Yeşeren Düşler

#1
Minik bir yürek iken içindeki kararlılık, şimdi de aynı güçle mücadele etmesini sağlıyor.

Yolun yarattığı o merak ve anlamlandıramadığı heyecan sarıyordu bedenini. Yola çıkmadan önce oldukça heyecanlıydı. Kıpır kıpır etrafa saçılacakmış edasıyla titreyen gözleri, arabanın camından dışarıyı izlemekte ve cama yapışmış elleriyle yola eşlik etmekteydi. Çocukluğunun en güzel yanı pekala sevgiydi. Sevilmenin verdiği hissiyatla birlikte gelişen tüm bilişsel ve duygusal yanları eksiksiz ve bir o kadar merhametli kalbinde bir bütün haline geldi geçen tüm yıllar boyunca. En ufak canlıda dahi var olan bu merhametin zerresini taşımayanlardan nefret edecek kadar da zekiydi Hera. Geleli henüz bir kaç saat olmuş ve babasının işlerinin bitmesini bekliyordu. Pudaero, hayatı boyunca orada var olduğu ve varlığının onunla orada anlam bulduğu bir yuvaydı onun için. Köyü ve ailesi ise şu yaşına kadar minik dünyasındaki tek hazinesiydi. 12 yaşında, artık çocukluktan uzak, ama yetişkinliğe de henüz çok uzun yolu olan meraklı bir kızdı sadece. Ona anlatılan her şeye hemen inanan biri olmaktan çok uzaktaydı. Pek kompleks olmayan fakat çözmesi de zaman alan kişiliğinin oluştuğu şu yaşlarda tanıdı onu. Hera'nın merhamet dolu kalbinde bir yabancıya her zaman yer vardı. Ancak zalimlerin hiç şansı yoktu.

"Güzel kızım, çok az bir işim kaldı. Hemen döneceğim. Sonrasında en sevdiğin şekerlerden alırım sana. Anlaştık mı?"

Düşündükçe keskin çehresinde naif gülümsemesini gösterdiği, en güzel şiirlerini kalbinde demetlerle sığdırdığı; yüreğindeki tüm güzellikleri armağan etmek istediği ve bunu tüm ışığıyla hak eden tek bir erkek vardı hayatında. Babası, biricik babacığı... Hera pek çok şeyi kıskanmıştı aslında büyüdüğü süreçte. Tek bir şeyi kıskanmadı sadece aslında. Başka kızların babalarını hiç bir zaman kıskanmadı. Kendi babasının ona verdiği mutlu gülümsemeler, gün geliyor en berbat günde dahi moralini toplamaya devam ediyordu. Tüm içtenliği ve sevgisiyle karşılık verdi. Ardından gülümsemesini sürdürürken boş bir banka oturdu. Babasının arkasından el salladığı esnada masmavi gökyüzüne kaldırdı gözlerini. Endamıyla üstünde dolaşan her bir bulutu izledi mutlulukla. Yiyeceği şekerleri ve tekrardan çıkacağı yola düşünüp tekrar tekrar gülümsedi. Mutluydu, mutlu olmasına. O ana kadar. Kulaklarını bir tazı köpeği gibi dikti. Acı çığlıklar kulağına oldukça yakın gelirken vücudundaki her bir tüyün dikildiğini ve istemsizce başını yana çevirdiğini gördü. Karanlık, mahzenvari ve kötü kokular yayılan, asla yürüyüp girmek istemeyeceği bir sokaktan geliyordu sesler. Duyabildiklerini tekrardan çarptırdı beyninin duvarlarına. Elleri titriyor, birilerinin yardım etmesini istiyordu.

"Yapmayın, lütfen! Vurma, dur; yalvarırım vurma artık!" Duyabildiklerini içinde hazmedebildiğinde bir adım attı. Neden ve ne amaçla yaptığına emin olmadığı bir takım hareketler dizisinden sonra kendini sokağın başında bulmuştu. Karanlık ve isli duvarlardan geçip kafasını biraz havaya kaldırdığında titrek ellerini ağzına götürmüş ve karşısındaki manzarayı karşılamıştı. Yaşça ve kalıpça kendisinden büyük iki çocuğun onlardan daha küçük bir çocuğu zalimce ve bundan zevk alarak dövmelerini izledi. Tüm bu sesler ve görüntülerle geçen iki dakikadan sonra her şeye bir anlam verebilmiş ve kendince hazmedebilmişti görüntüleri. Kötülük dünyanın her yerindeydi. Bu, babasının ona aldığı şekerler ve annesinin ona uyurken masal anlatması gibi bir şey değil; köyünden çıkıp daha büyük şehirlere, daha başka insanlara ulaşınca bir gün onun da yaşayacağı ve baş etmesi gereken zorbalık adı verilen kıtanın en büyük virüsünden başka bir şey değildi. Ve Hera, merhametli ve güçlü yüreğinde yeşermesine asla izin vermediği tek duyguyla baş etmesini çok iyi biliyordu.

"Yeter!" diye bağırdı onlara doğru yaklaşırken. Gözlerindeki kararlılık korkuya dönüşmeden önce yapması gerekeni yapacak, iyiliğin ve merhametin yanında saf tutacaktı. Ona öğretilen buydu ve bu terbiye ile yoğrulmuştu hamuru. "Poshota aşkına!" diye bağırdıktan sonra adımlarını hızlandırdı. Zalim ve bir o kadar keyifli bakışlarını ona yönlendiren çocuklar karşısında dev gibi büyürken onun minik ayakları geri geri gitmek istedi. Fakat yapamadı. Yapmadı. Nedenini bilmediği halde ilerlemeye devam etti. Merhametle dolu kalbi zalimlik karşısında dudaklarını kapatamıyor, haykırmadan duramıyordu.

► Show Spoiler
Image
► Show Spoiler

Re: Yeşeren Düşler

#2
Baskıyı hissetti. Terleyen ellerinin ve heyecanının yarattı gıcırı büken el hareketleri, çınlayan kulaklarıyla birleşmiş ve kızarmış bir patates gibi dikilmekteydi karşılarında. Yapılı ve yaşça büyük çocuklardı. Hera köyde en fazla bir tavukla boğuşmuştu. Kızarmış bu patatesin karşılarında en ufak şansı yokken bu anlamsız hadiseye neden karıştığını içten içe sorgular hale gelmişti ve yaptığı mantıksız hareketin ona pahalıya patlayacağını tahmin edebiliyordu.

"Senin de mi canın çekti? Biraz da seninle ilgileniriz, eğer çok istersen!" Ağzından köpük saçarak konuşuyordu sanki. Çocuk değil, terörist gibiydi. Özetlemesi gerekirse, ölü gibi çürük dişler, kıvırcık ve yağdan bir tarafa yatıp kalmış saçlara eşlik eden bir 90 kiloluk beden. Diğer tarafta nispeten daha iri ve büyük bir vücutla birleşmiş sivilceli bir yüz ve sapsarı saçlar. En önemli detay ise kocaman olmaları ve kesinlikle kalplerindeki kötülüğün yüzlerine yansıması. Diğer çocuk konuşurken Hera korkusuna ve endişesine artık hakim olamamaya başlamıştı. Adımları geri geri gidiyor, zaman zaman bunu bilinçli yaptığını düşünsünler diye tekrar ileri geliyordu.

"Şşşş.. Yavaş ama, bu küçük kız eminim işimize yarar!" Tekrar ileri adımını attı Hera. Cümlelerin onda yarattığı bir anlam ve derinlik yoktu. Yalnızca kötü bir kalbin ürettiği kötülük yayan kelimelerdi. Dövdükleri çocuğun suratına baktı. İçi acımıştı. Kemiklerinin kırılması, vücudunun kesilmesi, başına keskin ağrılar sağlanması; acı veren çok şey yaşamıştı aslında. Fakat biri tarafından işkence görmek. Birinin bile isteye başka bir insanın suratına bunu yapmasını anlayamıyordu. İçine sığmamıştı. Çocuk suratıyla memnuniyetsizliğini belli ederken, gözleriyle ona buradan gitmesi için yalvarıyor gibiydi. Burada konuşulan hiç bir şeyi anlamayan o, bunu anlamıştı. Fakat gitmeye niyeti yoktu. Derin bir nefes alıp, sanki hesap soruyormuş gibi bir tavır aldı. Sinirden kıstığı gözlerini bu iki zorba çocuğa dikerek konuşmaya başladı.

"Ona daha fazla zarar vermenize izin vermeyeceğim." Kendinden emin ses tonu, az önce geri geri giden ayaklarını ve titreyen bedenini kaynar sulardan çekip çıkarmış ve sanki hiç bilmediği ufuklara yelken açmasını sağlamıştı. Kendini farklı bir açıdan tanıyordu aslında. Güvenini tazeliyordu. Aldığı cevap alay edici cinsten de olsa.

"Peh! Ne yaptığını biliyor musun bu minik sıçanın! Babamın berber dükkanında eskiden çıraktı bu. Sonra tüm parasını alıp kaçtı!"
O son cümleden sonra elini yumruk haline getirmişti şişman ve kıvırcık olan çocuk. Hera'nın bakışı dayak yiyen çocuğa kayarken ondan da cevap gecikmemişti.

"Yalan! Yalan söylüyorsun! Baban paramı hiç bir zaman vermedi, bende hakkım olanı aldım!" Çocuk yiyebileceği ani bir yumruğa karşı korku dolu bir tonda ve sürekli kısılmaya hazır gözlerle konuşuyordu. Hera'nın böyle bir şeye seyirci kalmaya şansı yoktu. Zaten dayak yemiş bir çocuğun yalan söylemesine ihtimal vermiyordu. Hakkı olanı almış bir çocuğun neresi suçlu olabilirdi?

"Ona inanıyorum. Bırak onu artık!" Üzgün ve çaresiz hissetse dahi bir kez daha denedi şansını.

"Bu memleketin hakimi savcısı sen misin? Bırakmıyorum işte. Gitmezsen sende bulucaksın belanı!"

Çocuğun son sözünden sonra yancısında bir hareketlilik sezmişti Hera, belki de çok korktu; belki de yapmaması gereken şeyler tembihlendiğinde yapamyan o uslu kız kalıbını bir kez olsun kırmak istedi. Hemen yanında, çöp kutusunda dik bir şekilde duran tesisat borusunu kaptığı gibi tüm gücüyle çocuğun üzerine doğru salladı. Bu esnada gözünün dolduğunu ve yaptığı şeyden sonra başının büyük derde girdiğini biliyordu. Fakat yine de bu zorbalık karşısında geri adım atmayacaktı. Acemi şansı, belki de elementinden gelen bir güç, belki de sadece ve sadece anın verdiği adrenalin... O salladığı kısa boru ona doğru ilerleyen çocuğun tam alnında patlamıştı. Buradan sonra işler oldukça garip gelişmişti. Yumruğunu sıkan şişko çocuk karşısındaki çocuktan gözünü ayırıp Hera'ya doğru yönelmişti ve Hera hala az önceki yaptığını kendine açıklamaya çalışıyordu.

"Seni küçük kaltak! Bunu ödeyeceksin!" Ona doğru ağır, fakat gürül gürül gelen şişko eleman bir an duraksadı ve sinirle irkildi. Dayak yiyen çocuk sırtına atlamıştı ve elbisesini çekiştiriyordu. Hera'ya ulaşmasını engelliyordu böylece. Hera ise az önce vurarak bayılttığı çocuğu yerde yatarken izlemekteydi ve şoku nasıl atlatacağını düşünüyordu. Ancak ikinci bir karar vermesi için daha fazla zamanı da yoktu. Çocuk çok çelimsizdi ve şişko çocuğu daha fazla tutamayacaktı. Elindeki boruyla güçlü bir şekilde üzerine gelmeye çalışan çocuğun kasıklarına vurdu. Acı dolu bir çığlıkla kasıklarını tutan ve hemen ardından dizlerinin üstünde yere kapaklanan çocuk anlayamadığı, zırvalıklarla dolu küfürleri saçmıştı etrafa. Hemen ardından elindeki boruyu tekrar çöp kutusuna fırlattı. Dayak yiyen çocuğu kolundan çekerek sokağın sonuna doğru koşmaya başladı.

Koşarken pek çok şeyi düşünüyordu. Bir yandan pek çok şeyi düşünmeye vakti kalmıyordu. Zor durumda olan birini kurtarmak için başka birine zarar vermiş olmaktan pişmanlık duyuyor ve yaptığı şeyden ötürü üzgün olduğunu biliyordu. Yine de açıkca dininin yasakladığı ve en azından ailesi tarafından ona öğretilen derslerin içinde gördüğü zaman karşı çıkması gereken en büyük durumlardan birinin karşısında durmuştu. Nefes aldığı müddetçe de zorbalık ve zalimliğin karşısında olacaktı. İki çocuğun ayak sesleri dar sokakta yankılanırken ardlarına dahi bakmadılar. Sokak sonundaki ışık yaklaştıkça yüreklerine su serpiliyordu.

"Bu... Çok.. Çılgıncaydı! Sana borçluyum artık! İsmin ne?"

"Hera.. Benim adım Hera Memuga!"

► Show Spoiler
Image
► Show Spoiler

Re: Yeşeren Düşler

#3
Yavaşça bıraktı elini çocuğun. Arkasına bakmadan koşan çocuğun son sözleri yankılandı kafasında. Cesur, güzel, iyi kalpli olduğunu söylemiş ve şükranlarını sunmuştu. Zorba berber ve çocuklardan aldığı parasını evine götürmek için koşturmaya başlamıştı. Hera'nın çocuğa son sözü ise bir daha ne olursa olsun hırsızlık yaparak hakkını aramaması gerektiğiydi. Ona anlatılan hikayeler, verilen terbiye, hep bu kapıya çıkıyordu. Hırsızlık ve adaletsizlik savaşması gereken olgulardı.. Ülkesi hakkında edindiği genel fikir ve kanı ise belliydi. Güler yüzlü, iyi kalpli ve yürekli insanlar kadar kalpleri kötülükle dolu, zorbalığı marifer sanan zalimlerle de doluydu. Ancak baş edemeyeceği bir şey yoktu. Birini kurtarmanın verdiği heyecan ve mutluluk tüm bedenini sarmıştı ve şu an bulunduğu dakikadan itibaren kafasını yastığa koyup uykuya dalana kadar işgal edecekti düşünceler sarayını.

"Ben kahraman olmayı seviyorum. Bir kahraman olmak istiyorum." Mırıldandı babasının gelişini gördükten sonra. Babasının elini tutarken tekrardan umutla doldu gözleri. Bir çocuğa yardım etmişti fakat bu yaptığını anlatırken çekinecekti. Ne olursa olsun babasının ona öğütlediği tek bir şey vardı. Asla başka insanlara karşı elementini kullanmaması gerektiği. Element kullanıcısı olmayan insanlara karşı yeteneklerini kullanması, kötü sonuçlanabilirdi. Nitekim Hera, o iki veledi yere sererken sadece kaba kuvvet kullanmıştı. Üstelik şartlar eşit dahi değildi. Kendisinin de mizahi, ince fakat adalet dolu bir terzisi vardı. O küfelerden herhangi birine zorbalığı koyunca zaten sahip olduğu hemen her şeye karşı ağır basacaktı. O nedenle yaptığından dolayı artık daha az pişmanlık duyuyor, fikirlerini açmak için bir çekince görmüyordu.

"Öğretmen olmaya nasıl karar verdin baba?" diye sordu meraklı gözleriyle. Ona şaşkın fakat sevecen bakışlarla yönelen babasına bakıyordu. Elinde, ona doğru uzattığı ve almasını beklediği karamelli şekerlemeyi alıp ışık hızında ağzına götürdükten sonra babasının bakışlarının değiştiğine şahit oldu. Biraz daha düşünen adam, gözlüğünü düzeltti ve konuşmaya başladı.

"Sanırım insanlara bir şeyler öğretmek, onlara bilmediklerini anlatmak çok hoşuma giderdi. Tıpkı senin gibi küçük yaştayken bile." dedi neşeli fakat düşüncelerle dolu ses tonuyla. Ne düşündüğü ise belliydi. Kızının artık çocukluktan uzaklaştığını, gelecekte yapacağı ve hayatını kazanacağı işi seçmesi için bir kariyer planı yaptığının farkındaydı. Bu durum onu bir miktar keyiflendirdi. Kızı bilinçli ve zekiydi. Fakat aynı zamanda derin bir çıkmaza sokmuştu. Kızının durumu kendisi gibi yada çevresindeki diğer insanlar gibi değildi. Ona ne kadar zorlama yapmasa da bir gün o gün gelecek ve Hera seçimini yapacaktı. O güne kadar ona kendi düşüncesini ve perspektifini değil, doğruları aktarmalıydı.

"Ben polis olmak istiyorum baba. İnsanlara yardım etmek hoşuma gidiyor." dedi Hera. Solgun yüzüne renk geldi bunu söylerken. Babasının büyüyen gözlerine baktı kıvançla. Çok rahattı. Ona hayalinden ve umutlarından bahsederken hep içi rahat olurdu. Babasının yüzündeki tedirginliği henüz sezebilecek kadar büyümemişti ama. Ngødo etrafına baktı. Ardından kızına yöneldi. Alnına bir buse kondurdu. Gülümseyen yüzüyle Hera'nın saçını okşarken ayağa kalktı. "Neden olmasın?" dedi. Ardından üzerindeki tedirginliği ve anlam veremediği karamsarlığı attı üzerinden. Üvey dahi olsa, Hera onun için dünyadaki en anlamlı varlıktı. Kendi canından çok sevdiği kızının aldığı bu kararın ileride değişmeyeceğini, o günün geldiğinde ise ne yapacağını düşünmeye başladı. En doğrusunu buldu sonunda. Önündeki fincandan bir yudum alırken yaşaran gözlerini gurur duyduğu yavru ceylanına çevirdi.

"Baban her zaman senin arkanda olacak. Ne olursan ol, nereye gidersen git."
Image
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Şehir Merkezi”

cron