Geyikler Korunuyor Muydu?

#1
Dusha mı? Dusha hakkında o kadar çok şey duydum ki anlatamam. Bir tane adam varmış, Hae Tumi diye. Bu adam fazla şırınga basarak patlamış. Birde uranyum kullanıyormuş. Ama bana dediler ki çok ince bir adamdı. Bence kesin ondan patladı. Düşünsenize benim kadar kaslı olduğunuzu, patlar mıydım sizce? Hayır tabii ki, benim patlayabilecek tek bir durumum var, o da antrenman yaparken kaslarımın patlıyor gibi hissettirmesi. Hehe, o zaman patlamıyorsa uranyum falan asla patlamazdı beni. Ama Kalsiyum kullanıcısı olarak doğdum, yani deneme şansım yok. Eğer uranyum kullanıcısı olsaydım kesinlikle denerdim çünkü aşırı kaslı bir erkeğim. Bu Hae Tumi gibi ince bir adam değilim. Hae Tumi beni tanısaydı onu kaslı bir elemana dönüştürür, sonra şırınga basmasını sağlardım. Ne yazık ki tanışamadık.

Dusha'ya adım attığımda karnım o kadar acıktı ki, hızlıca bir restoran aradım. Her şeyden önce kesinlikle yemek yemem gerekiyordu. Bir restorana girdim, menü istedim. Bana Dusha hakkında mükemmel baharatların döndüğü bir yer olduğu söyleniyordu. Yemekleri aşırı güzeldir diye düşünüyordum. Yanıma yaklaşan garsonun suratına baktım menüyü biraz inceledikten sonra. "Usta ben ne alayım biliyon mu? Şimdi ben önden iki kase Rangofa Dara alayım. Ardından Sebzeli ve Baharatlı Tavuk Pilav alayım, ama bana üç porsiyon falan olsun bu. Anca keser sebze falan var bunun içinde. Ben birde tatlı alayım çünkü doymayacağım belli, dört porsiyonda Balkabaklı Dondurma alayım ben. Ya sizde şöyle kocaman etler falan yok mu? Benim kaslarımı beslemem gerekiyor baksana nasıl kocamanlar." Kol kaslarımı sıktım garsona doğru ama erkek olduğu için pek beğenmedi sanırım. Aslında erkekler de çok güzel bakıyordu benim kaslarıma. Of ya. Bu Dusha nasıl bir yer?

Ben tek başıma eğlenmeyi seviyorum. Ama burada bir arkadaşım olsa çok güzel olurdu. Burada üç gün geçireceğim ama bana iyi yemek yapan bir arkadaş şart. Hadi iyi yemek yapmıyorsa da, bana nereden et edineceğimi anlatması gerek kesinlikle. Etsiz bir yaşamı hayal edemiyorum çünkü benim muhteşem seksi ve güçlü kaslarımı beslemem gerek. Burada sebze yiyerek ne kadar besleyebilirim onları? Bana burayı öğretecek birisi gerek. Mesela Djurat'ta neler yiyorum biliyor musunuz? Mantı yiyorum, Budrik yiyorum ki çok besleyicidir Budrik. İnsanlar benim halimden anlamıyor. Ama onları nasıl suçlayabilirim? Benim kadar kaslı olmak mümkün olmuyor herkese. Çok çalışmaları gerek, hele Dusha'da ki bu siyahi adamlar çok fazla çalışmalı. Gerçi siyahi genetiği çok iyi olur diyorlar, çalışsalar muhteşem olurlar herhalde.

Yemek yedikten sonra bana kesinlikle görmen gereken denen bir yer vardı. Redø Nehri dedikleri bir yer. E bende arkadaş bulamayınca, dedim bari gideyim, biraz bakınayım buraya. Buranın muhteşem bir yer olacağını bilmiyordum. Bu nehrin güzelliği ayrı, benim dikkatimi çeken ayrı bir şey vardı. Canlı etler. Evet, burada geyikler vardı. Gözüm dönmüş olacak ki, hiçbir uyarıya kulak asmamışım. Bir koşturmaya başladım geyiğin peşinden, kalsiyum stilimi bile kullandım hatta. Geyik koştururken, ben de peşinden koşturmaya başladım, geyiğe ulaştığımda belinden öyle bir tuttum ki anlatamam. O an imkanım olsa ısırır yerdim onu ama kalacağım otel odasına götürür pişiririm diye düşünüyordum. Düşünsenize, kocaman bir et. Hem de bedava! Kaldırdım geyiği havaya, bağırdım o anda avımı yakalamış olmanın heyecanıyla, "BU BENİM KASLARIMI PATLATACAK TÜRDEN BİR ET! HAHAHA!"

Tabi ben arkamdan gelen hiçbir polisi, korumayı görmemişim. Arkamı bir döndüm, havada geyiği tutarken dört beş tane adam bana bakıyor. "Noldu ya?" demeye kalmadan geyiği bırakmamı istediler, tehditte ediyorlar bir yandan tabi. Ne yapacağımı şaşırdım, geyiği bıraktım, geyik koşturmaya başlarken bunlar benim üstüme koşturdu kelepçe takmak için. "Noluyor arkadaşım neden alıyorsunuz beni?" Kelepçeyi takarken, biri bana sinirle bağırdı. "Geyiklerin koruma altında olduğunu bilmiyor musun sen? Beyaz da bir şeysin, neredensin sen? Konuşacağız senle karakolda kar tanesi." Diyerek götürmeye başladı beni. O an gururlandım tabi, çünkü tek kelepçe sığmadı bileklerime. İki kelepçe kullandılar, kollarım kapanmadığı için. Kaslarımı o anda da göstermiş oldum. "Aa, ırkçıya bak, kar tanesi ne ya?"

Karakolda oturduğum yaklaşık üç dört saatte çok acıktım. Onlara derdimi anlatmaya çalıştım ama beni pek anlamadılar. "Ya arkadaşım, ben bilmiyordum orada koruma olduğunu ilk kez geliyorum Dusha'ya. Bilsem kovalar mıyım geyiği? Yiyecektim ben onu, öyle başı boş av sandım. Ya kardeşim, nereden bileyim bütün gün sebze yiyorsunuz. Ağzıma giren tek et tavuk oldu, doymadım dondurma yemek zorunda kaldım. Yok mu burada geyik eti falan? YA GEYİĞE ZARAR VERMEK İSTEMEDİM KARDEŞİM, ET ET. YEMEK YİYECEKTİM ONDAN KOŞTURDUM. BEN NE BİLEYİM GEYİK KORUDUĞUNUZU? BİZİM ORADA YOK Kİ BÖYLE HAYVAN KORUMA FALAN." Sanırım Djurat polisi olmasaydım beni hiçbir şey kurtaramazdı bu durumdan. Şükür ki, üç dört saatin sonunda anlaşmayı başardık, bir şey bilmeyen birisi olduğumu anladıkları için bıraktılar beni.

Karakolun önünde beklemeye başladım. Karnım guruldamaya başladı, elimi karnıma götürdüm, üzgündüm. Kocaman bir et yiyecektim bu akşam, ama fırsatım kaçtı. Bende bir banka oturdum karnımı tutarak. "Et yemek istiyorum, sebze yemek istemiyorum. Baharatlı sebze yemek istemiyorum. Ben baharatlı et yemek istiyorum. Keşke Djurat'tan yemek getirseydim. Ya kaslarım sönerse? Ya küçülürlerse? Olmaz değil mi öyle bir şey? Et yemem gerek, bu akşam et yemeliyim. Kudretli Ayı yemek yemek istiyor. Mabi Mabi yemek istiyor..." Bankta üzgün bir şekilde oturmaya başladım. Sanırım biraz kafamı dinlemeye ve nereden et bulabileceğimi düşünmeye ihtiyacım var. Mabi Mabi, et istiyor. Baharatlı sebze istemiyor...
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: Geyikler Korunuyor Muydu?

#2
Metohu’nun mutfağa olan ilgisinden dolayı bize evden yapıp getirdiği sandviçi iştahla elime alırken bir yandan da masama geçtim. Kahvaltı yapacak vakti bulamamıştım geç kalktığımdan dolayı. İşte atıştırırım diyordum ama bir üst rütbelimiz ile ara sıra atışmalarımızdan dolayı bana en olmadık görevleri kasıtlı olarak veriyordu. Sahile komşu iki dükkanın birbirlerinin önüne çöp atma vakası idi bu sabah uğraşmak zorunda kaldığım. Öyle ki benimle uğraşmak için ara sıra verdiği görevlerden en iyilerinden biri olduğunu söyledi yanımdakiler. Sabır ölçmeyi seviyormuş adam. Aç karna iki huysuzla uğraşmak kolay olmamıştı. Bütün sinirlerimi dükkan sahiplerinin tek tek zıplatmalarından ötürü içimde atamadığım bir negatiflik vardı. Hallettiğim bir mevzu olduğu için artık düşünmeme de gerek yoktu. Ayaklarımı masaya dayayıp botlarımı temas etmeyecek şekilde ayarlayıp iyice arkama doğru yaslandım sandalyemde meslektaşlarımın konuşmasını dinlerken. “Ben inanmıyorum onların sevgili olduklarına. Bu işlerden anlarım, çocuğun bakışlarında aşk yok bir kere. Tamamen söylenti.” Lafa atlayacaktım ama zorla durdurdum kendimi. Kim yaydı acaba o söylentiyi? Benle aynı zamanda teşkilata giren kız. Yani şu an tam karşımda oturmakta olan kız. Çok güldüğünü göremezsiniz, ilgisini çekmeyen hiçbir konuda konuşmaz. Ancak konu dedikodu olsun anında canlanır. İrrite oluyorum bu yüzden. Mesleğimizi icra ederken yer yer yararlı da oluyor şimdi. Dusha bu kızdan sorulur, bu polis olmasın da kim olsun? İsmi de Ashe. Kraliçe ile aynı isme sahip lakin zerafet hiç uğramamış. Pek sevmiyorum ama mecbur katlanıyorum, devriyelere birlikte çıkıyoruz genelde. Amirimiz bir de şu son bir aydır yanımıza Metohu’yu veriyor. Ashe’den daha ılımlı bir tip yine de sene farkını avantaj almayarak otoritesini gözümüzde yitireli çok oldu. Çoğunlukla onunla konuşmayı tercih ediyorum yine de. Metohu da Ashe’nin aksine oldukça heyecanlı bir mizaca sahip. “Nasıl anladın bunu? Sen ne düşünüyorsun Fera? Hiç yan yana görmüş müydün onları? Hadi bize fikrini söyle.” dediğinde Ashe devam etti. “Çocuk sence de daha iyisini bulamaz mı?” Sardığı paketi açtığım halde sandviçi dizlerimin üzerine bıraktım; Ashe ise hala üst katta tutuklanan bir adamın gürültüsüne sanki bulunduğumuz yerden duyabilecekmiş gibi kulak kabartırken. “Aşk ne ki?” dedim donuk şekilde ikisinin gözlerinin içine bakarak. Ardından ekmeği ısırmak için hareketlenmeden önce “Biyolojik işler.” diye ekledim. Şaşkın bakışlar üzerimde yargılayıcı bakışlara dönmeye başlayınca ekmeğimi ısıramadan konuşmak için dudaklarımı aralamak zorunda kalmıştım. “Ne var? Tıp mezunuyum ben, biliyorsunuz. Aşk dediğiniz şey aşermek gibi. İkisi de hormonlarla alakalı.”

Katı mı gelmiştim onlara? Doğruyu söylüyordum ama. Bu konu üzerine düşünmek bile vakit kaybı gibi geliyordu. Sevme sevilme ihtiyacımı insanlardan daha farklı şeylerden karşılıyordum. Düşünecek daha önemli şeylerim olurdu genelde. Sonuçta hayat denilen şey mekanik düzlem üzerinden ilerliyordu.

Ashe düşünmekle yorulmasın diye konuyu uzatmayacaktım, konu benim nezdimde kapanmıştı çoktan. O esnada odaya yayılan baharat kokusunun yoğunluğunun artışıyla sabahki çöp kokusu hafızamda yer edinip birbirine karışmışlardı. Midem hassas değildir, sinirlerim ise fazlasıyla hassas olabilir. Bazen ben farkında olmadan ufak tefek olayları bünyemde biriktirip yeri olsun veya olmasın o öfke hissini uyandıran herhangi bir bağlamda amansızca ortaya çıkartıyorum. Törpülemeyi istediğim ama çoğunlukla kabul etmeyecek kadar gururlu olduğum bir yönüm bu da. Ekmeği masaya bıraktım ayaklanırken. “Yan yana gördüm onları, evet... Ama ne önemi var? Dış görünüşle kişileri ve ilişkileri yargılamayı doğru bulmuyorum. Özel hayat bu. Aslında söylediğin hiçbir şeyi doğru bulmuyorum. Başkalarının arkasından konuşup yüzlerine gülmeni hoş karşılamıyorum. Daha sayabileceğim birçok şey var ama lüzumu yok. Gerisi yine bir şekilde tolere edilebilir. Kendine bir çeki düzen vermezsen birlikte çalışmak senin için kolay olmayacak.”Kahvaltıyı atlamayı sevmem, üstüne uzun süre aç kalmışım… Hiç kusura bakmasın. Önce kendi sorunlarım ile ilgilenirim. Zaten amirin ayak işlerini de yapmaktan iyice bunalmışım. Ses gelmedi bizimkilerden. “Çıkıyorum ben. İdare edersiniz, gelirim iki üç saate.”diye söyleyince de eşyalarımı toparlayıp bir hışımla ayrıldım oradan.

Temiz hava… İhtiyacım olan tek şey bu ve yemek. Günümün yarısını bari dedikodusuz geçireyim. Sonra işe döner, birkaç rapor işiyle uğraşır günü kapatırım diye düşünüyordum ki karakolun hemen önündeki bankta kendi kendine konuşan birini görmemle durakladım. Daha girişiyle sanki aklımdan geçenleri dile getiriyor. Dushalı’yız diye hep sebze ve Baharat yemek zorunda mıyız? Belirli baharatlar harici kullanmıyorum. Yalnız ya adam çok büyük ya da bank çok küçük. Gözlerimi ovuşturdum açlıktan halisünasyon görmüyorumdur umarım diye. Yok yok, çok spor yapıyor ve sürekli kas çalışıyor olmalıydı. Düşünmeden yanına gidip oturmak için adımladım banka doğru. Bittabi, işittiklerim doğrultusunda oturunca “Kudretli Ayı?” diye sordum. Lakabı olduğu net olsa da şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım doğrular da belki yanıtlar diye. Şöyle başımı kaldırıp bakmam gerekti adama. Minik hissettim yanında uzun boylu olmama rağmen. “Djuratlılarla bir geçmişim var. Gel, seni de yemeğe götüreyim. Sen de nasıl buraya düştün onu anlatırsın yolda.” Sıcakkanlı ve samimiydim dediklerimde. Ae'yi de görmeyeli uzun zaman olmuştu ama Djurat denildiğinde aklıma ilk o geliyordu aklıma. Doğrulup cebimden arabanın anahtarı çıkardım. Metaho bütün gün pinekleyecekti zaten. Ashe düşünsün arabasızlığı. “Sebze yok, baharat da yok. Et var. Yalnızca et.” Yürümeye başladım arabaya doğru. Gideceğimiz yer yakın sayılır. Hiç yapacağım şeylerden biri değil ama adam açlığımı o kadar güzel sergiledi ki es geçemezdim. Dibine kadar doymak isteyen birini yolda bırakamam. İnsanlığa da sığmaz hem, çok yabancı duruyor buralara.

Yola çıkmadan önce “Sana Dusha’nın en güzel yerlerinden birini göstereyim. Ondan sonra eminim buraya tekrar gelmeyi isteyeceksin. derken arabayı çalıştırdım. Hız yapmaktan çekinmezdim. Hele de altımdaki polis arabası ise. Bir gözüm sürekli yolda. Çok değil, on dakikaya nehir kenarında kendin pişir kendin ye konseptli mekanda olacaktık. Yer yeni açılış yapmasına rağmen Himota’nın et pişirme yöntemlerinden faydalanarak ilgiyi üstüne çekmeyi başarmıştı bizim buralarda. Bazı etlerin de oradan geldiğini söylemişti sahibi geçenlerde. Ucu bucağı yok yani seçeneklerin. Bir sürü sipariş verecektim ve özenle pişirecektim. Varınca suya yakın bir yere geçer, masaüstündeki plaka barbeküde doyana kadar tıka basa etle dolu olurdu. Ashe ile yemek keyfimi paylaşmaktansa yeni birini tanımak ve sohbet etmek daha cazip geliyordu. Tanımaya çalışmaya bir yerden başlanmalıydı: “Gezi amaçlı mı geldin buraya? Bizimkiler pek iyi davranmamış gibi sana. Bu arada ben Fera. Fera Pongushe.” diye söyledim orman yoluna girerken.
Image
► Show Spoiler

Re: Geyikler Korunuyor Muydu?

#3
Açlık içinde ağlamaya hazır ve depresyona girmiş bir şekilde beklerken, kulaklarımda ismim yankılandı. Kudretli Ayı... Ama kalın bir sesten gelmedi bu... İnce bir ses, bir kadın sesi seslendi bana... Kafamı kaldırdım, siyah saçlı, aralarında mavi saçları olan, sert bir kadın bakıyordu bana. Bana bu hatun seslenmişti. Hem de Kudretli Ayı diyerek... Sanırım aşık oluyorum... İyice bakmaya başladım, iri yeşil gözleri vardı. "Çok güzelmiş..." Diye sayıkladım kendi kendime bakarken. Ama beni asıl heyecanlandıran şey, beni yemeğe götüreceğini söylemesiydi. "Baharatlı sebze yemeyeceğiz değil mi? Ne olur yemeyeceğiz de, et istiyorum ben et!" Arabaya doğru yönelmeye başladık hatunla. "Djuratlı biriyle tanışıyor musun önceden?" Sebze olmadığını, et yiyeceğimizi söylediğinde bağırdım yumruğumu havaya kaldırıp. Bu bir sevinç çığlıydı, savaştan çıkmış bir adamın narasıydı.

Kız bana Dusha'nın en güzel yerlerinden birini göstereceğini ve tekrardan gelmek isteyeceğimi söyledi. Buradaki ırkçılıktan sonra ne kadar gelmek isterim bilmiyorum. Gerçi Dusha'nın en güzel yerine güzel bir kadınla gitmek için tekrarlayabilirim sürekli bunu. Polis arabasına ilerlemeye başladıkça bir çekinmeye başladım, ya bu bir ajansa? Beni gözetliyorsa? "Sen, sen ajan mısın? Daha az önce tutuklandım, suçumu geri çektiler. Suçlanacak bir şeyim kalmadı benim yani." Dedim arabaya binerken. Her türlü beni gözetliyorsa bile et yedireceği için arabaya binme teklifini reddedemezdim. Kızın adı Fera'ymış. İsmi de kendisi gibi güzel. Sanırım buraya gelmişken aşık olarak döneceğim. Bu benim için çok zor olacak.

"Benim adım Mabi Mabi, bir kere söyleyince hoş, iki kere söyleyince daha hoş. Gerçi Dusha'da Kar Tanesi diyorlar bana. Böyle ırkçılık görmedim ben. Neymiş, geyikler korunuyormuş. Ben nereden bileyim arkadaşım? Burada tüm gün sebze yiyince geyikleri avlanıyor sandım, koşturdum peşinden geyiğin. Tuttum belinden, tam yakaladım götüreceğim otele falan, yiyeceğim orada, beni yakaladı polisler. Bir tanesi de döndü diyor ki bana, Kar Tanesi. Ne olmuş böyle sarışın ve beyazsam, bizim Djurat böyle arkadaş. İşte beni kelepçelediler, tabi o kadar kaslıyım ki..." Önce sağ kolumu sıktım bir hışımla, ardından göğüslerimi teker teker oynatırken kaşlarımı kaldırmaya başladım. "Tek bir kelepçe yetmedi çünkü kollarım birleşmedi. İki tane kullandılar. Buradaki ince adamların beş katıyım neredeyse, ahahahaha."

Derin bir nefes aldıktan sonra gülümseyerek döndüm yeni arkadaşıma doğru. "Arkadaş olalım mı? Bana et yedirirsen sana aşıkta olabilirim. Çünkü ben burada et bulamıyorum, adam bana diyor ki sebze var. Sebzeye baharat atsan ne olur ki? Hıyarı tuzlamakla aynı mantık. Bana et lazım. Tavuk pilav yiyeyim dedim, adam diyor ki bu sebzeli tavuk pilav. Ağaç yemek istesem gider ormanda büyürüm. Gezi amaçlı gelmiştim de işte, böyle olaylar yaşandı bir anda." Sağ elimin baş parmağını kaldırdım gülümseyerek tekrardan. "Nereye gidiyoruz? Ee, sen Djuratlı biriyle geçmişin olduğunu söylemiştin? Arkadaşın mıydı?" Bana et yediren bir kadın, sanırım ben yavaş yavaş gönlümü kaptırıyorum... Düşüncesi bile gönlümü kaptırmama neden oluyor, bir de yedirirse sanırım gerçekten Dusha'ya gelmek için çok daha fazla sebebim olacak. Ama şimdilik kafamı toplamalıyım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: Geyikler Korunuyor Muydu?

#4
Araba kullanırken çok dikkatli olurum. Rahatımdır ama sağlam bir sürücüyümdür. Hele de altımdaki emanet bir araba ise fazla özenli oluyorum hız yapsam da. Ee orman yolu biraz engebeli. Sarsıyor yapılmamış yollar. Gözümü yoldan ayırmadığım için de konuşmak külfet gibi geliyordu. Önemli olan can sağlığı. Sinirim de hala tavan. O yüzden yanımda oturan kişinin konuşmasını daha çok isterim ancak arabaya binmeden önce çocuğun sorduğu soru aklımı kurcalamıştı. Ajan olsam işimin hakkını daha çok verirdim, yalnızlığımla da çok iyi çalışırdım ama maalesef ki değildim. İzah etmek adına yemek için sürüklediğim çocuk söze girmeden konuştum: “Ajan olsam eminim daha farklı yöntemler ile alırdım seni. Merak etme, o cüsseye kimse çatmak istemez.”

Son sapağa doğru girerken vitesi düşürmüştüm. Virajları iyi almak lazım. Bir yandan da kahkaha atmadan duramadım. “Kar tanesi mi? Bizimkilerin bu kadar yaratıcı olduklarını bilmezdim.” derken göz ucuyla sıktığı kollarına baktım. “Poshoto ve Tumi’ye dua etsinler de geyik yerine çiğ çiğ onları yememişsin Mabi.” Kanım ısındı çocuğa. Anlattı bu her şeyi. Dusha’ya gelenler tütüne ve alkole gelir genelde. Eğlence için tamamen. Mabi ise geyik peşine düşmüş. İnanılır gibi değil. Doğal bir yanı var, onu da geçtim cüssesine tezat bir şekilde naif duruyor. Djuratlılar hediye kutusu gibi. İçinden ne çıkacağını hiç bilmiyorsun ama açınca hiç pişman olmuyorsun. Arkadaş olalım mı diye sordu bir de bana. Benim içe kapanık halim yok oldu birden. Her et yedirene de aşık olmaz herhalde. Daha önce hiç böyle bir soruyla karşılaşmamıştım. Hiç düşünmeden içimden geldiği gibi yanıtladım onu. “Olalım tabi. Neden olmayalım? Belki Dushalılar hakkındaki ırkçı izlenimin de değişir böylelikle.” Birkaç cümle daha ekleyecektim ama Mabi’nin soruları gelince hepsini derleyip cevap vermenin daha pratik olacağını düşünüyordum. Kaldı ki zaten artık inme vakti. “Geldik.” diyerek durdum. İnmeden de belirttim: “Buranın müptelası olacaksın Mabi. Demedi deme. Mikaramija’nın Yeri. Bir etleri isteyelim, oturunca bol konuşur bol yeriz.” İndim arabadan. Anahtarı üniformamın cebine tıkıştırırken camekanlı yerde duran orta yaşlı adama el sallayıp çimlik alana girdim. Suya yakın yere doğru ilerlerken mekan sahibinin çoktan hareketlendiğini görebiliyordum. Burada yediğim şeyler hep belirlidir. Ahşaptan yapılma masaya geçip kısa bir süre sadece izledim yeşilliğin ve suyun buluşmasını. “Manzara iştahımı daha da açıyor. En az sekiz kişilik yer miyiz dersin?”

Maşayı elime alıp beklemeye başladım. “Memnun oldum bu arada. Djuratlılarla geçmişim var derken… Ihm.. Nasıl denir? Bana borçlu olan bir arkadaş var diyebilirim. Ae. Ae Libjetütcha. Tanır mısın? Planladığı gibi gittiyse şimdiye kadar polis memuru olmuş olmalı çoktan.” dediğimde dana etleri, hindi, tavuk kanat tabağı ve incikler gelmişti masaya. Hızlı servis etmeleri burayı daha da çok sevmemi sağlıyor. Sakin bir tonla sordum aklımdakini. “Yaşıyor, değil mi?”. Yaşamıyor olabilir çünkü. Patlamaya hazır bomba edası vardı o çocukta. Kendine kurşun sıktığını gördüğüm için her şeyi bekleyebilirim ondan.Yanlarında getirdiği menüye benzer Pakt dilinde yazılmış kağıdı Mabi’ye uzattım o sırada iki maşadan diğeriyle birlikte. Etleri ızgaraya dizmekle meşgul olurken konuşuyordum. “Geyik vardır eğer hala istiyorsan. Dusha geyiği değildir ama. İstediklerini de ekleyelim.” Sırtımı dayadım, kolumla yetişebiliyordum. Karakoldan bu kadar kolay çıkabildiğine göre yüksek mevkili biri ya da onun oğlu olmalıydı, egolu gözükmediğinden bu seçeneği elemiştim direkt. Diğer bir seçenek ise; fiziki yapısına bakınca anlaşılıyordu. Polis olmalıydı o da.
Image
► Show Spoiler

Re: Geyikler Korunuyor Muydu?

#5
"Ama çatıyorlar işte. Oysa ben kötü biri bile değilim ki. Sadece geyik avlamak istemiştim, benim başka bir amacım yoktu. Sonra neymiş, Kar Tanesi'ymiş. Çok sinirim bozuldu valla." Yeni arkadaşım Fera ajan olmadığını söylediğinde inandım, çünkü beni et yemeye götürüyor. Hangi ajan beni et yemeye götürür ki? Fera'nın bana ve kaslarıma ısındığını biliyorum. Gerçi bu kadar erkeksi bir bedene sahip olduğum için benden etkileniyor olması çok doğal, onu suçlamıyorum. Baksanıza şu Dusha'lılara, hepsi incecik adamlar, üstüne üstlük bunlar kendilerini falan patlatıyormuş. Olacak iş gibi değil, niye böyle bir şey yapıyorlar ki? Acaba tanıyor mu o kendini patlatan adamı? Bir ara konuşma ortasında sorarım. Bu cılız adamların arasında beni seçmesi, gerçek bir erkekten etkilendiğini gösteriyor. Bir Kar Tanesi olabilirim ama, en azından kalın bir kar tanesiyim. İnce bir kar tanesi değil.

Fera geyik yerine onları yemediğimi söyleyince istemsizce kahkaha attım. Baş parmağımı kaldırarak otuz iki diş gülümsedim. "Ben insanlara zarar vermem ki. Ben sevgiye inanırım, o yüzden direnmedim zaten. Bizim memlekette de çok sorun çıkar mesela, kavgalar, dövüşler, ama kimseye vurmamaya özen gösteririm. İnsanlara sevgiyle yaklaşmak her zaman güzellikle sonuçlanır. Öfkeyle iş olmaz." Ben sevdim bu kızı. Matrak birine de benziyor. Hem benimle arkadaşta olmak istedi, ırkçı izlenimini yok edecekmiş. "Yok canım arkadaşım yok edemezsin, ben artık kalın ve iri bir Kar Tanesiyim. Ama bak söylüyorum, küçük olanlardan değil. Çünkü ben küçük değilim, büyüğüm. Hehehe." Neşem yerine geldi biraz sohbetle. Zaten çok takılacak bir konu değil aslında, ilk kez ırkçılığa uğrasam da ilk kez dışlanmıyorum. Lise zamanımda çok daha fazla dışlandığım olmuştu, özellikle babam yüzünden.

Fera geldiğimiz yerin müptelasını olacağımı söylediğinde, "Sebze olmayan her şeyin müptelası olabilirim şuan." dedim gülerek. Burası Mikaramija'nın yeriymiş. Fera'yla birlikte indik arabadan, et falan dedi keyfim yerine geldi vallahi. Böyle bir hareketlendim, yerimde oynamaya başladım heyecandan. Kaslarımın etin kokusunu alabildiğini hissediyordum, damarlarımın şiştiğini hissediyordum. Hepsi "ET. ET. ET." diye bağırıyordu içeride, duyabiliyordum. Kaslarımla aramda mental bir bağ var ve sohbet edebiliyoruz. Bana bağırıyorlar, et diye. Burada et olduğunun bilincindeler, onlara bir süre daha et yedirmezsem muhtemelen bağımsızlıklarını ilan edip bir iradeye kavuşacak ve vücudumdan çıkacaklar. Böyle bir şeyin olmasını asla istemem çünkü o zaman ince kalırım. Ya bu Dusha'lılara benzersem?

Ahşaptan yapılma masaya geçerken zorlandım biraz oturmakta. Garsona seslendim Fera söze girmeden, "Beyefendi, biraz daha büyük boy sandalyeniz var mı? Ben kırarım falan şimdi bunu, küçük bu. Sığamadım da ben, rahat edemedim yani." Sonrasında Fera'ya dönüp fısıldadım, "Kimse benim gibileri düşünmüyor yahu. Djurat'ta da aynı, her şey mini boy. Böyle olmaz ki. Hehe." Yeni arkadaşım, en az sekiz kişilik yer miyiz dediğinde gözüm döndü. Ellerini tuttum bir anda, gözlerine ciddiyetle baktım. "En yakın ikinci arkadaşımsın artık. Bana bu soruyu sormanla birlikte kalbimde çok büyük bir yer edindin. Bundan sonra seninle ruhlarımız bağlandı. Yeriz, şişene kadar yeriz!" Yumruğumu masaya vurdum Djurat tavernalarını anımsarcasına. Sevinmiştim benim gibi yemek yiyecek olmasına. Ae'yi tanımasam Fera en yakın arkadaşım olurdu ama Ae benim en yakın arkadaşım, Fera'da ikinci en yakın arkadaşım.

Ama beni şaşırtmayan bir şey yaşandı, Ae'nin Fera'ya borçlu olması. Şaşırtan ise Ae'yle tanışık olmaları. Bir ayı gibi anırdım borçlu olduğunu duyunca. "Aslında ondan beklerim borç takıp kaçmayı. Nasıl olsa ülkeler farklı, nereden bulacaksın üç gün süren var. Ae benim en yakın arkadaşım, sen de ikinci en yakın arkadaşımsın. Çok severim onu. Polis memuru oldu zaten, beraber ülkeyi bile kurtardık onunla." Biraz es verdim bu noktada, Fera yaşayıp yaşamadığını sorduğunda işkillendim. Bunlar gizli sevgili mi? "Yaşıyor yaşıyor. Ben onun yanındayken yaşamama ihtimali yok. Ben ölürüm o ölemez. Yani onun ölmesi için önce benim ölmem gerek, hehe." Gözlerimi kıstım, Fera'nın yüzüne yaklaştırdım yüzümü sorgulayan bir yüz ifadesiyle. "Siz sevgili misiniz?" Yeni ikinci en yakın arkadaşımı rahatsız etmemek için sorumdan sonra çekildim hemen tabi. "Yakışırsınız da tabi." Güldüm bir ayıya yakışır şekilde anırarak.

Geyik hala vardır dediğinde içimde kalmış olan o hayvanı dışarıya çıkarttım heyecanla. "Ben geyik istiyorum ustam, et ne varsa döktür bize. Bugün mükemmel bir ziyafet yapacağız. Bana birde kocaman bira getir ustam, varsa." Sandalyemden kalktım, Fera'ya işaret parmağımı uzatırken şapkamı geriye doğru çevirdim. "Beni et yemeye getirdiğin için, bu konseri hak ettin. Lil Mabi'nin şarkısını dinleyeceksin şimdi."

Hey Fera ya
Djurat Kuduroooo
Elleri kaldır
Kalça hareket etsin
Etrafında dön
Djurat Kuduro
Nefesini kaybetme
Daha yeni başladı
Başın hareket etsin
Djurat Kuduro
Kudretli Ayı sallar kalçayı
Eller havada tutar ritmi
Kadınlar döner etrafında
Eller ritim tutar bellerinde
Djurat Kuduro
Kimse durduramaz bu dansı
Kuduro oy oy oy
Djurat Kuduro hadi dans
Djurat Kuduro hadi dans


Dans etmeye devam ederken Fera'nın da elinden tuttum kalkması için. Tabi kalkıp kalkmaması kendi tercihi ama ben dansımı devam ettirdim. Bana et yedirdiği için bu dansı görmeyi, şarkımı dinlemeyi kesinlikle hak etti. Bir süre dans ettim utanmadan, tüm hünerlerimi sergiledim. Yerime oturduktan sonra terimi sildim alnımdaki. "Fuh, çok iyiydi. Bu yeni şarkım, başka şarkılarımda var. Bu şarkımın adı Djurat Kuduro." Biraz soluklandıktan sonra yeni bir muhabbet açabilirim diye düşündüm. "Sen polis memurusun değil mi? Burada Uranyum kullanıcısı biri kendini patlatmış diye duydum, sık sık yaşıyor musunuz böyle olaylar? Hae Tumi galiba, baya da yakışıklı çocukmuş yazık olmuş. Sen... Sen uranyum değilsin değil mi? Yoksa hemen kaçacağım." Dedim gülerek. Bir yandan tırsmadım da değil. Ya uranyumsa?

https://youtu.be/6Q43c116YYw

Dans için 00.00 ile 00.28 arasındaki sağda duran mavi ve kırmızı renkte ceketi olan adam izlenebilir. Hareketler aynısıdır.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image
Post Reply

Return to “Uluslararası Free RP Bölgesi”

cron