Re: [Ana Kurgu] Bir, İki, Üç

#11
Altan kısa bir açıklama yaptıktan sonra görev bitiminde görünmezlik olayının nasıl çalıştığını detaylı bir şekilde açıklayacağını sordu. Daha fazla bilgi elde edeceğim için mutlu olsam da aslında yaptığı kısa açıklama sayesinde istediğim şeye ulaştım. Artık bu yeni teknolojinin açığını biliyorum. Görünmez olan şeyi fark edemesem bile hala daha orada duruyor. Eğer yanına gidip dokunursam veya bir şeyle ona vurabilirsem etrafta görünmez olan şeylerin nerede olduklarını belirleyebilirim. Yarasalarda olduğu gibi bir radar sistemi tasarlayabilirsek hiç endişe duymadan etraftaki gizlenen tüm yapıları veya cisimleri bulabilirim. Bunun için geri döndükten sonra arge çalışması yaptırmam gerekiyor.

Biz kendi aramızda konuşurken iki grubun kavgaya tutuştuklarını gördüm. Olay yerine gelen polisler vakit kaybetmeden gayet sert bir biçimde kavga edenlere müdahile etmeye başladılar. Bu hengamenin ortasında bir kişi element gücünü kullanmaya niyetlendi. Polis olayların ciddileşeceğini anlayarak daha en başında adamı uyararak vaz geçirmeyi denedi. Ancak arkadaş kendine güvenerek bu uyarıyı görmezden geldi. Etrafa yayılan atom enerjisinden anladığım kadarıyla o da benim gibi bir uranyum kullanıcısı. Canı yandığı ve arkadaşlarına yapılan sert müdahile yüzünden sinirlendiği için şu anda en tehlikeli olan elementlerden birini kullanması çok büyük bir risk. Kurşun elementini kullanana bir polis uyarı atışı yapmasına rağmen sinirli uranyum kullanıcısı hala niyetinden vazgeçmeyerek kendi bildiğini okumaya devam etmekte ne kadar kararlı olduğunu gösterdi.

Polisler yanlış bir karar vererek adamın istekleri karşısında geri adım attılar. Karşısındaki kalabalığın ondan çekindiğini görünce adam iyice gaza gelerek aşırı isteklerde bulunmaya başladı. Daha önce savaş alanında olan kazaya atıfta bulanarak iyice kontrolü ele geçirdi. Aslında farklı bir ülkede olduğum için bu işlere karışmak istemiyorum ama gözümün önünde tüm ülkeyi tehdit edebileceğini düşünen cahil bir aptalın da elini kolunu sallayarak istediğini yapmasına izin vermek istemiyorum. Bu yüzden sakince adamın yanına yürümeye başlayarak "Yata olayında bende cephedeydim. Ortalık gerçekten çok kaotikti. Böyle bir şeyin bir daha yaşanmasını hiç istemem." diyeceğim. Adamın dikkatini çektikten sonra iyice yanına yaklaşarak Işıldayan Zincirleri kullanarak ellerini, kollarını bağlayarak onu etkisiz hale getirmeye çalışacağım. Bu kadar kibirli biri olduğu için böyle bir karşılık bekleyeceğini hiç düşünmüyorum. Bu avantajı kullanarak hızlı ve etkili bir şekilde onu yakalamak istiyorum. Tehlikeli bir durum oluşursa İzotop Kalkanını kullanarak kendimi korumayı planlıyorum.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Bir, İki, Üç

#12
Dengesiz manyağa yaklaşmaya ve sağduyuya hitap eden sözlerine başlıyorsun. Senin yaklaştığını görünce hızla sana dönüyor ve uranyumun belirginleşmeye başladığı elini sana tutuyor.

"Aynı kargaşayı istemiyorsan ça-"

Işıldayan Zincirler'in manyağın sözünü kesiyor ve onun bedenini sararak etkisiz hale getiriyor. Omuzlarından başlayarak kollarını gövdesine yapıştırıp onu yere yığarak hareketsiz bırakınca, oluşmaya başlayan uranyum daha oluşamadan yok oluyor. Dengesizliğini bir kez daha kanıtlamak istermişçesine sinirle bağırmaya başlıyor manyak.

"Beni zapt edemezsin!"

Bundan sonra Uranyum elementinin Radyoaktif Dalga tekniğini kullanmaya başladığını fark ediyorsun. Aralıklarla ciddi derecede radyasyon taşıyan dalgaları neredeyse somut şekilde görebiliyorsun. Ne kadar tehlikeli, ne kadar zararlı, ne kadar durmak bilmez oldukları beyninde şakıyor. Bu saldırı üzerine İzotop Kalkanı kullanmaya başlıyorsun. İnsanlar zaten kapalı alanlara saklanmış durumda. Dışarıda senin takımın dışında polisler bulunuyor. Olanları anlamış olacakları kendilerini sana göre hizalayıp siper alıyorlar. Sen bu umursamaz pisliğe doğru ilerlerken Altan'ın hemen arkandan geldiğini fark ediyorsun. Göz ucuyla ona baktığında seni başıyla onaylıyor ve bir elini sırtına koyuyor. O an, oluşturduğun kalkanın hiç azalmadan senden Altan'a doğru yön aldığını seziyorsun. Senin tekniğinden yararlanıyor. Beraber hedefinize vardığınızda Altan yerdeki adama böcek ezermişçesine öyle bir tekme atıyor ki, bir an adamı öldürdüğünü sanıyorsun. Adamın ağzından ve burnundan kan gelirken, tekmenin etkisiyle bilinci kapanıyor ve tekniği de son buluyor. Emin olduktan sonra sen de tekniğini kapatıyorsun. Etraftaki zararlı radyasyonun etkisini yitirdiğini ve dağılıp gittiğini anlayabiliyorsun. Etrafa bakarken bir şey dikkatini çekiyor. Elemanın hemen arkasındaki binanın girişinde, gölgeler içerisinde birisi var. Elinde çıkaramadığın bir elementin tekniği mevcut. Önce yerdeki baygına bakıyor. Sonra bakışlarını sana kitliyor. Elindeki elementi bozup gölgelere karışıyor. Belirsizliğin hakim olduğu sessiz kısa sürede son buluyor. Polisler temkinli adımlarla suçluya yaklaşıyor. Nabzı ölçülüyor. Yaşadığı teyit edilince hemen kelepçelenip arabaya taşınıyor. Polisler sen ile Altan'ın elini sıkıyorlar. "Bizi kurtardığınız için teşekkür ederiz. O malum olay hepimizde kalıcı yaralara neden oldu. Etkisinden çıkamadık hala." Polisler kendilerini açıkladıktan sonra olay yerini terk ediyorlar. Saklanan insanlar da bir bir dışarı çıkıyor. Hala biraz tedirginler. Belli ki hiçbiri element kullanıcısı değil. Onlar çıka dursun, sen söz konusunu binanın arkasından birilerinin çıkıp uzaklaştığını görüyorsun. Uzaklaşırlarken son kez sana bakmayı ihmal etmiyorlar. Sen de onların ardından bakarken Altan elini omzuna koyuyor. "Hadi gidelim. Dikkat çekmemiz gerekiyor ve halkın etrafımızı sarıp bizi kahraman ilan etmesi işimize yaramaz." Beraber olay yerinden uzaklaşıyorsunuz. Sokak değiştirince tanıdık bir ses cihazlarınızdan sesleniyor kulaklarınıza.

"Ses, deneme, bir ve iki! Size söz ettiğim ayak takımı az önce olay yerindeydi ve ayrıldılar. Onları gördünüz mü? Nereye gittiklerini biliyorsanız, peşlerinden gidin. Eğer kim olduklarını anlamadıysanız..." Max'ın sözü bambaşka bir ses ile yarıda bölünüyor. "Binadan çıkarken gördüğün kişilerden söz ediyor, Tegin. Hani, gölgelerden bakıştığın. Peşlerinden gidin. Ayak takımı onlar. Sen aksiyon almasaydın onlar alacaktı. Onları yakalarsan, belki gözlerine girebilirsin. Sözcük seçiminin önemini unutma lütfen."

Max diğer kıtada masa başında oturmakta ve sizi izlemekteyken yanındaki kişiye dönüyor. Yanındaki kişi ise göz kırpıyor ve işine dönmesini işaret ediyor ona.

Ayak takımından o kadar uzak değilsiniz. Bir iki sokak kuzeyinizdeler. Onları yakalamak sorun değil. Onlara ne diyeceğiniz sorun. Kafayı buna yorun.

Re: [Ana Kurgu] Bir, İki, Üç

#13
En ufak bir kanat çırpıntısı koca bir okyanusun insanların üzerine felaket olarak gelmesine sebep olabiliyor. Halbuki hayatın kaynağı olarak bilinen suyun yıkımın kaynağına dönüşmesi için gereken sebep ne kadar da küçük bir detay...İstemsizce olsun veya olmasın insanın elindeki veya çevresindeki her şey onun sonunu getirebilecek ve devamında çevresindeki her şeyin sonunu getirebilecek derecede büyüyebiliyor işte. Tam olarak genç delikanlı ve yanındakilerin yaşadığı olay da buydu. Belki de küçük bir kıvılcımdı ama herkesin aklına o felaketi getirmeye yetti. Üstelik, nicesine örnek olan bir hareketin insanlara nasıl cesaret vermiş olduğunu da görmek herkesin bilinç altında gücün getirdiği korkuyu tetiklemesine tekrar tekrar sebep olabilecek cinstendi.

Tegin'in müdahalesi ile olay belki de sorunsuz kapanmış gözüküyor olabilirdi ama bu içi dolu bir kitabın sayfalarından biriydi. Belki de o sayfaların içerisindeki paragraftan birisi... Herkesin bu denli bir eyleme teşebbüs etmesi ve polisin insanları adeta öldürürcesine davranması, bunlar bir kelebeğin kanat çırpışına eşdeğerdi. Nitekim bu sefer böyle olmayacaktı. Artık kaderin kendi ağlarından ziyade delikanlı ve yanındakiler kaderin getirdiklerine karşı durabilmek için bir araya gelmişlerdi. Genç Dufo tek başına ne kadar denese de sonu hüsran olan bu yolculukta artık yalnız değildi ve bunun farkını iliklerine kadar hissettiği bir olay tecrübe etmişti.

Altan'ın uyarısı ile birlikte yaşananları tam olarak atlatamayan delikanlı gerçekliğe geri dönüyordu. Onun için travmatik etkisi olan bu olayın içten içe onu aşırı şekilde körüklemesi de kendisinin bile anlamadığı bir durumdu. Hep birlikte hareket etmeye başladıklarında buraya neden geldiklerini ve ne yapmaları gerektiğini hatırlamak için kendini silkelemeye başlamıştı. Sokak değiştirmenin ardından tanıdık bir sesi duymaya başlıyordu genç delikanlı.

Bilgilendirmeleri aldıktan sonra diğerlerine bakmaya başlıyordu. Herkesin bunu duyduğundan emin olduktan sonra hiç süre kaybetmeden lafa giriyordu.
"Eğer böyle durmaya devam eder ve her şeye müdahale edersek hep bir adım geride kalacağız. Bir anlaşma yapalım; beni, burası benim topraklarım olduğu için karşımıza nasıl bir zorluk çıkarsa çıksın yalnız bırakın ve siz devam edin. Ben, o olaydan sağ salim kurtulmayı başarmışlardan birisiyim ancak her şeyimi orada kaybettim. Daha fazla kaybetmeye niyetim yok." dedikten sonra tüm ciddiyetiyle arkasını döndü ve bahsedilen ekibe yetişmek için tüm hızıyla koşmaya başladı. Çünkü daha fazla kaybedecek hiçbir şeyi yoktu...
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Bir, İki, Üç

#14
Sorun çıkaran kişinin dikkatini dağıtabildiğim için beni tehdit ettiği sırada başarılı bir şekilde ışıldayan zincirler kullanarak rakibimi etkisiz hale getirebildim. Tehdit etmek için vakit kaybetmek yerine eyleme geçseydi durum çirkinleşebilirdi ama yaptığı hata sayesinde durumu sorunsuz bir şekilde halledebildik veya ben öyle düşündüm. Yerde zincirlenmiş vaziyette duran arkadaş pes etmek yerine etrafa tehditler savurarak bir başka saldırı tekniği kullanamaya başladı. Uranyumun her türlüsü zararlı olmasına rağmen kullandığı teknikle büyük çaplı bir zarar veremeyeceği için rahatladım. Normalde uzaktan bir ok ile işini bitirebilirdim ama sivil birisi olduğu ve farklı bir ülkede olduğumuz için izotop kalkanımı açarak olaya müdahile etmeyi seçtim. Altan’ın da planımı anlayıp bana ayak uydurması sayesinde bu sefer kesin bir şekilde daha fazla soruna neden olmadan adamı etkisiz hale getirebildik.

Altan’ın uyarısı ve Max’ın direktifleri ile olay sırasında fark ettiğim adamların peşine düşmek için harekete geçtik. Daha doğrusu Dufo bizimle kısa bir konuşma yaptıktan sonra son sürat adamların peşinden koşmaya başladı. Dediklerinde haklılık payı olsa da kararında birazcık duygusal davrandığını düşünüyorum. Ne olursa olsun bitirmemiz gereken bir görevimiz var. Bireyselden ziyade takım olarak hareket edersek az önceki olayda olduğu gibi birbirimize yardım ederek çok kolay bir şekilde amaçlarımıza ulaşabiliriz. Eğer Himota da olsaydık veya sorumluluk bende olsaydı böyle bir yaklaşıma karşı çıkardım. Ama iki durumda karşılanmadığı için bir şey söylemeyi düşünmüyorum. Sadece Altan’a bakarak nasıl tepki vereceğini izleyeceğim. Onun direktiflerine göre ne yapacağıma karar vermeyi düşünüyorum.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Bir, İki, Üç

#15
"Lan, gerizekâlı, tek başına nereye gidiyorsun?!" Altan bir anda sinirle Dufo'nun arkasından bağırıyor. "Ulu Tanrı sen bana dayanma gücü ver! Veledin teki yüzünden bu görev çökmeyecek!" Tegin'e dönüyor ve kafasıyla işaret ederek koşmaya başlıyor. "Peşinden gidiyoruz, çabuk!" Altan bir o kadar sinirli, bir o kadar da endişeli şekilde Tegin ile birlikte Dufo'nun peşinden koşturuyor. Görevin ne kadar ölüm kalım meselesi olduğu açık ama arka planda başka işler olabileceği şüphesi Tegin'e uğramadan etmiyor. Dufo aldığı hızlı ve kesin kararla kuzeye doğru ilerliyor. Kendine özgü bir amacı ve hedefi var. Bunların gerçekleştiğini görmeden de ona rahat yok. Yollar boyunca koşarken etrafına bakıyor. Bakışları bir dükkânın önünden rüzgâr gibi geçerken yansımasına takılıyor.

"N'aaabeeeer?"

Bu tüyler ürpetici sesi tanıyor. Gördüğü "şey"I de. Saçlar yerine kafasından çıkan kalın uzantılar, gözler yerine bembeyaz kocaman çukurlar, devasa sivri dişler, upuzun kırbaç bir dil, pençeli sıska kollar ve belirgin bir göğüş kafesi. Bu O. Ondan başkası olamaz. Göğüs kafesinin altından bağırsak gibi bir uzantı uzanıyor. Aşağı ve geriye doğru. Taa ki, Dufo'nun gölgesine varana kadar. Orada ise Dufo'nun gölgesi yok aslında. Sadece siyah yumrudan bir yığın. Metrelerce uzanan dükkân camı boyunca bir selam çaktıktan sonra gölgeye doğru çekiliyor.

"Beni fazla bekletme. Hâlâ tapınmadın sonuçta. Ben O'na benzemem, bilesin."

İyice çekildikten sonra Dufo gölgesine kavuşuyor. Bu olaydan sonra önüne dönen Dufo, hemen ilerisinde ayak takımını görüyor. Aralarında bir konuşma dönüyor belli ki. Dufo bir şey yapamadan yandan Altan geliyor ve beklenmedik bir kuvvetle Dufo'nun ağzını kapatıp onu ara sokağa çekiyor. Hemen arkasından da Tegin takip ediyor. Ayak takımından biri arkasına bakıyor ama bir şey göremeyince önüne dönüp dinlemeye devam ediyor. Bir diğer dinleyecek olan da Dufo oluyor.

Ulan, salak! Tek başına atlamak ne demek? Takımı ardında bırakmak ne demek? Size teşkilatta hiçbir sık öğretmediler mi? Ulu Tanrı, sen bizi koru!" Eli hâlâ Dufo'nun yakasında kafasını uzatıyor. Ayak takımının orada durmaya devam ettiğini görünce Dufo'ya dönüyor. "Bir daha sakın ahmaklık etme. Şimdi, onların arasına sızmamız için elimizde güzel bir koz var. O da Tegin. Onların yapacağını Tegin yaptı. Güzel bir konuşma ile hem de. Bu yüzden, Tegin arkadan dolanıp bir sonraki sokağa geçecek. Benimle beraber yürürken onların karşısına rastgele çıkmış olacağız. Onların Güney Tihami milliyetçisi olduğunu biliyoruz zaten. Ne kadar az sayıda olduklarını da. Mavi Yıldız ile bağlantıları var, evet ama kendilerini onlardan görmediklerine eminim. Ülkelerine daha çok bağlılar. Mavi Yıldız'ı kullandıklarını düşünüyorlardır. Tegin kendini onlardan biri gibi gösterebilirse, aralarına sızabilir. Ben de onunla beraber içeri girebilirim. Sen dışarıda kalacaksın. Dışarıdaki gözümüz olacaksın. Sakın bu işi batırma." Altan bütün planı anlattıktan sonra Tegin'i alıp arka taraftan dolanmaya gidiyor ve Dufo'yu orada bırakıyor. Tegin'le dolandıktan sonra rastlantı eseri karşılarına çıkıyorlar. Ayak takımı ile göz göze geliyorlar. Gerginlik dolu saniyelerin ardından biri söze giriyor. "Orada doğru olanı yaptın. Bugünler de herkes etrafını hiçe sayan bencillerle dolu. Biz o kadar yumuşak davranmazdık. Senin hallettiğin iyi oldu. Teşekkürler." Bundan sonrası Tegin'e kalıyor. Dufo'ya ise izcilik gözcülük kalıyor. Olay yerine dönebilir veya bambaşka yerlere gidebilir. Belki de inat edip uzaktan da olsa diğerlerini takip edebilir.

Re: [Ana Kurgu] Bir, İki, Üç

#16
Genç delikanlı olanların ve bu zamana kadar yaşadıklarından tek bir şey öğrenmişti; herkesin ama her şeyin zamanı varken onun hiçbir zaman bir şeylerin vaktini kollamak için yeteri kadar ayrıcalığı yoktu. Yani, her zaman hızlı düşünüp hızlı hareket etmeliydi. Kimselere ve hiçbir şeye güvenip hareket edemezdi. Sadece kendisi ve yapabilecekleri ile baş başa olduğu bu dünyada tüm varlığıyla hareket etmeliydi. En azından varlığına karşı çıkabilecek bir olay gerçekleşene kadar böyle olmalıydı...

Genç delikanlı durmadan koşmaya başlamıştı. Arkasından diğerlerinin ona bağırdığını duymuştu ama az önce yaşadıklarından sonra bu yaşanan şeyin ardı arkasının kesilmeyeceğinin bilincindeydi. Nice Tihamiler, nice Gedhilfeler olayın kaynağına inip sorun çözülene kadar feda edilebilirdi çünkü büyük resimde, daha korkunç bir gerçek vardı ki sadece o tam anlamıyla yüzleşebildiğine inanıyordu. Bu konuda diğerlerinin ne yaşadığı veya ona ne söylediği pek umurunda değildi. Eğer her şeyi kafaya takıp mücadele etmeye çalışırsa asıl mücadelesi onu boğabilirdi.

Kendini şartladığı şekilde hızla koşarken arkadan birlikte olduğu insanların ona bağrışını duyuyordu ama buna kulak asacak gibi değildi. Çünkü bir kere durduğu vakit, zamanın ne kadar değişken tepkiler gösterdiğini kendi gözleriyle görmüş ve hatta enerjisiyle hissetmişti. Çok hızlı bir şekilde ilerlerken bir pencerede kaderin getirdiği kesişmeyle gördüğü bir yansımanın ardından bir şeylerin ters gittiğini anladı. O an, yaşadığı o an işte geriye dönük düşünceler, gördüğü şeyin ne olduğunu anlamak gibi düşünceler genç delikanlının zihnini kurcalamadı. Ne gördüğünden oldukça emindi. Ne olduğunun da oldukça farkındaydı.

Tek yapabildiği şey lanet etmek oluyordu Dufo'nun. Ancak gördüğü şeye, gördüklerine değil. Tamamen kafasında planladığı atılımı gerçekleştirmek için zamanım yok felsefesiyle ilerlerken, zamanın da ötesinde ve belki de her şeyin ötesinde olan o şeyin tekrar karşısına çıkması oldukça yersiz bir olaydı. Üstelik bu sadece bir kesit değildi. Bir yansımanın ona kendini hatırlatması veya ona verilmiş bir imge değildi. O şey, varlığını Dufo'nun karşısına böyle bir zamanda çıkmıştı.

Karanlığın o silüeti karşısına çıktığında onunla tekrar konuşuyordu. Bu sefer bir şeyler istiyordu ve açıkçası Dufo'dan bir beklentisi olduğunu hissetmişti. Ancak bu sefer tehditte bulunmuştu. Ona tapınmasını istemişti ancak bunu nasıl yapılacağını bilmeyen genç delikanlı karşısında gördüğü şeyi kabul etmeye çalışırken yaşadığı şoktan bir anda uyanmıştı. Uyandığında karşısındaki kişiler onlara söylenen kişilerdi. Ancak bir şekilde güçlü bir kuvvet onu alıkoymuştu. Henüz tam kendisine gelemeyen genç adam karşısındakinin Altan olduğunu anlamıştı ve onun azarını dinliyordu.

Bu sırada gözlerini yere devirmiş şekilde kendisiyle iç muhakeme veriyordu ve şöyle düşünüyordu:
"Ona ne gördüğümü anlatabilir miyim? Ne gördüğümü söylersem beni anlayabilir mi? Gördüklerimi onlara anlatmam güvenli mi? Hiçbir şey bilmeden her şeyi bildiğini düşünerek hareket etmeleri ne kadar rahat olmalı...

Galiba sadece bana söyleneni yaparak hareket etmeliyim bir süre. Akışın içerisindeki dengeyi değiştirecek bir hareket yapmaya çalıştığım zaman ya azar yiyorum ya da dayak... Benim mücadelemin nerede ve kimle olduğunu bir bilebilsem!
" diyordu.

Altanın söylediklerini iyice dinledikten sonra kendini toparlayıp kısaca özür dileyip görevi yapacağını dile getirmişti. Gözcü olmak şu an yaşadığı durumda en mantıklı şey olabilirdi ama tekrar o şey ile karşılaşırsa, ne kadar burada kalabilirdi? Veya kendinde kalabilirdi? Üstelik o şeyin delikanlıdan ne istediğini henüz anlayamamıştı. En iyisi o şey tekrar karşısına çıkana kadar veya ne istediğini öğrenmenin bir yolunu bulana kadar buradakilerin planlarına engel olmamalıydı. Sadece var olan akışın dengesizliğini görmeye çalışmalı ve gerekli noktalarda buna müdahale etmeye hazır olmalıydı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Bir, İki, Üç

#17
Altan'ın direktifi sonrasında az önceki heyecanlı arkadaşın arkasından koşmaya başladım. Görevlerde her zaman beklemeyen şeyler yaşanabilir. Genelde bu durumlar doğaçlama yapılarak veya birinin inisiyatif almasıyla çözülebilir ama bu seferki durum çok farlı. Hem bulunduğum ülkeyi hem de ekip olduğum kişileri tam olarak tanımadığım için kimin neler yapabileceğini veya hangi konularda yetenekli olup hangi konularda eksik olduğunu bilemiyorum. Bu bilgi eksikliği beni oldukça huzursuz ediyor. Buradaki sorunu bir an önce çözüp kendi ülkeme dönmem lazım.

Dufo'ya harekete geçmeden yetişmeyi başarıyoruz. Altan'ın tatlı sert konuşmasından sonra onu geride bırakarak az önce yapılan planı uygulamak için adamların yanına gittik. Planımız çok üstün körü olsa da adamları kandırmayı başarabiliyoruz. Bu noktada konuşma işini bana bıraktığı için Altan'a sitem dolu gözlerle baktıktan sonra "Yardımcı olabildiysem sevindim. Bende bencil insanlardan nefret ederim. Eğer ortada bir sorun varsa ve bunun çözebilecek konumdaysam elimden geleni yaparım. Bence herkesin de böyle yapması lazım." dedikten sonra ortamdaki duygusal atmosferi bozmak ve arkadaşlardan bilgi alabilmek için "Bu arada buralarda yemek yiyebileceğimiz daha doğrusu bir şeyler içebileceğimiz bir yer biliyor musunuz? diye soracağım. Doğrudan kendimizi davet ettirmenin biraz şüphe çekeceğini düşündüğüm için onlara karşı yaptığım yardımın karşılığı olarak arkadaşların bize içecek bazı şeyler ısmarlayacağını umut ediyorum. Kim bilir belki bizi mekanlarına bile davet edebilirler ya da içki içerken bize eşlik edip ağızlarından önemli bilgileri kaçırabilirler.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Bir, İki, Üç

#18
Tegin'in ilk sözlerinin ardından yüzlerinde hafif bir yumuşama oluyor takımın. Tegin'in dediklerini destekliyorlar. Aynı kafada oldukları açık. Ardından gelen soruya ise biraz geç tepki veriyorlar. En önde Tegin ile konuşmuş olan biraz düşünüyor ve arkasındakilere kafasını çeviriyor. Hiç konuşmadan sadece jest ve mimiklerle anlaşıyorlar. Biri kafasını yana eğip omuz kaldırarak "Bana uyar." diyor. Öteki gülümseyerek başını hafifçe sallıyor. "Hak etti." diyor kendince. Son kalan ise elini sağ sola oynatarak "Az buçuk vaktimiz var." diyerek rahat davranıyor. Takım kararı ile Tegin'le tekrar konuşuluyor. "Benim oğlanlar sorun etmiyor. Hem bir zamandır dinlemiyoruz. Buralar fazla belalı. Çoğu mekan hasarlı ve tadilatta ama banko bir yer var. Adı Nahoş Karides. Hehehe! Her söylediğimde gülüyorum. Böyle komik bir adı olduğuna aldanma ama. En iyisidir! Bizi takip et ve yakın dur." Bu sözlerin ardından yola koyuluyorsunuz. Yol boyunca kimse konuşmuyor ama belki bir iki soru sıkıştırılabilir. Fazla sürmeden Nahoş Karides'e varıyorsunuz. Kapıda göbekli kısa boylu bir adam var. Takımla bir seri tokalaşma yaptıktan sonra Tegin ile Altan'a geliyor sıra. "Onlar yeni, fazla yüklenme lütfen." Koruma sizi süzüyor. İnatçı bir tavırla tokalaşmayı size öğretmeye çalışıyor. yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya, yumruk tokuştur, sağdan sola, soldan sağa ve dirsek. Bu uzun sürüyor. Gerçekten. Adam harbi inatçı. Siz doğru düzgün yapana kadar devam ediyor. En sonunda içeri girebiliyorsunuz. İlk fark ettiğiniz şey ise, herkes gevşemiş bir ruh hali ile sohbet ediyor olsa da, üzgün olmaları. Üzgün ve karamsar. Hayallerinden uzak ve endişeli. Her birinin gözlerinde parlamalarına engel olan karanlığa karşı haklı bir isyan var. Biraz ilerliyor ve masaya katılıyorsunuz. "Sizi baya tuttu, değil mi? Hahahahah! Buranın bir kültürü var ve hiçkimse bundan ödün vermez. Örnek olarak," söze ara veriliyor ve bir el işareti yapılıyor. Önceden görmediğin bir işaret. Bunun üzerine hemen masaya pespembe bir içecek geliyor. Belli bir saydamlık var. Söze devam ediliyor. "İlk gelenler asla hesap ödemezler ve ilk içecekleri karides kokteyl olur!" Aldığınız ilk yudumla beraber damağınız şen şakrak oluyor! Tatlı ve Sert! Yanında karides olsa iyi giderdi be! Bardağın kenarında, şemsiye ile beraber. Tam bir yaz havası! Bir iki buz. Üüüüfff! Aaaah, ölümlü günlerime döndüm bir an. Oh, kusura bakmayın, konuyu dağıttım. Siz içmeye devam ederken sonunda elemanın adını öğreniyorsunuz. "Adım Kowigo. Tanıştığımıza memnun oldum." Siz bu kadar güzel bir ortamdayken, Dufo için aynısı geçerli olmuyor maalesef.

"Bana soracak olursan, ipleri eline alman gerekiyor. İtilip kakılmak sana yakışmıyor be!" Tamamen gölgeden meydana gelen trenç kotlu silüet Dufo ile konuşmaya başlıyor. Yüz hatları var olmasa bile önemsiyormuş hissine kapılmadan edemiyor Dufo. "Demek istediğim, sende büyük bir potansiyel var. Keslinlikle kilit rol oynayacaksın. Hatta anahtar rolünde bile olabilirsin. Yine de, sanki kozmos değil de, başka bir şey seni geri tutuyor. Ne dersin?" Dufo etrafı kolaçan ederken bir kez daha bu varlıkla etkileşime giriyor. Kimdir? Nedir? Amacı, hedefi, kendisi hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Hiçbir şey belli değil. Gerçek mi o bile tartışılır. Yine de, Dufo onu görüyor, duyuyor ve seziyor. Güney Tihami'nin havası gereginlik ve karamsarlık dolu. Nice vaatlerle gelinen yerde yokluk ve sefalet ile zincirlenmiş gibi insanlar. Umutsuzca sarılıyorlar ideallerine. Bir de Himotalılara idealist diyorlar. Tabii bu idealist tanımına göre değişiyor. Sadece kendini ideaya bağlamak mı idealist kılar kişiyi? Yoksa, ideayı gerçekleştirmek mi? Benim dünyamda her ikisi de geçerli. Önce kendini adarsın, sonra gerçeğe dönüşünü seyredersin. Kendi çabanla. En güzeli odur. Bu yardım almayacaksın demek değil, yanlış anlama. Ben bile bir ortağa sahibim. Beraber yürütüyoruz işleri. O Gedhilfe'de şu an. Ben ise daha varamadım. Kozmos beni meşgul etmeyi çok seviyor. Neyse, bakalım Mavi Yıldız'a sızabilecek misiniz? Sizi yakından takip ediyorum. Düşündüğünüzden çok daha yakınım.

Re: [Ana Kurgu] Bir, İki, Üç

#19
► Show Spoiler
Gözcülük yapmaya karar verdiği sırada kafasının içinde gölgelerle dövüşen genç delikanlı, gölgenin vücut bulmuş haliyle konuşmaya da başlamıştı. Hatta sadece konuşmak da değil bildiğin karşısındaki silüet ona akıl vermeye başlamıştı. Tıpkı ondan önce nicesi gibi sığındığı gölgenin kendisi bile ona akıl vermeye, cesaretlendirmeye başlamıştı. Oysa ki hayat her daim onun için böyle anlamsız ve karanlığa boğulmuş durumda geçerken diğerleri için oldukça aydınlık, olağan ve her şeye rağmen iyi olmaya devam ediyordu.

Gözlemlediği arkadaşlarından edindiği izlenim üzerine anlam veremediği "o" şeyin konuşması Dufo'nun duyduklarını tekrar tekrar sorgulamasına sebep oluyordu. Neden sürekli onu bir şeyler itmek istiyor, bir şeyleri yapması için zorluyordu? Her yaptığında da karşısına çıkan engeller onu karanlığa itmeye devam ediyordu. Peki bu şey karşısına çıkıp, ikinci defa onun hayatına dahil olup neden ondan bir şeyleri istiyordu? Neden bir şeyler yapması için sürekli onu seçtiğini, onun bir şeyler yapabileceğini söylüyordu?

"Anlayabiliyorum, benden çok daha farklı bir şeysin. Belki de kafamın içinde yarattığım bir kurtarıcısın ama bana söylediklerin yaşadıklarımdan bir haber olduğuna işaret." diyordu sinirli bir şekilde. Ancak siniri karşısındakine değildi sadece.

Bu zamana kadar yaşadığı her şeyi düşündüğü zaman her zaman bastırılan, susturulan ve engellenen kişi olduğunu hissetti. Güçlü olmaya çalışıtğı senaryoda bile başkalarının müdahalesi ile gücü ona verilmişti. "Kozmos dediğin şeyin ne olduğunu bile tam anlamış değilim. Sana şunu söyleyebilirim; seninle şu an burada ölümüne savaş verip kaybetsem içimde kayıp giden herhangi bir endişe, üzüntü olmaz. " bu sırada eline cebini atmıştı ama eşyalarını orada bıraktığını hatırlamıştı an için. Son bir umutla elini daldırdığı zaman cebine maskesinin orada olduğunu anlamıştı. Usulca çıkarttığı maskesini suratına bağladıktan sonra o göremediği, neye benzediğini bilemediği şeye karşı gözlerini çevirdi.

Karşısındaki şeyin gözlerinin içine öyle bir dik bakmaya çalıştı ki duyduğu laflardan ettiği nefreti gözlerinden alev gibi fışkırsın! Daha sonrasında tüm öfkesini ve acısını dışa vurmaya hazırlanan genç delikanlı tekrar söze girerek karşısındakinin ne olduğunu umursamadan konuşmaya bşalamıştı:

"Belki de sen haklısındır...

Ne yaparsam yapayım içinde sıkıştığım bu boşluğun içerisinden çıkmak için harekete geçmeliyimdir. Ingeniumdaki olan hiçbir şeye etki edemeyişim, evimin yıkılışı ve hayatımın değersizleşmesi Büyük Resmi görebilmem için bana sunulmuş küçük detaylardı! Daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapıp, kendimi ve varlığı aşıp gerçeklerin peşine gitmem için yapmam gereken budur belki de!
" dediği sırada içindeki gücün onu sarmaya başlamasına izin veriyordu.

Bütün enerjisi onu sarıp sarmalarken bugüne kadar temin ettiği bütün güçleri ve teknikleriyle karşısındakini yok edecek bir güce erişmeyi hayal etmişti. Sahip olduğu tüm tekniklerin birleştiği, mükemmel olmasını planladığı bir enerji patlamasının karşısındaki bu karanlığı silmesine sebebiyet verecek kadar etkili olması gerekiyordu. Bütün gücünü buna verirken devamında tekrar konuşmaya devam etti:

"Endişe ettiğim her şeyi geride bırakıp, yaşamın ve yaşantının içerisinde bulunmaktansa onun dışına çıkıp onu kontrol, hayır yok etmeyi denemeyelim! " dedikten sonra Neon - Ouroboros tekniğini aktifleştirmeye başlıyordu. Aslında ismini bilmediği ve sadece karşısındakini yok etmek için tüm duygularıyla harmanladığı enerjisi onu yutan bir canavar kafasına dönüşecek ve genç delikanlının etrafını saracaktı. Daha sonrasında da saldırmak için kendini hazır hissettiği an karşısında duran şeyin üstüne koşacak ve tüm gücüyle ona vuracaktı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Bir, İki, Üç

#20
Önündeki ayağa kalkmış gölgeden duyulabilir bir nefes alışverişi geliyor. Ardındansa, hodri meydan. "Sen gerçekten kıt beyinlisin, değil mi?" Sana bu hakareti ardından, tıpkı senin gibi, öfke ile patlamaya başlıyor. "Aynı anda hem aşağılık hem de üstünlük kompleksi yaşamayı nasıl beceriyorsunuz? Başkaları güllük gülistanlık yaşarken sen mi anlamsız bir yokluktasın? Güldürme beni! Sen sadece bir veletsin; aklının alabileceği ama sırf istemediğin için almadığı konularda kendini ana karakter ilan edip mazlumu oynuyorsun! Senden çok farklı bir şey mi? BEN BİR TANRIYIM! Ben senin kafanın içindeki değil, bütün kişioğlunun kurtarıcısı ve kozmosun tahtında oturanım! Bir haber miyim? Asıl sen kendinden bir habersin! Kendini tanıyamayacak kadar acizsin!

Önündeki varlığın sırtından ve belinden geceyi andıran bir karartı dokunaçlarıyla bütün uzayı kavramaya ve ele geçirmeye başlıyor. Sen her nasıl atom enerjini topluyor, yönlendiriyor ve şekillendiriyorsan, onunda anlayışının dışında bir şeye aynısını yaptığını varsayabiliyorsun. Sen etrafını ve kendini sarıyorsun. O ise uzayı sarmalıyor.

"Tipik ilkel primat seni! Küçük beynin aşırı yüklenince nasıl savaşa, şiddete ve ölüme başvuruyorsun. Nasıl da intihara yöneliyorsun. Koca bir hayal kırıklığı! Yaşamım boyunca senin kadar kişioğlunun olayları ve durumları umuda bağlaması kadar güzel bir özelliği çarpık ve iğrenç şekilde kullananı görmedim. Battıkça batıyorsun!"

Yerden göğe her şey rengini yitiriyor. Gözlerini karşındaki başkalaşımdan alamıyorsun. Tehdit ve gerilim hat safhada! Yine de görüş alanının ucunda bu renksizleşmeyi algılayabiliyorsun. Bir tek sen ve kullanmaya başladığın teknik rengini koruyor. Bu esnada aklına diğerleri geliyor. Tihami'de olduğun gerçeği ve etrafta insanlar olduğu gerçeği beyninde çınlıyor. Onlar olanları görebiliyor mu? Sizi izleyen var mı? Artık griye boğulmuş dünyada gözlerini karşındaki başkalaşımdan ayıramadan görüşünün en ucuna dikkat vermeye çabalıyorsun. Gözlerin ağrı içinde sızlıyor ve kalıcı olarak kayıp kör olacakmışın gibi hissediyorsun. Sonunda birkaç kişiyi yakalıyorsun ve işlerin ne kadar ileri gittiğini anlıyorsun. Sonunda yakaladığın üç kişi hiç hareket etmiyorlar. Heykelmişçesine duruyorlar. Bakışlarını yukarıya sürüklüyorsun. Bulutlar oldukları yerde duruyorlar. Dünya rengini yitirdiği gibi zamanını da yitirmiş. Gözlerini önüne zorla çevirdiğinde ise korkunç bir manzara seni bekliyor. Başklaşımın üzerinde beden çizgileri gittikçe belirginleşmiş. Sırtından ve belinden çıkıp uzayı ele geçiren dokunaçları uzadıkça uzamış, büyüdükçe büyümüş. Parmakları incelip sivrilmiş. Ağzındaki dişler bıçak gibi keskin, dili upuzun. "Ne kadar da şirin bir isyan. Ne kadar da şirin bir sanı. Zavallılığın komik. Canımı en çok sıkan şey nedir aslında, biliyor musun? Bu kadar aşağıda sürünmene karşın potansiyelinin bu kadar yukarıda olması. Kendini bu kadar aşağılık görmene karşın bir o kadar yukarıya çıkabilecek olman. Bu kadar bağıra bağıra ağlamana karşın seni tutan hiçbir şey olmaması. Bu kadar olanak ve olasılık içinde gözlerini söküp kör olduğun için lanet okuyorsun. Dümdüz ilerlemek yerine bir adım atıp adımın ne kadar zor olduğundan şikayetçi oluyorsun. Sen acının, geride kalmanın, terk edilmenin ne demek olduğunu biliyor musun gerçekten?" Artık her yer ve her şey gri. "Sen hiç en çok güvendiğin ve bel bağladığın tarafından ihanete uğradın mı?!" Artık zaman donuk. "Sen hiç zaman ve uzay algını yitirecek kadar işkence gördün mü?!" Artık tekniğin tamam ve bir canavarın kafasının içinden bakıyorsun başkalaşıma. "Sen sevdiğin ve değer verdiğin her şeyden alıkoyuldun mu?!" Artık baktığın başkalaşım en şeytani varlıktan ve en gerçekçi kabustan daha öte. "Sen hiç gelecek uğruna, kişioğlu uğruna kurban edildin mi?!"Kafası ağzı yukarı gelecek şekilde dönmüş, dişleri çarpıklaşmış, dokunaçların her biri kapaksız gözlerle sana bakıyor. "Ben bir ölümlüden, deneğe döndüm." Etrafını saran gözlerin bebekleri küçülüp büyüyorlar. "Ben bir denekten canavara döndüm." Başkalaşımın ağzı kayarak bedeninde hareket etmeye başlıyor. "Ben bir canavardan kozmosa döndüm." Göğüsü açılıyor ve onlarca tırtıklı ince dil kamçı gibi etrafta oynarken hiçliğin senin içine baktığını ve seni sömürdüğünü deneyimliyorsun. "Ben kozmostan Tanrı'ya döndüm." Bunca zamandır ikiniz de birbirinizi beklediniz. Şimdi ise çarpışma zamanı! Her şey söylendikten sonra kafa kafaya geliyorsunuz. Bundan sonrasını yazmak ise çok zor. Gerçekliğin ne kadar göreceliği olduğunu kanıtlar nitelikte. Canlılığın ve zamanın yittiği bir uzayda, ki bu uzay suretim oluyor, birbirinizin içinden geçiyorsunuz aslında. Canavar'ı kullanan mı yoksa Canavar'a mı dönüşmüş olan sen griyi yırtarak, seni izleyen gözleri kör ederek, seni kamçılayan jilet dilleri kül ederek ilerliyorsun. Suretim ise zaten her yerde olduğu için sana göre sadece olduğu yerde duruyor ve bekliyor. Senin aklını ve ruhunu hiçliğine katıp sömürüyor. Sen ikiz dişleri ona geçirerek kızgın ve yakıcı enerji adındaki zehri enjekte ediyorsun. Suretim ise Canavar'ı ele geçirip içine girerek onu çürütüp kendine almaya çalışıyor. Aslında, olanları en iyi siz ikiniz bilebilirsiniz ve anlatabilirsiniz. Bu çok ama çok özel bir deneyim ancak ikinizin de bilinci buna yetmez. Belki de direkt sana gelmeliydim. Suretime bir fırsat vermek istemiştim sadece. Yine kendi bildiğini okudu. Yazık, ben daha farklı bir senaryo istiyordum. Yine de kendimi suretlere ayırmaktan pişman değilim. İngenium projesinin suretlerimle tepkimeye geçişi tatmin edici. Beklendik, evet ama tatmin edici. Kozmolojinin en kadim ve güçlü şekillerinden birini en çağdaş ve başlangıç düzeyinde bir teknikle çıkarmanı beklemiyordum doğrusu. Senin hakkında yanılmamışım. Sen kesinlikle hayallerimi süslüyorsun. Yanıma gel, olur mu?

Varlığı asla kanıtlanamayacak ve her daim sorgulanacak olan olaydan kopuyorsun. Gözlerini ilk açtığında kendinden emin bir şekilde öldüğüne kanaat getiriyorsun. Her şeyini kustun ve dışarı çıkarttın. En çıplak ve savunmasız halinle hiçliğe maruz kaldın. Mavi gökyüzünü ve beyaz bulutları görüyorsun. Bulunduğun yerde bir serinlik var. Soğuk değil ama serin. İnce bir su tabakasında yattığını farkediyorsun. Çok ince ama doğrulurken yansımanın ve suyun ötesini göremiyorsun. Üzerin kesinlikle ıslanmıyor. Kalktığında ayaklarının sadece küçük bir kısmının suyun altında olduğunu seziyorsun. Ufukta söken bir şafak var. Ne ilginçtir ki, Güneş'e bakmak gözlerini acıtmıyor. Ne kadar serinlik varsa o kadar ısıtıyor seni. Tam karşıt yönde ise daha da ilginç bir manzara var. Bir hilal dolunayın içinde ucunda ise sekiz köşeli bir yıldız. Hiçbir yer şekli yok etrafında. Etrafında dönerken birilerini görüyorsun. Uzaktalar, tanıyamıyorsun. İki kişi var ve önlerinde duran biri onlarla konuşuyor. Onların yanına gitmek istiyorsun. Elini uzatıp bir adım atıyor ve kendini orada buluyorsun. Sağın boş, solunda Livei var, Onunda solunda Mabi var, karşında ise yakışıklı, karizmatik, mis gibi giyinmiş bir erkek var! Onu görmenle beraber rahatlıyor ve yumuşuyorsun. Huzur her boyutta iliklerine kadar işliyor ve sakin bir havaya bürünüyorsun. Nice olumlu çağrışımlar seni selamlıyor! Kurtuluş, özgürlük, gelecek, iyilik, acıma ve daha niceleri! Bu etrafına kut yayan adam gözlerini sana çeviriyor ve iki kolunu yana açıyor. "Hoşgeldin, Dufo Slitshut! Aramıza katılman ne kadar sevindirici! Ben de tam arkadaşlarına kafalarındaki soru işaretlerini çözmelerinde yardımcı oluyordum. Eminim senin de soracakların vardır. Çekinme, olur mu?"
Bay Zengin
► Show Spoiler


Off Topic
"Dufo Slitshut artık Dağın Ötesi konusunda yer alacaktır. Tegin Hentanodan üçüncü habersiz pasifliği yapmış bulunmaktadır. Geçerli mazaretini en yakın zamanda iletirse konunun kurallara göre kapanmasından ziyade konu, konu sonu ödüller olmadan devam edecektir."
Post Reply

Return to “Direniş Üssü”

cron