Tutkunun Esiri

#1
Image


Onu ilk gördüğü zamanı hatırladı. En iyi ustanın, en destansı şaheserine baktığı gibi baktı; dili tutuldu sandı. Gözlerinin ışığı, tüm benliğinin tek aidiyeti gibiydi. Ona verilmiş bir hediyeydi o an. Onu tanıdıkça; kalbinin hiç keşfetmediği, hiç bilmediği yönlerini keşfediyordu.


***


1 sene önce...

Çok çalıştığı bir günün ardından, yorgunluk belirtileri erkenden başlamıştı. En büyük belirti psikolojik, kafasaldı. İsteksizlik tüm bedenini sararken çevresine enerji saçacak hali de kalmamıştı. Gufuo ise her zamanki gibiydi. Konuşuyor, konuşuyor, garip hareketler sergiliyor, Hera'dan dayak yiyor, sonra tekrar konuşuyordu. Hera hep Gufuo'nun nasıl bu kadar enerjik kalabildiğini merak etmişti. Başarılı bir polis değildi, pek parlak bir zekaya da sahip olduğu söylenemezdi fakat yine de halinden memnundu. Tam tersine Hera hayatındaki monotonluk ve sıradanlığa çözüm arıyordu. Aslında aramıyordu, aramış gibi yapıyordu. Çünkü içinden çıkamadığı bu sıkıntılar silsilesi onu sürükledikçe nehrin ne yöne dahi aktığını çözemiyordu. Boğulacak gibi oluyordu fakat dişe dokunur bir derdi dahi yoktu. Çok arkadaşı yoktu, belki de yalnızdı. Yine de hem eski üniversite arkadaşları, hem de iş yerinden arkadaşları ile arası oldukça iyiydi. Her şeyin normal gittiği şu dönemde Hera'nın yaşadığı bilişsel heyelanların bir açıklaması yoktu. Derken o soruyu sordu Gufuo.

"Şşşş Heraaaa.. Evlenmicen mi kız sen?"

Hera güldü. Herhalde Gufuo'ya kızacak hali kalmamıştı. Hafiften de sinirleri bozulmuştu bu yorucu günün ardından hala onun bu şakaları yapabildiğinden. Gülmeye devam etti. Gufuo ise garip bir şekilde ciddiydi. Gerçekten mimik oynatmıyor, az önceki güleçliğinin aksine merak dolu gözlerle ona bakıyordu. Hera geciktirmemeye çalıştı cevabını.

"Nereden çıktı be o? " diye cevapladı Hera. Elindeki evrakları kategorize etmişti. Usul adımlarla dosya dolabından uzaklaşmaya başlarken olabildiğince minik adımlar atıyordu. Gufuo'nun söyleyeceği en ufak şey normal şartlarda ilgisini çekmezken, nedense şimdi bu söylediği biraz anlamlı gelmişti. Sorun evlilik gibi saçma bir fikirin altında yatmıyordu aslında. Hera 'o anlamda' bir şeyler yaşamaya hevesli değildi kimseyle. Aslında hevesli olup olmadığını dahi bilmiyordu. Herhangi bir erkek ile o aşamaya pek gelemiyordu. Daha önce ufak flörtleri olmuştu fakat yine de birilerine karşı heyecan duymanın nasıl bir şey olduğunu pek iyi biliyor sayılmazdı. Gufuo düşünceli bir biçimde tekrar açtı ağzını.

"Damuri diye bir eleman var. Kaslı, yakışıklı ve geçen ay Başpolis oldu. İstersen eğer.." Gufuo'nun sözleri Hera için utandırıcı değildi aslında. Normal iki arkadaşın birbirine çöpçatanlık yapması, yada paslaşması. Defalarca arkadaşlarına bunu yapmıştı ancak yine de ona birinin ayarlanmaya çalışılması rahatsız edici geliyordu. Hiddetle elindeki son dosya ile Gufuo'nun kafasına sertçe geçirdi. Ardından dişlerini göstere göstere konuşmaya başladı.

"Sus be! İyi böyle." diye cevap verdi ona. İçinden geçirdikleri onu tedirgin etmese dahi düşünmeye sevk etmişti. İşi bitmişti. Yine de biraz dinlenmek için koltuğuna oturdu. Derin bir nefes verirken bu zorlu günün ardından yapacak hiç bir şeyi olmayışına üzüldü. Diğer yandan dinlenecek olmasına seviniyordu. Kahvesinden bir yudum alacaktı ki, bittiğini görünce biraz üzüldü. Neyse ki Gufuo vardı. Eşek Gufuo. "Git kahve getir bana. Dahi fikirlerini de kendine sakla."

"Kezban seni.. Erkekten anlasaydın zaten beni görürdün!" Söylenen Gufuo'ya sert ve tehditkar bir bakış daha attıktan sonra onun önüne dönüp yürümesine izin verdi. Kahvesini beklerken, ne kadar gereksiz de olsa Gufuo'nun söylediklerini düşündü. Hera içinde bir şey saklıyordu. Çok derinlerde, açığa çıkaramadığı fakat kendince bilip de açıkca ne olduğunu anlamlandıramadığı... Söyleyemediği o şeyin bu hisleriyle bir alakası var mıydı bilmiyordu. İlk adımı atma konusunda kötü dahi olsa, ona adım atan kimseyi geri çevirmemiş; aksine melek gibi davranmıştı. Soğukluğu ve demir suratı çoğu zaman insanların sempati duyduğu bir şey gibi geliyordu. Lakin yine de bir sorun vardı. Gufuo'nun söylediği adamı tanıyordu. Yakışıklı, çekici ve iyi biri gibiydi. Hera ondan hoşlanabilir, onunla güzel vakit geçirebilirdi. Fakat nedense bunun için harekete geçmek içinden gelmiyordu. Bir anlığına aydınlandı. Gufuo haklı olabilir miydi? Derin bir nefes verirken kendi kendine söylendi: "Erkekler..."

O an için yalnız ve depresif bir ruh halini paylaşıyordu. Hera ne düşündüğünü bile bilmiyordu aslında. Sadece artık daha az önemsemeye başlamıştı bu durumu. Fakat bunu anlamlandıracağı bir anın gelişi, bir ışığın yanışı, bir tohumun alevler saçarak filizlenişi bu şekilde oluyordu sanırım. İlk önce minik adım sesleri duydu. Kafasını ve gözlerini eş zamanlı olarak kaldırdığında, o endamlı ve sevgi dolu surata eşlik eden kadife sesi duydu. İçindeki tüm her şey silindi. Beyninde çalan tüm gürültülü şarkılar yerini tek bir fısıltıya bıraktı. Kalbinin atışı, sanki kolları kalbi olmuş; onunla birlikte atıyordu.

"Şey.. Merhaba! Ben yeni atandım.. Yarın başlamam söylendi, bende bugünden gelip burayı görmek istedim.." Kuzgun saçlı, görece kısa bir boya sahip, biraz balık etli, dolgun yanaklara ve koca gözlere sahip güzel bir kızdı karşısındaki. Hayatında hiç bu kadar utangaç bir insan görmemişti. Kız konuşurken yutkunmayı dahi unutmuştu Hera. Kalbinin atışları bir an dışarıdan duyulacak diye çok korktu. Kızın ses tonundan tut, yaydığı kokuya kadar her şeyi hissediyor, yanaklarının kızarmasına engel olamıyordu. Kız konuşmasına devam ettikçe aklında tek bir düşünce belirdi. Mutluluk onun için şu an bir cevap bulabilmesiydi. Heyecan böyle bir şey miydi? Karşısında kendi cinsinden, kendisi gibi bir dişi duruyordu ve Hera kendini ona bakmaktan alamıyordu. Her konuştuğunda ağzına düşecek gibi olmasından tut, zaman yavaşlamış gibi geçiyordu gözlerinin önünden.

"Ne kadar kabayım! İsmim Fepø! Seninle tanıştığıma çok memnun oldum!"

► Show Spoiler
Image
► Show Spoiler

Re: Tutkunun Esiri

#2
Image



***


Gözlerini kapattı. Tekrar açmamak üzere kapatacağı o güne kadar, alacağı her nefesin nedeni olacak kadar düşündüğü kızı izlemeye koyuldu. Her bir hareketini izliyor, dış dünyadan biriymiş gibi onu sindirmeye çalışıyordu. Algıları köreldi mi, yoksa muazzam derecede açılmış mıydı kendi dahi bilmiyordu. Tek bildiği, kız geleli sadece bir hafta olduğu halde onu izlemeyi asla bırakamadığıydı. Fepø geldi geleli, ona etrafı gezdirip teşkilattaki diğer görevlilerle tanıştırmayı misyon bellemişti kendine. Ondan bir ricada bulunmaması bir yana, ona yeteri kadar ilgi göstermediği için yer yer kızıyordu bile... Hera'nın zihninde bu kadar yer etmesi normal değildi. Her bir hareketini bu kadar zihnine kazıması, bunu yaparken kızın içine düşecek gibi bakması ise çok geç olmadan Gufuo tarafından anlaşılmıştı.

"Şimdi.. İki olası durum üzerinde duruyorum." dedi her zaman takılmaktan çekince duymadığı kulak tırmalayan sesi ve bilmiş surat ifadesi ile. Ardından devam etti. "Ya gıcık oluyorsun, ya da..." dedikten sonra Hera'nın Poteguhe bahçelerindeki en kırmızı elmalar kadar kızarmış yanaklarını gördü. Duraksayan Gufuo, yapacağı bariz bir şakanın nasıl da gerçeğe dönüştüğüne şahit oluyordu. Kahin değildi, böylesine bir tesadüfün üzerinde durmak yerine durumu çoktan kavrayıp bir kaç dakikalığına sustu. Düşünceli gözlerle Hera'yı biraz izledikten sonra önüne dönüp yemeğini yemeye devam etti. Tekrar ağzından bir şeyler döker gibi oldu. "Hera.. yoksa sen..." demişti. Devamını nedense getiremiyordu. Hera, ne kadar aptal olursa olsun onun da empati yeteneğine sahip olduğunu biliyordu. Bununla birlikte Hera utancından bir miktar afallamıştı. Ancak ne olursa olsun kendine açıklamak zorunda olduğu bir şey de yoktu. Hissettiği şeyin ne olduğundan Gufuo söyleyene kadar zaten emindi. Yalnızca öyle bir boşboğazın bunun farkına varabilmiş olmasını ilk başta oldukça sinir bozucu buldu. Tekrar konuşmaya niyetlenmiş Gufuo'ya dönerek kısık, fakat sert bir tonda mırıldandı.

"Sus Gufuo. Tek kelime etme." dedi. Usulca başını sallayan Gufuo pilavına gömülürken etrafı izlemeyi de kesmişti. Yemeğinin henüz sadece bir kısmına dokunabilmiş Hera tepsini iki eliyle kavrayarak hızlıca masadan kalktı. Kafasıyla arkadaşlarına iyi geceler derken, sebebini kendi bile bilmediği bir şekilde Fepø ile göz göze gelmedi. Tepsisini kendisinin bile anlayamadığı kadar hızlı geçen zamana inat, yavaşça tezgaha indirmeye çalıştı. Ardından hızlı adımlarla masasına doğru yöneldi. Koridora çıktığı gibi derin bir nefes aldı. Fepø geldiği günden itibaren en güzel kıyafetlerini giymeye başlaması, sürekli topladığı ve bakım bile yapmaya üşendiği saçını şekilden şekle sokması, en ufak fırsatta onunla konuşmaya çalışması aklına geldi. Tüm bunlar ile birlikte onun o pamuksu sesi sürekli aklındaydı.. Şu an bile sesinin beyninin en şeker renginde köşelerinde asılı megafonlardan duyduğunu, sanki ona seslendiğini hissediyordu. Kulaklarının duyduğu seslere iyice odaklandı. Adımlarını önce yavaşlattı, sonra da durdurdu. Ses gerçekti. Ona sesleniyordu.

"Hera! Hera bak bi!" Sesi ilk duyduğu an beyninin ona oynadığı bir oyun olduğunu dahi düşünmüştü. Yavaşça arkasına dönerek az önce yaşadığı stresi geride bıraktı. Manzara tam olarak beklediği gibiydi. Bu manzarayı tek kelime ile anlatmaya çalışırsa, bunun adının tam anlamıyla 'lezzetli' olduğunu söyleyebilirdi. Ne olursa olsun, suratına bakınca yüz kaslarını kontrol edemediği o büyülü yüze baktı. Onu fazla bekletmeden cevabını vermeye hazırlandı.

"Sen hep böyle koşturur musun?" dedi gülümseyerek. Ona karşı kaba olmamaya çalışıyordu. Hera insanların garip özelliklerini genellikle laf salatası yaparak dolaylı yoldan söylerdi. Fakat söz konusu o olduğu zaman bunu yapamıyordu. Maskülen ses tonu bile inceldikçe inceliyor, gülüşünün önüne çekilen tüm perdeleri aşarak onu dünyadaki en büyük palyaço yapıyordu. Ağzının bir milim oynaması ise sanırım yeterliydi bunun için. Fepø önce duraksadı. Ardından kocaman bir kahkaha patlattı. Hera da onunla birlikte kocaman gülümsemişti ve aklına mukayyet olma çabalarına girişmeye başlamıştı. Hera, tam da şu an inanılmaz bir utanç seansının içerisinde gibiydi. Fepø koştukça, güldükçe ve hareket ettikçe, giydiği dar üniforması yüzünden kocaman göğüsleri oradan oraya sallanıyordu. Hera, bu görüntü karşısında sakin kalmayı defalarca denemişti fakat bu sefer dikkatini farklı yönlere çevirmeye çalışıyordu. Hera ve Fepø'nun gülüşleri ince koridorda bir miktar yankılandıktan sonra ilk söze giren Fepø oldu.

"Benimle Tunge dinletisine gelir misin? Kraliyet müzesindeymiş sanırım... İki biletim vardı, kiminle gideceğimi bilemeyince sen gel istedim. Gelcen dimi?" Hera'nın dudakları kendiliğinden hareket etti. Pek düşünmedi. Tunge, Fepo, konser... Sevdiği şeyleri aynı cümlede duyunca pek düşünme gereği dahi duymadı aslında. Aceleci bir şekilde "Gelirim tabii." dedi. Bunu, az önceki durumdan kurtulmak için hızlıca söylenmiş bir baştansavma kabul olduğunun farkına vardı. Ancak nihayetinde içinde bulunduğu durumdan yavaş yavaş kurtulmaya değil, daha da derinlere inmeye çalışıyordu. Hera günün sonunda özgüveni yüksek, kendisinin ve hayattaki tercihlerinin farkında olan bir kadındı. Fakat hayat ona bu denli bir hissi o kadar gecikmeli sunuyordu ki, nasıl davranacağını bilmemekle birlikte, hissettiklerini özümsemesi çok uzun sürüyordu. Her beklemediği davranış, onu yeniden düşünmeye itse dahi bir noktadan sonra düşünmeyi bırakmak, sadece kendini ona bırakmak istiyordu. Sadece onu düşünmek, onu hissetmek istiyordu.

Fepø bir çocuk gibi şen, dağlar kadar kocaman bir sevinç çığlığı ile bedenini Hera'ya yapıştırdı. Ondan belki de bir on santimetre kadar daha kısa olan kız, kollarını Hera'nın boynuna dolayarak kafasını onun boynuna gömmüştü ve yaklaşık üç saniyedir de bu konumdaydılar. Fepø'nun sevinç çığlığı bittikten sonra da ne yapacağını bilememesi beyninde şimşekler çaktırıyordu. Artık duyduğu merak, utanç ya da belirsizlik hislerinden uzaklaşmaya başlıyordu. Lavanta gibi kokan saçlarını kendi saçlarıyla karıştırmak, ay ışığının gökteki parıltısı kadar pürüzsüz teninde gezintiye çıkmak ve narin ellerini kendi elleriyle buluşturarak gözlerine bakmak istiyordu. Tüm bunları isterken, bir kısmını alabilmesi onu bir miktar mutlu ediyordu. Hera'nın vakumlu bir motor gibi son sürat ona sarılan kızı koklaması, ortamda garip bir hava yaratmıştı. Normal sarılan iki arkadaşın sarılmasından zaten kat be kat uzun süren bu sarılma, Fepø 'nun gözlerini açarak, kafasını Hera'ya kaldırmasıyla son bulmuştu. Ellerini yavaş ve usulca Hera'nın omzundan çeken kız, az önceki yaşananları pek düşünüyor gibi durmasa da içten içe ne kadar düşündüğü belliydi. İkisi de birbirine garip ve anlaşılmaz şekilde bakmaya başlamıştı. Hera, ortamdaki garip dumanı atmak adına konuştu. Bu sayede az önceki garip ve şehvetli sarılmanın şaşkınlığını ikisinin de üzerinden atmayı deneyebilirdi.

"Konser sonrası Totedasha'lar benden o zaman." dedi. Gülümseyen gözlerini Fepø 'ya diktikten sonra ardını dönerek ilerlemeye devam etti. Onun da peşinden gelip konuşmasını bekliyordu aslında. Artık normal bir şekilde konuşup, görevlerine devam edebilirlerdi. Fepø kızaran yanakları ve faltaşı gibi açık kalan, kapatamadığı gözlerine bir çare bulamadan cevabı vermişti. "Ee.. Evet. Kesinlikle! Süper olur..." dedikten sonra Hera'nın yanına konumlanıp onunla yürümeye devam etmişti. Hera ve Fepø 'nun masaları oldukça yakındı. İkisi de geniş salona geçtikten sonra ayrıldılar ve ne yapacaklarını bilmez şekilde odada dolaştılar. Hera'nın kalbindeki her bir patırtı, her bir gürültünün sebebi artık daha netti. Hera, derin bir mutluluğa gömülmenin zevkiyle vücudundaki her bir kasın gevşediğine şahit oldu. Sandalyesine otururken önünde duran dosyaları bile incelemeden kenara ittirdi. Yüzünde açan çiçeklerin yaprakları, sapları, çanakları ile birlikte hissettiği her güzel kıvrımın, kokladığı her güzel kokunun 'ona' ait olduğunu biliyordu.
Image
► Show Spoiler

Re: Tutkunun Esiri

#3
Image



***


Yaşamın bir saati yoktur. Zaman ölçülemez, akıl almaz bir sonsuzluktur. İnsanların küçük beyninin, bu denli anlaşılamaz bir şeyi ne kadar formülize edip büyük anlamlar yüklemeye çalışsa dahi, en nihayetinde geçen bir saatin aslında bir dakikadan bir farkı yoktur. Hera için zaman kavramı bu denli anlamsız ve küçük gözükmemişti. Bulunduğu her anın uzunluğu, yaşamı kadardı. Belki daha da fazlası! Tek üzüntüsü, bu ana bir daha geri dönememekti. Fepø'nun gözlerinde kaybolmayı ve zamanın o uçsuz bucaksız çukurlarında mahsur kalmayı istedi. Her şeyin durmasını, sadece onun konuşmasını, onun gülmesini ve sonsuza kadar ona bakmasını istedi. Kadınlığına yüklediği her anlamın bir daha pekiştiği, artık utanmak yerine sadece onun olmayı dilediği zamanlardı. Her şey dursun, geçmişi ve geleceği sadece şu andan oluşsun. Onun hatırasını sonsuza kadar sürdürsün istedi.

Bu imkansızdı.

Fepø güldükçe gülüyordu. Kulaklarını dolduran Tunge'nin eşsiz sesi, onun saçlarında akıyor gibiydi. Bulundukları müze, çevredeki insanlar, hiç biri umrunda olmadı. Saçlarına bakıyordu. Bir la minör gamı geçti, boynuna doğru indi. Olanca hızıyla koşturan, ayaklarını yere sürerek alev çıkartacak kadar süratli koşturan bir Hera oldu. Çağlayarak akan bir ırmak gibi hayal etti boynunu Fepø'nun. Yokuş aşağı koşturmaya başladı. Sol majör akoru basan yaylılara kenetlendi yüreği. Kalbindeki çarpıntı, melodinin ritmi olmuştu. Fepø'nun bedeninde gezintiye çıkan gözleri, çok kısa bir zaman geçmeden onun tarafından da keşfedilmişti. Dudaklarını ısırmış, onu izliyordu. Meraklı ve sevecen ses tonu ile ısıttı tekrardan yüreğini Hera'nın.

"Bir sorun yok değil mi? Başladığından beri bana bakıyorsun."

"Rahatsız olmadın ya?" diye karşıladı Hera. Gülüyordu. Gülmesine engel olacak bir şey sezmedi. Fepø'ya karşı sergileyeceği hiç bir yapay tavır yoktu zira. Ona karşı olduğu gibi, kendini hiç keşfetmediği gibiydi. İçindeki duvarsız, sosyal ve bir o kadar sıcakkanlı Hera'yı buldu. Onu tanıdıkça, onunla eğlendikçe kendini sevmeye başlamıştı. Aşk, gariptir. Aşk hakkında düşünmesen, plan yapmasan ve umursamasan dahi seni bulacağı bir zaman gelir. O zaman geldiğinde ise akışa bırakırsın kendini. Hera plan yapmamış, sahte bir kimliğe bürünmemiş ve kendini tamamen nehrin akışına bırakmıştı. Fepø bir ırmaktı. Suyu şifa getiriyor, yaraları iyileştiriyor ve en önemlisi hayat kaynağı gibi ona her sabah güneşin doğuşunun bir anlamı olduğunu söylüyordu.

"Tumi sakınsın seni! Tabii ki olmadım." dedi Fepø. Utanmıştı. Tüm Tunge sanatçıları son notalarını basıyor, aksak bir ritim eşliğinde artık perdeyi kapatmaya hazırlanıyorlardı. Düşen temponun aksine, Hera'nın kalbi aynı hızıyla atıyordu. 'Ya hep, ya da hiç' dedi içinden. Ağzından her şey çıkıverdi. Neler çıktığını dahi duymadı. Gözlerini kapatmadı, nefes almadı ve hiç bir şey görmedi. Yaşamadı da. Bir ölüydü. Yaşayan bir ölü. Utanmıyor, sakınmıyor ve sadece hissediyordu.

Hisseden bir ölü.

"Sana bakmak hoşuma gidiyor."

Fepø'nun suratının girdiği rengi en son kendi suratına aynada bakarken görmüştü. Güzel kızın gözlerindeki parıltı sönmek bilmiyordu. Hera, kendisini teraziye hiç koymamış, onun düşüncelerini hiç merak etmemiş ve kendisi için uygun olanı dahi planlamamıştı. Sadece yapmıştı. Hissetmiş, ve sevmişti. Bir cevap beklemiyordu. Bu yüzden olabildiğince sıcak, içten bir gülümseme ile önüne döndü. Kalmak için hazırlanmalıydı. Çantasını topluyordu. Ağır hareketler ediyor, ondan bir tepki bekliyordu.

"Bb.. Ben..." diyebildi önce. Hera kalkmak için doğrulmuştu bile. Üzgün gibi hissetmesi gerektiğini düşündü. Değildi ama. Fepø'nun kalbinin derinliklerinde gördüğü bir şey vardı. Bir su kuyusu. Dipsiz, karanlık ama sonunun ışığa çıktığından adı gibi emindi. Yemyeşil yapraklar vardı etrafında. Fepø konuştukça yeşermeye devam edeceklerdi. Yapraklar bir bir yeşermeye başladı.

"Ne desem bilemedim. De møhuni!" dedi. Gözlerini ona kaydıran Hera, ana dilinde böylesine kibar ve tatlı bir cevap alabildiği için mutluydu. Kısa bir süre sonra ilerlemekte olan kızın yanına gelen Fepø, sanki ona daha da yakın yürümeye başlamıştı. Salonun çıkışına kadar konuşmayı düşünmedi. Zira, biraz da korkuyordu. Onu korkutacak bir şey söylemiş olabilirdi. Kendine daha fazla engel olmak istemiyordu. Böyle kendini baskılayarak yaşamak istemedi. Eğer bunun bir problem teşkil ettiğini öğrendiği halde, üzüntüsünü yaşayacak fakat yine de hayatına devam edecekti. Bundan sonrası için planları Totedasha içmekti. Fakat bu planın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği onun diyeceklerine bağlıydı. Hera, plana uyarmış gibi davranacaktı. Çünkü bunun olmasını istiyordu. Onunla daha fazla muhabbet etmek, ona içini açmak, ona daha fazla bakabilmek istiyordu. Bir süre daha yürüdükten sonra müzeden çıktılar. Dinleti hakkında konuşmaları gerekirken pek suskundular. Normalde sürekli konuşan kızın bu sefer daha sakin görünmeye çabalaması Hera'nın dikkatinden kaçmamıştı. Müze çıkış kapısının hemen ilerisinde sözleştikleri ve kararlaştırdıkları bar vardı. Buradan sonrasını sanırım adımları belirleyecekti. Onun minik ayakları nereye giderse, onu takip edecekti. Bu nedenle kendi adımlarını bir miktar yavaşlatarak Fepø'nun önden gitmesine izin verdi. Tumi'nin yüce ışığının yer yüzündeki yansımasına benzeyen saçlarını izledi. Parlaklığı gözünü alan kızın adımları yolu gösteriyordu.

Bar kapısına kadar onu takip etmeye devam etti.
Image
► Show Spoiler

Re: Tutkunun Esiri

#4
Image



***
"Svarhoşv olmak çok güzelvv!"

Yine karşı karşıya. Parıl parıl, çakmak gözleri. İpeksi sesinin, alkolün de etkisiyle bir bebek mırıltısına dönüşmesi. Bastıran uyku, alkolün verdiği o tatlı mahmurluk. Fepo içmeye devam ettikçe daha çok konuşuyor, her şey hakkında konuşuyor ve aslında hiç bir şey konuşmuyordu. Gülüyor, saçma sapan laflar ediyor ve sürekli ona bakıyordu. Mutluydu. O mutlu ise, Hera da mutluydu. Yüreğinde bir yerlerde, onunla tüm kıtayı ayakları altına alabilecekleri bir yer olmalıydı. O yer burasıydı.

Zamanın tüm tarihi adına, gelmiş geçmiş en güzel andı bu.

"Artık konuşmayı da unuttun. Bebek oldun sen." dedi Hera. Bir kahkaha patlattı. Kontrol onda değildi. Yavaş yavaş kaçıyordu onun da ayarı. Kendini durdurası gelmiyordu. Bırakıp koyvermek geliyordu sadece içinden. Güzel kızdan cevap geçikmemişti.

"Buraya hiç uyum sağlamam sandım. Neyse ki sen varsın Hera. Sen.. Sen çok..." dedi. Bunun üzerine Hera duraksadı. Gözlerinin içine baktı. Gözlerini ondan kaçırıp masaya çevirmişti. İçecek bir şey kalmamıştı artık. Gecenin körüydü. Konuşulacak her şey konuşulmuş, kahkahalar mekandaki herkesin yüreğine işlemişti bile. Hera duraksamasını sürdürüyordu. Fepo belli belirsiz bir tonda getirdi cümlesini. Duyması gerçekten zordu. Fakat Hera duyabilmişti. "Farklısın. Farklı hissettiriyorsun." Mutluluktan gözleri dolacakmış gibi hissetti. Uzun zamandır atan kalbi, bu kadar güzel bir cümle karşısında kendini sıcak sulara bırakmıştı. Kaskatı kesilen kıza götürdü elini. Terli ve ısınmış avucunu kızın pürüzsüz çenesine yasladı. Parmaklarını al yanaklarında gezdirirken döktü cümleleri ağzından.

"Sen de öylesin." dedi. Kıza bakışını sürdürüyordu. Artık o da masaya değil, gözlerinin tam içine bakıyordu. Gözlerini kaçırmamak için bir çaba sarfetmiyordu. Ellerini kendi elleriyle buluşturmuştu ve balon gibi şişmiş dudaklarının hareketinden gülümsediğini anlamıştı. Cevap geciktirmeyi sevmiyordu Fepo. Tekrar konuştu. Bu sefer kızın çenesini kavradığı sol elini kavramıştı. Hera'nın elini okşarken konuştu.

"Biraz daha içersem bayılabilirim. Belki kusabilirim de! Beni tutarsın di mi?!" dedi aceleci, utangaç ve bir o kadar mahcup bir ses ile. Hera'nın aklı hala Fepo'nun ellerindeydi. Tüm parmaklarını kendi parmaklarına geçirmişti ve vaziyetini bozmak istemiyordu. Elini bıraktığı an uçacakmış gibi, bir balon gibi bulutlara karışacakmış gibi hissetti. Gözlerinin hüzünle dolmasına fırsat vermeden elini biraz daha kavradı. Diğer elindeki pakt bofuları tabağın altına sıkıştırdığı gibi masadan kalktı. Tüm gücüyle onu kendine doğru çekerken kızın hafif sallandığını gördü. Anı yavaş yavaş yaşıyordu. Kendine bir itfaiyeci gibi çektiği kızın gelişini yakın çekimde gördü. Alkolden kızarmış burnu, mahcup suratı ve her şeye rağmen yine de ona bakmaktan vazgeçemeyişini gördü. Saçlarıyla dans etti, dudaklarıyla oyunlar oynadı ve yanaklarını şarap niyetine içti. Ona doğru gelirken çok şey yaşandı. Her şey geçti gözlerinin önünden. Onun da en az kendisi kadar içinde bulundukları durumu anlamlandıramayışı, her şeye rağmen kendini Hera'nın kollarına atmaktan vazgeçemeyişini düşündü. Fepo büyük bir şevkle attı kendini kollarına. Bahar müjdecisi çiçekler gibi kokan boynuna iliştirdi kafasını. Kokladıkça Poteguhe bahçelerinde gezintiye çıkıyor, en sevdiği yemekleri yiyor ve gürül gürül akan ırmağın suyundan bir miktar daha içiyordu. Barda kalan son müşterinin barı terketmesiyle çıkan kapının tok sesine kulak kesildi her ikisi.

Son bir nota, kaderin cilvesini temsilen çalıyordu.

Fepo, alkolden ıslanmış aromalı dudaklarını Hera'nın boynuyla buluşturdu. Bu buluşma garip bir buluşmaydı. Yağmurda kalmış ve ıslanmış bir kedi gibi oldu o an için genç kız. Nereye sığınacağını bilemedi. Sonrasında ise suyun ne kadar hayat dolu olduğu geldi aklına. Yeşeren çimenler, bataklıklar, kırılan ağaç dallarıyla dolu karmakarışık bir dünyada hayal etti kendini. Sığınmak yersizdi. Yağmuru sevmeliydi. Sevecekti. Boynundan çıkan ve tüm vücuduna yayılan elektrik akımına kaptırdı kendini. Sonrasını hatırlaması dahi güçtü. Evi, güzel evi. Bir de her şeyden güzel olan kız.

....

Hera, kapıyı kapattığını ve kilidi bir tam tur çevirerek kilitlediğini hatırladı. Loş ve karanlık evin içini aydınlatmaya gerek dahi duymadı. Zira bir güneşe ihtiyaç duymuyordu o an için. Fepo'nun evde gelişigüzel ve neşe dolu adımlarla gezdiğini, her odaya merakla bakarak ona sorular sorduğunu anımsadı. Her birine üşenmeden ve sıkılmadan cevap veriyordu. Hera'nın büyük ve geniş odasındaydılar. Dillere destan giyim aynasının önüne geçtiler. Hera'nın buradan sonrasının nereye varacağını kestirecek kadar tecrübesi olmuştu bu hayatta. Fepo hala kapalı bir kutuydu. Ne düşündüğü ve ne olmasını hissettiğini hala bilmiyordu. Zaten onu erişilmez ve arzu dolu kılan şey de buydu. Fakat onun da zekası oldukça parlaktı. Garip bir soruyla aslında düşüncelerini su yüzüne çıkarmıştı.

"Sence ben güzel miyim?"

"Çok güzelsin. Düşündüğünden de çok." dedi Hera onu fazla bekletmeden. Yavaş bir şekilde yakaladığı narin ellerini gürültülü bir makine gibi atan kalbinin üzerine koydu. Kalbinin atışıyla hissettiği narin parmakları ince gömleğinin üzerinden teninde bir gezintiye çıktı. Hera, kısa bir süre sonra Fepo'nun ellerini bıraktı. Hera'nın kalbini kısa bir süre dinleyen Fepo'nun suratı daha önce hiç görmediği kadar utangaçtı. Belki de doğru olanın ne olduğunu biliyor, fakat itiraf edemiyordu. Belki hala çekiniyor, tecrübesizliğinden yakınıyordu. Fakat Hera biliyordu. Ne olursa olsun, bu gece onun kalbi olacaktı. Onun güneşi olacak ve ona ışığını verecekti. Isıtacak ve yaşaması için elinden geleni yapacaktı. Sol eli ile saçlarını okşamaya başladı genç kızın. Her bir okşayışında kendinden daha çok geçiyordu. Zaman geçmiyordu, vakit akmıyordu ve gece tüm zifiriliğiyle ikisini yutuyordu. Fakat yavaş yavaş birbirlerine bir adım daha yaklaşmışlardı. Kalbinin ağzında atmaya başlaması pek tesadüf olmamıştı. Hera kafasını biraz daha eğdi. Alnı, onun alnına değdi. Bu his, kafasını en yumuşak yastıklara uyku dolu bir şekilde koymak gibiydi. Tatlılığının tarifi yoktu. Fakat o uykulu değildi. En sevdiği yemeği yemek ister gibi açtı. Saçlarını okşadığı elini Fepo'nun kiraz dudaklarına götürdü. Ardından gözlerindeki ilahiyi okudu. Bu bakış, kutsal bir bakış olmalıydı. Çözülemez, anlaşılamazdı. Fakat kesinlikle bir emirdi.

Hera'nın dudakları, Fepo'nun dudakları ile buluştu. Çok geçmeden üzerinde gezinen narin ellerin gömleğinin düğmelerini birer birer açtığına şahit oldu. Artık aradaki duvarlar kalkmıştı. O ırmağın suyundan içiyor, ağaçların meyvelerinden tadıyordu. Hiç tatmadığı kadar lezzetliydi her şey. Islaktı, yumuşaktı ve bir o kadar lezzetliydi. Hera kontrolünü sağlamak için her şeyi yapan, kendini asla salmayan biriydi. Artık kontrol yoktu. Hiç olmamıştı. En başından beri bir hataydı. İki eliyle kızın belini kavradı ve kendine sertçe çekti. Bu esnada kafasını daha da aşağı kaydırıp, boynundaki her bir noktaya minnet buseleri kondurmaya başlamıştı. Her şeyin bu kadar harika olmasının tek bir nedeni vardı. Hayatın tüm bu dengesizliğine karşın, dengenin hep sağlandığı şey. Kimya... İkisinin de isteği, arzusu ve şehveti birdi. Bu kadar uyumlu bir kimyanın denk gelmesi kader olmalıydı. Ve Hera'nın artık bir şeyleri kontrol etmeye gücü ve isteği yoktu. Kader, güvendiği bir yoldaştı artık ona. Üzerinde artık tüm düğmeleri açılmış, bir palto gibi duran gömleğini yere fırlattıktan sonra biricik Fepo'yu yatağına doğru sürüklemeye başladı. Birbirine kenetlenmiş dudakları ara sıra ayrılıyor, fakat özlemlerine dayanamıyormuşcasına kısa süre sonra tekrar buluşuyordu.

"Seni her şeyden çok istiyorum. Şimdi, sonra ve sonsuzlukta."
Image
► Show Spoiler

Re: Tutkunun Esiri

#5
Image


***


Uğultularla dolu olsa da, kimi zaman kalp atışları kulakları içten içe doldursa da, bir ağaç çıtırtısı dahi büyük bir yankıyla çatırdayıp tüm bedeni sarsa da; gece sessizdir. Karanlık, tüm sesleri ve cıvıltıları yutar. Tumi'den gelen, yine Tumi içindir. Tüm seslerin kaynağı odur geceleri. Fakat bu gece, hepsinden farklı geceydi. Bu gece, birbirlerini deliler gibi arzulayan iki genç kızın narin bedenlerinin buluşmasının gecesiydi. Tüm ışıklar sönük olsa dahi, yüreklerinde yanan kıvılcımlardan doğan koca alevler tüm bedenlerini sarmıştı. Benlikleri, sıkıca iliklenmiş ve birbirine geçirilmiş balıkçı ağları gibi kenetlenmişti. Birbirleri yerine nefes alıyorlar, birbirleri için görüyorlar ve birbirleri yerine hissediyorlardı.

"Hera... Ben, ben..." dedi Fepo. Islanmış dudaklarından dökülen ve seçmesi çok zorlu cümlelerdi. Hera, çok minik bir an için de olsa durdu. Eliyle kızın terli alnını sildi ve saçlarını geriye doğru attı. Alnına sakin ve usulca bir öpücük daha kondurdu. Diğer eli, Fepo'nun çırılçıplak bedeninin farklı yerlerinde gezerken en sonunda nar gibi kızaran yanaklarıyla buluştu. "Bir sorun mu var?" dedi şüpheci bir tonda. Fakat kendini durdurmaktan acizdi. Kendi bacaklarını onun bacakları ile kenetliyor, ardından ona peşisıra buseler kondurmaya devam ediyordu.

"Hayır. Her şey çok güzel. Sadece, her şey harika. Cennette gibiyim Hera. Bu yaşadıklarımı daha önce kimseyle yaşamadım, yaşayamadım. Fakat bu önemli değil." Hera'nın kızın söylediklerine eş zamanlı olarak bedenini biraz daha yukarı kaydırması ile bir zevk çığlığına daha gömülmüştü. Kısa bir süre daha inledikten sonra nefes nefese kalarak devam etti. "Kalbimde, bedenimde, aklımda ve dünyamın gök kubbesinde seni hissediyorum. Her nefesimde seni soluyorum. Bunun tarifsizliği karşısında ne söylesem boş." dedi. Hera, önceki dakikalara göre daha yavaştı. Kızın minnet dolu, sözlerinden sonra kendisi dahi ne söyleyeceğini bilememişti. Kafası karmakarışıktı. Ne söylerse abes kaçmazdı? Yükselen libidosu, nabzı ve hormonları ona doğru kelimeyi bulması yönünde bir engeldi. Fakat bazen kelimelerden daha etkili yollar vardı. Bir şekilde onu daha da mutlu etmeli, onun az önce kendisini Dusha'nın en yüksek dağlarının zirvesinde dolaştırdığı gibi bir jest yapmalıydı. Fepo'nun dudaklarından ayırdı dudaklarını. Tüm bu hareketlerinden sonra tek kelime etmeye takatinin kalmayışı da ayrı bir meseleydi.

"Geldiğin günden beri..." dedi. Sözlerinin devamını getirmek için hiç düşünmedi. Sadece yaptıklarına odaklanıyordu. Bir şekilde gelirdi devamı. Pek önemi de yoktu. Sağ elini usulca Fepo'nun bacaklarında gezdirirken uzun tırnaklarını derisine yer yer batırarak onun daha da kendinden geçmesini sağlıyordu. Kısa bir süre sonra elini güzel partnerinin kasıklarına doğru götürdü. Bacaklarını tereddütlü, fakat hayattaki en çok istediği şey buymuşcasına ayıran partnerinin teninin iyice ısındığını farketti. Onun hep bir ırmak olduğunu, suyunun şifa getirdiğini düşünürdü. Şimdi ise bu düşüncesinin ne kadar haklı olduğunu görüyordu. Hera, bir avcı gibi avını doğru noktadan kavramıştı ve artık onu kontrolü altına almıştı. Bunun rahatlığıyla cümlesinin devamını getirdi. "Seni arzulamadığım tek bir gün dahi olmadı. Senin olmadığın bir hayata şu zamana kadar nasıl katlandım?"

Ciğerlerini sökecek kadar büyük bir zevkle çığlık attı Fepo. Hera'nın eli daha da hızlanmıştı. İkisininde bacakları toprağı kazan bir köpek gibi yatağı eşelemeye başlamıştı. Oda yetmiyor, ev yetmiyor, Dusha krallığındaki her hangi bir toprak parçası dahi yetmiyordu içinde bulundukları sonsuz zevkin tadına varmak için. Hiç bir yer uygun değil gibiydi. Bulutların üzerinde olmalıydılar. Birbirlerini orada sevmeli, orada birbirlerinin olmaya devam etmeliydiler. Fakat ellerindeki anın değerini de bilmeliydiler. İkisi de birbirlerinin vücuduna gömdü kendilerini. Yaklaşık iki saattir odada yankılanan inlemeler ve yatak sesleri, geceyi artık yeterince gürültülü bir hale getirmişti. Fakat her şeyi bitirecek son kök nota gelmek üzereydi. Hızlandılar. Sonra daha da hızlandılar. Sıvıları, sesleri, saçları ve tenleri birbirine karışmış bir şekilde daha da hızlandılar.

"Seni seviyorum!"
"Hızlı.. Daha hızlı!"
"Seni çok seviyorum!"
"..."

Sabahın ilk ışıkları kendini gösterdiğinde, birbirine kenetli birer ölü gibi yatan bedenlerinden gelen son sesler hala yankısını korumaktaydı. Gece aşkın gecesiydi.

***

Saçını toplarken ara sıra kafasını kapının kirişinin hemen yanından çıkarıp koridorun en sonunda yer alan mutfağı gözetliyordu Hera. Dillere destan makyaj aynasının önünde hep kendini ve suratının değişik hallere girişini izlerdi. Fakat genellikle yalnız olurdu. Şimdi ki gibi yanına o daha anlamadan hızlıca sokulan ve saçını topladığı kollarının arasından kafasını geçirip ona aşk dolu gözlerle bakan sevgilisi olmadı. Ama şimdi o vardı. Kanlı canlı, dizinin dibindeki bir kedi gibi ona bakıyordu.

"Omlet yaptım bize!"

Hera saçını toplamayı ani bir kararla bırakıp dibinde duran kıza kocaman sarılmayı seçti. Fepo'nun parlayan gözleri, Hera'nın sabahın ilk yeliyle dağılan saçları karşısında mest olmuş ve onun olmanın sevinci içinde parlaklığını korumaya devam ediyordu. Nasıl olduğunu ikisininde anlayamadığı biçimde şekilden şekle girerek ilerledikleri dar koridorun sonunda mutfağa ulaşmışlardı. Fakat, sorun birbirlerinden kopamamalarıydı. Birbirlerine dokunmadan duramıyor, birbirlerini sevmeden yapamıyorlardı. Hera kaşıkları almak için rafa uzandığı an, Fepo onun beline yapışıyordu. Fepo aynı şekilde çay doldurmak üzere bardakları masaya yerleştirdiğinde Hera hemen arkasına geçip onun dolgun poposuyla büyük bir mutlulukla oynaşıyordu. Bir süre sonra masaya oturduklarında ikisi de birbirine bakıp bu konu üzerine uzun süre gülüştü.

"Sanırım biraz ayarını kaçırıyoruz." dedi Hera. Koca bir kahkaha eşliğinde ağzına bir zeytin attı ve elini güzel kızın eline götürdü. Aynı şekilde elini sıkıca kavrayan Fepo, yemeğine başlamadan önce onun gülümsemesine şevkle katılarak ağzından cümleleri döktü.

"Alışırız. Seninle olduğum sürece alışamayacağım bir şey yok."
Image
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Konutlar”

cron