Bol Şekerli Karakol Kahvesi

#1
"Aç, aç kızım ağzını aç." Açmıyordu. "Son bu bak sonuncu ama bu." Gene açmamıştı. Hatta açmadığı gibi ağzını sımsıkı kapatmış annesine sert sert bakıyordu Nuwam. Abu küçük kaşığı mama kabının içine koydu ve bir tane zeytin attı ağzına. Belki onun bir şeyler yediğini gören çocukta bir şeyler yemek isterde ağzını açar diye düşünmüştü. Açmamıştı tabiki. Saate doğru hızlı bir bakış attı, yirmi dakika içinde çıkması gerekiyordu ve daha giyinmemişti. Çocuk yedirmek uğruna üniformasını rezil etmek istemiyordu. Nunto'ya kaçamak bir bakış attı 'al' dercesine. Birbirleriyle sadece bakışarak anlaşabilir hale geleli çok olmuştu, hemen çocuğu kadının kucağından alıverdi. Babasının kucağına gider gitmez kıkır kıkır gülmeye başlayan Nuwam'a gözlerini kısarak "Hain." diye cırladı. Bu fırsattan hızlıca yararlanan Nunto bir hamleyle mama dolu kaşığı aldı ve bebeğe son kaşık mamayı başarıyla yedirebildi. Abu bir parça ekmeğin üstüne vişne reçeli sürüp onuda ağzına attıktan sonra hızlıca masadan kalktı, bebeğinin başına bir öpücük kondurdu ve yatak odasına doğru yollandı. Dün geceden ütülediği üniformasının gömleğini, pantolonunu ve ceketini hızlı ama dikkatli bir şekilde giydikten sonra aynada kendisini kontrol etti. Dudaklarına az biraz ruj sürdü, rimelini de abartmadan çekti ve parfümünü sıktı. Çok büyük bir şeyi başarmış küçük bir çocuk gibi sevinçle doldu ve tekrar mutfağa döndü. "Nasıl olmuşuuum?" diye sorarken kendi etrafında bir tur atmayı ihmal etmedi. "Haarikasın." diye yanıtladı Nunto. "Heyecanlı mısın?" diye de ekledi. "Biraz... çok değil ama." dedi, sağ eliyle yaptığı 'küçük' hareketiyle de bunu pekiştirdi. Bebek kucağında bir şekilde masadan kalktı Nunto, karısının yanına doğru geldi, yanağına bir öpücük kondurdu ve "Merak etme kilo aldığın hiç belli olmuyor." dedi kıkırdaya kıkırdaya. "Öküz!" Sağ omzuna hafif bir yumruğu geçirdi Abu, Nunto'nun. "Ben çıkıyorum, Some birazdan gelir zaten, bak ters yatırma çocuğu çıkarmasın ne yediyse." Ayakkabılarını ayağına geçirip baş parmağıyla geceden tozlanan bir iki yeri temizleyip yola çıktı.

Pek değişen bir şey yoktu. Apartmanın dışına çıkar çıkmaz gazeteci çocuğun kulak tıkayan çığırtısını duydu. Çocuğun yanına gitti, 1 bofusunu verdi günlük gazeteyi aldı, çocuğun başını okşadı, "Teşekkürler polis abla!" diye sevinçle başka bir köşeye doğru yürümeye başladı Abu da bir melodiyi mırıldana mırıldana yoluna devam etti. Bahçesini sulayan yaşlı bir amca, sokakta bir oraya bir buraya koşturan çocuklar, hepsi hatırladığı gibiydi. Yata'nın bu köşesinde hayat hala aynı şekilde akıyordu.

Merkeze geldiğinde ilk olarak gerekli evrakları teslim etti, aktif göreve dönebilmesi için doldurması gereken bir kaç formu doldurdu, onu özleyen iş arkadaşlarıyla biraz hasret giderdi biraz dedikodu yaptı. Merkezin çamur gibi olan kahvesinden bir kaç bardak içti. Eskiden bu kahve kesinlikle daha güzel geliyordu. Mutfakla pek haşır neşir değilken yediği her şey lezzetli geliyordu zaten. Ama şimdi bir makarnayı bile üstüne biraz kekik biraz baharat ekmeden yerse pek keyif alamıyordu. Bu kahvede o şekildeydi. Şekerinin ayarı kaçıktı, kullanılan tohumlar kim bilir kaçıncı kaliteydi ve kim bilir nereden ithal edilmişti. Yinede farklı bir havası vardı işte. Bu bir iki hafta boyunca amiri tarafından çok fazla bir iş verilmeyecekti ona, tekrardan alışma süreci gibi bir prosedürdü bu. Oda pek yormuyordu kendini, yardım isteyene yardım ediyor yapılması gereken masa başı işlerini yapıyor gününü geçiriyordu. Ara sıra aklı Nuwam'a gidiyor, ilk kez bu kadar uzakta olmak hafifçe onu tedirgin ediyordu. Ancak Some'nin gerçekten çok tatlı ve işinin ehli bir kadın olduğu aklına geliyor. O yüzden olacak ki gözü pek arkada kalmıyordu. 7 tane bebeği büyütmüş bir kadındı Some, Nuwam'ı eline alır almaz çocuğu sakinleştirebiliyor, Abu bir kaşık yemek yedirmek için elli farklı şekle girerken kadın çocuğu doyurup üstüne temizlemiş oluyordu aynı sürede. Ondan öğrenecekleri olduğu barizdi.

Öğle yemeği vakti geldiğinde bir kaç arkadaşıyla buluşup merkezin dinlenme odalarından birine kurulmuşlardı. Muhabbet genel olarak Abu'nun hamilelik süreci, bebek ve işe geri dönüşü üzerinden dönüyordu. Ara sıra bir iki tane garip davayla ilgili konuşuluyor ama konu yine dönüp dolaşıp Abu'ya geliyordu. En çok sorulan soru tabiki o kadar kiloyu nasıl bu kadar çabuk verdiğiydi. İş yeri muhabbetlerini bu kadar özlediğini fark etmemişti. Muhabbetten keyif alıyor gülüşüyor şakalaşıyordu. Güzel ve tatlı bir gündü. Muhabbet bitip iş toplama safhasına geldiğinde yemek kaplarını yıkarken bir şeyi fark etti. Daha doğrusu bir kaç saattir gördüğü ama şimdi dikkatini verebildiği bir şeyi. Merkeze o izindeyken yeni birisi gelmişti gibiydi, sarışın mavi gözlü genç bir kızcağız, pekte sessiz. Ne yemek yerken yanında birisini görmüştü, ne de öncesinde. Tek başınaydı ve pekte mutlu durmuyordu. Körpecik bir kızcağız, neden böyle buz gibi duruyordu acaba? Hızlıca yanındaki arkadaşlarından birini dürttü, başıyla kızı göstererek "Kim bu kız? Yeni mi?" diye sordu merakla. "Evet evet, tam bir soğuk nevale ama." diye cevapladı. Abu'nun kaşları merakla çatılıverdi. İş arkadaşlarının bu huyu pek tatsızdı, kızı çoktan etiketlemişlerdi. Kaplarını yıkadı, çantasına kaldırdı ve yemek üstüne iyi gider düşüncesiyle kendisine sıcak bir kahve aldı. Sonra güzel bir kupa seçerek bir bardak kahve de kız için doldurdu. Bir tane de bardak altlığı alıp kupanın altına oturttu ve bir küçük kaşık ile iki tane şekeri de bardak altlığına koyup bir garsonmuşçasına kızın yanına doğru yürümeye başladı. Yüzünde en tatlı, en sıcak gülümsemesiyle kıza yaklaştı, onun için özenle hazırladığı kupayı uzattı ve "Merhabaa! Ben Abu, Abu Aslad, yemeğin üstüne iyi gider al bakalım!" dedi bu sözümona 'soğuk nevaleye'.
Image


怨み
► Show Spoiler

Re: Bol Şekerli Karakol Kahvesi

#2
Yatağımın başucunda bulunan saatin çalmasıyla birlikte bir gecenin daha sonuna geldiğimin farkına vardım. Derin bir iç çektikten sonra yavaşça doğruldum ve elimdeki gitarı duvardaki yerine yerleştirdim. Yatağıma doğru birkaç adım attıktan sonra aniden durdum, arkamı döndüm ve son bir kez daha gitarıma baktım. Gitarımla göz göze geldiğimde ise ağzımdan şu kelimeler çıktı. "İşe gitmek istemiyorum."

Her şey dün gece, işten eve dönerken üniversiteden bir arkadaşımla karşılaşmamla başladı. Aslında kendisi pekte arkadaşım sayılmaz zira adını dün gece öğrendim... Hmm... Sanırım sınıf arkadaşı, Eto'yu tanımlamak için doğru olan sözcük. Evet, evet Eto benim sınıf arkadaşım... Düne kadar bir kelime dahi etmişliğimiz bulunmayan Eto adındaki sınıf arkadaşım sokağın ortasında beni durdurup bir içki partisine davet etti. Elbette ilk başta onu kibarca reddettim fakat canlı müzik barına gideceklerini öğrenmemle birlikte peşine takıldım. Birkaç dakikalık bir yürüyüşün ardından oldukça kuytu köşede bulunan, yıkık dökük tabelası olan bir bara girdik. Oldukça ufak bir mekan olmasına rağmen aşırı derecede fazla insanın bulunması beni biraz rahatsız etmiş olsa da Eto'yu takip etmeye devam ettim. Kalabalığın arasından geçtikten sonra ise sınıfımdan 4-5 kişiyle karşılaştım. Pekte sosyal birisi olmadığımdan ötürü beni gördüklerine bayağı bir şaşırdılar fakat kısa süre içerisinde şaşkınlıklarını üzerinden atarak, sanki onlardan biriymişim gibi muhabbetlerine devam ettiler. Kendini pekte iyi ifade edebilen bir insan olmadığım için muhabbetlerine pek ortak olamadım fakat elimden gelen her şeyi yaptım.

Yaklaşık bir saat muhabbet ettikten sonra yarın işe gideceğimi, gitmem gerektiğini sınıf arkadaşlarıma ilettim. Bunu duyan Eto, tekrardan inatçılığını konuşturarak kalmam konusunda beni ikna etmeyi başardı. Masaya içkiler geldikten sonra herkese birer bardak doldurdular. Ben daha neler olduğunu anlayamadan birisi elime bardağı tutturdu ve alkolü kafaya diktik... Bu, hayatım boyunca yaptığım en büyük hatalardan biriydi.

İçtiğim her bardakla birlikte aklımın bulanmasını sağlayan alkol, bir yerden sonra suskun olan çenemin açılmasına neden oldu. Oldukça sert bir dille onlara daha fazla içmek istemediğimi söylememe rağmen beni dinlemeyip bardağımı doldurmaya devam ettiler. Tabii bende bardağım doldurdukça içmeye devam ettim.

Birkaç saatlik bir içiş serüveninin ardından kontrolümü tam anlamıyla kaybettiğimi söyleyebilirim. Daha önce şarkı söylerken beni duymuş olan Eto, sahneye çıkmam için ısrar edince diğerleri de ona eşlik etmeye başladı. Tabii ki onları reddettim fakat sırtımdan itekleyerek beni sahneye attılar. Birkaç saniye boyunca çevreme ve bardaki insanlara aptal aptal baktıktan sonra içinde bulunduğum durumdan kaçamayacağımı fark ederek sahnede bulunan gitarı elime aldım. Akorlarını yaptıktan sonra kendi yazdığım şarkılardan birisini söylemeye başladım.

İşte bundan sonrasını hatırlamıyorum! Kendime geldiğimde güneş çoktan doğmuştu ve odamda gitarımla uğraşıyordum. Başımın ağrısını gidermek için gitarımın tellerine birkaç kez dokunduktan sonra ilham geldiğini hissettim ve çalmaya devam ettim. Tabii sadece on dakika gibi kısa bir süreliğine çalmayı başardım, sonrasında ise saatim çalmaya başladı.

Saatimi susturduktan sonra hazırlanmak için tuvalete doğru yürümeye başladım. Odamdan çıktıktan sonra birkaç adım attım ve ayağım bir şeye takıldı. Bakışlarımı o yöne çevirdiğimde Eto'nun yarı çıplak bir şekilde yerde uyuduğunu gördüm. Tekrardan derin bir iç çektikten sonra tuvalete olan yolculuğuma devam ettim.

Güzel bir duş aldıktan, saçlarımı yaptıktan ve kıyafetlerimi giydikten sonra Eto'ya bir not bırakarak evden ayrıldım. Açıkçası biraz hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmem gerekiyor. Evimde yarı çıplak bir erkek yatıyor olmasına rağmen sıradan bir insan gibi tepki veremedim. Sıradan bir kız gibi utanmalı ve dün gece aramızda bir şeyler geçip geçmediğini düşünmem gerekirdi...

İşe gittikten sonra öğlene kadar bir şekilde idare edebilmeyi başardım. Karnıma yiyecek bir şeylerin girmesiyle birlikte, zaten zar zor açık tuttuğum göz kapaklarım beni dinlememeye başladı. Ganta ailesinin bir üyesi olarak iş başında uyumamam gerektiğini bilmeme rağmen kendime engel olamadım ve bir anlığına da olsa uyuyakaldım. Beni uyandıran şey ise oldukça neşeli bir kadının yanıma, elinde bir kahveyle birlikte gelmesi oldu. Uykusuzluktan ötürü kıpkırmızı olmuş gözlerimi uyuşuk bir şekilde kadına çevirdikten sonra uzattığı kahveyi alarak masaya koydum. Kısa bir beklemenin ardından ise her zamanki soğuk sesimle "Teşekkür ederim, ben Bekwo. Bekwo Ganta. Tanıştığıma memnun oldum." dedim.
Image
► Show Spoiler

Re: Bol Şekerli Karakol Kahvesi

#3
Kıpkırmızı gözlerle teşekkürlerini sunan kızın karakol tarafından niçin soğuk nevale diye etikelendirildiğini anlamak pek güç olmamıştı. Bir teşekkür ancak bu kadar 'soğuk' edilebilirdi. Eh, herkesten neşe saçan küçük sevgi pıtırcıkları olmalarını beklemiyordu zaten Abu. Kahvesinden bir yudum aldı. Kalitesiz kahve boğazından zorla geçiyordu. Boş bir sandalyeyi eliyle kavrayıp kızın masasının yanına çekiverdi ve oturdu. Sadece kahve vermek için gelmemişti elbetteki buraya. Karakola yeni biri gelmişti ve tanışmak, onu tanımaya bir şans vermek gerekti. Ve... yalnız mutsuz yorgun insanlar görmeyi pek sevmiyordu. Genel olarak insanoğlu sosyal bir varlıktı. Konuşan görüşen tanışan birbirinin hayatına karışıp birbirinin hayatına yön veren kolektif bir canlıydı. Lakin bazı insanlar biraz mesafeli olabiliyordu başkalarına karşılık ve bu tamamen normal bir düşünceydi Abu için. Kimse kimseyle konuşmak, kimse kimseyi hayatına davet etmek yükümlülüğünde değildi. E o halde Abu neden, kendi halinde oturan bu kızın başına üşüşmüştü? Çok basit bir nedenden ötürü. Bu kız, belkide yalnız kalmak istemiyordu, belkide mizacı yüzünden insanlar onu dışlamıştı. Belki bu güne kadar yaşadığı şeyler ilmik ilmik onun bu kadar soğuk bir ses tonuyla cevap vermesine neden olmuştu gün be gün. Herkes Abu kadar günlük gülistanlık bir hayat yaşamıyordu elbette, bunun farkındaydı. Herkesi kendisi gibi görüp dünyada hiç problem yokmuş gibi davranmıyordu. Aksine görebildiği, dokunabildiği hayatlara dokunup onlara yardım etmeyi seçiyordu. Bu kızcağız zaten yeni bir ortama girmenin zorluğuyla uğraşırken bir de üstüne onu dışlayan insanlarla uğraşmasına gerek yoktu. Abu buradaydı ya kimsenin yalnız kalmasına gerek yoktu.

Yüzündeki tebessümü hiç bozmadan sağ eliyle saçlarını kulaklarının arkasına atıverdi. Kıza yakından biraz daha bakınca gözünden uyku aktığı apaçık ortadaydı. Zor bir akşam, belki uykusuzluk. Kahveye ihtiyacı olduğu belliydi. ''Zor bir akşam mıydı ? Çok yorgun görünüyorsun, eğer bir şeye ihtiyacın olursa benim masam hemen şurada çekinme gel. " dedi masasını göstererek. Söylediklerini gerçekten ima ettiğini hissettirebilmek için ekstra çaba harcadı. "Doğum iznine ayrılmıştım da sen ben yokken gelmişsin sanırım, hoş geldin. Bir kaç hafta boyunca pek ağır işler yapmayacakmışım, o yüzden vakit geçmek bilmiyor. Yutalı mısın yoksa başka yerden buraya mı atandın, ay yoksa yeni mezun musun sen?" diyede ekledi hafifçe kıkırdayarak. Yaptığı çok basit bir şeydi, 'eğer yardıma ihtiyacın varsa ben hazırım, seninle iletişime geçmeye hazırım' mesajını daha açık veremezdi. Ha tabi bunu zorla yapmazdı, eğer kız yalnız kalmak, kendiyle baş başa bırakılmak istiyorsa varsın öyle olsun kimsenin hayatına zorla dahil olmak istemezdi. O yardım elini uzatmıştı ya bir kere alması yada geri çevirmesi karşısındakinin bileceği işti.
Image


怨み
► Show Spoiler

Re: Bol Şekerli Karakol Kahvesi

#4
Abu'nun yıldızlar gibi parıldayan gözlerine baktığımda hiçte hoşlanmayacağım bir duruma doğru sürükleneceğimi hissediyorum. Dürüst olmak gerekirse onun gibi hayat dolu insanlarla uğraşmak konusunda pekte iyi değilim. Ne yaparsam yapayım en sonunda kendimi onların temposuna ayak uydurmuş vaziyette buluyorum. Hayatının tamamını belirli bir düzen içerisinde geçirmiş birisi olarak bunu oldukça rahatsız edici buluyorum. Ailemin yanından ayrılmamın en büyük nedeni beni istemediğim şeyleri yapmaya zorlamalarıydı. Yata'ya gelerek onlardan bir nebze de olsa kurtulmuş olmama rağmen Abu gibi, Eto gibi insanlarla karşılaşarak istemediğim şeyler yapmak zorunda kalıyorum.

Abu ile konuşmayı mümkün olduğunca kısa kesmek istememe rağmen bunu nasıl yapabileceğim konusunda herhangi bir fikrim yok... Buldum! Her zamanki gibi davranırsam benimle olan konuşmasını uzatmayacaktır. Yani insanların benden uzak durmasının yegane sebebi sosyal yeteneklerimin pekte gelişmiş olmaması. Eminim ki normal bir şekilde konuşmaya çalıştığım takdirde muhabbet kısa bir süre sonra tıkanacak ve Abu sıkılarak yanımdan ayrılacak. Yani bu talihsiz karşılaşmadan, karşımdaki insanı kırmadan ayrılmak için kendim gibi davranmam yeterli.

"Alışık olmadığım bir gece geçirdim."

Kadın tek seferde birden çok soru sorduğu için birkaç saniyeliğine duraksayarak vereceğim cevabı düşündüm. Aslında vereceğim cevaptan çok kadının sorduğu sorunun ne olduğunu düşündüm desek daha doğru olur.

"Ailem Flayuf'ta yaşıyor, üniversite okumak için buraya geldim. Göreve başlayalı birkaç gün oldu."

Konuşmamı bitireceğim esnada kadına teşekkür etmem gerektiği aklıma geldi. Daha önce bana kahve getirdiği için teşekkür etmiştim, şimdi de yardımcı olmak istediği için teşekkür etmeliyim.

"Teşekkür ederim."
Image
► Show Spoiler

Re: Bol Şekerli Karakol Kahvesi

#5
Kahveden bir yudum aldıktan sonra ayağa kalkıverdi. Sağ elinde kahve kupasını tutarken sol eliyle az önce çektiği sandalyeyi kavradı. Kıza dönüp ''Çekinmeden gelebilirsin her şey için tatlım." dedi, abartısız ama tatlı bir gülümsemeyle de cümlesini bitirdi. Sandalyeyi aldığı yere koydu ve kahve kupasını kıza doğru kaldırarak tekrar başıyla tekrar selam verip masasına döndü. Konuşmayı pek sevmeyen biri olduğunu anlamak çok zor bir meret değildi. Kimi insanlar böyleydi işte, böyle basit etkileşimlere girmeyi tercih etmiyorlardı. Bu yüzden bazı insanlar onlara soğuk nevale diyebiliyor, bazıları asosyal, garip yada aklını kaçırmış diyecek kadar uçuklaşabiliyordu. Abu'ya göreyse Bekwo, kendi halinde takılmak isteyen, dünyaya yeni atılmış genç bir polis memuruydu. Tabi ki bunlar sadece yaptığı bir kaç saniyelik gözlem ve yine bir o kadar süren küçük sohbetten sonra vardığı izlenimlerdi. Abu onun için bir kapı açmıştı, girip girmemek o kızın seçimiydi artık.

Masasına döndüğünde bir iki tane yeni dosyanın oraya konduğunu fark etti. Eh öğle yemeği, kahve, yeni kızla tanışmak derken biraz iş birikmişti haliyle. Vakit kaybetmeden işe koyuldu. Saatler saatleri kovalarken yavaş yavaş önündeki dosya kalabalığı azalıyor, sırtı hafif hafif ağrıyor ve karnı da yavaş yavaş acıkıyordu. Buda ister istemez 'akşama ne yapsam' sorusunu aklına sokmuştu. Bugün canı tavuk istiyordu ama evde tavuk yoktu. ''Markete uğrarım o zaman.'' diye söylendi sessizce. Gitmişken biraz baharat ve süt almayı da not etti aklına.

Mesai bitimine bir kaç dakika kala yavaş yavaş toplanmaya başladı. Bir kaç arkadaşı çıkmadan yanına gelip tekrar tebriklerini iletip gittiler. Çıkmadan önce lavaboya uğrayıp saçını başını düzeltip makyajını tazeledi. Çıkış yolundayken içini bastırması için departmanın mutfağına uğradı, pek hoşuna giden bir şey bulamadı. Bir bardak suyla yetinip masasından çantasını aldı ve ağır ağır çıkışa yöneldi. Giderken iş arkadaşlarına başıyla selam vermeyi ihmal etmedi. Aylar sonra ilk iş günü beklenmedik bir şey sunmamıştı ona, sadece pek arkadaş canlısı olmayan yeni bir iş arkadaşı.
Image


怨み
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Teşkilat Merkezi”

cron