Ev

#1
Fego koltukta oturuyordu. Son iki saattir yaptığı gibi koltukta oturuyor ve karşı koltukta oturan babasını dinliyordu. Sıkılmıştı, yorulmuştu fakat babasına karşı çıkamıyordu. Anlattıklarının onun için ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Onu dinlemek sıkıcı olsa da mutlu etmek istiyordu. Soyundan gelen yeteneğinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatıyordu son iki saattir babası. "Evet anladım baba yeter artık biliyorum. Çok tehlikeliyiz, çok uzun bir hayat beni beklemiyor. Evet insanlara uzun süre sonra ortaya çıkan tedavisi neredeyse olmayan hastalıklar verebiliyorum. Evet baba arkadaşlarımı öldürebilirim. Evet baba kendimi kızartabilirim yanlışlıkla. Evet baba mutlak kontrol sağlamalıyım biliyorum bu bir oyuncak değil. Bunu kullanamam evet yasak." Bunları demek istiyordu fakat diyemiyordu. Karşısında duran ve ona yetişkin ve sorumluluk sahibi bir birey gibi davranan bu adamı üzmek istemiyordu. Zaten çok uzun saatler boyunca çok kötü şartlarda çalışıyordu. Ailesiyle vakit geçiremiyordu. Bu yaptığı monolog aslında fegoyla iletişim kurmak onunla zaman geçirmek içindi. Fego bunu biliyordu. Ama çok sıkılıyordu. Gözleri yerdeki halıya takılıyordu. Evde neden halı vardı ki? Halı nasıl bir ihtiyaca karşılık yapılmıştı ki? Soğuk iklimlerde olsan dahi terlik giyebilirdin. Gittiğin her yere taşınabilir halı götürmüş olurdun. Bastığın her adım halıya olurdu. Böyle gerçek bir halı kullanınca halı bittiğinde yine zemine temas ediyordun. Büyük ihtimalle sadece bir dekorasyon parçasıydı o zaman halı. Evde sergilemek için garip bir dekor seçimi.

Sonra birden dikkati cebinden bir şey çıkartan babasına odaklanmıştı. Sıkıcı monoloğu bitmiş olmalıydı. Hep böyle yapardı. Konuşması bittikten sonra biraz dondurma verirdi ya da yeni ve ilginç şeylerle dolu olan bir kitap çıkartırdı. Bazen ona makine parçaları verirdi. Nasıl birleşeceklerini ve nasıl çalışacaklarını anlatırdı. Birlikte birleştirirlerken bunun ne işe yaracağını sorardı. Bir çeşit beyin egzersiziydi herhalde. Büyüğü anlamak için küçüğü bilmek gerekir derdi babası. Bir şeyin tümü o şeylerin parçalarının toplamıdır. Parçaları nasıl toplayacağını bilirsen onun çalışma mekanizmasını anlarsın. Bütünü zihninde bölüp parçalarsan ancak onu anlayabilirsin. Güzel bir tavsiye olabilirdi, bir makine mühendisi için. Fego ise bunun ne işe yaracağından pek emin değildi. Fakat düşünmek eğlenceliydi. Parçalamak ve birleştirmek çok fazla hayal gücüyle çok daha iyi oluyordu.

Fakat babasının bugün cebinden çıkarttığı şey ne dondurma, ne kitap, ne de parçaydı. Bugün bir kavanoz çıkartmıştı. İçi yosunlu kirli bir suyla dolu olan bir kavanoz. Kavanozun dibinde siyah boncuklar vardı.

Bunun ne olduğunu biliyor musun Fegø? Hayır mı? Eh, Bu bir kavanoz elbette. Tamam, tamam şaka yapıyorum. Bu kavanozdaki şeyler kurbağa yumurtaları. Evet onlar başlangıçta böyle görünüyorlar. Bunu ne için mi getirdim? Ah seninle bir deney yapacağız. Uranyumun etkilerinden bahsettim ama hiç görmedin değil mi ? Bunlar tamamen normal kurbağa yumurtaları. Şimdi şuradaki kaseleri getirsene. Ah çok iyi. Bunları iki farklı kaseye dağıtacağız. Tam tamına paylaştırmamış olabiliriz ama fark etmeyecek. Bu yavrular yakında larva olacak. Evet , gerçekten. Ama deneyimiz bununla akalı değil.

Şimdi senden yasak olan bir şey yapmanı isteyeceğim, normalde yapmaman gereken bir şeyi. Ama şu an evdeyiz ve annen de işte, yani bir problem olmaz. Biliyorum az önce anlattıklarıma karşı bu dediklerim ama onların özünü anlayabilmen için gerekli. Bazen parçaları bilirsin ama birleştiremezsin ya onun gibi. Şimdi bu kasedeki kurbağacıkları kenara kaldıracağım. Bunlar bizim normalde ne olacağını görmemize yarayacak kontrol grubu. Bu kasedekiler ise deney grubumuz. Şimdi uranyumu hisset ve onu eline getir. Evet, elinde biriktir. Tamam, kontrolün çok iyi böyle kalsın. Şimdi bu kurbağacıkların üzerinden geçir elini. Evet sadece sağdan sola salla üzerlerinde. Ama sakın çok yaklaştırma o zaman görebileceğimiz bir şey kalmaz, ölürler. Tamam , aferin Fegø. Çok iyi yaptın. Şimdi bu kurbağacıklar da test grubu oldular. Dur şu kağıdı alayım da kaseyi etiketleyelim. Tamamdır şimdi bunu şu çok kullanılmayan bir köşeye koyacağız. Ha? Şey normalde yarın ya da öbür gün larva olarak hayatlarına başlayacaklar. Çok beklememiz gerekmiyor o adım için ama normal kurbağalarımız olması için en azından altı ay gerekiyor. Ne mi yerler? Ekmek yerler herhalde bilmiyorum. Hiç kurbağa bakmadım ki. Neyse önemli değil onu öğreniriz.


Fego kurbağaların ne için olduğunu öğrendikten ve deneyi yaptıktan sonra kendini biraz kötü hissetmişti. Öldürmek istemiyordu küçük canlıları. Daha canlı bile değillerdi sadece birer topçuklardı ama babasının bir şeyi göstermek istediğini biliyordu ve kendisi uranyumu kullanmasa o kullanırdı. O yüzden itaat etmişti. Hem zaten kullanmak bir bakıma kendisini özel hissettiriyordu. Çoğu kişide olmayan bir özelliği kullanıyordu. Element kullanıcıları arasında bile nadir ve yasaklı olan bir şeyi yapıyordu. Fegoyu güçlü hissettiriyordu. Fego şimdi kurbağalara ne olacağını merak ediyordu. Ölmeyeceklerini biliyordu. En azından ölmemeleri gerekiyordu. Babasının dediği gibi elini çok yakından sallamamıştı. O uzun zamandır bu yeteneği kullanabildiğinden neler yaptığını öğrenmiş olsa gerekti. Sahi, eğer polis dışında kullanımı yasaksa babası bunları nasıl deneyip öğrenmişti?
Image

► Show Spoiler

Re: Ev

#2
Dağların denize dik olmasının sonuçları şunlardır; kıyı ile iç kesim arasında büyük iklim değişikliği bulunmaz ,kıyı ile iç kesim arasında ulaşım zorluğu yoktur, iç ve kıyı kesim arasında bitkisel örtü anlamında büyük bir farklılık yoktur. Fego bunları da yazdıktan sonra hocası bugünlük dersi bitirmişti. Sokayım dağına toprağına diye düşünüyordu Fego. Bunlar gerçek hayatta ne işine yarayacaktı ki? Ha dağ dik olmuş ha paralel olmuş. Ha iklim şöyle olmuş, ha böyle olmuş. Ne fark yaratıyordu. Kıyı isteyen kıyıya gitsin. İstemeyen gitmesin. Al tüm problemler çözüldü. Kıyıda bunlar yetişiyorsa bunları ekin, şunlar yetişmiyorsa onları da ekmeyiverin. Sanki çok büyük olay. Bunun neden eğitiminin bir parçası olduğunu anlamıyordu Fego. Evet matematik önemliydi, tüm dünya bunun üzerine inşa edilmişti. Geometri ve fizik de önemliydi. Kimya da önemliydi. Ama Coğrafya? Kardeşim eğer bu coğrafyada isteğin şeyi yapamıyorsan, istediğin şeyi yapabildiğin bir coğrafya bul. Bulamıyorsan kendi coğrafyanda yapabileceklerini iste. Saçmalık ama işte ne yaparsın, müfredat böyleydi.

Hocası ona esenlikler diledikten sonra kalkıp gitmiş ve evde onu yalnız bırakmıştı. Fego kurbağaların durumunu merak ediyordu. Fakat henüz görememişti. Kontrol grubu salonda kalmasına rağmen deney grubu babasının çalışma odasına kaldırılmıştı. Yaydıkları radyasyonun annesini etkilemesini istememişti babası. Bugün içinde başlamış olması gerekiyordu dönüşüm işleminin. Topçukların kurbağa yavrusu olarak hayatlarının ilk günü olacaktı. Defterini bir kenara kaldırdıktan sonra kontrol etmeye salona gitmişti. Rafın üzerinde duran kaseye koşa koşa gitmiş ve duruma bakmıştı. Hayır bir değişiklik yoktu hala topçuk olarak duruyorlardı. Sıkıcı kurbağalar diye düşündü Fego. Hadi çıkın artık yumurtadan. Daha büyüyüp kocaman kurbağa olacak vrak vrak diyerek zıplayacaksınız ortada. Ama hayır çıkmamıştı kurbağalar. Öyle sıkıcı bir şekilde kasenin dibinde yatıyorlardı. Salak şeyler.

Daha babasının gelmesine saatler vardı. Annesi de bir süreliğine gelmeyecekti. Nasıl kendisini eğlendirebilirdi Fego? Babasının odasına girmeyi düşündü fakat kendi yarattığı garip bir kilit sistemiyle koruyordu girişi. Zaten içeriye kimsenin girmesine izin vermiyordu. Odanın kendisi de çok garip konumlandırılmıştı. Penceresi falan yoktu binanın ortasında gibi bir yerde olması gerekiyordu mantıken ama ortasında da değildi. Duvarları dıştan garip bir alaşımla kaplanmıştı ve duvara tıklattığınızda ahşabın o boş sesini ya da taşın sessizliğini alamıyordunuz. Kulağınızı dayayıp dinlerseniz duyacağınız ses metalin vızıltısıydı. İçi boş metal bir boru gibi klik etmiyordu. Kalın bir metal parçası gibi hafifçe titreşiyordu. Tüm duvarı metalden yapmış olamazdı değil mi? Eğer yaptıysa neden böyle yapmıştı. İçerisinde ne gibi hazineler ve aletler saklıyordu acaba babası. Fego içerisini deli gibi merak ediyordu fakat üniversiteyi yarıda bırakıp eve geri dönene kadar hiç öğrenemeyecekti içeride ne olduğunu.

Kapıdaki karmaşık kilide baktıktan sonra gerisin geri salona dönmüştü Fego. Ahe Poshota'nın Maceraları : Himotalı kral isimli kitabı okumaya koyulmuştu. Ahe Poshota pudearo çevresindeki köylerin birinden gelen yetim ve doğuştan çirkin bir gençti. Fakat zehir gibi zekası vardı. Zekası sayesinde dev bir akrebi yenmiş, Ona tuzak kuran hain bir köylüsünü kıskıvrak yakalayıp özür diletmiş ve himotaya gidip prensesi kaçırıp evlenmişti. Bu evlilikleri sonucunda himotalı prenses dushanın ne kadar güzel olduğunu babasına ballandıra ballandıra anlatmış, himotalı kral da hem kızını geri almak hem de bahsettiklere güzelliklere sahip olmak için dushaya savaş açmıştı. Fakat Genç Ahe yine zekasını kullanarak harika bir tuzak tertiplemiş, kralı daha ülkesinden çıkamadan hasta etmişti. Ardından bir doktor gibi yanına gidip onun bu deva bulmaz hastalığının çaresinin kendinde olduğunu söylemişti. Kral ona altın vermiş, demir vermiş, topraklarından koca bir parça vaadetmişti fakat Ahe hepsini reddetmişti. Demişti ki eğer iyileşmek istiyorsanız kocaman bir çukur kazın içini yiyecek ve içecekle doldurun 1 sene 1 ay 1 gün içerde, gün ışığı görmeden, bir insan sesi duymadan yaşayın. Çıktığınız zaman eskisinden bile iyi olacaksınız. Kral çaresiz bu tedaviyi kabul edip elini ayağını çekmişti krallığından ve kendisi için kazdırdığı yer altı sarayına inzivaya çekilmişti. Kralın çıkma zamanı gelip de çıktığında çok farklı bir yer görmüştü. Bıraktığı her şey değişmişti. Bu nasıl olabiliyordu? Kral karşılaştığı herkese ne olduğunu soruyordu fakat aldığı hep aynı cevaptı. Kral Bidan Poshota onları kalkındırmıştı. Kim bu tahtımı gasp eden densiz diye ağzından köpükler saçarak sarayına giren kral orada o güne kadar görmediği güzellikte genç bir oğlanın tahtta oturduğunu görmüştü. Oğlan onu bekliyordu belli ki hemen konuşmaya başlamıştı : Selam olsun bu kabilenin eski kralına. Tahtı bana bırakıp inzivaya çekilmen bu kabilenin başına gelmiş en iyi şeydi. Senin yokluğunda halkı birleştirip ekonomiyi düzelttim. Artık toprak değil yemek yiyiyorlar. Senin yokluğunda savaşları bitirip barışı getirdim. Artık insan değil hasat biçiyorlar. Senin yokluğunda ülkeyi hiç olmadığı kadar geliştirdim. Babamla yaptığın anlaşma sonucunda 20 senedir yer altında olduğunu biliyorum dede. Bu yenilikler sana fazla gelmiştir. Git ve yarattığım ülkeye bak, hiç böylesini yaratabilir miydin? Kral şaşkınlıkla kekelemişti. 20 yıldır değil sadece 1 sene 1 ay 1 gün içerideydi. Her gün takvim tutmuştu çıkış gününü kaçırmamak için, hem babası kimdi bu hadsizin de onunla anlaşma yapmıştı? Ve bu kendini bilmez densiz ona nasıl olur da dede derdi? Fakat eskinin kralı bu sorulara soramadan muhafızlarca yaka paça dışarı atılmıştı. O da olanları anlamak için ülkesini gezmeye başlamıştı. Yaratılan refahı ve bolluğu görünce dünyanın nasıl bir yer olabileceğini kavramış, yaptığı hataları anlayıp savaşın ve dışlamanın kötülük getirip kendi halkına eziyet ettiğini anlamıştı. Kendisini çok pişman hissediyordu kral. Gittiği köylerden birinde yaşlı bir adamla karşılaşmıştı. Eciş bücüş bir suratı sırtında bir kamburu vardı. Krala sanki onun kim olduğunu bilirmiş gibi yanaşmış ve sormuştu: "Şimdi geçmişe dönebilsen yaptığın hataları düzeltebilir misin? Bu yolu gördükten sonra savaşın yolunu seçebilir misin? Yoksa pişmanlığın sahici değil mi?" Kral ağlayarak geçmişe dönse savaşları durduracağını halkına iyi bakacağını ve kızını kaçıran o adama dokunmayacağını hatta onların evliliğine rıza gösterip kutsayacağını söylemişti. Yaşlı ve çirkin adam bu yakarışlarına cevap vermişti : O zaman himotalı senin işlediğin günahlarından arınman için sana bir şans tanındı. Git ve dediklerini yap doğruluğun yolundan çıkma. Kral ne olduğunu anlamadan kendisini yer altı sarayında bulmuştu yine. Çıkmasına daha bir hafta olduğunu gösteriyordu takvimi

Fego kitabı bitirmişti. Hikaye sona ermiyordu. Yazarın bir sonraki kitabını satmak için böyle ahlaksızca bir tuzağa başvurmuş olduğunu anlamamıştı elbette. Ama ahlaksız tuzağı çalışmıştı. Şimdi Fego bir sonraki kitabı alıp hikayeyi bitirmek istiyordu. Himotalı kralın kendisini düzelttiğinde neler olacağını görmek istiyordu. Eh babasının gelmesine biraz daha vardı. Yapacak başka şeyler bulmalıydı bu ufaklık.
Image

► Show Spoiler

Re: Ev

#3
Fego'nun annesi geleli bir süre geçmişti. Neşeli bir şekilde eve gelip oğlunu öpmüş ardından yemeği hazırlamaya başlamıştı. Tam zamanıydı çünkü Fego epey acıkmış olduğunu hissediyordu. Annesi sürekli gülümseyen neşe dolu bir insandı, ne kadar problemle yüzleşirse yüzleşsin her zaman bir çözüm olduğunu ve bu çözüme ulaşmak ne kadar zor olursa olsun mümkün olduğunu düşünürdü. Umutsuz bir optimistti kısaca. Eh insanlar oldukları gibidirler, kolay kolay değişmezler. Bu yaştan sonra da kadının değişecek hali yoktu herhalde. Fego bu optimizmden etkilenmesine etkileniyordu fakat babasının soğuk rasyonalizminin etkisini kırması ya da yumuşatması mümkün değildi. Mantıkçılığı içine işlemişti ve durum ne olursa olsun uzaktan bakıp analiz etmesi gerekiyordu. Körü körüne mutlu olamıyordu annesi gibi. Gerçi bu analizleri bilinçli olarak yapamıyordu, babası yıllarca demiri dövermişçesine bunu içine işlediğinden doğal bir şekilde anında var oluyordu, çoğu zaman kendisi daha ne yaptığını anlamadan bir şeyleri yapmanın ortasında buluyordu.

Bu akşam yemeğinde sebzeli ve baharatlı tavuk pilav olacaktı. Fego et yemeyi seviyordu. Kırmızı eti daha çok seviyor olabilirdi fakat tavuğa da hiç hayır demezdi, bulursa götürürdü. Yemek pişene kadar annesine musallat olmuştu Fego. Gününün nasıl geçtiğini, neler yaptığını, farklı çiçek türlerini, zehirli çiçek isteyen olup olmadığını sorup yemek yapmaya çalışan kadını darlamıştı. Annesi ise sakince tüm sorularına tek tek detaylı cevaplar vermiş ve karşılığında sessizlikle ödüllendirilmişti. Fego'nun soracak başka sorusu kalmamıştı. Yemeğin pişmesinin üzerinden çok geçmeden eve babası gelmişti. Üstü başı yağ içindeydi. Yine bir şeyler bozulmuş olmalı, tamirini de ona yaptırmış olmalıydılar. İyi bir makine mühendisi olduğunu iddia ediyordu babası. O yüzden bu kadar zor işleri ona veriyorlardı. Ondan başka kimse altından kalkamazdı. Ama Fego bunun doğru olup olmadığını düşünmeye başlamıştı. Onlar diğerlerinden farklıydılar. Onlar şanlı Zerfun soyunun evlatlarıydılar. Öyle diyordu iki ebeveyni de. Ve zerfunları pek sevmediklerini öğrenmişti Fego öğretmenlerinden. Çok savaş yaşamışlardı Dushalılarla, sonunda esir düşmüş onlar tarafından sindirilmişlerdi. Şimdi barış vardı ama çok uzak olmayan bir zamanda yine savaş olmuştu. Dushalılar onlardan çekiniyordu, bazıları dışlıyordu. Babası bunun her millete olduğunu söylüyordu, kafasına takacak çok daha önemli dertleri olduğundan bahsediyordu. Mesela derslerinden çok iyi sonuçlarla derecelendirilmek. Böyle şeyler için henüz küçüksün diyordu.

Babası evdekilere selam verip üstünü değiştirmeye gitmiş, elini yüzünü yıkayıp kıyafetlerini değiştirip geri dönmüştü. Kurt gibi aç olduğu gözlerinden anlaşılabiliyordu. Sessiz bir akşam yemeği olmuştu. Herkes uzun bir günün ardından boşalan midelerini doldurmanın peşinde olduğundan konuşmadan sakince yemeklerine yumulmuşlardı. Yemek bittikten sonra annesini tebrik etmişti babası, bu kadar güzel yemek yaptığı için. Ardından konuşma faslı başlamıştı. Herkes gün içinde neler yaptığını anlatıyordu birbirine. Güzel bir aile yemeği olmuştu. Babası yine dondurma getirmişti eve. Yemekten sonra çok iyi geliyordu balkabaklı dondurma. İnsanın içini ferahlatıyor, ağzını tatlandırıyordu. Dondurmalar da bittikten sonra ebeveynleri birer sigara yakmış masadan kalkmadan televizyonu açmışlardı. Haberleri dinlemek istiyorlardı belli ki yemeği sindirirken. Haberlerde bir şey yoktu, her zaman olan olaylar ısıtılıp ısıtılıp tekrardan yayınlanıyordu. Yarım saat masa başında oyalandıktan sonra hepsi kalkmıştı. Annesi masayı toplarken babası bulaşıkları yıkamaya koyulmuştu. Fego ise onları kurulayıp yerlerine geri kaldırma işini üstlenmişti. Bir harmoni içerisinde uyumluca hareket ediyorlardı. Ev işleri bittiğinde annesi sipariş vermesi , bunun için liste çıkarması gerektiğini söyleyip kendi çalışma odasına çekilmişti. Babası da salona geçmiş oturmuştu. Bugün kurbağalara bakacaklardı değil mi?
Image

► Show Spoiler

Re: Ev

#4
Babası cebinden çıkardığı bir mektubu okuyordu. Bir zarfı yoktu. Dışı kirli parmak izleriyle dolu, buruş buruş yüz kez katlanmışa benzeyen sarımtırak bir kağıttı mektup demeye bin şahit isteyen şey. Fego sessizce bekliyordu. Kurbağaları merak ediyordu ama önemli bir şeyi incelemek istercesine başka bir cebinden eski bir gözlük çıkartan babasını bölmek istemiyordu. Çerçevesi sayısız kere yamulmuş ve sayısız kere düzeltilmiş olan gözlük babasının suratında yine de çarpık bir biçimde duruyordu. Burnunun üzerine oturan mantarları iyice renk değiştirmişti. Camlarının üzerinde yağlı parmak izleri ve çizikler vardı fakat babası pek aldırıyor gibi durmuyordu. Fego'ya bir ömür gibi gelen ama gerçekte beş dakika olan süre boyunca oturup babasını izlemişti. Sonunda adam bir şaşkınlık ifadesiyle mektubu kaldırıp, gözlüklerini çıkartıp ikisini de sonu gelmez ceplerine tıkıştırmıştı. Gerçekten, bir insanın bunca çer çöpü taşıyacak cebi nasıl olabilirdi ki?

Babası bir sigara daha yakmış ve derin düşüncelere dalmıştı. Fego sıkılıp kurbağaların durduğu kaseye doğru hareketlendiğinde gözleri o dalgın halinden çıkıp normal, insanı delen görünüme geri dönmüştü. "Ah " demişti. " Kurbağaların bugün çıkması lazım değil mi Fegø? Evet hadi getir onları da bakalım. Şu masaya koy ben de diğerlerini getireyim." Fego dikkatli bir şekilde kaseyi eline alıp masaya götürürken bazı topçukların artık kuyruk benzeri bir şeyi olduğunu sağa sola yüzdüklerini görüp heyecanlanmıştı. Masaya dikkatlice kaseyi yerleştirdikten hemen sonra babası çıkagelmişti. Gözlerinde garip bir parıltının ışığı vardı fakat doğal olarak Fego bunu görememişti, görseydi de ne anlama geldiğini tahmin edemezdi. Babası diğer kaseyi de aynı masaya yerleştirdikten sonra daha iyi görebilmeleri için bir el feneri çıkartmıştı cebinden. "Önce kontrol grubunu inceleyelim. Bunlar normal koşullarda nasıl olduklarını gösterecekler bize. "

Kontrol grubundaki kurbağacıklar hala topçuk gibiydi. Bazıları açılmış ve çok minik kuyruklara sahip olmuştu ama temel olarak hala minik bilyelere benziyorlardı. "Normal şartlar altında kurbağa yavruları yumurta evresini terk ettiğinde bunun gibi bir kuyruk yardımıyla hareket edebilir, yırtıcılardan kaçabilir ve yemeğini arayabilir aşamaya geliyor. İlerleyen aşamalarda büyüyüp ayakları çıkıyor ve akciğerleri gelişiyor. Daha sonra da kuyruklarını kaybedip karada yaşayabilir oluyorlar. Şimdi bu yavruların hiç biri sudan çıkartırsan yaşayamaz. Gel bir de deney grubumuza bakalım." diyerek ışığı kontrol grubundan almış ve deney grubunun üstüne yansıtmıştı.

Fego'nun gördükleri diğeriyle kıyaslanamaz bir heyecandı. Kurbağaların çoğu topçuk halinden çıkmıştı. Bazıları iki kuyrukluydu, bazılarının bacakları çıkmıştı ufacık da olsa, bir tanesi ise diğerlerine bakılınca devasa görünüyordu, dev ayaklı bir top gibiydi. Çoğu cehennemden kaçmış gibiydi fakat Fego'nun gözleri parlıyordu. Onun miras aldığı güç hayatın kendisini değiştirebiliyordu. Herkes öldürebilirdi, eline sopa alan herkes birine vurarak onu öldürebilirdi. Fakat hangisi böyle bir yaratımdan sorumlu olabilirdi. " İşte burada da uranyuma maruz kalmış olanlar. Onlara ne olduğunu görebiliyor musun Fegø? Yaydığın radyasyona dayanamadılar, onları öldürmeyecek kadar verdin ama yine de yaptığın bir kısmını öldürdü. Onlar en zayıfları ya da en çok maruz kalanlarıydı. Bak yerde yatıyorlar. Onlar çıkmamış olanlar değil, asla çıkmayacak olanlar. Diğerleri radyasyondan kaynaklı bozuldular, vücutları onları olduğundan hızlı gelişmeye zorladı. Vücut şemasını bozdu. Bak onların arasından da ölenler var , yerde nasıl da yatıyorlar, görüyor musun? Bu suda kaldıkları süre boyunca radyasyona maruz kalmaya devam edecek yaşayanlar. Ölmüş olanları yerlerse sistemlerine daha fazlasını alacaklar. Bu onları daha da bozacak. Ve sonunda düşüp ölecekler. Ama belki, ama belki bir iki tanesi radyasyona uyum sağlayabilir ve hayatını devam ettirebilir. Eğer öyle bir şey olursa diğer kurbağalardan yapı itibariyle çok farklı olmaları gerekiyor. Uyum sağlasalar bile kısa bir hayat sürüp ölüp gidecekler en sonunda. İşte bizim lanetimiz ve hediyemiz bu. Kısa hayat süren ama bunun karşılığında diğer kurbağalardan çok farklı olabilen kurbağalarız. Tamam bu kadar yeter, gerisin geri kendi radyasyonunu almak iyi değil. Bu arkadaşları yine odaya kapatacağım. Ara ara bakarız. Sen de kontrol grubunu hayatta tutmaktan sorumlusun. Ne yediklerini bulup onları besle, erişkin kurbağalar olurlarsa göle denize bir yere bırakır, ait oldukları evlerine dönmelerini sağlarız. Tamam mı Fegø? Elbette ölenler olur aralarında ama sudan çıkmaya hazır olana kadar mümkün olduğunca fazlasını hayatta tutman lazım. Ha bunlar mı? Bunlar yaşarlarsa ne yapacağımıza bakarız. Şimdi git kitap mı okuyorsun ödev mi yapıyorsun onu yap. Bugünlük tamamlanması gereken işlerim var."

Babası deney grubu olan kabı alıp yine odasına götürmüştü. Ama bu sefer kendisi geri gelmemişti. Fego biraz ödev yapsa iyi olurdu. Fakat aklı hala gücünün eserindeydi. Yaratımın ve özgünlüğün elementi gibi geliyordu artık ona uranyum, ölüm makinesini çalıştıran yakıttan çok. Yine de fazla yaratımı kaldırmak her babayiğidin harcı değildi. Dayanma kapasitelerinin üzerinde maruz kalırlarsa küçük topçuk kurbağalar gibi hiç yaşayamadan ölürlerdi.
Image

► Show Spoiler

Re: Ev

#5
3 Ay sonra
Fego babasından ısrarla istemesine, rica etmesine, yalvarmasına rağmen istediği kitabı alamamıştı. Parası olsa koşa koşa kendi alırdı. Kitap pek pahalı değildi aslında ama babası onun bu dusha saçmalıklarının içine düşmesini istemiyordu. Kendi kültürüyle yoğrulmasını özümsemesini ve ona sahip çıkmasını istiyordu. Dushalıların yıllardır ona ve atalarına yapmış olduğu kültürel sindirmeye maruz kalsın istemiyordu. Dusha kültüründe kendisini evinde hissetsin istemiyordu. Hayır, Fego adına yaraşır bir şekilde hayatını sürmeliydi. Kendisini Dushada sürgünde hissetmeliydi, ona aidiyet duymamalıydı. Onun oğlu sadece ve sadece kendi halkına ait olabilirdi. Kendi halkının yurdunda huzur bulabilirdi. Bu sürgün hayatı onun için kaçamayacağı kültürel bir hapishaneydi. Evladının güçlü olmasını istiyordu, hem erken yaşlarda görülebilecek kültürel yozlaşmaya hem de yetişkin hayatında göreceği zulme karşı güçlü olmasını, dayanabilecek kudrette olmasını istiyordu. Küçük çocuğun omuzlarına çok ağır bir yük yüklediğinin fego farkında olmasa da o farkındaydı. Bunu bilinçli yapıyordu. Acı dolu hayatının kısa geçeceğini biliyordu, evladını kendisinin yaşadığı zorlukların etkisinden korumak için ona zihinsel bir bariyer vermeye çalışıyordu. Ayakları yere sağlam bassın, kökenlerinin köklerinden ilham alsın, omurgasını soyunun gururuyla ayakta tutsun istiyordu. Dushalı uydurma kahramanların maceralarını okumak fegoya iyi gelmeyecekti. Genç yaşında zihni bunları emecek ve arasa da bulamayacağı karanlık bir tarafına istifleyecekti, ileride taraf seçmesi gerekirse sorun çıkartacaktı. Hayır, efendim. Bu kesinlikle kabul edilemezdi.

Fakat Fego'nun annesi farklı düşünüyordu. Onun dışlanmış hissetmesini istemiyordu, kendisine ait olmasa da evim diyebileceği bir yerin olmasını istiyordu. Kendisinin yaşadıklarını yaşasın istemiyordu. Ve hala yaşıyor olduklarını. O da gördüğü davranışlar yüzünden dushalılara tepkiliydi ama bu onun iyi dushalılar olmadığını düşünmesini sağlamıyordu. Elbette tüm halkların olduğu gibi onların da iyi ve kötüleri vardı. Fego'yu bu kültürel damardan yoksun bırakmak sadece onun ayaklarını yerden keserdi. Vurdukları zaman gidecek bir yeri olmamasına sebep olurdu. Eğer onları anlayıp onların içinde yaşayabilirse göreceği dışlanmış ona zarar veremezdi. Çünkü kendisine ait bir yeri, benimseyeceği bir çevresi olurdu. Onu o olduğu için kabul edecek insanlarla birlikte olabilirdi.

Fego'nun ebeveynleri bu konuda diğer tarafın görüşlerini ahmakça bulduğunu açıkça belirtmekten geri durmuyordu ve evlatlarını mümkün olduğunca iyi şekilde yetiştirmeye çalışıyorlardı. Fakat bu iki farklı görüş bu iki farklı metot Fego'nun ortamdan ortama uyum sağlama yeteneğini parlatmıştı sadece. Kimin arabasına binerse onun şarkısını söyleyebiliyordu, deyim yerindeyse. Onun kendi fikirlerine sahip olmasına izin vermemişler üstüne karşıt görüşlerini boca etmişlerdi. Fego işte bu şartlar altında serpilmiş bir tohumdu. Güneş açtığında faydalanmak için yapraklarını sonuna kadar açıyor , yağmur yağdığında emebileceği kadar suyu emebilmek için köklerini alabildiğince genişletiyordu. Hava soğuk olursa yapraklarını çevresine sarıyor , hava fırtınalı olursa yere yatıyordu. Böyle bir çiçeğe dönüşmüştü o tohum. Çıkarcı olmayı öğrenmişti. İnsanları gözlemleyip zayıf noktalarını görmek, bu noktaları kendi çıkarlarına yarayacak şekilde dürtmek onun içinde filiz vermişti. Kitap için babasına gitmesinin sebebi de buydu. Bir öncekini bulduğunda kıyameti koparmıştı ve şimdi yeni bir taneyi annesiyle onun arkasından iş çevirerek alırsa evde çok gergin bir atmosfer olacaktı. Ama Fego beklerse uygun fırsatların geleceğini düşünüyordu. Aslanı uyandırmadan kuyruğunu çekmeye çalışıyordu ama başarılı olabileceğini düşünüyordu. Kim bilir belki de olurdu.
Image

► Show Spoiler

Re: Ev

#6
Fego'nun aradığı fırsat gelmemişti. Henüz gelmemişti daha doğru bir tabir olurdu ama çocuğun bekleyecek ve bu tarz akıl oyunları oynayacak sabrı kalmamıştı. Bu kadar dayanması bile mucizeydi. İşi yapacak, sonuçlarına sonra katlanacaktı. Böylesi daha kolaydı, daha doğaldı. Bu sebeple zekice olan uygun zamanı kollama planını terk etmiş. Suyuna gitme politikası gütmeye başlamıştı. Annesine yardım ediyor, onunla zaman geçiriyor ve babasından dikkat çekmeyecek kadar uzak duruyordu. Bu sayede annesinden özel olarak bir şey isteyebilirdi. Şey anne acaba Ahe Poshota'nın maceralarını alabilir misin bana? Babam saçma sapan çocuk kitabı okuyup aklını bulandırma diyor ama ilk kitabını okudum aklım falan bulanmadı. Ama ilk kitapta hikaye bitmedi, devamını okumak istiyorum. Yani alıp getirebilir misin işten geldiğinde? diyerek ilk hamleyi yapmıştı. Annesi ise onu şaşırtan bir şekilde kabul etmişti. İyi bir çocuk olduğunu arada böyle kitaplar okumanın bir zararı olmadığını hatta hayal gücünü geliştireceğini söylemişti. Fakat tek bir şartı vardı. Kitabı babasına yakalatmayacaktı. Fego kabul etmişti. Zaten başka ne yapabilirdi ki?

Annesi eve geldiğinde çantasından kitabı çıkartmıştı. Çizgili sarı-yeşil desenli bir kitaptı gelen üstünde okunan isim "Ahe Poshota'nın Maceraları: Himotalı kral 2"ydi. Daha düzgün bir isim bulabilirdi kesinlikle yazar fakat para kırmak için çıkardığı kitaba bile özen göstermekten yoksun bir zavallıydı büyük ihtimalle. Tabii Fego bunları düşünmemişti. İlk kitabın ardından ikincisinin gelmesi ona mantıklı gelmişti. Zaten çok derin bir edebiyat bilgisi yoktu. Kitabı aldığı gün içinde okuyamayacağını düşündü üzülerek. Yakında babası gelecekti eve. O da kitabı odasına götürüp yatağının altına atmıştı. Burada güvende, babasının gözlerinden uzakta olurdu kitap.

Geri salona dönüp annesi yemek hazırlarken ona yardım edip muhabbet etmeye başlamıştı. İşlerin kötü olduğundan bahsediyordu. Bu taraflardaki olaylar yoğunlaşıyordu. Fego onun neyden bahsettiğini biliyordu. Kendisi hiç yaşamamış ya da görmemişti ama bu dışlamayı anlıyor ve annesi için öfkeleniyordu. Onlara sırf farklı köklere sahip oldukları için haksızlık yapıyorlardı. Sadece soyları klanların en güçlü ve gururlusuna dayandığı için onların tepelerine biniyorlardı. Fego kendi başına gelmemiş olsa da anlıyor ve sinirleniyordu. En azından anladığını düşünüyordu, fakat evden ayrılıp gerçeğini yaşadıktan sonra anlamadığının farkına varabilecek bilince kavuşacaktı genç dostumuz.

Babası yemek hazır olmadan önce yine yağ içinde gelmişti. O kadar kirlenmişti ki kıyafeti altında duran adam anlaşılamıyordu. Saçları ıslaklıktan yapışmış, yüzünün rengi değişmiş. Dirseklerine kadar zifte bulanmıştı. Onlara selam vermeden hızlıca banyoya girip ardından kapıyı kilitlemişti. Yarım saat sonra yemek piştiğinde bile çıkmamıştı. Banyodan gelen suyun sesini hala duyuyorlardı salondan fego ve annesi. Yemeklerini birlikte yemek istiyorlardı fakat çok uzun süre banyoda kalınca babası, annesi hadi soğumadan yiyelim diyerek fegoya yemeğini vermişti. Kendi de biraz almıştı. Pek konuşmadan durmaları canını sıkmış olacaktı ki arkada ses olsun diye televizyonu açmıştı annesi. Fego acıktığı için yemeğini hapur hupur yerken annesi çatalını sadece yemeğin üzerinde dolaştırmış bir şey yememişti. Düşünceli görünüyordu. Televizyondaki adam bugün havanın son 10 yılda görülen en güzel ve mükemmel hava olduğunu bildiriyordu. Sanki çok önemliymiş gibi annesinin gözleri de oraya kilitlenmişti. Fego yemeğini yemiş üstüne tatlı yemiş daha da üstüne masadan kalkıp koltuğa geçmiş oturmuştu. Yapacak pek bir şey yoktu evde. Sonradan kurbağacıkları hatırlayıp onları beslemeye kalkmıştı Fego. Tabağındaki artıklar ve ekmek parçaları atmıştı sularına. Artık öyle küçük kuyruklu topçuklar değillerdi. Hepten kocaman olmuşlar kuyrukları küçülmüş bacakları uzamıştı hepsinin. 10 tane kadarı bu aşamaya gelebilmişti. Kaseyi değiştirip kocaman bir camdan kutu yapmışlardı babasıyla bir tarafını sahil olacak şekilde doldurmuşlardı, diğer tarafı da bir göl gibiydi. En başta ne yiyeceklerini bilmiytordu Fego ama ev yemeklerine hayır demiyordu kurbağalar, epey de gelişim göstermişlerdi. Demek ki ev yemeği yiyiyorlardı diyerek hep bu şekilde devam etmişti genç dostumuz. Onları besledikten sonra tekrardan koltuğa geçmişti. Banyodan hala su sesi geliyordu, annesi hala yemek masasında hipnotize olmuş bir biçimde televizyona bakıyordu. Fego ödev yapmaya gideceğini söyleyip odasına çekilmişti. Ödevini bitirdikten sonra yatağını hazırlamış, ışığı kapatmış ve yatmıştı. Bilinci uykuya teslim olurken hala duştan gelen su sesini duyuyordu.
Image

► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Şehir Merkezi”

cron