Minik bir yürek iken içindeki kararlılık, şimdi de aynı güçle mücadele etmesini sağlıyor.
Yolun yarattığı o merak ve anlamlandıramadığı heyecan sarıyordu bedenini. Yola çıkmadan önce oldukça heyecanlıydı. Kıpır kıpır etrafa saçılacakmış edasıyla titreyen gözleri, arabanın camından dışarıyı izlemekte ve cama yapışmış elleriyle yola eşlik etmekteydi. Çocukluğunun en güzel yanı pekala sevgiydi. Sevilmenin verdiği hissiyatla birlikte gelişen tüm bilişsel ve duygusal yanları eksiksiz ve bir o kadar merhametli kalbinde bir bütün haline geldi geçen tüm yıllar boyunca. En ufak canlıda dahi var olan bu merhametin zerresini taşımayanlardan nefret edecek kadar da zekiydi Hera. Geleli henüz bir kaç saat olmuş ve babasının işlerinin bitmesini bekliyordu. Pudaero, hayatı boyunca orada var olduğu ve varlığının onunla orada anlam bulduğu bir yuvaydı onun için. Köyü ve ailesi ise şu yaşına kadar minik dünyasındaki tek hazinesiydi. 12 yaşında, artık çocukluktan uzak, ama yetişkinliğe de henüz çok uzun yolu olan meraklı bir kızdı sadece. Ona anlatılan her şeye hemen inanan biri olmaktan çok uzaktaydı. Pek kompleks olmayan fakat çözmesi de zaman alan kişiliğinin oluştuğu şu yaşlarda tanıdı onu. Hera'nın merhamet dolu kalbinde bir yabancıya her zaman yer vardı. Ancak zalimlerin hiç şansı yoktu.
"Güzel kızım, çok az bir işim kaldı. Hemen döneceğim. Sonrasında en sevdiğin şekerlerden alırım sana. Anlaştık mı?"
Düşündükçe keskin çehresinde naif gülümsemesini gösterdiği, en güzel şiirlerini kalbinde demetlerle sığdırdığı; yüreğindeki tüm güzellikleri armağan etmek istediği ve bunu tüm ışığıyla hak eden tek bir erkek vardı hayatında. Babası, biricik babacığı... Hera pek çok şeyi kıskanmıştı aslında büyüdüğü süreçte. Tek bir şeyi kıskanmadı sadece aslında. Başka kızların babalarını hiç bir zaman kıskanmadı. Kendi babasının ona verdiği mutlu gülümsemeler, gün geliyor en berbat günde dahi moralini toplamaya devam ediyordu. Tüm içtenliği ve sevgisiyle karşılık verdi. Ardından gülümsemesini sürdürürken boş bir banka oturdu. Babasının arkasından el salladığı esnada masmavi gökyüzüne kaldırdı gözlerini. Endamıyla üstünde dolaşan her bir bulutu izledi mutlulukla. Yiyeceği şekerleri ve tekrardan çıkacağı yola düşünüp tekrar tekrar gülümsedi. Mutluydu, mutlu olmasına. O ana kadar. Kulaklarını bir tazı köpeği gibi dikti. Acı çığlıklar kulağına oldukça yakın gelirken vücudundaki her bir tüyün dikildiğini ve istemsizce başını yana çevirdiğini gördü. Karanlık, mahzenvari ve kötü kokular yayılan, asla yürüyüp girmek istemeyeceği bir sokaktan geliyordu sesler. Duyabildiklerini tekrardan çarptırdı beyninin duvarlarına. Elleri titriyor, birilerinin yardım etmesini istiyordu.
"Yapmayın, lütfen! Vurma, dur; yalvarırım vurma artık!" Duyabildiklerini içinde hazmedebildiğinde bir adım attı. Neden ve ne amaçla yaptığına emin olmadığı bir takım hareketler dizisinden sonra kendini sokağın başında bulmuştu. Karanlık ve isli duvarlardan geçip kafasını biraz havaya kaldırdığında titrek ellerini ağzına götürmüş ve karşısındaki manzarayı karşılamıştı. Yaşça ve kalıpça kendisinden büyük iki çocuğun onlardan daha küçük bir çocuğu zalimce ve bundan zevk alarak dövmelerini izledi. Tüm bu sesler ve görüntülerle geçen iki dakikadan sonra her şeye bir anlam verebilmiş ve kendince hazmedebilmişti görüntüleri. Kötülük dünyanın her yerindeydi. Bu, babasının ona aldığı şekerler ve annesinin ona uyurken masal anlatması gibi bir şey değil; köyünden çıkıp daha büyük şehirlere, daha başka insanlara ulaşınca bir gün onun da yaşayacağı ve baş etmesi gereken zorbalık adı verilen kıtanın en büyük virüsünden başka bir şey değildi. Ve Hera, merhametli ve güçlü yüreğinde yeşermesine asla izin vermediği tek duyguyla baş etmesini çok iyi biliyordu.
"Yeter!" diye bağırdı onlara doğru yaklaşırken. Gözlerindeki kararlılık korkuya dönüşmeden önce yapması gerekeni yapacak, iyiliğin ve merhametin yanında saf tutacaktı. Ona öğretilen buydu ve bu terbiye ile yoğrulmuştu hamuru. "Poshota aşkına!" diye bağırdıktan sonra adımlarını hızlandırdı. Zalim ve bir o kadar keyifli bakışlarını ona yönlendiren çocuklar karşısında dev gibi büyürken onun minik ayakları geri geri gitmek istedi. Fakat yapamadı. Yapmadı. Nedenini bilmediği halde ilerlemeye devam etti. Merhametle dolu kalbi zalimlik karşısında dudaklarını kapatamıyor, haykırmadan duramıyordu.
"Güzel kızım, çok az bir işim kaldı. Hemen döneceğim. Sonrasında en sevdiğin şekerlerden alırım sana. Anlaştık mı?"
Düşündükçe keskin çehresinde naif gülümsemesini gösterdiği, en güzel şiirlerini kalbinde demetlerle sığdırdığı; yüreğindeki tüm güzellikleri armağan etmek istediği ve bunu tüm ışığıyla hak eden tek bir erkek vardı hayatında. Babası, biricik babacığı... Hera pek çok şeyi kıskanmıştı aslında büyüdüğü süreçte. Tek bir şeyi kıskanmadı sadece aslında. Başka kızların babalarını hiç bir zaman kıskanmadı. Kendi babasının ona verdiği mutlu gülümsemeler, gün geliyor en berbat günde dahi moralini toplamaya devam ediyordu. Tüm içtenliği ve sevgisiyle karşılık verdi. Ardından gülümsemesini sürdürürken boş bir banka oturdu. Babasının arkasından el salladığı esnada masmavi gökyüzüne kaldırdı gözlerini. Endamıyla üstünde dolaşan her bir bulutu izledi mutlulukla. Yiyeceği şekerleri ve tekrardan çıkacağı yola düşünüp tekrar tekrar gülümsedi. Mutluydu, mutlu olmasına. O ana kadar. Kulaklarını bir tazı köpeği gibi dikti. Acı çığlıklar kulağına oldukça yakın gelirken vücudundaki her bir tüyün dikildiğini ve istemsizce başını yana çevirdiğini gördü. Karanlık, mahzenvari ve kötü kokular yayılan, asla yürüyüp girmek istemeyeceği bir sokaktan geliyordu sesler. Duyabildiklerini tekrardan çarptırdı beyninin duvarlarına. Elleri titriyor, birilerinin yardım etmesini istiyordu.
"Yapmayın, lütfen! Vurma, dur; yalvarırım vurma artık!" Duyabildiklerini içinde hazmedebildiğinde bir adım attı. Neden ve ne amaçla yaptığına emin olmadığı bir takım hareketler dizisinden sonra kendini sokağın başında bulmuştu. Karanlık ve isli duvarlardan geçip kafasını biraz havaya kaldırdığında titrek ellerini ağzına götürmüş ve karşısındaki manzarayı karşılamıştı. Yaşça ve kalıpça kendisinden büyük iki çocuğun onlardan daha küçük bir çocuğu zalimce ve bundan zevk alarak dövmelerini izledi. Tüm bu sesler ve görüntülerle geçen iki dakikadan sonra her şeye bir anlam verebilmiş ve kendince hazmedebilmişti görüntüleri. Kötülük dünyanın her yerindeydi. Bu, babasının ona aldığı şekerler ve annesinin ona uyurken masal anlatması gibi bir şey değil; köyünden çıkıp daha büyük şehirlere, daha başka insanlara ulaşınca bir gün onun da yaşayacağı ve baş etmesi gereken zorbalık adı verilen kıtanın en büyük virüsünden başka bir şey değildi. Ve Hera, merhametli ve güçlü yüreğinde yeşermesine asla izin vermediği tek duyguyla baş etmesini çok iyi biliyordu.
"Yeter!" diye bağırdı onlara doğru yaklaşırken. Gözlerindeki kararlılık korkuya dönüşmeden önce yapması gerekeni yapacak, iyiliğin ve merhametin yanında saf tutacaktı. Ona öğretilen buydu ve bu terbiye ile yoğrulmuştu hamuru. "Poshota aşkına!" diye bağırdıktan sonra adımlarını hızlandırdı. Zalim ve bir o kadar keyifli bakışlarını ona yönlendiren çocuklar karşısında dev gibi büyürken onun minik ayakları geri geri gitmek istedi. Fakat yapamadı. Yapmadı. Nedenini bilmediği halde ilerlemeye devam etti. Merhametle dolu kalbi zalimlik karşısında dudaklarını kapatamıyor, haykırmadan duramıyordu.
► Show Spoiler