Uzun sürüyor tabii ama buluşma noktasına varıyorsun. Orada ise ağzında sigarası, elleri cebinde okyanusu izleyen Max'ı ve hâlâ tasarımını garipsediğin bilinmeyen çağa ait uçağı görüyorsun. Senin geldiğini görünce el sallıyor. Sigarasını ağzından alıyor, son dumanı üflüyor ve rüzgârın dumanı götürüşünü izliyor. Ardından gri renkte paket gibi bir şey çıkarıp sigarayı söndürmeden oraya koyuyor. Gri paketi cebine koyduktan sonra, başka bir cebinden mavi küçük bir paket çıkarıyor. İçinden yine mavi ama kare şeklinde saydam bir kağıt çıkarıp damağına yapıştırıyor. Sen vardığında da gülümsüyor. "Sevgili dostum, seni görmek ne güzel!" Hemen elini uzatıyor ve tokalaşıyorsunuz. "Sarılmak da isterdim ama sigara kokuyorum. Hoş olmaz şimdi." Beraber uçağa biniyorsunuz ve yola koyuluyorsunuz. Yol sırasında ise sana ilginç bir önbilgi veriyor. "Aslında ikimizi de ışınlayıp bizi zahmetten kurtarabilirdim ama dürüst olacağım, saatlerimizi kullanmayı en aza ve en basite indirgememiz gerek. Dünya her yerde bizi arıyor ve saatleri kullanmak, hele hele büyük ölçüde, onlara yerimizi haykırmakla aynı şey. Hem, senden önce başka bir arkadaş için kullandım. O yüzden yani. Uçağı kullanırken bile neredeyse yakalanıyorduk, biliyor musun? Bundan dolayı, sana mektupta söz ettiğim gibi, yeni bir projeye başladık. Başarılı olursa, bir tık daha özgür olabileceğiz." Aydınlık hava hızla kararıyor ve yeniden aydınlanıyor. Böylelikle ikinci kıtaya varıyorsunuz. Uçaktan indiğinizde sizi Max'in arkadaşlarından biri karşılıyor. Bir arabaya dayanmış, sizi beklemekte. Araba sizin kıtanızdaki arabalardan belli bir yönde farklı. Daha geniş, kalın ve ağır. Tekerlekler daha büyük ve girintili çıkıntılı. Teknoloji olarak kesinlikle daha ileride. İleriye baktığın zaman patikanın taşlı ve topraktan olduğunu görüyorsun. Belki bu yüzdendir? Arabaya biniyorsunuz ve yola koyuluyorsunuz. Kıyıdan merkeze yol sürüyor ama etrafı seyretmek sana çarpık bir haz veriyor. Yeni bir kıta, yeni bir doğa, yeni insanlar, köy var bir tane, tren istasyonu var ama tren bambaşka bir tren. Oval mi o? Vay be! Eğitim Merkezi? Burada işler tam da istedikleri gibi gidiyor desene. Bunları görmek senin beynini besliyor ama bir yandan da çekingenlik ve korku beyninin köşesinde bekliyor. Başka hangi kıtalar var? Başka hangi gezegenler var? Başka hangi teknolojiler var? Neye karşıyız biz? Zamanı gelince ne yapacağız? Büyük bir kale görmenle bu kaygıların son buluyor. Kale gerçekten kocaman ve dümdüz duvarları var. Hapishaneymiş gibi bir his yaratıyor. Sanki bilerek fazla düz ve soğuk yapılmış. Olumsuz bir tasarım hedefi var adeta. Kaleye vardığınızda ise arabadan inip içeri geçiyorsunuz ve içerisinin dışarıdan ne kadar farklı olduğunu görüyorsun.
İçerisi beyaz ve tonları ile renklendirilmiş. Belli bir yerden sonra krem rengine dönüyor. Koridorlar, geniş odalar, ofisler, onlarca insan oradan oraya koşturuyor, bazıları masa başı iş yapıyor, kara tahta gibi bir tahtada harflerle ve sayılarla dolu bir dizi yazılar var, ya tartışıyorlar ya da beraber çalışıyorlar. Buranın tam olarak neresi olduğunu, işlevinin ne olduğunu, bunca insanın gerçekten Max'e mi bağlı olduğunu düşünürken yanınıza gözlüklü, uzun boylu ve kirli sakallı biri geliyor. "Max, ikinci kattan bekleniyorsun. Radara takılan bir dünya gemisi varmış." Max'ın suratı anında değişiyor ve önce sana bakıyor sonra bakışları hızla etrafı tarıyor. Gözüne birisini kestirip ıslık çalıyor. "Alphonse!" Dilinin dönmeyeceği bir dilde adını söylediği kişi bir koşu Max'ın yanına geliyor. "Bana acil durum olduğunu söyleme lütfen!" "Hayır, yok. Bu yeni eleman yapay zekanın ne olduğunu anlat da işe hazır olsun. Ben kaçtım!" Çok hızlı bir şekilde konuşup olay yerini terk eden Max, arkasında ne yapacağını bilmeyen ve şok içinde kalakalmış Alphonse'yu bırakıyor. "Hep aynı şeyi yapıyor..." diye söylendikten sonra sana dönüyor. "Bak şimdi, yapay zeka telefonlardan bilgisayara, akıllı tahtalardan hologramlara kadar aklına gelebilecek her teknolojik gelişmede mevcut olan bir yazılımdır. Bu program iç ve ara yüzü idare eder. Ayrıca uygulamalara açmanı, onları çalıştırmanı, sesli komut vermeni de sağlar. Şey gibi düşün ya, dışarıdan bakınca bütün işi kral yapıyor ama aslen kral doğru ve gerekli komutları veren kişi. İşi onun astları yapıyor. Yapay zeka da kralın, yani bizim, tek astımız ve her işi yapabiliyor. Belli bir sayıya kadar eşzamanlı olarak birden fazla işi bile yapabiliyor. Şimdi ise, sorunumuz şu. Dünyadan olan hemen hemen hiçbir teknolojiyi kullanamıyoruz. Dünya da yapay zekada o kadar ilerledi ki, bir program gezegenin tamamını düzenli olarak tarayıp gezegenle ilgili her incik cincik bilgiyi verebiliyor. Hava durumu, yer şekilleri, yerleşkeler, insanlar, kullandıkları eşyalar, taşıtlar ve aygıtlar, herkesin her gün yürüdüğü yolların haritası, fizyolojik bilgilerinin izdüşümü, aklına uçuk kaçık ne gelirse elde edip onlara gümüş tepside sunuyor. Bu zamana kadar bizi bulamamalarının tek bir nedeni var. Ya bizi tehdit olarak görmüyorlar ya da işleri başlarından aşkın. İkisi de korkutucu gerçekler. Birkaç kere yakalanmak üzereydik. Elimizdeki teknoloji yetersiz, eleman sayımız az, kesinlikle yeni bir yapay zeka teknolojisi üretmeliyiz. Burada doğmuş ve buraya özgü bir koruma alanı; bariyer. Bu sayede programları bizi göremeyecek, tanımlayamayacak veya yer şekli sanacak. Bu bile uzun sürmeyecek ama ihtiyacımız olan tek şey zaman. Anlamadığın bir yer var mı? Yoksa, laboratuvara geçelim de çalışmaları incele."
Off Topic
"Esenlikler diliyorum. Bu konuda bendeniz Hiperyus ile ilerleyeceksiniz. Pasiflik süresi üç gündür." (72 saat)