“Anne bak, geyik!”
Hae, ilk kez gördüğü geyiklerin üstüne heyecanla koşturmak üzereyken, arkasından annesi hızla tutmuştu omuzlarından. Hae inatla ve heyecanla ilk kez gördüğü geyiklerin üzerine koşmaya çalışırken, annesi onu zar zor zapt ediyordu. En sonunda, anlık bir hareketle kucağına almaya başarmıştı. Hae, annesinin kucağından kurtulmaya çalışıyordu geyiklere gitmek için.
“Anne geyiklerin yanına gitmek istiyorum! Bırak beni!”
“Geyikleri korkutacaksın oğlum. Onlara uzaktan bakmak en iyisi. Bak ne güzel otlanıyorlar. Onları korkutursan kaçarlar. Sonra onları nasıl göreceksin?”
“Ama anne… Sevmek istiyordum sadece…”
Üzgün bir suratla geyiklere doğru bakıp, işaret parmağını uzatmıştı. İçinden geçen, sadece onları sevmekti, ancak annesinin dediği gibi onları korkutmak istemiyordu. Annesi yere indirdiğinde, uzaktan onları izlemeye başladı. Ara sıra etrafta koşturuyor, sürekli bakış açısını değiştiriyordu. Akşama kadar, nehir kenarındaki yeşilliklerin arasında koşturup geyiklere uzaktan bakarak zaman geçirmişti…
Hae, ilk kez gördüğü geyiklerin üstüne heyecanla koşturmak üzereyken, arkasından annesi hızla tutmuştu omuzlarından. Hae inatla ve heyecanla ilk kez gördüğü geyiklerin üzerine koşmaya çalışırken, annesi onu zar zor zapt ediyordu. En sonunda, anlık bir hareketle kucağına almaya başarmıştı. Hae, annesinin kucağından kurtulmaya çalışıyordu geyiklere gitmek için.
“Anne geyiklerin yanına gitmek istiyorum! Bırak beni!”
“Geyikleri korkutacaksın oğlum. Onlara uzaktan bakmak en iyisi. Bak ne güzel otlanıyorlar. Onları korkutursan kaçarlar. Sonra onları nasıl göreceksin?”
“Ama anne… Sevmek istiyordum sadece…”
Üzgün bir suratla geyiklere doğru bakıp, işaret parmağını uzatmıştı. İçinden geçen, sadece onları sevmekti, ancak annesinin dediği gibi onları korkutmak istemiyordu. Annesi yere indirdiğinde, uzaktan onları izlemeye başladı. Ara sıra etrafta koşturuyor, sürekli bakış açısını değiştiriyordu. Akşama kadar, nehir kenarındaki yeşilliklerin arasında koşturup geyiklere uzaktan bakarak zaman geçirmişti…
-------------------------------------------------------
Her zaman olduğu gibi, sabahın erken saatlerine uyanmıştı. Geyikleri ilk kez gördüğü günün anısını rüyasında görmüş, o gün ne yapacağına karar vermişti. Dün gece annesine verdiği sözü tutmak istiyordu. Onu Redø Nehri’ne götürecek ve geyikleri gösterecekti. Eskiden yaptığı anıları ona yaşatmaya çalışacaktı. Annesinin bu sözü çoktan unuttuğunun farkındaydı. Yinede onu eğlendirmek, ona güzel anlar yaşatmak için gitmek istiyordu. Kendisi de bir yandan hayatın tadını çıkarıyordu annesiyle birlikte.
Annesi uyanmadan önce iyi bir duş almış, ardından kahvaltıyı hazırlamıştı. Adudi’nin olmadığı zamanlarda bütün yemekleri o hazırlıyordu. Annesi gibi gelişmiş mutfak becerileri olmasa bile, orta seviyede bir aşçıydı. En azından, annesi onun yemeklerini oldukça beğeniyordu. Kahvaltının hazır olmasının ardından, annesinin ayak seslerini duymasıyla beraber onun odasına doğru yönelmişti. Odasının kapısını yavaşça açmış, yatağın bir ucunda oturan annesine gülümseyerek bakmıştı. Annesi ona, her sabah olduğu gibi boş gözlerle bakıyordu. Alışmıştı, ilk zamanlarda içini yaralayan bu durum artık ona normal geliyordu. Aslında onu yaralayan, bu durumun normal geliyor olmasıydı.
Annesi, Hae’nin kim olduğunu, ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışırken odaya girdi. Karşısına geçip dizleri kırarak eğildi. Gözlerinin içine bakarken, bazı zamanlarda olduğu gibi bu seferde ilk cümleyi annesi kurmuştu.
“Sen bana çok tanıdık geliyorsun.”
“Ben, oğlun Hae. Oğlunum anne.”
“Oğlum mu? Sen benim oğlum musun?”
“Evet annecim. Oğlunum. Kahvaltıyı hazırladım. Gel yiyelim. Açsındır.”
Annesini kaldırmak için elinden tutarken, annesinin gözlerinde yine o duyguları görüyordu. Mutluluk ve huzur. Gözleri ışıl ışıl parıldıyordu. Bir güneşten daha parlaktı, uğruna hayatını verebileceği güzeller güzeli gözlerdi onlar. Hae’ye baktığı her dakika Hae’nin gülümsemesi artıyor ve enerjisi yerine geliyordu. Annesini masaya oturttuktan sonra, küçüklüğünden bu yana yaptığı gibi hemen yanındaki sandalyeye oturdu. Zaten normalde hareketli bir insan olan Hae, durmadan ayağını oynatıyordu heyecandan. En sonunda, bütün heyecanını patlatarak konuşmaya başladı.
“Seni bugün Redø Nehri’ne götüreceğim anne. Geyikleri görmeye gideceğiz!”
“Redø Nehri mi? O nereden çıktı?”
“Dün gece söz vermiştim. Sen küçükken beni hep oraya götürürdün. Ben akşama kadar orada geyikleri izlerdim. Şimdi tekrar gitmek istiyorum. Çok uzun zamandır gitmedik. Beraber yine geyikleri izleyelim. Eskiden olduğu gibi.”
“Gideceğimizi hatırlayamadım ama, olur. Neden olmasın?”
Annesi gülümserken, Hae’nin bütün kelimeleri bir anlığına boğazına düğümlenmişti. Hatırlayamadım. Basit bir kelime gibi dursa dahi, aslında o kadar ağırdı ki, bir anlığına Hae altında boğulacak gibi oluyordu. Son cümlelerini kurarken ağzına attığı lokmayı zar zor yutmuştu. Birkaç saniye içerisinde kendisini hızlıca toparladıktan sonra, bütün yüzüne yayılan bir gülümseme ile konuşmuştu.
“Olsun anne. Ben hatırlıyorum…”
. . . . .