Öngörü

#1
Akşamın soğuk rüzgârları seyrek seyrek eserken odasının hava almamasından bunalan Barış küçük vantilatörünün önünde alnından akan terleri sildi ve omuzlarına zamansız yüklenmiş sorumlulukların gerginliğine karşı savaş vermeye devam etti. Bu kadar genç bir ruhun bu kadar baskı altında olması ne üzücüydü! Çevresinden gelen bir destek dahi olmadan başı dik yürüdü ileri doğru. Takdire şayandı! Tabii, her kişi gibi onun da temiz hava alması gerekti. Zihni rahatlatmanın ilkel bir yoluydu bu. Dışarıya çıktığında her seferinde gittiği yere gitti. Sahile indi. Hava daha serin ve dalgalar kıyıya vururken bilinçaltını rahatlatan sesler çıkardılar. Yıldızlar gökyüzü sahnesinde yeri almışlardı. Bulutlar izleyici sıfatındalardı. Kıyı boyunca yürürken kafasını göğe kaldırdı Barış. "Bilinmeyen uzayın esteteği ne kadar da çekici..." diye düşünmeden kendini alamadı. Boş bulduğu banklardan birine oturup çizim defterini çıkardı ve çizmeye başladı. Sorumluluklarını teker teker geride bırakırken zihnini özgür bıraktı. Takımyıldızları, kıvrımlı dalgalar, bulutlar, alacakaranlık ve dolunay. "Dolunay mı?" diye şaşkınlıkla baktı yukarı. Gözleri fal taşı gibi büyürken elini acele ile cebine attı ve bir obsidyen parçası çıkardı. Parlak bir siyah rengine sahip cilalı bir taştı bu. Narin olduğu kadar göz alıcıydı. Hemen dolunaya doğru tuttu. Obsidyenin içinden bakarken tek bir krater bile görmüyordu ayda. Pürüsüz ve yoğun bir beyaz rengindeydi. Fırsat bu fırsattı! Obsidyeni cebine koydu ve kıyı boyunca hızla ilerledi. İleride denize doğru giden uzun bir yol vardı. Yolun en ucuna kadar gitti. Yüzünü aya çevirdi ve eliyle nazikçe dokunda ona.

"Köşesi olmayan kır saçlı, kır sakallı ve kır bıyıklı babamız,
Gecenin lanetli karanlığından bizi koruyan koruyucu,
Merhametine sığındığımız siper,
Kayıp ruhların yol göstericisi,
Kutsal Gökyüzü Ruhu,
Uğruna nice büyüklerimizin uykusuz kaldığı Tanrı,
Yokluğa göğüs geren ve onu yarıp geçen kılıç,
Sözünü tut ve ezilen ruhları yücelt!
Yakarışıma cevap ver!"

Her kurduğu cümle ile rengi daha da yoğunlaşan ve etrafındaki yıldızlara can veren dolunay, yakarışın sona ermesiyle sadece bir anlığına öğlen güneşi gibi aydınlattı yeryüzünü. Hiçkimse fark etmedi. Sadece ve sadece yakaran görebildi onun ihtişamını. Kucaklayan yumuşak ışığa ancak o tanıklık etti. Arından Barış cebinden bir kez daha çıkardı obsidyen parçasını. Dolunaya tuttu. Obsidyenin üzerinde bir rün vardı. "Kut" anlamına gelen bir rün. Arkasından gelen bir ses ile ürktü. "En son bu kadar doğru bir yakarış duyduğumda Oğuz Kağan ile itbaraklara karşı savaşmıştım." Heyecan ve mutlulukla arkasını döndü Barış. Karşısında beyaz ceketli, lacivert gömlekli, mavi kotlu ve cilalı kunduraları olan seyrek bıyıklı ve sakallı, saçları kısa, gözleri ela, genç bir erkek duruyordu. "Esenlikler diliyorum Barış, seni görmeyeli ne kadar oldu?" Barış suratında karizmatik bir gülümseme ile cevap verdi. "Zamanın sonsuz yükünü ilkel kavramlarla anlatmak ne mümkün, Kutay?" Kutay kahkaha attı. Sonra kollarını açtı. "Gel, benimle yürü! Sana katmam gerekenler var!"

Return to “Serbest Kurgu”

cron