"Aç, aç kızım ağzını aç." Açmıyordu. "Son bu bak sonuncu ama bu." Gene açmamıştı. Hatta açmadığı gibi ağzını sımsıkı kapatmış annesine sert sert bakıyordu Nuwam. Abu küçük kaşığı mama kabının içine koydu ve bir tane zeytin attı ağzına. Belki onun bir şeyler yediğini gören çocukta bir şeyler yemek isterde ağzını açar diye düşünmüştü. Açmamıştı tabiki. Saate doğru hızlı bir bakış attı, yirmi dakika içinde çıkması gerekiyordu ve daha giyinmemişti. Çocuk yedirmek uğruna üniformasını rezil etmek istemiyordu. Nunto'ya kaçamak bir bakış attı 'al' dercesine. Birbirleriyle sadece bakışarak anlaşabilir hale geleli çok olmuştu, hemen çocuğu kadının kucağından alıverdi. Babasının kucağına gider gitmez kıkır kıkır gülmeye başlayan Nuwam'a gözlerini kısarak "Hain." diye cırladı. Bu fırsattan hızlıca yararlanan Nunto bir hamleyle mama dolu kaşığı aldı ve bebeğe son kaşık mamayı başarıyla yedirebildi. Abu bir parça ekmeğin üstüne vişne reçeli sürüp onuda ağzına attıktan sonra hızlıca masadan kalktı, bebeğinin başına bir öpücük kondurdu ve yatak odasına doğru yollandı. Dün geceden ütülediği üniformasının gömleğini, pantolonunu ve ceketini hızlı ama dikkatli bir şekilde giydikten sonra aynada kendisini kontrol etti. Dudaklarına az biraz ruj sürdü, rimelini de abartmadan çekti ve parfümünü sıktı. Çok büyük bir şeyi başarmış küçük bir çocuk gibi sevinçle doldu ve tekrar mutfağa döndü. "Nasıl olmuşuuum?" diye sorarken kendi etrafında bir tur atmayı ihmal etmedi. "Haarikasın." diye yanıtladı Nunto. "Heyecanlı mısın?" diye de ekledi. "Biraz... çok değil ama." dedi, sağ eliyle yaptığı 'küçük' hareketiyle de bunu pekiştirdi. Bebek kucağında bir şekilde masadan kalktı Nunto, karısının yanına doğru geldi, yanağına bir öpücük kondurdu ve "Merak etme kilo aldığın hiç belli olmuyor." dedi kıkırdaya kıkırdaya. "Öküz!" Sağ omzuna hafif bir yumruğu geçirdi Abu, Nunto'nun. "Ben çıkıyorum, Some birazdan gelir zaten, bak ters yatırma çocuğu çıkarmasın ne yediyse." Ayakkabılarını ayağına geçirip baş parmağıyla geceden tozlanan bir iki yeri temizleyip yola çıktı.
Pek değişen bir şey yoktu. Apartmanın dışına çıkar çıkmaz gazeteci çocuğun kulak tıkayan çığırtısını duydu. Çocuğun yanına gitti, 1 bofusunu verdi günlük gazeteyi aldı, çocuğun başını okşadı, "Teşekkürler polis abla!" diye sevinçle başka bir köşeye doğru yürümeye başladı Abu da bir melodiyi mırıldana mırıldana yoluna devam etti. Bahçesini sulayan yaşlı bir amca, sokakta bir oraya bir buraya koşturan çocuklar, hepsi hatırladığı gibiydi. Yata'nın bu köşesinde hayat hala aynı şekilde akıyordu.
Merkeze geldiğinde ilk olarak gerekli evrakları teslim etti, aktif göreve dönebilmesi için doldurması gereken bir kaç formu doldurdu, onu özleyen iş arkadaşlarıyla biraz hasret giderdi biraz dedikodu yaptı. Merkezin çamur gibi olan kahvesinden bir kaç bardak içti. Eskiden bu kahve kesinlikle daha güzel geliyordu. Mutfakla pek haşır neşir değilken yediği her şey lezzetli geliyordu zaten. Ama şimdi bir makarnayı bile üstüne biraz kekik biraz baharat ekmeden yerse pek keyif alamıyordu. Bu kahvede o şekildeydi. Şekerinin ayarı kaçıktı, kullanılan tohumlar kim bilir kaçıncı kaliteydi ve kim bilir nereden ithal edilmişti. Yinede farklı bir havası vardı işte. Bu bir iki hafta boyunca amiri tarafından çok fazla bir iş verilmeyecekti ona, tekrardan alışma süreci gibi bir prosedürdü bu. Oda pek yormuyordu kendini, yardım isteyene yardım ediyor yapılması gereken masa başı işlerini yapıyor gününü geçiriyordu. Ara sıra aklı Nuwam'a gidiyor, ilk kez bu kadar uzakta olmak hafifçe onu tedirgin ediyordu. Ancak Some'nin gerçekten çok tatlı ve işinin ehli bir kadın olduğu aklına geliyor. O yüzden olacak ki gözü pek arkada kalmıyordu. 7 tane bebeği büyütmüş bir kadındı Some, Nuwam'ı eline alır almaz çocuğu sakinleştirebiliyor, Abu bir kaşık yemek yedirmek için elli farklı şekle girerken kadın çocuğu doyurup üstüne temizlemiş oluyordu aynı sürede. Ondan öğrenecekleri olduğu barizdi.
Öğle yemeği vakti geldiğinde bir kaç arkadaşıyla buluşup merkezin dinlenme odalarından birine kurulmuşlardı. Muhabbet genel olarak Abu'nun hamilelik süreci, bebek ve işe geri dönüşü üzerinden dönüyordu. Ara sıra bir iki tane garip davayla ilgili konuşuluyor ama konu yine dönüp dolaşıp Abu'ya geliyordu. En çok sorulan soru tabiki o kadar kiloyu nasıl bu kadar çabuk verdiğiydi. İş yeri muhabbetlerini bu kadar özlediğini fark etmemişti. Muhabbetten keyif alıyor gülüşüyor şakalaşıyordu. Güzel ve tatlı bir gündü. Muhabbet bitip iş toplama safhasına geldiğinde yemek kaplarını yıkarken bir şeyi fark etti. Daha doğrusu bir kaç saattir gördüğü ama şimdi dikkatini verebildiği bir şeyi. Merkeze o izindeyken yeni birisi gelmişti gibiydi, sarışın mavi gözlü genç bir kızcağız, pekte sessiz. Ne yemek yerken yanında birisini görmüştü, ne de öncesinde. Tek başınaydı ve pekte mutlu durmuyordu. Körpecik bir kızcağız, neden böyle buz gibi duruyordu acaba? Hızlıca yanındaki arkadaşlarından birini dürttü, başıyla kızı göstererek "Kim bu kız? Yeni mi?" diye sordu merakla. "Evet evet, tam bir soğuk nevale ama." diye cevapladı. Abu'nun kaşları merakla çatılıverdi. İş arkadaşlarının bu huyu pek tatsızdı, kızı çoktan etiketlemişlerdi. Kaplarını yıkadı, çantasına kaldırdı ve yemek üstüne iyi gider düşüncesiyle kendisine sıcak bir kahve aldı. Sonra güzel bir kupa seçerek bir bardak kahve de kız için doldurdu. Bir tane de bardak altlığı alıp kupanın altına oturttu ve bir küçük kaşık ile iki tane şekeri de bardak altlığına koyup bir garsonmuşçasına kızın yanına doğru yürümeye başladı. Yüzünde en tatlı, en sıcak gülümsemesiyle kıza yaklaştı, onun için özenle hazırladığı kupayı uzattı ve "Merhabaa! Ben Abu, Abu Aslad, yemeğin üstüne iyi gider al bakalım!" dedi bu sözümona 'soğuk nevaleye'.
Pek değişen bir şey yoktu. Apartmanın dışına çıkar çıkmaz gazeteci çocuğun kulak tıkayan çığırtısını duydu. Çocuğun yanına gitti, 1 bofusunu verdi günlük gazeteyi aldı, çocuğun başını okşadı, "Teşekkürler polis abla!" diye sevinçle başka bir köşeye doğru yürümeye başladı Abu da bir melodiyi mırıldana mırıldana yoluna devam etti. Bahçesini sulayan yaşlı bir amca, sokakta bir oraya bir buraya koşturan çocuklar, hepsi hatırladığı gibiydi. Yata'nın bu köşesinde hayat hala aynı şekilde akıyordu.
Merkeze geldiğinde ilk olarak gerekli evrakları teslim etti, aktif göreve dönebilmesi için doldurması gereken bir kaç formu doldurdu, onu özleyen iş arkadaşlarıyla biraz hasret giderdi biraz dedikodu yaptı. Merkezin çamur gibi olan kahvesinden bir kaç bardak içti. Eskiden bu kahve kesinlikle daha güzel geliyordu. Mutfakla pek haşır neşir değilken yediği her şey lezzetli geliyordu zaten. Ama şimdi bir makarnayı bile üstüne biraz kekik biraz baharat ekmeden yerse pek keyif alamıyordu. Bu kahvede o şekildeydi. Şekerinin ayarı kaçıktı, kullanılan tohumlar kim bilir kaçıncı kaliteydi ve kim bilir nereden ithal edilmişti. Yinede farklı bir havası vardı işte. Bu bir iki hafta boyunca amiri tarafından çok fazla bir iş verilmeyecekti ona, tekrardan alışma süreci gibi bir prosedürdü bu. Oda pek yormuyordu kendini, yardım isteyene yardım ediyor yapılması gereken masa başı işlerini yapıyor gününü geçiriyordu. Ara sıra aklı Nuwam'a gidiyor, ilk kez bu kadar uzakta olmak hafifçe onu tedirgin ediyordu. Ancak Some'nin gerçekten çok tatlı ve işinin ehli bir kadın olduğu aklına geliyor. O yüzden olacak ki gözü pek arkada kalmıyordu. 7 tane bebeği büyütmüş bir kadındı Some, Nuwam'ı eline alır almaz çocuğu sakinleştirebiliyor, Abu bir kaşık yemek yedirmek için elli farklı şekle girerken kadın çocuğu doyurup üstüne temizlemiş oluyordu aynı sürede. Ondan öğrenecekleri olduğu barizdi.
Öğle yemeği vakti geldiğinde bir kaç arkadaşıyla buluşup merkezin dinlenme odalarından birine kurulmuşlardı. Muhabbet genel olarak Abu'nun hamilelik süreci, bebek ve işe geri dönüşü üzerinden dönüyordu. Ara sıra bir iki tane garip davayla ilgili konuşuluyor ama konu yine dönüp dolaşıp Abu'ya geliyordu. En çok sorulan soru tabiki o kadar kiloyu nasıl bu kadar çabuk verdiğiydi. İş yeri muhabbetlerini bu kadar özlediğini fark etmemişti. Muhabbetten keyif alıyor gülüşüyor şakalaşıyordu. Güzel ve tatlı bir gündü. Muhabbet bitip iş toplama safhasına geldiğinde yemek kaplarını yıkarken bir şeyi fark etti. Daha doğrusu bir kaç saattir gördüğü ama şimdi dikkatini verebildiği bir şeyi. Merkeze o izindeyken yeni birisi gelmişti gibiydi, sarışın mavi gözlü genç bir kızcağız, pekte sessiz. Ne yemek yerken yanında birisini görmüştü, ne de öncesinde. Tek başınaydı ve pekte mutlu durmuyordu. Körpecik bir kızcağız, neden böyle buz gibi duruyordu acaba? Hızlıca yanındaki arkadaşlarından birini dürttü, başıyla kızı göstererek "Kim bu kız? Yeni mi?" diye sordu merakla. "Evet evet, tam bir soğuk nevale ama." diye cevapladı. Abu'nun kaşları merakla çatılıverdi. İş arkadaşlarının bu huyu pek tatsızdı, kızı çoktan etiketlemişlerdi. Kaplarını yıkadı, çantasına kaldırdı ve yemek üstüne iyi gider düşüncesiyle kendisine sıcak bir kahve aldı. Sonra güzel bir kupa seçerek bir bardak kahve de kız için doldurdu. Bir tane de bardak altlığı alıp kupanın altına oturttu ve bir küçük kaşık ile iki tane şekeri de bardak altlığına koyup bir garsonmuşçasına kızın yanına doğru yürümeye başladı. Yüzünde en tatlı, en sıcak gülümsemesiyle kıza yaklaştı, onun için özenle hazırladığı kupayı uzattı ve "Merhabaa! Ben Abu, Abu Aslad, yemeğin üstüne iyi gider al bakalım!" dedi bu sözümona 'soğuk nevaleye'.