor. Kendince kraliçeyi bilgilendiriyor ve kraliçenin işaretiyle koltuklardan birine geçiyorsun. Az da olsa atom enerjisi harcadığın için, bir de bunu gecenin köründe yaptığın için halsizliğin artıyor ve nöbet sırasının Møto'dan başlaması gerektiğini kesin kılıyor. Durumunu Møto'ya anlattığında ise "Daha yeni hayatımı kurtardın beyim, sana hayır diyeceğime dilimi koparsınlar. Yat uyu, keyfine bak." diyor. Böylece gece senin için son buluyor.

Uykuya daldıktan hemen sonra irite edici bir hafiflik hissediyorsun. Vücudun sanki bir kuş tüyü ile aynı ağırlıkta, ama bunu istemiyorsun. Gözlerini zorla kapattığını fark ettiğin anda açıyorsun ve etrafında üç insan görüyorsun. En azından insan olduklarını tahmin ediyorsun. Bunlardan biri mavi, parlayan bir vücuda ve masmavi gözlere sahip. Hatta gözlerinin beyazı bile mavi diyebiliriz. Bir diğeri normal bir ten rengine sahip olan, yeşil gözlü, kel bir adam. Tamamen çıplak bir şekilde önünde duruyor. Göğsünde ise karmaşık, ne olduğunu anlayamadığın bir dövme var. Üçüncü kişi ise uzun boylu bir kadın. Diğer iki adamdan çok daha uzun olan kadının kumral saçları ve ela gözleri var. Üçü de sana ellerini uzatıyor. Sen de elini uzattığın anda beyaz silindir şapkalı adamı bir saniyeliğine görüyor ve uykundan uyanıyorsun. Öğlen olmuş.

Karavanın hareket etmediğini ve karavanın içinde senden başka kimse olmadığını fark ettiğin anda hışımla ayağa kalkıyor, çıkardığın kıyafet parçalarını giyiniyor ve dışarı çıkıyorsun. Tatil köyüne benzer bir yer ile karşılaşıyorsun. Tek katlı evler, başını bağlamış Dushalı teyzeler, el arabasını karpuzla doldurup taşıyan amcalar ve turistler için yapılmış, yerel halkın kültürel yapısıyla zerre alakası olmayan havuzlar ve oteller. Karavanın kapısında bir not kağıdı buluyorsun. Katlanmış kağıdı açıyor ve okumaya başlıyorsun. "Kırmızı otelde oda ayarladık, bir türlü uyanmadın, biz de uyandırmayalım dedik. Kahvaltıya gittik, uyanırsan kırmızı otele girip Møto için çalıştığını söyle!" Not kağıdını cebine koyup etrafına bakıyorsun. Her şeyden önce bir spa görüyorsun. Kapısında masaj hizmetinden tut manikür pediküre kadar her şeyin olduğu yazıyor. Hemen ardında başka ülkelerin mutfağını servis eden bir restoran var. O restoranın hemen yanında Dusha köy yemekleri yapan bir restoran daha var. Karşı tarafa baktığında ilk olarak gitmen gereken kırmızı oteli görüyorsun. Hemen arkasında bir berber var. Bir berbere gidip gel beraber bir berber dükkanı açalım deme şansı doğuyor. Onun da arkasında bugüne kadar gördüğün en ilginç mekan konsepti yer alıyor. Sadece bir tabela var, onda da "7/24 Gece Kulübü" yazıyor. Cam olmadığı için içeride ne olup ne bitiyor göremiyorsun. Belki de otele gitmeden önce biraz vakit harcayabilirsin.
Off Topic
Haga Nomua
Atom Enerjisi: %75

Re: [Haga Nomua] Asil Katili

#20
En azından tüm bu karmaşanın içinde kim olduğum hatırlayabilmiştim. Elimden çıkan ışın ile Møto'ya karşı hareketlenmiş adamın kafasında bir delik açarak, az önceki aciziyetimin silinmesini sağlayabilmiştim. Ülküm ve düşüncelerim içerisinde bu kadar düşük seviyede kalmanın içimde derin bir yara açtığı doğruydu. Ancak tüm bu zaman kadar yaşadıklarıma bakılacak olursa, hiçbir şey benim için kolay olmamıştı zaten. Ömrümün her bir döneminde aile bireylerimden birinin veya lanet olası üçüncü kişilerin yarattığı kaosun içerisinde insan olarak kalabilmeyi başarmıştım. Hatta kardeşimin başına gelenlere rağmen, insanlığımı koruyabilmem aslında varlığımın ne denli güçlü olduğunu ortaya koyuyordu. Buna rağmen, az önceki yaşananlar tüm bunları bir kez daha sorgulamama neden olmuştu. Sonuç ne olursa olsun, ne tahmin ettiğim kadar kudretliydim ne de dirayetli... Bu acıydı, ancak acıyı da kabullenmeyi çoktan öğrenmiştim. Önemli olan, bu acının içerisinde yanıp kül olmamaktı ve aldığım her nefeste, kendimi yenilemeye devam etmeliydim. Ne kadar aciz kalırsam kalayım, tüm bunların son bulacağı güne kadar nefes alıp vermeliydim. Yoksa, bu aciziyetin ruhuma işleneceğini ve kendime verdiğim sözün silinip gitmesine neden olacağını biliyordum.

Møto'nun sessiz teşekkürüne başımla karşılık vermekle yetinmiştim. Ancak tehlikenin varlığı, burada durup bir şeyleri araştırmanın, adamların kimliklerini kontrol etmenin önüne geçiyordu. Zaten bunun bir şeye faydası olup olmayacağından da emin değildim. Bu yüzden, Møto'yu takip ederek karavana geçerken Ashe'nin durumunu da kontrol etmeye karar vermiştim. Møto şoföre olan biteni anlatırken Ashe de uykusundan uyanarak Møto'nun sözlerini dinliyordu. Yolculuğumuz esnasında bu kadar kısa süre böylesine bir tehditle karşılaşacağımızı ummuyordum. Her şeyden kötüsü de, üstünde düşündüğüm ve beni bir adım önde tutan planımın da aslında ne kadar çaresiz kaldığını görebiliyordum. Fakat yine ahmaklığın kendimde olduğunu sayıklamadan edemiyordum. Eşlik ettiğimiz kişinin unvanına bakılacak olursa, her ne olursa olsun birilerinin bizi bulabileceğini önceden düşünmem gerekiyordu. Ne yazık ki, tüm planım içerisinde böyle bir senaryoya karşı herhangi bir anti hareket planı geliştirmemiştim. Tamamen hazırlıksız yakalanıp, anlık kararlarla başımızdaki beladan kurtulabilmiştik. Ya da en azından şimdilik bu işten sıyrılmıştık. Ancak görünen oydu ki, bundan sonraki adımları daha sağlam atmalı ve ona göre bir planlama yapmalıydık.

Ashe'yi olayla ilgili elimden geldiğince bilgilendirirken, bir yandan da kafam planlarımın üzerinde geçiyordu. Fakat zihnim bu aşamada yeterli enerjiyi bulamıyordu düşünmek için. Sadece tek bir kez elementime sarılmışsam bile, bu tahmin ettiğimden daha büyük bir ağırlık çökertiyordu üzerime. Şu an bu yorgunluğun içinde ilerlemenin ileride daha büyük sorunlara yol açması olasıydı ve bu yüzden kısa da olsa dinlenmem gerekiyordu. Her ne kadar Møto da benim gibi elementini ortaya koymuşsa da, muhtemelen dinlenmiş bir halde olması nedeniyle benim kadar etkilememişti bu durumdan. Ya da kabul etmek istemesem bile, en azından kondisyon bakımından benden çok daha iyiydi. Fakat bunun da şimdilik bir önemi yoktu. Biraz dinlenmek bana fazlasıyla iyi gelecekti. Møto'nun sözlerine karşı hafifçe ve pek de içten olmayan bir tebessümle karşılık verdikten sonra Ashe'den de müsaade alarak dinlenmeye geçecektim.

Uykuya dalmak her zaman rahatlık verici olurdu. Genellikle uyku aleminde yaşanılanlar dışında, sabah uyanıldığında hissedilirdi tüm rahatlık duygusu. Gerilen kollar ve kırpıştırılaran gözlerden silinen yorgunluğun mutluluğu belli olurdu. Lakin bu kez rahatlık hissini uykumda bile hissedebiliyordum. Gözlerimin kapanmasıyla birlikte izleri silinmeye başlayan yorgunluğun ve yeniden enerjisi dolan vücudun getirdiği bir rahatlık olmasını umuyordum bunun. Ne var ki, bu rahatlık hissinin bünyesindeki rahatsızlık duygusu, uykunun tadını ziyadesiyle kaçırıyordu. Sanki bedenim uyumayı reddederken, bir yanım uykunun içine çekiyordu. Yorgunluktan dolayı kendiliğinden kapanması gereken göz kapaklarımın, sıkı sıkıya kapalı kalması için kendimi zorlamama anlam dahi veremiyordum. Uykuyu reddeden tarafıma inat, derin bir uykunun dibine düşmek istiyordum. Ancak bir anda, tüm arzum birden açılan göz kapaklarımla yok oluyordu. Uyanmışlığın vereceği gerginlikle etrafıma atacağım somurtkan bakışları düşünürken, bir anda etrafımda beliren üç kişinin varlığı ile irkiliyordum. Mavi parlayan bir vücuda ve masmavi gözlere sahip bir insan... Yeşil gözlü, kel, çıplak ve göğsünden ne olduğu dahi anlaşılamayacak dövmesi olan bir adam... Kumral saçlı, ela gözlü ve diğerlerinden daha uzun olan bir kadın... En azından insan olduklarını düşündüğüm, ancak gördüğüm ve belki de görebileceğim hiçbir kimseye benzemeyen bu üç kişinin bana doğru uzatmış oldukları ellerine vücudum kendiliğinden tepki veriyor gibiydi. Nerede olduğum, bu üç kişinin kim olduğu, diğerlerinin nerede olduğu veya ölmüş olup olmadığım gibi sorulara cevap bulmak yerine, iradesini sıfırlamış biri gibi elimi uzatıyordum bu üç kişiye. Ancak bir anda, beyaz silindir şapkalı adamın anlık görüntüsü, her şeyin sıfırlanmasına ve tekrar var olduğum dünyaya geri dönmene neden oluyordu. Bu kez bir anda açılan gözlerim, uykumun öğlene kadar sürmüş olduğunu söylüyordu.

Gözlerim, bir anda üç kişiyi ve beyaz silindir şapkalı arar gibi etrafıma bakınırken, var olman gereken yerde olduğumu anlamak ufak bir güven duygusunun yeşermesine neden oluyordu. Fakat karavanın içinde benden başka kimsenin olmaması bu güven duygusunu anından ortadan kaldırıyordu. Kafamda bir anda çakan şimşeklerle ortaya çıkan felaket senaryolarına karşı kıyafetlerimi alelacele giyip kendimi dışarıya attığımda, tatil köyünü andıran bir yerde olduğumuzu anlayabiliyordum. Etrafta olan bitene bakınırken, karavanın kapısındaki not kağıdını fark edip hızla üstünde yazanları okuyama başladım. Bana bırakılan not içimi bir nebze de olsa ferahlatırken, en azından gideceğim noktayı da artık biliyordum. Karavandan inip kırmızı otele doğru yollanmaya başlarken, bir yanda otelin nerede olabileceğini kestirmeye çalışıyor, bir yandan da bu yerdeki durumları keşfediyordum. En ilginç olarak gözüme çarpan "7/24 Gece Kulübü" tabelası, sırf bu konseptiyle bile insanı kendine çekerken, burada ne için bulunduğumu birkaç kez kendime tekrar ederek insani dürtülerimden sıyrılıyordum. Önceliğim Ashe'nin güvende olmasını sağlamak olduğundan, şimdilik bu tip yerlerde bulunmamam gerektiğini birkaç kez kendime öğütleyerek adımlarımı kararlaştırdım. Bu aşamadan sonra, kırmızı otelin nerede olduğunu kestirebilmişsem doğrudan oraya gidecek ve notta yazan talimatları yerine getirecektim. Ancak bunu yapamayacak olmam halinde, berber dükkanına -umarım erkek kuaförü diye düzeltme gereği duymayacaktır- giderek kırmızı otelin yerini soracak ve akabinde sunacağım teşekkürle ilk planın uygulamasına geçecektim.
► Show Spoiler
Locked

Return to “Poshotatumi Şatosu”

cron