Gün Batmadan

#1
P.S 44 Yılı.


Göz kapaklarımı araladığımda gökyüzündeki parlak yıldızlarla karşılaştım ilk. Sahilden her zaman güzel görünürlerdi zaten. Hafif hafif esen rüzgar zamanla bedenimi soğutmuş, üzerine yattığım kum sıcaklığını serine bırakmıştı. Üşümesem gün doğumuna kadar uyurdum muhtemelen, diye düşündüm. Beş dakikalığına dinlenmek için uzanmıştım aslında. Malum annemin yanında eğitim görmek kolay olmuyor. Baktığın zaman kadın mükemmeliyetçi değil, aksine fazlasıyla kendi halinde. Lakin, yaptığı her iş bir şekilde nihayetinde kusursuz oluyor. Halihazırda dikkatli biriyken daha da temkinli oluyorum onun yanında, bir şeyleri planlarken daha önce hiç yorulduğumuz olmazdı. Ayrıca kitap kurdu olduğum söylenemez, Tıp okurken bütün bilgileri teoride değil pratikte öğrenmeye çalışıyorum Doğal olarak da canım çıkıyor. Neyse ki bugün boş günlerimden biri. Babamın üzüm bağına uğradım gündüzden. Biraz işkolik. Boş duranı da sevmez hiç. Posho Kumsalı’nın en elit mekanlarından birinin adresini verip şarap tadımını bir müşteri gibi yapmamı ardından da yolunu bulup müşteri bağlamamı istedi. Küçük yaştan beri yetiştiriyor o da beni. Onunla vakit geçirmeyi sevdiğim için bir şey demiyorum yoksa ticaret ile uğraşmak istemiyorum genç yaşımda. Saatin kaç olduğunu bilmediğimden hızlıca doğruldum yattığım kumların üzerinden. Üzerime geçirdiğim bej ince tül elbisenin üzerinden kumları silkip üstümü başımı toparladım. Yüzümde kumaşın yalnızca sol tarafına buz çiçeği ve çöl zambağı işlenmiş tül bir peçe vardı. Açık saçlarımın arasına uçlarına küçük tellerle iliştirmiştim evden çıkmadan önce. Hanlara ve buradaki bütün eğlence barlarına geçtiğimiz yıllarda çok sık gidip geldiğim için çoğu kişi beni tanır, mekan sahipleri hariç. Ciddiye alınmam gerekiyordu. İnsanlardan izole bir şekilde babamın istediği anlaşmayı sağlayabilirdim. Uzun iplerle neredeyse dizlerime kadar dolanmış olan sandaletimin gevşeyen bağını da sıktıktan sonra ilerlemeye koyuldum.

Adımlarımın arasında göz teması kurmamaya çalışırken bir taraftan da etrafı inceliyordum. Birahaneler tıka basa doluydu. Dışarıya taşan kalabalık Dusha’nın geleneksel müziğinin uyarlanmış haliyle çılgınlar gibi dans ediyordu. Açık havadayken bile burnuma tütünün kokusu geliyordu. Hatta tütünün yoğunluğundan saatin hala geç olmadığını anlayabiliyordum. Kulak misafiri olduğum kadarıyla anlamlı cümleler kuranlar da vardı zira. Pasif bir şekilde gelişigüzel üflenen dumandan etkilenmemek için hızlandım. Küçük bir yer zaten burası. Kapıda duran güvenliğe başımla selam verirken dikkatimi çekmeyen ama önemsemem gereken bir detay olduğunu fark etmiştim. Böyle daha mı çok ilgi çekiyordum? Kimin umurunda. Kafası hala yerinde olan üç beş kişi vardır en fazla.

Aheste aheste doğrudan özel bölüme geçtim. İlerleyen vakitlerde şarabın ardından barmenin tezgahına ilerleyebilirdim belki birkaç tek atmaya. Yemek yeme alanından ise itinayla uzak duruyordum. Bir gün için baharatlı yemek kotamı çoktan doldurmuştum çünkü. Yumuşak koltuğa kendimi bırakır bırakmaz gelen garsona “En iyi şarabınızdan bir şişe. Beyaz veya kırmızı. Hangisinde daha iddialıysanız.” dedim doğrudan. Bacak bacak üstüne atıp beklemeye başladım. Mekan sahibinin civarda dolanmasını beklemiyordum. O yüzden yalnızca Dushalıların ve turistlerin keyif çatmasını her zaman yaptığım gibi uzaktan izleyerek sosyal incelemelerde bulunacaktım. Hemen çaprazımda bir para babası vardı. Yaşı elli civarı. Yanında genç bir kadın var. Fazla samimi. Adam çok terliyor. Sağlığını merak ettim. Deforme olmuşum. Düşünme… odaklanmam gereken yer anlaşma, dedim kendi kendime. O sırada çok hızlı bir şekilde garson şişeyi getirdi önüme. Bardağa şarabı boşaltırken ekseriyetle süzüyordum şişenin tasarımını. El hareketiyle beklemesini belirttim garsona. Bardağı elime alınca ilk kokladım. Ekşiliği güzel gibiydi. Dudaklarımı ıslatacak kadar küçük bir yudum aldım. Bu kadarı yeterliydi. “Mekan sahibini görmek istiyorum.” dedim direkt. “Bir sorun mu var efendim?” Aldığım yanıttan hoşnut değildim. Kaşlarımı çattım cevap vermek yerine. “Ferori kardeşlerden hangisini görmek istersiniz?” Eliyle bar tezgahını işaret etti. “Bayan Ferori hemen şurada. Sizin için uygunsa…” Sözünü elimle kestim. Turistlerin arasında teniyle kendini açık eden tek bir kadın vardı zaten. Orta yaşlı gibi. Emin değilim. Suratım ekşidi. Yanında da sarı saçlarıyla buraya ait olmadığı bariz olan bir adam var. Bardağımı ince parmaklar arasında kavrayarak ayaklandım ve yanlarına ilerledim.

Adamın omzunun üstünden eğilerek bardağı tezgaha bırakıp aynı hızla mekan sahibesi ile adamın taburelerinin arasındaki boşluktan faydalanarak kendime alan açtım. Kadına “Sḧeha!” diyerek Djuratlı’ya döndüm. “Tadına bak. Çekinme. Şarap hakkında yorumunu almayı çok isterim.” Arkamı dönerek kollarımı yasladım tezgaha. Ters tepebilirdi de gayet bu denemeye çalıştığım şey.
Last edited by Fera Pongushe on Tue May 10, 2022 3:49 am, edited 1 time in total.
Image
► Show Spoiler

Re: Gün Batmadan

#2
Ne kadar süredir Dusha’dayım bilmiyorum. Yani normalde biliyorum da, şuan kafam baya yüksek sorsan söyleyemem. Söyleyebileceğim şeyler; bu ülkeyi baya seviyorum, insanları çok iyi aynı zamanda çok da tilki, bana tütün diyerek bir şey verdiler Tutam Mutam bir şeymiş adı. İyice feleğim şaştı. Bir iki nefesten sonra çektiler elimden fazlası çokmuş. Djurat soğuk oluyor baya. Tihami yakınları sıcak sadece, oraları da köy anasını satayım. Böyle çok takılamıyorsun. Dusha’da sıcak ihtiyacım karşılanıyor, sıcak denizlere inmiş gibi hissediyorum kendimi. Hafuruguhe’ye geldim arkadaşların tavsiyesi üzerine. Her gün otelden çıkıp milletle buluşup plaja gidiyorum. Bazen istemiyorlar zorla götürüyorum. Benim her sabah plaja gitmem, denize gitmem, sonra da ayak topu oynamam lazım. İki haftaya gidicem zaten, sonra yatarlar. Mis gibi güzel yerde yaşıyorlar hiç kıymetini bilmiyor herifler. Ayak topu demişken de, ilk gün plajda 4’e 4 atacağız diye takım kurduk bunlar bi değişik oynuyolar benim bildiğim kurallar böyle değil çünkü. Bir Gedhilfe’den gelmiş arkadaş var benden büyük, o da benim gibi biliyo kuralları ama Dusha’lılar fazla diye onların kurallarıyla oynuyoruz. Faul olması gereken durumlar faul değil falan. Öldürelim biribirimizi o zaman ayak topu oynayacağız diye. Resmen güreşiyoruz kumsalda. Yandım ha biraz. Tam tatilci bronzum var. Djurat’tan güneş kremi getirdim yanımda bu kadar yüksek faktörlü bulunmuyor Dusha’da. Hazırlıklı adamız. Neeeyse, işte bugün kaçıncı günüm bilmiyorum. Bizimkilerle bi bara gittik akşam dağıtalım diye. Hem benim kafa yüksek, sersemim biraz. Hem de biraz içtim burda. Dans ederken de çılgın attık. Tam sakinleştim oturacağım başım dönüyor iyice bu sefer de mekanın sahibesi bizi özel bölüme davet etti. Bizimkiler tabi hemen coştular. Ben de peşlerinden gittim. Hemen tütünler yakıldı ben de Fødara arıyorum. Hem çok bulunmuyor normalde turistik yerlerde kalitelisi oluyor, hem de çok güzel be tadı! Oturduğumuz koltuklarda gülüşürken benim omzun üstünden bir bardak Fødara geldi. Kafamı çevirip baktığımda güzel, orta yaşlı Dusha’lı bir kadınla göz göze geldim. Barın sahibesiydi bu. Kafamı teşekkür anlamında sallayıp elindeki bardağı aldım. O da eğilip kulağıma sohbet etmek istediğini söyledi. Neden olmasın? “Peki.” deyip kalktım bizimkilerin yanından. Zaten herkes kendi aleminde, benim nereye gittiğimi soran olmadı. Ben de söylemedim.

Kadınla birlikte bara geçtik. Güler yüzü, ama çok bariz flört eden bir kadındı. Kadına çok seslenilmişti ama ben isim hatırlayan bir adam değilim. Bu yüzden “Size şey diye sesleniyorlardı... Bayan...?” diye adını söylemesi için ilerlettim cümlemi. “Ferori.” diye getirdi devamını. “Memnun oldum Bayan Ferori.” Kadın bana benim adımı sorduğunda “Ae.” dedim. Elimdeki Fødara’yı yudumlayarak kadınla birbirimize yazdığımız bir sohbete daldık. Zaman ilerledikçe kadın daha da güzel geliyor gözüme sabaha deli baş ağrısı çekeceğim sanırım. Düşeceğim içine az kaldı. O zaten söylediklerime gülerken kolumu falan elliyor. Gecenin sonu belli oldu sanırım. Şeker annem ile takılacağım derken bir anda omzumun üstünden bir el gelip önüme çat diye şarap bıraktı. Dejavu. Aynı şekilde döndüm bu elin sahibine. Biraz hızlı döndüm sanırım başım döndü. Yoksa kızın güzelliği mi başımı döndürdü? Ağzımı bir şey söylemek için açtım ama kız kendi diliyle selam verdi. Ben karşıyım başka dil konuşmaya ama şuan bunu umursayacak bir durumda değilim. Bu yüzden “Sana da çeha.” dedim ç harfini baya kötü telaffuz ederek. Djuratça’da var o ses ama ben doğduğumdan beri Paktça konuştuğumdan hiç bilmiyorum bizim dili. Gedhilfece’yi daha kolay öğrenirim herhalde. Babam biliyor Djuratça ama. Sağcı herif. Neyse bu yeni gelen kız, şeker annemle aramıza girdikten sonra döndü bana dedi ki tadına bakacakmışım şarabın. Bir ilaçlanıp tecavüz edilmediğim kaldı bu ülkede onu da deneyimleyelim bari. Muhtemelen içinde bayıltıcı bir şey olan şarap bardağını aldım elime burnuma götürdüm garip bir koku alacak mıyım diye. Eh, koku alma mekanizmam pek de yerinde değil gibi ama kötü gelmedi kokusu. Sıradan bir beyaz şaraba benziyor. Şerefe gibi kaldırdım elimi sonra da ağzıma götürüp bir yudum aldım şaraptan. Garip bir tadı yoktu. Durdum bir. Kelimeleri toplamak çok zordu o yüzden beynimin ürettiği kelimeleri rastgele söylemeye başladım. “Qardakh'lar.” dedim. “Normal ve sıkıcı. İçine baharat eklenirse yaşadığını hissedebilirsin. Ne kadar birbirlerinden nefret etseler de, asıl güzel olan o çatışmayı yaşamak. Biraz deneyim her şey için en iyisidir. Sonra barış olur. Herkes eşit olur. Siz ise eşitlik taraftarı değilsiniz. Babam sizi çok severdi. Beni de seviyordur belki. Şarabın kendisini bana beğendirmesi için teşkilat lideri olması gerekiyor.” Elimdeki bardağı kızın önüne koydum. “İşte bunu düşünüyorum.”
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: Gün Batmadan

#3
Djuratlılar hep böyle güneş kadar parlak mı yoksa bu çocuk diğerlerine göre daha mı aydınlık? Anlam veremedim. Turistik yerlere gelmeye gelmeye farklı bir ten rengi ve saç rengi görmeyi hele de bu kadar yakından görmeyeli uzun zaman olmuş. Büyük bir ilgiyle cevabını bekliyordum ki Qardakhlar diye söze girince bakışlarımı devirdim. Uçmuş bu. Ee Dusha içkileri ve tütünleri çarpar. İlk gelişi falan mı ki? Her neyse. Beklediğim gibi bir cevap alamayacağım herhalde diye düşündüm hemen. Umudumu kesmeden önce devamını dinlemeliydim ama. Çocuk baharattan girdi, babası ile olan sorunlarını yansıttı, kapanışında da bana bir armağan bıraktı. Gözlerim parladı o an. Kafa gidik midik ama istediğimi bana vermiş sayılırdı. Peçemin altından sırıttım bir anlığına. Bayan Ferori’ye çevirdim başımı. “Gördünüz mü? Ne kadar içmiş olursa olsun uzattığım şarabı beğenmeyecek kadar ayık. Gram zevk vermeyen bir şarap sizce birinci sınıf bir mekana yakışıyor mu?” Bakmadan çocuğun önündeki şarabı daha fazla içmemesi için uzanıp öteye iteledim, itelerken de “Bekle.” diye fısıldadım komut verircesine. Ne kadar takar bilinmez ama benim de önemsediğim söylenemez. Olayları, insanları ve onların tepkilerini bilirim genellikle. Şaşırdığım veya şaşırtıldığım anlar elbet olur ama o tarz problemler nadiren ayyuka çıkar zaten. Tezgahta mekik dokuyan barmene omzumun üstünden seslenerek likör vermesini istedim. Ağzımdaki çirkin tadı temizlemeliyim, hiç değilse etkisini azaltmalıyım. Bayan Ferori’ye son cümlelerimi kuracağımı umut ediyorum bu gece için. “Yarın.” dedim. “Size birer fıçı hem beyaz hem kırmızı şarap hediye göndereceğiz. Pongushe şaraplarını denemelisiniz. Dusha’ya özgü şarabımızı da bağlarda sizi ve kardeşinizi ağırlayacak olan yetkili ile tadacaksınız. Çocuk yaştan beri bu işte eğitiliyorum. Hem müşteriyim hem anlaşma bağlıyorum. Sözüme güvenmenizi istiyorum. Bir düşünün derim.” Fazla özgüvenli çıkmıştı sesim. Bayan Ferori alık bir kadına benziyordu. Yalnızlıktan mekanının getirilerini kullandığı çok açıktı. Lakin bana farkında olmadan yardım etmiş olan Djuratlı’yı da yem etmem. Hayatının en kötü gecesini yaşasın istemiyorum. Her şey Dusha’nın itibarı için.

“Fazla iddialı oldu. Denemenin zararı olmaz. Yarın gönderdiklerinizi tattıktan sonra size haber yollarız. Bayan...?” Yüzünde yapmacık bir gülüşle istemsiz bir sinirlenme nüansı yakalanmıştım kadında. “Pongushe. Fera Pongushe.” derken baskılı bir şekilde söylemiştim. Daha da irrite edici olabilirdi kadın için. “Şimdi müsaadenizle Djuratlı beyfendiyi sizden çalıyorum. Dusha da hiçbir iyilik karşılıksız kalmaz, değil mi? Sonuçta size en az yüzde %7 ila %15 arasında getirisi olacak bir değişikliği garanti ediyorum. “ Daha masaya oturur oturmaz mekanın gelir-gider hesabını yapmıştım. Likörü tek yudumda içtikten sonra Bayan Ferori’ye başımla selam verip daha fazla konuşmasına izin vermeden çocuğu kolundan tuttuğum gibi plaja sürüklemeye koyuldum. Orada içmeye isterse devam edebilirdi, burası Dusha, burada her yerde istediğini bulabilirdi. Kapıdan çıkarken de “Düşünme tarzını henüz çözemedim. Neyse ki cümle kuruş şeklinle ilgimi çektin. Posho ve Tumi şahidim olsun ki seni o koca karıdan kurtarıyorum. Teknik olarak bana borçlusun. Nasıl ödeyeceğini konuşuruz. Başka bir şey düşünme, sakın.” diyerek uyarı da bulunmadan geçmedim. O taraklarda bezim yok. İncelemeyi seviyorum. İnsan veya makine, ne fark eder? Hele de bir turist olması daha cazip kılıyor karşımdakini. “Adın ne?” Bir yerden başlamak lazım.
Image
► Show Spoiler

Re: Gün Batmadan

#4
Ben aklıma geleni rastgele söyledikten sonra kızın yüzündeki ifade hoşuma gitmişti. Anlamış mıydı acaba beni? Şöyle bir gülümsedi, ben de ona geri gülümsedim. Hemen döndü ve Bayan Ferori’ye başladı şarapları ezmeye. Bana da sarhoş dedi ama cidden sarhoşluğa adım adım gittiğim için konuşmasına hiç odaklanamadım. Anladığım kadarıyla şaraplar kötüydü. Yani, Djurat’ta şarap yok ama bir aya yakın Dusha’dayım, artık iyiyi kötüyü ayırt edebiliyorum. Tekrar bir yudum daha alıp emin olayım dedim de, kız bardağı önümden aldı. Bir şeyler konuşuyorlar ama hiç umrumda değil. Ortamda sadece süt ve çilek kelimeleri paktça olan bir şarkı çalıyor. Gerisi Dushaca sanırım. Kafamla ritim tutmaya, sağa sola bakınmaya başlamıştım ki kadınların konuşmaları daha da hararetlendikten sonra yeni gelmiş olan kız kolumdan tutup oturduğum yerden kaldırdı beni. Aniden kalkınca başım döndü, düşeyazsam da kızın çekiştirmesi ve benim gayretlerimle toparlandım. “Ne? Kimle?” gibi basit ama hiçbir amaca hizmet etmeyen soru cümleleri ile kızın arkasından sürüklendikten sonra konuşmaya başladı. Bana mı söylüyordu? Koca karı mı? Kolumu kızın elinden kurtardım zorla yanında yürümeye başladım. “Koca karı mı? Şaraptan anladığına emin misin?” Hayır yani bi de bana borçlusun falan diyor. O kadar değilim ki, hatta o bana borçlu. Ben yarın sabaha mis gibi Ferori’nin yatağında uyanacak, belki de güzel bir Dusha kahvaltısına oturacaktım. Onun yerine plajda Himota kekoları gibi bira cips mi yapacağız? Kız adımı sorduğunda olduğum yerde durdum. Çok tatlı bir rüzgar esiyordu. Başım dönüyordu içimden gelen ismi söyledim ben de. Dedim ki “Alep Jüchu.” Baya emin söyledim bunu. Ancak sonra kıza dönüp baktım yüzüne. “Yoo değil.” diye ekledim. “Ama bugün öyle hissediyorum. Sen kendi adını söyleme, unuturum.”

“Ne istiyorum biliyor musun?” dedim hala yürümüyordum. “Bir şeyleri vurmak.” Gülümsedim kıza. Bu sefer ben yakaladım kızın kolundan sağa sola döne döne yerden milletin attığı şarap şişelerini toplamaya başladım. Bu sırada da madem kız cümle kuruşumu sevmiş, aklıma gelen kelimelerle amacımı anlatmaya başladım. “Süper zeka olduğumda insanlar bunu anlar mı? Anladıkları için mi gelirim bulunduğum yere?” Kızın kolunu bırakıp yerdeki normalden biraz daha büyük olan, içi boş şarap şişesini eğilip aldım. Ters çevirdim içindeki sıvının akması için. Bir kaç damlanın yere akmasını izlerken de, “O zaman bulunduğum yerin hiçbir değeri olmaz.” dedim. Ayağa kalkıp şarap şişesini gösterdim kıza. “Tabi kimse boş şişeyi teşkilat lideri yapmak istemez. Bizim dışımızda.” Gülümsedim kendi kendime. “Gel bir kaç da polis bulalım.” Plaja gitmeden önce en az 6 tane ortalama şişeden buldum. Hatta bir tanesini yarım dolu bulunca “Bugün doğum günüm olmalı.” gibi bir laf ettikten sonra kafama dikip boşalttım içini. Buldukça yanımdaki Dusha’lı kızın kucağına atıyordum şişeleri. Zaten o benim ona borçlu olduğumu söylüyordu ama bence tam tersiydi. Plaj’a gidince kayaların üstüne dizmeye başladım tek tek bulduğum şişeleri. Hem başım dönüyor, hem de elim mi titriyor nedir? Şişeleri koyamıyor, ikinci denememde falan oturtabiliyordum. Hepsini koyduktan sonra geri geri yürüyerek uzaktan bakmak istedim eserime. Yan yana dizilmiş, aralarında en az 35 cm olan şarap şişeleri... Geri geri giderken başım iyice döndüğü için kıç üstü kumların üstüne oturdum. Sanki düşmemişim gibi şişelere bakmaya devam ettim. “Hazır ol!” dedikten sonra asker selamı çaktım. Dushalı kıza dönüp “Hazır ol dedim polis kız!” diye kızdım onun selam çakmadığını görünce.

Sonra baya bir zorlanarak kalktım ayağa. İki üç kere dizimin üstüne tekrar düşe düşe. Artık baya dönüyordu dünya çevremde. Süper zeka olmak böyle bir şeymiş demek ki. Biraz daha arkaya doğru geriledim. Şişelerle aramda 10 metre gibi bir mesafe olmasını istiyordum ama dünyam döndüğü için kafama göre bir yerde durup elimi kaldırdım. Duruşumu hazırladım. Elimi kaldırıp parmaklarımın ucunda biriktirdim atom enerjimi. Bir türlü, parmaklarımın ucu şişelere gelmiyordu ama. “Hadi Ae, hadi...” diye hırladım kendi kendime. Bir şeyi başaramazsam çok sinirlenirim kendime. Odaklanamıyorum da düzgün. Derin bir nefes aldım elimin titremesini azaltmak için, sonra da biraz rastgele de olsa salladım gitti kurşunu! Kurşun elimden çıktığı gibi bir şişenin parçalanmasına sebep olunca “Vooo!” diye bağırdım. Bu sırada da yanımızdan bir alkış koptu. Dönüp baktığımda 5 kişilik bir Dusha’lı grubun plajda oturmuş olduğunu ve bizi izlediğini fark edince kafamla selamladım onları. Sonraki şişeleri vurmak için tek tek odaklandım. 6’da 3 atabildim. Diğer yarısına ikinci kurşunu atmamalıydım aslında çünkü kurşun zehirlenmesi yaşayabilirdim, hatta başımın iyice dönmesinden şuan yavaş yavaş yaşadığımı da anlamalıydım ama umrumda değildi. Hepsini vurduktan sonra en büyük şarap şişesine çevirdim parmaklarımı. Zaten zar zor ayakta duruyorken, üstüne atom enerjimin azalması da eklenince yanımdaki Dusha’lı kıza tutunmadan ayakta duramayacağımı fark ettim. Büyük olanına baktım şöyle dedim “Alep.” Sesim de garip geliyordu kulağıma. Boğuk ve uzaktan gibi. “Ben de... İleride... Senin yerinde... Görecekşsmnndmsd...” Cümlemin sonu saçma sapanlaşırken parmağımdan çıkan kurşun büyük şarap şişesinin yakınından bile geçmeyerek altındaki taşa çarptı ve sekti...

İkinci kurşunu atacak hiç halim kalmadığı için indirdim elimi. Kıza tutunmayı da bırakıp şişeye doğru yürüyecektim ki sağ bacağımın üstüne bastığım gibi acıyla yere yıkıldım. Acıyan yerim belimdi. Oraya elimle bastırdıktan sonra elime baktığımda elimde kan vardı. “Elim...” dedim. “Elim kanıyor...”
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: Gün Batmadan

#5
Alep Jüchu. Kendinden fazlasıyla geçmiş olduğunu düşündüğüm çocuğa verdiği isimden emin olup olmadığını soracaktım ama gerek kalmamıştı. Peşi sıra konuşmaya devam ederek bana adını bahşetmemişti. Daha doğrusu kim olduğuna inanmak istiyorsa bu gün o kişiydi dediğine göre. “Anlaşılmıştır, Alep.” dedim üstünde durmayarak. Adımı istediği gibi söylemeyecektim. Zira bu zaten kendimi tekrara düşürmek olurdu. Mekandan çıkar çıkmaz yüzüme vuran esinti ara sıra peçemi havalandırıyordu. Ciğerlerime doldurdum tazeliğinde huzuru. Anında etki göstermiş, keyfimi yerine getirmiş sayılırdı. Açık hava herkese iyi gelirdi gelmesine de Alep’e tezahür etmesi için vakit lazımdı belli ki. Savsaklıyordu az çok. Yürümeye devam ettim önden önden ben de, mesafeyi de açmıyordum ve kolunu hala bırakmamıştım. Şimdi yanlışlıkla birine çatacak Dushalılar bunu ters düz edecek, ben aldım Ferori’nin yanından da. Ufak bir sorumluluk hissediyordum üstümde. Sahi, neden yapmıştım? Nadir iletişim kurmak istediğim anlardan biriydi. O konuşsun, ben dinleyeyim. Yüz ifadesi söyledikleriyle tezatlık içerecek miydi? Süzgeçten geçirmeden dili neler söyleyecek? Belki Djurat hakkında bir şeyler söyler, farklı bir millet farklı bir coğrafya hakkında bir şeyler öğrenirim. Kurcalama arzum giderek artıyordu. İki adımda geri durdum arkamda bir yokluk hissedince. Sesi eş zamanlı varmıştı kulaklarıma. “Ne istiyorsun?” Sormamam gereken bir soruydu. Bir şeyleri vurmak istediğini söylediğinde ciddiye almadım. Gülüp geçtim sessizce. Yapabilmesine ihtimal vermiyordum açıkçası. O yüzden uyumlu bir birey olarak kafasına saygı duyacaktım ve bilinçaltını kusmasını izlemeye devam edecektim.

Ben bıraktım sonra o yakaladı kolumu. Kol kapmacaya döndü olay sanki, çattık. Kendim kaşındığımdan bir şey de diyemiyorum. Hala sonu nereye varacak diye düşünüyorum çünkü. Şişeleri toplamaya başladığında şaşkınlıkla bakıyordum ona. Ne yapacak şişeleri? Soramadan konuşmaya girişince anladığım kadarıyla mesele büyüktü. Kompleks? Çok emek harcamak ama karşılık bulamamak? Sarhoş sözleri. Her şey olabilir. Çıkarım yapabilecek konumda değilim. Bir şeyler mırıldanmanın doğru olmayacağına inanıyordum. “Devam et. Söyle istediğini.” diyebildim. Kıpır kıpırdı çocuk. Yılmadan şişeleri topluyordu. Topladıklarını bana doğru attıkça ben tutuyordum. “Bitmedi mi?” dedim, duymadı. “Oturalım en iyisi.” diye ekledim plaja doğru giderken. Yarım şişeyi dikerken o, ben çevreyi süzdüm hep yaptığım gibi. Başımı döndürüyordu Dusha geceleri. Herkes kendi aleminde bağımsızdı. Muhtemelen tek ayık kişi de bendim. Ve en bayık yanımdakiydi.

Kumlara kendimi bırakınca düşe kalka şişeleri dizmek için canhıraş çabalayan ‘Alep’ kahkaha atmama sebebiyet vermişti. Sinirim mi bozulmaya başlamıştı? Çok olasıydı. Asker selamını hiç beklemediğim bir ciddiyetle veriyordu. Bir de kızıp bozulmasın mı bana? Gülmemi bastırdım zoraki. Boğazımı temizleyip, “Hah..Şey… Tabi tabi. Gönlün olsun hadi.” dedim ve asker selamıyla karşılık verdim ona. Son cümlemi yalnızca ben duydum.

Djuratlı güç bela düzelip pozisyon aldığında gözümü kırpmadan onu izliyordum. Bekliyorum ki vurdum falan zannedip sevinecek. Bir de baktım… Elini bir sallayışla vurdu şişeyi. Ne? Gözümü ovuşturdum. Elinden kurşun mu attı o? Posho ve Tumi şahidim olsun ki vurdu şişeyi. Eliyle. Kurşun çıkardı elinden. Bir kurşun kullanıcısı mı? Atom enerjisini kontrol etmeye çalışıyormuş meğer az önce. İlk defa görüyorum. Tipine bakıp da hiç öyle bir şey çıkacağını düşünmezdim. Bu işler tiple olmuyor elbette de işte… Benimki düpedüz şaşkınlığın getirdiği düşünememe noktası. Millet çıkan sesle bize doğru bakınca yüzümü eğdim iyice yere. Ne kadar garip olduğunu fark edip durur bir noktada diye bekliyorum Alep’i. O sırada bir kız gelip para attı kucağıma. Gösteri mi bu? Hayret ediyorum şu an yaşananlara. Baş hareketimle kovaladım resmen benden yaşça küçük olduğu belli olan kızı. Anında toz oldu. Parayı alıp kuma sinirle fırlattım. “Yeter! Gel artık şuraya.” Bağırdım hemen. İki attı, üç attı. Ayaklandım. “Kafayı mı yedin sen?Zar-” diye söylenerek vardım bir adımda yanına. Ne garezi var kendine? Yumruğu sıktım. Aptallıktan başka bir şey değildi. Tutundu bana. Tuttum ben de onu düşmesin diye. Daha sert çıkmayı düşünürken arka arkaya da kurşunlarını gönderince mecali kalmadı. Son kurşunu gelişigüzel salladığından şişenin sesi gelmemişti. “İyi misin?” demeye kalmadan hareketlenmeye çalışınca yığılıverdi. Kaldırmak için yeltendim. Kurşun zehirlenmesi yaşaması kaçınılmazdı. Söyledikleriyle ve gördüğüm manzarayla yutkunmamak işten bile değildi. Sektirip kendine mı sıktı? Acilen ilk yardım uygulanmalıydı. Hemen çömelip elini bir tarafa ittirdim vurduğu yere bakabilmek için. “Bugün doğum günün olmalı Djuratlı.”

Peçeyi bir çırpıda çekip aldım yüzümden. Kurşunun girdiği yere kanamayı tutabildiği kadar tutması için bastırdım, elini kavrayıp bastırması için koydum. “Benimle kal. Seni eve götürüyorum. Yavaşça kalkacaksın ama olabildiğince hızlı hareket edeceğiz, tamam mı? Sürekli konuş benle.” dedim soğukkanlılıkla. Sağlık merkezine kadar dayanmazdı muhtemelen, anneme götürebilirdim. Ev daha yakındı. Kimse de yardım etmezdi buralarda. Dikkatlice kaldırırken onu boşta kalan elini omzuma attım. Büyük adımlar atmaya çalışırken sızladıkça küfürler saydırmamak için zor duruyordum. İlk defa bir kurşun yaralanması görüyordum ve soğukkanlılığıma rağmen içten içe paniklemiş gibiydim. “Takviyen yok mu? Bu nasıl bir sorumsuzluk?” Ben de yanımda takviye tüpü taşımıyorum. Gücümü gereksiz kullanmam çünkü. Başımı eğip baktığımda gözlerinin gitmeye yakın olduğunu gördüğümde omuzumla hareketlendirdim çocuğu.“Sen bu şişeleri toplamaya başladığında bayıltmalıydım seni, aptal. Nereden bilecektim ki? Suç bende ama…” Adımlarımın otomatik gittiği yolda gözlerim hep kanlı elindeydi. Yeterli gelmiyordu basıncı.”İyice bastır dedim sana!”

Çocuğu getirene kadar ter içinde kalmıştım. Dusha’nın birçok yerinde mülkümüz vardı. Turist sezonu açıkken annem özel muayanesini açardı belirli günler. Seslenmeye başladım daha kapıya yaklaşırken. Yanında çalıştırdığı kadın çıkageldi onun yerine koşturarak. “Ne old-… Anneniz yok. Dusha dışına çıktı acil bir haberle babanızla birlikte. Ben de tam çıkmak üzereydim. Ne yapmamı istersiniz?“ dediğinde birinin yanında olması beni bir tık rahatlatmış gibiydi. Yükümü üstümden alıp bir el de o atınca muayene odasına getirebilmiştik çocuğu. Sedyeye yatırırken “Kalp atışını ve nabzını ölç. Satürasyona girebilir.” diyordum. İlaçların bulunduğu çekmecelerden birine yapışıp takviye tüpünü çıkardım. Yaralandığı yer çok zorlamazdı beni. Kan kaybetmesinin yanı sıra atom enerjisinin onu tüketmesi işi bir çıkmaza sürüklüyordu. Dirençli gibi gözüküyordu yine de. Kolunu sıyırıp tüpü sapladığımda yol boyunca alamadığım o nefesi almıştım. Bayan K. söze atılıp bağladığı aletler sonucunda bulgularını söylemişti. O da ilk defa böyle bir durumla karşı karşıya gibiydi. “Kalbi çok hızlı atmaya başladı.” dediğinde adamın üstündeki sıyırmaya başlamıştım çoktan. “Taşıkardi olamaz, endişelenme. Takviye yaptığım için oldu. Çok daha iyi.” dedim bir yandan. “Yapabilecek misiniz?” diye sorunca duraksamadan cevapladım: “Başka çarem mi var? Halledebilirim. Sen aletleri hallet. Uyutmayı da unutma. Ben de hazırlanayım.”

Kendimden şüphe duymazdım hiç. Daha önce hiç bu kadar gerildiğimi hatırlamıyordum. Dışarıya yansıtmıyorum sadece. Djuratlı benim için bir saatti. İçine su kaçmış bir saat. Suyu kurutacaktım ben de. Saçlarımı dikkatlice toplayıp önlüğü geçirdim üstüme, ellerimi dezenfekte ettim, eldivenlerimi de taktım. Genel Cerrahi benim alanım olmayabilirdi. Hala gelişiyordum ve yapmam gerekeni yapacaktım. Kararlılıkla başımı salladım. Tam teçhizatlı bir şey gerçekleştiremeyecek olsam da her türlü o kurşunu içinden çekip almam gerekliydi. Kangrene veya kan zehirlenmesini yaşamasını istemezdim. Soğumuştu ama kendini vurduğu yer sıcaktı. Kanamanın durduğundan emin olunca sivri bir aletle yuvarlak giriş deliğini inceledim. Trajesi düz bir şekildeydi. Kurşun muhtemelen taşa sekip çarptığı için vücutta keskin bir yolu takip etmiş ve dokuda lezyonlar oluşturmuştu. İltihap kapmaması için temizledim. Alnımdan akıp maskemi ıslatan terle rahatsız olmama rağmen pür dikkat bir şekilde hareket ediyordum. Kurşunu tek hamlede çıkardığımda merakla ışığa tutup baktım Bayan K’nın uzattığı tabakaya bırakmadan önce. Bu kurşunu kesinlikle temizleyip saklayacaktım. Kolye bile yapabilirdim kendime. Ben de böyle düşüncelerle sakinleştiriyorum kendime. Drenajı da uyguladıktan sonra toparladım çocuğun vücudunu. Kan kaybetmesine rağmen takviye tüpünün kalp atışlarını düzenlemesiyle avantaja geçmiştim. Düşünüldüğünde riskti. Artık tek yapmam gereken uyanmasını beklemekti. Üstümdekileri bir köşeye bırakıp Bayan K’nın gururlu bakışları eşliğinde bir sandalye çekip çöktüm. “Yardımın için teşekkür ederim. Çocukların merak etmiştir seni. Sen olmasan çok zorlanırdım. Gidebilirsin artık.” dedim. Kadın biraz daha dolanıp kendini rahatlatana kadar kalmıştı. O çıktıktan sonra ben de iyice yayıldım sandalyeye. Zihnen nasıl yorulduysam uyuklama moduna geçmiştim. Tetikte bir şekilde arada sırada gözlerimi açıp kontrol ediyor her gözümü açışımda da farklı şekillerde söyleniyordum. “Sorumsuz ve aptal. Tam bir baş belası.” diyerek tekrar kapattım gözlerimi. Stres salınımı sonrası iyice bastırmıştı uyku. Merak leş bir şeydi.
► Show Spoiler
Image
► Show Spoiler

Re: Gün Batmadan

#6
Elimi ittirdi kız, sonra da belime bir baktım kan içinde... Kız bana doğum günüm olmalı dediğinde “Off!” çektim bir ve arkaya attım kafamı. Yattım yere direkt. Dushalı kız da elimi aldı belime bastırttı. Bir an yerdeydim, bir an kızın yanında ilerliyordum. Felaket bir şekilde başım dönüyordu ve dizlerim tutmuyor gibi arada boşa çıkıyordum. Konuş dedi bu, beynimi açık tutmam gerekiyordu belli ki. Ne konuşacaktım? Aklıma gelen ilk konuyu konuşmaya başladım. Hazır Dusha’dayım bir de. “Kıtasal savaşta Gedhilfe ve Himota’ya karşı Dusha ve Djurat birlikte savaşmışlar.” diye başladım kıtasal savaşı anlatmaya. "O zaman da ilk Gedhilfe element kullanıcılarını Dusha’ya saldırdığı için bizimkiler de sizinkilerin haklı olduğunu düşünmüşler. Tabi salaklık yapmışlar çünkü daha yeni iç savaştan çıkmışlar. Bizi bilirsin, iç savaşlarımızla ünlüyüzdür. E böyle olunca Dusha’nın yanında doğru düzgün duramamışız. Ekonomi zaten turizmden geliyor, savaş olunca o gitmiş falan iyice sıçışlar.” Kız bana takviyesiz gezmemin çok büyük sorumsuzluk olduğunu söylediğinde “Çeha?” dedim savaşı anlatmayı bırakıp “Neden alayım ki yanıma? Polisim sanki.” Konuşmayı bitirince gerçekten iyice uykum gelmişti. Uyuştuğum için pek bir şey de hissetmiyordum, tek hissettiğim şey kızın sürekli elimi tuttuğuydu. Bir de omzuna koymuştum kafamı sanırım saçları yüzüme geliyor, kokusu hoş hoş esiyordu. Kız iyice bastırmamı bağırdığında biraz kendime gelip devam ettim konuşmaya. “Ekonomi hıyarlara yan basınca çekilmişiz biz, Dusha tek savaşmak zorunda kalmış iki cephede. Zaten Djurat ile Gedhilfe’nin sınırı yok. Piç Himota’lılarla tarihimizde ne çok savaşmışız bir bilsen. Hiç ülkemin Dusha’yı yüzüstü bıraktığını düşünme ama esmer güzelim. Bizimkiler açlıktan kırılıyorken Dusha da bir yardım eli uzatmamış. Üstelik Djurat’ın alakası olmayan bir konuda kendi zararına da olsa Dusha’ya yardım ettiğini düşünürsek... Neyse sonra elementler şuan beni de öldürdüğü gibi, kıtayı öldürmeye başladığında Gedhilfe ve Himota barışalım demişler, pakt kurulmuş falan filan. Lise konuları işte... Bize daha çok Dusha kaybetti diye, biz de yenik sayıldık diye anlatıyorlar. Aslı öyle değil, benim anlattığım şeklindedir. Tüm ülkelerin bunları anlatan kaynaklarına bakmıştım. Üzülerek söylüyorum ki en iyi kaynak Himota’nınkiydi.”

Kız bir üzüm bağına getirdi beni bu sırada. İçeriden gelen kadınla birlikte telaşlı telaşlı konuşurlarken ben de “Ülkemiz için pakt mantıklı bir seçimdi tabi ki ama sosyal olarak öyle miydi ki?” falan diyordum kendi kendime. Beni garip bir odaya taşıyıp sedyemsi bir şeye yatırdılar. “Şuan kendi dilini konuşanı dövüyoruz ülkede.” Kız koluma tüpü bastığı gibi “OFFFFF! Çok iyi geldi ya!” oldum yerimde. Vücuduma his geldi yemin ediyorum. Neden bahsediyorum lan ben? “N-nerdeyim?” gibi bir cümle kurdum etrafıma bakınarak. Daha demin şişe toplamış plaja yürüyordum ben? Ulan kendimi vurduydum evet. Boku yedi kafam harbi. Heyecanla çevreme bakındığımda iki Dusha’lı kadın bir olmuş üstümü çıkarıyordu. Tamam, tecavüz ediliyoruz. Eh, Dusha’ya da o yüzden gelinir değil mi? Bir şeyler falan sokmaya çalışmasalar bari. Of o çok kötü olur harbi. Genç olan kız gitti, orta yaşlı olan geldi elinde bir şeyler diyor sakin ol. İzin ver falan. “Tamam.” dedim durumumu kabul edip. “Çok sert davranmayın ama daha önce hiç teca-” dediğimde kadın umursamadan bir şey yaptı ve hoop... Hayat karardı.

Deli gibi bir baş ağrısı ve ağzımda sarmısak tadıyla uyandım. Gözlerimi açtığımda, gözüme ışık geldiği gibi beynim alarm verdi ilk. Sonrasında yavaş yavaş dindi baş ağrım. Ben de yerimden oflayarak doğruldum. Yüzümü ekşitip bakındım şöyle. Dünkü bayıldığım odadaydım. Lan? Hemen arka tarafımı kontrol ettim ama ağrı sızı yok. Ön taraf da sabah uyandığım için şaha kalkmış ve çıplağım. Kesin kötü emellere alet olduk. Leş gibi hissediyorum kendimi yıkanmam lazım. Belimden sağ bacağıma doğru kurumuş kan var. Salak gibi kendimi vurmuştum değil mi? Karılar sargılamışlar öyle halletmişler işlerini... İçtiğimde genellikle tehlikeli olmam aslında nereden çıktı bu şişe vurma isteği ki. Bizimkilerin verdiği o tütünden olmalı ya. Ağır demişlerdi. Tüm vücudumun ağrımasını umursamadan kalktım yattığım yerden. Bir elimi de alnıma koydum alnımı ovalıyorum. Ayağa kalktığımda belimdeki yara da acımaya başladı. Baktım dün yanımdaki Dusha’lı kız benim yattığım yatağın yanında duran koltukta uyuyakalmış. O çıplak değil ama? Çok kötü bir hismiş lan bu. Eşya gibi hissediyorum kendimi. Seke seke çıktım odadan. Tuvalete gittim. Evet, madem beni tecavüz ettiniz evinizi kullanma hakkım var hanımlar. Belimdeki bu sargıyı çıkardım tabi hemen. Neden? Çünkü en iyisini ben biliyorum ya hani. Dik kafalı olmak böyle bir şey. Girdim duş aldım şöyle 10-11 dakika. Soğuk su iyi geldi. Hem kanım çekildi iyice, hem kendime geldim, hem de Dusha sabahları aşırı sıcak, terimi aldı. Duştan çıkıp kurulandım havluları kan yapmamaya özen göstererek. Çıkardığım bandajları da 5 dakika uğraşıp kendim sardım. Belime havlulardan birini sardıktan sonra seke seke mutfağı aramaya başladım evde. İki kız vardı ya, annesi diye düşünmüştüm o nerede acaba? Bulamadım da evde gezerken. Mutfağı bulunca da dolabı karıştırdım biraz kahvaltı yapmak için. Zerre tanımadığım evde, kahvaltı için malzeme çıkarttım tezgaha gerçekten. Hiç umrumda değil açıkçası. Önemli olan sabah düzgün kahvaltı edebilmek. Dusha yemeği malzemeleri var ama neyse ki sebzeleri falan kullanmayı biliyorum. Aldım Djurat ağız tadıma uygun sebzeleri karıştırarak soğuk bir kaç mezemsi yemek elde ettim. Evdeki baharatlara da hiç dokunmadım. Hem baharatlar her gün yiyemeyeceğim kadar ağır geliyordu bana, hem de nasıl kullanılacağını bilmiyordum. Bir kaç meyve soydum. Mutfaktaki masaya koydum. Sanki kendi evimmiş gibi her şeyi hazırlarken, programıma göre yemeklerin hazır olmasına 5 dakika kala uyandığım odaya belimdeki havluyu tutarak ve seke seke gittim. Kapıdan içeri girmeden “Tecavüzcü hanımefendi.” diye seslendim büyük ihtimalle boynu tutulmuş olarak koltukta uyuyan kıza. “Sabah oldu hadi uyan. Annen gitmiş sanırım bulamadım onu. Kahvaltı yaptım 5 dakikaya mutfakta ol. Hadi asker!” Uyandığına emin olduktan sonra tekrar mutfağa döndüm. Yemek yedikten sonra kalkıp otele dönerim artık. Bugün boşuna ödemiş olduk parayı. Bilsem ödemezdim.
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: Gün Batmadan

#7
Ne dediğini anlamadığım bir ses, içeriye sızan güneş ışığı, tutulmuş bir boyun. Fazla uyumam ama uyuduğum zaman da çok ağır uyurum. Zoraki doğrulmaya çalışarak “Ne var?” dedim. Uyku sersemiyim, az önce nasıl seslendi bana o? Bir dakika. Bir dakika. Burada asıl sorulması gereken soru: bu çocuk neden ayakta ve belinde bir havluyla? Gözlerimi ovuşturdum. Hala uyuyor olmalıyım çünkü başka hiçbir açıklama getiremiyorum. Annemi bulamamış. “Annem değil o.” dedim belli belirsiz. Dün gece kafası gerçekten güzeldi, değil mi? Kıskanmadım dersem yalan olur. Alkol ve tütün fazla etkilemiyor beni. Denemediğim çok az şey kaldı. İçince de zihnimin içime gömülüyorum ben, pek bir fark yok yani normal halimden.

Gerçek adını vermemiş olan çocuk odadan çıkarken gözüme çatan nemli saçları ile gözlerim daha da açıldı. Yüzümü yıkamaya gittim ben de arkasından. Kabus olmalı bu. Üç kere su çarptım yüzüme ama hiçbir şey değişmedi. Yüzümü kuruladıktan sonra içeri geçip pansuman için zorlamalıydım muhtemelen. Sabaha kadar başında beklediğim hastanın sorumsuzluğunun yanında pervasızlığı güne başlamanın en çirkin hali olmalıydı. Teşekkür etmesi gerekirdi, çok kaba. Deli dibimden ne zaman ayrıldı sanki, ben de fazla iyimser bir zamanımda olmalıyım da. Hem o halde nasıl kalkıp yıkanır ki bir insan? Sinirlenmemeliyim. Söylediklerini görmezden gelerek yapılması gerekeni yapacaktım. Boynumu tuta mutfağa gittim gitmek istemeyen adımlarımla mecburi bir tavırla. Mutfağın kapısına dayanayarak kollarımı göğsümün altında birleştirdim. Hala ıslak bir adam belinde havluyla mutfakta. Çoğu kadının hayali olmalı şu manzara. Ben es geçiyordum genellikle. Yakışıklı olduğunu ise inkar edersem Poshoto ve Tumi beni çöl güneşinde yakar. İstemsizce güldüm kendime sessiz bir şekilde. İncelerken iki üç dakika kadar dalmış olmalıyım. Silkinip toparlandım hemen. “Ücretimi ödemedin.” derken içeriye adımlayıp hazırladıkları üzerinde göz gezdirmeye başladım. Konuşmaya da devam ediyordum. “Üstüne bir de kahvaltı hazırlamışsın.” Masadan bir meyve attım ağzıma. Kahvaltı günün en sevdiğim öğünü. Djuratlı birinin baharatlı bir şey hazırlamasını beklemezdim ama hazırlamamış olmasına sevinmiştim her halükarda. Fazla baharat zararlıydı. Sağlığıma önem veriyorum doğal olarak.

Tezgahtan masaya bir şeyler taşırken önüne geçip “Paramı ver bana.” dedim ciddi bir ifadeyle. Tedavi ücretini kastediyordum. Özel bir muayane yerine getirdim sonuçta onu. Öğrenci halimle kurşunu çıkardım. Çulsuz birine de benzemiyor gibi. Lakin gözüm sulanmış bandajlarına kayınca da elimi geri indirdim. “İyi olduğum hiçbir şeyi bedavaya yapmam. Maddi ve manevi borçlusun bana.” Sandalyeye geçtim iştahla. “Sana gerekli olan malzemeleri veririm birazdan. Yaranla sen ilgilen, duşa girebildiğine göre kendi başına halledebilirsin. Anlatırım en fazla ne yapacağını.” İletişim kuramamak beni sinirlendiriyor. Ee açım da. Yeni yaralanmış birine ters gitmemeliyim belki de ama durup durup içimden “ŞU RAHATLIĞA BAK!” diyip duruyorum. Kaptım çatallardan birini. Ne varsa keyfimce çatal batırırken sadece masadakilere bakıyordum. Üşümüyor mu o öyle? Bitap hissediyor olmalıydı. Aklım sürekli sağlığında aslında ama o üstüne düşmüyorsa ben de beş yaşında çocuk gibi onunla ilgilenecek değilim.

“Bu gün kimsin peki? Hala adımı öğrenmek istemiyor musun?” Bir şey eksik gibiydi kahvaltıda. Tezgaha bakındım. Sonra da aklıma dolapta duran soğuk şarap geldi. Hızlıca ayağa kalkıp elmalara çatal batırmaya kalkışan çocuğun önünden çektim aldım. Direnecek gibiydi. “Bıraksana.” Kaşlarımı çattım. Çatalı da tabakla geldi. Tezgaha doğru geçip iki kadeh çıkardım. Şarabı açmaya çalışırken “Kaç günlüğüne geldin?” diye soruyordum. Tarih anlatmasın da yine ne anlatırsa anlatsın razıydım. Şarabı kadehlere boşaltırken üstüme sıçrayan bir iki damla şarapla hayıflandım. Sahi bunlarla kurşun çıkarmış, bunlarla uyumuştum. Üstümü değiştirsem iyi olurdu bir ara. Meyveleri ölçülü şekilde ayarlayıp çubuk tarçınla birlikte ekledim bardaklara. Yerime geçmeden birini çocuğun önüne bıraktım. “Seversin muhtemelen. Hadi konuş. Konuşmayı çok seviyor gibi gözüküyorsun zaten.”
Image
► Show Spoiler

Re: Gün Batmadan

#8
Bulamaç gibi bir şey oldu domatesler. Baya kötüyüm doğramakta, neyse ye geç işte. Geldiğini duyduğum için şöyle bir baktım kızın ne yaptığına, mutfağın kapısında uyuz uyuz duruyordu. Çilek ve süt ile ilgili sözlerini bilmediğim şarkıyı söylüyordum kendi kendime. Dün barda duyduğum için aklıma takılmış. Sallamasyon konuşuyorum kendi kendime. Kız ücretini ödemediğini söylediğinde “Ne ücreti?” dedim. Ne ücreti lan? Hem tecavüz ediyor hem de para mı veriyorum? Yaptığım bulamaç ucube yaratığı masaya koymak için döndüm. Döndüğüm gibi Dusha karısı dibimde bitti. Parasını vermemi istiyormuş. Diyor ki iyi olduğu şeyleri bedavaya yapmazmış. Güzel düşünce, takdir ettim. Bence de öyle yapılmalı ama, “Aldığım hizmet sırasında baygındım ödeme falan yapmam buna.” dedim söylediklerine karşı. Masaya oturup yaramla ilgilendiğini, bir daha yapmayacağını, malzemeleri verebileceğini söyledi. Elimdekileri masaya koydum ben de. Karşısına oturdum oflaya puflaya. Otururken kurşunun girdiği yer tabi ki acıyordu. Kızın söylediklerini umursamadan yemeye başladım. Bugün mü kimim? “Dün kimdim ki?” diye sordum sorusuna. Sonraki sorusuna da “Adını öğrenmek istememiş miyim?” sorusunu sordum. Çatalımla ağzıma bir lokma attıktan sonra omuz silktim. Yutkunup “Unuturum çoğunlukla. Söyle sen yine de.” dedim. Çatalımı doğradığım elmalardan birine saplayacaktım ki kız ayağa kalkıp çekiştirdi meyve tabağını. Ya bu ne böyle atar gider? Elma bile yedirtmiyor. Bir çekti tabağı, çatalım da gitti. Elimle yiyecek değilim. Bu yüzden gözlerimi devririp of çektim. Kaç günlüğüne geldiğimi sordu bir de. “Ya ne çok soru soruyorsun!” şeklinde bir sitem ile kızın dolaptan şarap çıkarmasını, meyvelerle karıştırmasını falan izledim. Bana da bir tane getirdi ancak çatalımı getirmediği için daha da sesli bir of çekip zorlana zorlana kalktım oturduğum yerden. “Off! Bilsen ne olacak ki?” derken tezgaha, elmaya saplanmış olan çatalıma gittim. Çatalı alıp tekrar masaya dönerken de “Sanki bir daha görüşeceğiz.” dedikten sonra masaya oturdum. Elmayı kemirdim bir süre. “Dün ne dedim isim olarak sana? Hem evine neden getirdin ki kızım, hastane yok mu Dusha’da? Benim bildiğim baya iyi sizin sağlık sektörü. Tabi kötü emellerin vardı anlıyorum, ancak ben de ayık olsam belki eğlenebilirdik. Tek başına biraz şey gibi olmuştur...” Durup kızın yüzüne baktım ifadesiz bir şekilde. “Bilirsin.” dedikten sonra yine umursamaz bir tavırla kızın getirdiği şaraptan bir yudum aldım.
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: Gün Batmadan

#9
Çok soru soruyormuşum. Bilsem ne olacakmış. İyilik de yaramıyor ayrıca. İnsanlık çığırından çıkmış. Ayık hali daha da kötü, vazgeçtim. İletişim kurmaya çalışanda kabahat. Asla söylemeyeceğim ismimi. Burun kıvırdım. “Alep dedin.” diyerek geçtim. Bayıltmayacaktım da ne yapacaktım? Cahil falan mı bu? Konuşması da gayet düzgün halbuki. İyice kafam karıştı. Kalkıp bir de bu adama da içki hazırladım. Tekrar görüşmemiz için Dusha’ya kar yağması lazım. Evden çıktığı an çölde vaha bulmuş kadar sevineceğim. Şarabımdan bir yudum alıp arkama yaslandım. Duyduklarımla kaşlarımın havaya kalkması bir oldu. Anlamaya çalışıyordum. Gevelediğinden bir şeyler çıkarır gibiydim ama öyle düşünmüş olamaz dimi? Hem yaralanacak hem de biz… Ne biz? Yok öyle bir dünya. Dushalılar’ın adı çıkmış bir kere. “Hastaneye yetiştiremezdim seni.” dedim. “Kötü emellerden kastın sana yardım etmem mi?” Sinirleniyor gibiydim. Derin bir nefes aldım. “Ne zannettin ki? Baygınlığından faydalanıp…” Cümlemi tamamlayamadan kahkaha atmaya başlamıştım. “Yani sen… Ciddi ciddi… Birlikte… Benim sana…” Gülmeye devam ediyordum. Araya bir “Aptal.” sıkıştırdım Dusha dilinde. Sinirden gülüyordum esasen. Birden kahkahamı durdurup masanın altından bacağımı uzatarak geçirdim bir tane bacağına. Canının acısını umursamadım da hiç. “Öyle bir şey yaşanmadı. Sana saldıracak ve izinsiz bir şey yapacak halim yok. Çok fazla içmişsin. Dusha’nın da alt kesimleriyle fazla takılmış olmalısın. Tedavi ücretini istedim senden. Annemin, hayır dün geceki kadın annem değildi, muayenesi burası. Ben de tıp öğrencisiyim.” Neden açıklama yapma gereği duydum zerre fikrim yok. Kovmak huyum değildir. İğnelemeyi tercih ederim onun yerine ve seçimi ona bırakırım. Süzdüm adamı. Ardından da ifadesiz bir şekille “Ayrıca tipim değilsin.” diye söyledim. İnat etmiştim de biraz itiraf etmek istemeyeceğim kadar."Ücretimi hala ödemeyeceksen Dusha'da keyfince takılamazsın, haberin olsun. Azınlıklardan düşürdüklerinle eğlenebilirsin ama tabi. Herkesin buraya gelme amacı içmek ve eğlenmek. Kocam olarak tanınmak ister misin?" Sıkılıyordum artık Dusha'ya sadece kızları için gelenlerden. Herkesi aynı sanmalarından ve genellemelerinden gına gelmişlerdi. Dediğimi cidden yapabilirdim. Babam sayesinde ve gençliğimde fazlaca ortamlarda boy göstermemle çekindikleri biri ya da hatrı sayılır biriydim.
Image
► Show Spoiler

Re: Gün Batmadan

#10
O kahkahalara boğulunca tek kaşımı kaldırıp şarabı içmeye devam ettim. Meyveli falan olunca tadı güzel olmuştu da sabah sabah şarabın mıymıntılığı çok da hoşuma gitmemişti. “Hııı...” sesi çıkardım anladığımı belli etmek için. Ha, cima eylememiştik yani. Bardağı masaya koyup bir şeyler daha yemeye giriştim. Bu sırada kız da kahkahasını kesip bir şeyin yaşanmadığını, tıp öğrencisi olduğunu falan söylüyordu. Sanki çok garip bir şeymiş gibi söylüyordu bunları ama yani barda takılıyorum, içmişim, kafam iyi. Eh biriyle birlikte olmak için bulunuyorum falan. Bir de tipim değilsin dediğinde yemek yemeyi bırakıp baktım buna. Ağzımdakini yutup, “O zaman neden beni bardan kaldırdın?” diye sordum. Ben burada davrandıklarının tam tersini söyleyen bir kadın görüyorum. Domatesten yemeye başladım bu sefer de. Kız da diyor ki ücreti ödemezsem Dusha’da gezemezmişim. “Neden mafya mısın sen?” Tüm Dusha’yı bana düşman edecek, manyak mıdır nedir? Adımı da bilmiyor ki lavuk. Dün nasıl bir kafa yapısındaysam adımı Alep demişim. Alep gibi olmak istiyorum diye düşünüyordum, Alep olmak istediğimi düşünmüyordum. O anda bilinçaltım üste mi çıktı acaba? Belki de biraz daha soru sormalıyım ne yaptığımla ilgili. Kız cümlesini kocası olarak tanınmak ister miyim sorusu ile bitirince, yüzümü buruşturup baktım buna. Ne? Ha, mafya değil ama millete bu benim kocam mı diyecek? Ulan Dusha’lılar bunu umursuyorsa helal olsun ne diyeyim. Tekrar umursamadan yemeğime döndüm. “Evet.” dedim. “Herkese Alep Jüchu benim kocamdır, Djurat’tan geldi de.”

Peçete ile ağzımın kenarlarını sildim. “Hastane hizmetleri bedava olmalı. Ölmedim diye ücret ödemeyeceğim. Su için de ödeyelim istersen? Krallıkta yaşayan birine göre fazla liberalist düşünceler bunlar.” Masadan kalkmaya çalışırken de “Dün baygınken cüzdanımdan alsaydın şimdi gelip cazgırlık yapacağına. Hem, belki ben ölmek istiyordum ya!” Bir anda gelen bu fikirle kıza bakıp kafamı salladım. “Beni iyileştirdiğin için sen bana tazminat vermelisin hatta. Neden kendimi vurayım yoksa? Özgür düşünce, ötenazi falan.” Kızın yanından geçip uyandığım odaya ilerlerken "Evet, evet." diyordum. "Ücretimi ver hadi Dusha'lı, uğraştırma."
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme
Post Reply

Return to “Uluslararası Free RP Bölgesi”

cron