Re: 2. Yoklama

#11
"Peki ne kaldı geriye?"

Geçirdi içinden sayamadığı pişmanlıklarını. Kederden yorgun düşmüş gözlerini çevirdi tanımadığı kalabalığa. Neyin içinde, neyin yörüngesinde olduğunu ne kadar biliyorsa dahi; anlayamadığı hayatın perişan ettiği bir kalbi vardı. Ne mi kalmıştı geriye? Elindeki yenilenmeyi bekleyen kadehi tabii. Çok içiyordu ve bu geceyi içkiye ayırmasını mantıklı buluyordu. Sonuçta, mutlu görünmeli ve beynini işgal eden diğer tüm düşüncelerden sıyrılmalıydı.

Nereye kadar canlı bir cenaze olmaya devam edebilir ki?

Gülümsedi ve kadehini dolduran garsona flörtöz bakışlar attı. Sakallı erkekleri pek sevmezdi doğrusu, ancak fiziğini beğendiği genç adamın gülümsemesi de pek bir hoştu. Keyfi ilk yudumundan sonra bir miktar yerine gelmişti. Beşinci kadehinde bunu başardıysa, az bir yolu kalmış sayılırdı. Eh, Hera sarhoş olmayı pek sevmezdi nihayetinde. Fakat bugün kontrolün bir tık kaydolduğunu hissediyordu. Ayakları pek de sağlam basıyor sayılmazdı yere. Kimseyi tanıyor sayılmazdı, bu anın bir rüya olduğunu düşünüyordu aslında. Fakat düğün ve insanların yüzündeki mutluluk bir hayli gerçekti. Bu sevinç tufanı da Hera'yı dakikalar geçtikçe uysallaştırıyordu. Derken, kulakları gün içinde mırıldandığı o güzel melodilere alışmaya başladı. "JÆKT ÆP!"

Ayakta durduğu bar masasına uzatarak koyduğu kollarını gerdirdi ve dolgun kalçasını geriye çıkararak kendini sola doğru kaydırdı. Ardından yağlı bir zeminde kayak yapıyormuşcasına seri hareketlerle sağa doğru kaydı. Gözleri ışık saçıyor, ağzından sarhoşluğunun tüm kederini silmek istercesine ona verdiği tüm hediyeler saçılıyordu. Yakınında kimlerin olduğunu pek umursamadı. Bir kaç insan vardı, tanıdık veya değil. Nasıl olsa uyandığı gece pek bir şey hatırlamaya cesaret edemezdi.

"Eğlenmeyi bilen insanları daha bir çekici buluyorum!"
Image
► Show Spoiler

Re: 2. Yoklama

#12
Kalabalık ortamları sevmediğini sürekli dile getiren biri için bu çapta büyük bir düğün çekilmez olacaktı. Kesinlikle katılmak istemiyordu ama katılmazsa da laf çıkardı hemen. Ayrıca teşkilattan uzaklaştırılıp eve kapanmış bir insan imajı da çizmek istemiyordu. Yine de hızla içeriye girecek ve tebrik edip oradan ayrılacaktı. Kimsenin ter kokusunu çekmek istemiyordu ve farklı ülkelerden insanların katılıp alanı dolduracağı bir ortamda bol bol olacaktı bundan.

Zaten bu düğünü umursamıyordu da. Satımevi'nde çalışan hırboyla uzaktan yakından alakası yoktu. İlk bakışta gıcık olmuştu. Fego da salak bir imajla dikkatleri üzerine çekmeye çalışıyor gibiydi. En azından bir davası, baş koyduğu bir yol vardı. Bu adamı tanımadığı için gıcık oluştu belki de. Aslında bu adamın geçmişte babasıyla samimi olduğunu biliyordu. Bu da gıcık olmak için bir sebep. Geri kafalının tekidir muhtemelen.

Kimseye görünmeden hızla daldı içeriye. Tebrik etti ve aynı hızla düğünden ayrıldı.
"I know your anger, I know your dreams
I've been everything you want to be"
Image
► Show Spoiler

Re: 2. Yoklama

#13
Yorgundu. Son yaşadığı olaylardan beri oldukça yorgundu genç adam. Fiziksel olarak hiçbir yorgunluk hissetmiyor olsa dahi, psikolojik olarak çok yorgundu. Bir vakanın sonucunda bu kadar yıpranacağını bilmiyordu. Ancak onu yıpratan, verdiği o karardı. Hae, Metohu'yu öldürerek doğru bir karar mı vermişti? Yoksa o teröristlerden birisine mi dönüşmüştü? Halkına saldıran, arkadaşlarına saldıran, hatta kendisini annesinden koparacak olan o adamları öldürerek, onlardan biri mi olmuştu yoksa doğru kararı mı vermişti? Bir şeylerin yanlış olduğu düşüncesi beyninde bir kurt gibi dönüp dururken, düşünüyordu. Boş olduğu çoğu anda düşündüğü tek şey bu idi. Metohu'nun son kelimeleri zihninde tekrar tekrar yankılanırken, yanlış bir karar verdiği düşüncesi daha fazla baskılanıyordu. O teröristler, düşmancıl tavırlarla saldırmış olsa dahi bunun sonucu ölüm mü olmalıydı? Anlık bir kendini kaybedişle beraber verdiği o kadar, doğru olmamalıydı. Bunun başka bir yolu olmalıydı ancak genç adam, kendini kaptırdığı o öfke denilen duygu yüzünden başka bir şeye karar verememişti. Ancak hala tüm teröristlerin yakalanmamış olması, Hae için bir işaret olabilirdi. Belki, belki birisi ile iletişim kurabilirse her şeyin sonucunu değiştirebilirdi...

Adudi'nin "Annen hazır! Gel bak Hae!" diye bağırmasıyla birlikte kendine geldi. Adudi'nin heyecanlı sesine karşılık, gözleri parlayarak döndü arkasına doğru. Annesi masmavi bir elbise giymiş, saçlarını topuz şeklinde toplamıştı. "Nasıl olmuşum?" diye sordu hafifçe gülümseyerek. Hae bir anda yerinden fırladı. Gözleri doluyordu mutluluktan. Ellerini annesinin yanaklarına koydu usulca. "Mükemmel olmuşsun." diye cevapladı gözlerinin içine bakarken. Annesiyle duygu dolu bir sarılma sonrasında, Adudi'ye teşekkür edip çıkmaya hazırlandılar. Bugün, satımevinde çalışan amcanın evliliği olduğu için, Hae annesiyle beraber gelmeyi uygun görmüştü. Annesine unutacak olsa bile o güzel anları yaşatmak istiyordu. Annesiyle birlikte kapıdan güle oynaya çıktılar, otobüsle düğün alanına vardılar.

Hae, düğün alanına vardıklarında annesi koluna girdi. Genç adam, koluna giren annesinin kolunu sıkıca kavradı mutlulukla gülümserken. Arkadaşlarının, tanımadığı yüzlerin bulunduğu ortak bir alana doğru ilerlemeye başladı. "Bak anne! Burada bir sürü insan var. Bazıları benim arkadaşım, bazılarını da tanımıyorum. Ancak burası gerçekten eğlenceli bir ortam olacak gibi duruyor!" diye söylendi bir çocuğun heyecanıyla. O alana vardıklarında, annesine aldığı alkolsüz içeceği uzatırken Hera'nın bağırışını duydu. Kendi elinde duran içkisini yudumladıktan sonra, "Bu bağıran benim önceki görevimde beraber çalıştığım arkadaşımdı. Kendisi çok iyi bir kızdır, ancak şimdi biraz meşgul gibi görünüyor." dedi Hera'ya gülerek bakarken. Ona gülmesinin sebebi, bağırdığında söylediği cümleydi. Annesi hafifçe kıkırdadı, "Güzel bir kıza benziyor." dedikten sonra, Hae annesinin omzuna kolunu atıp sarıldı yandan. Şarkıyı dinlemeye devam ederken, "Öyledir. Senin kadar olmasa dahi." diye cevapladı. Annesi de, kendisi de kendisini müziğin ritimlerine bırakmıştı o anda...
Image

"Sende babanı görüyorum, Hae."
► Show Spoiler

Re: 2. Yoklama

#14
Buzdolabından çıkardığı yarım kalmış pasa diliminin yanına bir bardak kahve alıp televizyonunun karşısına kuruldu. Dışarıda çiseleyen yağmur daha hızlanmamıştı ancak toparlanmakta olan bulutlar gelecek olan fırtınanın haberciliğini yapıyordu. Nunto halen işteydi ve gelmesine bir kaç saat daha vardı. Nuwam ise annesinin dibindeki beşiğinde mışıl mışıl uyumaktaydı. Küçük bebeğin gördüğü küçük rüyalar nelerdi acaba? O küçük zihninde neler geçiyordu? Korkunç bir şey görüp uyandığında ağlayacak mıydı, yoksa gülücükler saçarak mı uyanacaktı bilinmezdi. Çatalının yanıyla büyük pasta diliminden bir lokma ayırıp yedi. Ardından kahvesinden bir yudum aldı, çikolata ve kahvenin birleştiklerinde sundukları uyum inanılmazdı. Kahvesini zigon sehpasına koyar koymaz ikinci bir lokmayı attı ağzına. Tekrar, kahve ve ardından bir lokma daha. Alacağı kalorileri umursamıyordu şu an, sadece çikolatalı pastadan aldığı keyfe odaklanmıştı. Daha kahvesi yarıya inmişken biten pastasının ardında bıraktığı boş tabağa bakınca oyuncağı elinden alınmış bir çocuğa dönmüştü. Hayal kırıklığı ve üzgünlük aynı gözlerde buluşmuştu ve tabağı süzüyorlardı. Serçe parmağıyla tabakta kalmış krema ve şekerden oluşan çikolatalı karışımdan bir parmak aldı ve onuda ağzına attıktan sonra tabağı zigon sehpaya bıraktı.

Göz ucuyla bebişini kontrol ettikten sonra koltuğu iyice sokuldu ve yanında getirdiği ince battaniyeye sarıldı. Azıcık sağ tarafa kalan kumandaya uzanıp televizyonu açtı ve hemen sesini kıstı çocuk uyanmasın diye. Tihami televizyonları bilindiği gibiydi, şaşırtmamıştı. Abidik gubidik sabah programları, onlara eşlik eden bir iki tane evlendirme programı, eski dizilerin unutulmamaları için yedibinsekizyüzellidokuzuncu kez tekrardan yayınları gibi bilindik şeyler vardı televizyonda. Bir iki müzik kanalını hızlıca geçti ve sonunda izleyeceği bir şey bulabildi. "Bu adam ne ara birini buldu ya?" diye söylenerek sessiz sessiz izlemeye koyuldu televizyondaki gösteriyi. Bir sürü davetli vardı, hatta aralarından bir kaç tanesi tanıdıktı! Bok! Ne işi vardı bu çocuğun orda? Yanındaki kızıl saçlı afet kimdi? Gözlerini kısa kısa televizyona yaklaştı gördüğü manzaradan ötürü memnundu. Yıllar önce gördüğü umutsuz çocuğun şimdi düğünlerde partilerde kız kaldırıyor olması içine garip bir sevinç doldurdu. Küçük kardeşi adam oluyordu be! Başını beşiğine döndürdü "Sakın Bok dayını örnek alma." dedi.

Kalkıp bir tabak daha pasta alıp koltuğuna sokulup onuda yedi, düğün, Abu'nun katıldığı her düğün gibiydi. Gelin damadı tebrik eden davetliler, abartı saçlı kadınlar, daha önce yemek nedir ne yapılır haberi yokmuşçasına yemek yiyen orta yaşını geçmiş obez teyzeler, hepsi vardı. Bir anlığına kendi düğününü hatırladı. Televizyondakinin aksine çok sade bir düğündü. Sadece çok yakın arkadaşlar ve onların yanlarında getirdikleri insanlar davet edilmişti. Zira özel olan düğün veya düğünün dekorlarının değil, kendilerinin olması için ekstra çaba sarf etmişti Abu. Güzel günlerdi. Battaniyesini üstünden attı, bulaşıklarını alıp lavabonun içine koydu. Nuwam uyanmıştı ve eblek eblek etrafına bakıyordu. Bebeğini kucağına alıp televizyonu kapattı ve camın önüne geçti. Az önce çiseleyen yağmur hızlanmaya başlamıştı, ana kız yağmuru izliyorlardı.
Image


怨み
► Show Spoiler

Re: 2. Yoklama

#15
Livei'nin sözleri içimi ısıttı. Tek taraflı olmadığını bilmek harika bir duyguydu. Livei bana sarılınca ben de ona sarıldım. Sıkıca sarılıp bir daha bırakmamak istiyordum ama canını yakmak da istemiyordum. "Livei..." dedim kız beni sevdiğini söylediğinde. Ben de ona onu sevdiğimi söylemek istiyordum. Yanımızdan Meinsu gelmese söyleyecektim de. Sonraya ertelemem gerekti sevgi sözcüklerimi. Meinsu'yu görünce biraz utandım ve bıraktım Livei'yi. Neden utanmıştım bilmiyorum. Oysa ki sevgiden utanılmaması gerekiyordu. Meinsu tabi adımla seslenince Livei şaşırdı. Gülümsedim içten bir şekilde. "Evet, tanışıyoruz." dedim. "Şeyden... Djurat'a gelmişti Meinsu." O sırada Meinsu tatlı bir toka çıkardı. Kırmızı bir gül şeklindeydi bu toka. Kaşlarımı kaldırıp onu Livei'nin kulağının üstüne takmasını izledim. Livei'nin saçları kırmızıydı zaten ve bu kırmızı güllü toka onun saçlarının içinde görünmez oldu. Renkler konusunda Meinsu'nun benden daha iyi bilmesini beklerdim. Kırmızının içinde dikkat çekmek istersen aslında yeşil takılar takmalısın. Livei'ye yeşil taşlı küçük küpeler almayı kafamda bir yere not ettim bu sahneden sonra.

Meinsu, Livei ile işi bitince dönüp bana sarıldı. Çok aniden olduğu için şaşırdım ve bir iki adım geriye doğru savrulduk ikimiz de. Çekingenliğimi üzerimden atmaya çalışıyordum bu günlerde. Bu yüzden bu ani temasa karşı negatif bir davranış sergilememeye çalıştım. Hem Meinsu iyi anlaştığım biriydi. Yine de aradan uzun zaman geçmişti ve yine mesafeli davranmam gerektiğini söylüyordu içimdeki ses. Bunu umursamadan ben de sarıldım Meinsu'ya. Beni özlediğini söylemişti. "Seni gördüğüme çok sevindim." dedim buna karşı. Livei ile buluşmamız konusunu söyleyince bir anda aşırı utandım. Boynum kaşınmaya başladı. Meinsu beni bırakınca Livei'ye dönüp utangaç bir şekilde "Şey... Biraz... Senden bahsetmiş olabilirim." dedim. "Özür dilerim." Belki arkadaşına böyle şeyleri anlatmamdan rahatsız olabilirdi. Ben olurdum sanırım. Bu sırada Meinsu yüzümdeki yaraları görüp Livei'nin verdiği tepkinin aynısını verdi. Hızlı hızlı sorular sordu. Sorular o kadar hızlıydı ki yine. Ellerimi teslim oluyormuş gibi kaldırıp "Merak etmeyin... Sorun yok. Bu iyileşmiş hali. Hastanelik olmuştum." dedim gülümseyerek. Sonra bu dediğimin kızları daha da telaşlandıracağını fark ettim. Düşünmeden konuşmaktan nefret ediyorum. Anında pişman oluyorum söylediğimden.

Şöyle derin bir of çektim söylediklerimden sonra. Ellerimi indirdim ve gözlerimi devirerek konuşmaya başladım. "Evet, ilk vakamda yanımdaki polis memuru tarafından bayılana kadar yumruklandım. Şimdi o nerede bilmiyorum. Beni zorunlu tatile çıkardılar ama. Sorun yok. İyileşiyorum. Kalıcı bir şey olmadı en azından." Omuz silkip acı acı gülümsedim sonra "Djurat'da normal bir gün. Şiddet suçlarımız bolca oluyor."

Kızların yüzünde daha da telaş görünce konuyu değiştirmek adına ikisini de omzundan yakaladım ve arkalarını döndürdüm. İkisinin de omzuna kolumu atıp kendime doğru çektim. "Sallayın. Hadi Molchut Serthad dinleyelim." dedikten sonra yürümeye başladım onlarla. Mutluydum. Totedasha almayı çoktan unutmuştum. Livei'me kavuşmam tüm üstümdeki yükleri yok etmişti. İçimde tekrar uzun süre onla konuşamayacağımı ve bugünün tadını çıkarmamı söyleyen sesi derinlere kapattım. Biliyordum ama anı bozmak istemiyordum.
Yan Çar/Podosḧi Øfinuafeme


Buraya kısa saçlı bok imzası gelecek
► Show Spoiler

Re: 2. Yoklama

#16
Bugün karakola gitmek yerine başka bir şey için evden çıktığım nadir günlerden biri. Konuşmayı fazla sevmediğim için dışarıya çıkmayı da aynı oranda çok fazla sevmiyorum. Boş zamanlarımda genelde yetiştirdiğim sebze ve meyveler ile ilgileniyorum. Bu sayede hem yemeklerimi ucuza getirip ev ekonomisine katkıda bulanabiliyorum hem de basit üniversitede okuduğum bilgileri kullanarak vakit geçirip eğlenebiliyorum. Fakat bugün genel alışkanlıklarım dışına çık zorunda olduğum nadir bir olay gerçekleşiyor. Benden basit bir yay ve 25 ok için 500 PBF alan kazıkçı satım evi müdürü evleniyor. Polis memuru olduğum zaman mecbur silah almam gerektiği için istemeye istemeye ondan alışveriş yapmak zorunda kalmıştım. Dükkanındaki fiyatları gördükten sonra okumu atmadan önce iki defa düşünmek zorunda kalıyorum. 10 ok 100 PBF olur mu? Sattığı malların dayanıklılıkları da ortada... Yay da Arbalet de tahtadan oldukları için her an kırılabilir gibi duruyorlar. Azıcık masraftan kaçma da şunları dayanıklı malzemeden yap arkadaş. Pazarı tek başına domine ettiği için hiç mallarımın kalitesini de arttırayım diye bir düşüncesi de yok. Şu polislikten azıcık para kazanabilirsem işte o zaman ayağını denk alması gerekecek.

Büyük bir öfke ve hırsla dolduktan sonra düğüne gittim. Yolda bir önceki görevden ortağım Sai'de rastladım. Onunla birlikte bir masaya geçtikten sonra tıka basa doyana kadar yemek yedim. Bir şekilde zararımı karşılamam gerekiyordu. Yemekler dışında diğer aktiviteler ile çok ilgilenmeden tatlı servisi yapılana kadar bekleyip onları da afiyetle yedikten sonra başımla Sai'ye ufak bir selam vererek evin yolunu tutacaktım.
Image
► Show Spoiler

Re: 2. Yoklama

#17
Düğünlerden nefret ediyorum. Bunun için bir kaç sebebim var tabi ki. Birincisi, insanların evlilik gibi bir olayı bu denli kutlaması bana garip geliyordu. İkincisi, bu tip ortamlardaki insanları samimiyetsiz, yapmacık buluyrodum. Üçüncüsü, kalabalık ortamladan ve insanlarla kaynaşmaktan nefret ediyordum. Öyle ki iş arkadaşımla bile henüz doğru düzgün tanışmamıştım bile. Fakat yine de davet edildiğim bir yere gitmemezlik edecek değildim. güzelce düğün için hazırlanıp oradaki yerimi alacaktım. HEm ne kadar sevmesem de düğünlerde beni çeken bir şey de vardı. Bedava yemek ve pasta... Kendimi gösterip, bir köşede tıkındıktan sonra geri dönmek gibi bir planım vardı açıkçası.

Alana Tegin ile birlikte girmiştim. He zamanki gibi ağzından bir kelime çıkmamıiştı. Benim için de hava hoştu açıkçası. Bir masaya geçmeden önce biraz etrafı süzme kararı almıştım. Kalabalığın içinden özel olarak kimseyi seçmiyordu gözlerim. İnsanlar birbirleri ile konuşuyor, kaynaşıyordu. Dediğim gibi hiç bana göre bir ortam değildi. Şu an bir görevde olmadığım için şanslı adlediyordum kendimi. Hızlıca bir şekilde damadı tebrik ettikten sonra Tegin'in yanına geçecek ve çokta görgüsüzlük yapmadan midemi dolduracaktım. Bu sırada Tegin'e dönerek ''Sanırım konuşmadan anlaşan bir çift olacağız. Hoşuma gitti.'' derken bir yandan da yemeyi ihmal etmeyecektim.

Umarım kimse de bizimle konuşmaya gelmezdi. Müzik ile coşmakta istemiyordum zira. Belki düşarıdan bakıldığında 60 yaşında bir emekli gibi görünüyor da olabilirdim ama kendimi bu ortamlara yabancı hissediyordum işte.
Image
► Show Spoiler

Re: 2. Yoklama

#18
Düğün var dediler, düğün alanına doğru yürüdük önce tabii avvvvvvy! Ne sandın?! Paşamı aldığım müptezel evleniyomuş. Ne hüsran! Gençliğinin baharında sende diğerleri gibi el olup, gittin be avvvvvy! Ay, şey. Tab... Şey... Yaaaani. Etrafta hoş yaaani.

Bir-iki günlük konaklama sonrasında yaşandı her şey: Bizim el olmuş giden müptezel kapıda gardiyan olmuş, tabiri caizse "kapıguard'lık" yapıyordu. İleride "A.... " yapar da neysee. O, onun bileceği iş tabii. Bizleri, bilhassa şahsım olan kendimi hiç mi hiç alakadar etmez. Her neyse, bizim el olmuş giden 'guard çıktı bi' kürsüye bi' şeylerden söz etmeye başladı. Benim ise hiç ama hiç umurumda değil, beni hiç ama hiç alakadar etmiyordu artık. O'nun söylemleri onu bağlardı, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi. O da artık sadece parasıyla birtakım şeyleri gerçekleştirebileceğim diğerleri gibiydi; o, bugün ve yarınlar için paşamı almış olduğum birisinden öteye gidemeyecekti. O artık o'ydu... Duygulandım be avvvvy. Herkes bağırmaya başlarken ben ise usul usul... Bu olmazdı tabii. Ne yani? Neşeli bir ortamda, somurtup durarak geçmişi yad mı edicez? Hadi ama be avvvy. Öyle olur mu hiç? Hiç yaaaani. Paşamı uygun mertebede çevir ve dans et! Gitar tutarmış gibi, paşamı tutuyorum ve bir ileri-bir geri şeklinde savurup duruyorum. Hayal et işte: Eh, ne kadar edebiliyorsan o kadar et, fazlasında gözümüz yok avvvvvvvy. "Millet, gözlerinizi memiktolarıma değdirmeyin. Yoksa sizi fena yaparım! Ey, DJ SESİ ARTIR! İLİĞİMİZ KURUDU.!" diyerek paşamın ucunu yukarıya doğru çevrili bir biçimde beni kesenlere çevirerek, döndürüyorum. Uyarı mesajı görevi tamamlandı.
Last edited by Figa Ranushe on Fri Oct 02, 2020 12:45 am, edited 1 time in total.
Image
► Show Spoiler

Re: 2. Yoklama

#19
İki yanında Gedhilfe bayrakları olan limuziniyle düğün mekanının ön giriş kapısına yanaştı ve limuzini kullanan kişiye doğru yanaşıp elini omzuna koydu. Adama teşekkür ettikten sonra yavaşça limuzinden indi ve giriş kapısına doğru ilerlemeye başladı. Thrao'nun yaklaştığını gören kapı görevlileri bir anda kendilerine çekidüzen vermeye başladılar ve bu durum Thrao'nun komiğine gitti. "Abi sakin olun, öyle bir durum yok yani. Çok şey yapmayın." dedi ve içeriye girdi. İçeriye girdiğini gören damat hızlıca Thrao'nun yanına doğru koştu ve kendisine sımsıkı sarıldı. Bu duruma karşı sevincini mimikleri ve jestleriyle gösteren Thrao, adamın ellerini tutup birleştirdi ve "Umarım ki hayatın boyunca mutlu yaşarsın abi, seni tebrik ediyorum." dedi. İçten olduğu kesinkes olan lafları ağzından çıkarken derin tebessümünü adama belli etmeyi de unutmadı. Adamla kısaca muhabbet ettikten hemen sonra gözleriyle can dostunu aradı ve kısa bir süre sonra kendisini buldu. Hızlıca yanına ilerledi ve elini omzuna dolayıp "Karrrrdeşim, ne ayaksın? Biz gelmeden mi başladın içmeye?" dedi. Ardından hemen kahkaha attı ve yanlarında bulunan bir masaya oturdu. Arkadaşını da yanına davet etti ve kendisine anlatmaya başladı.

"Biz de bir gün evlenecek miyiz acaba böyle? İlişki durumlarımız malum ama ben şunu hep düşünüyorum be Ten. Acaba evlilik insanları huzura mı erdiriyor yoksa sinirlerini daha da mı yıpratıyor? Veya kime göre, neye göre? Ben hayatımı olduğundan daha stresli yapacak bir şeye girişmek istemem ama bu eşine ve eşinle kişiliğinin uyuşmasına bağlı sanırım. Senin düğününü Gedhilfe'de yapsak ne güzel olur be. Düşünsene, bizim babalar içmekten sarhoş olmuşlar, gelinler eğleniyor gülüşüyor, Yots abimle dans ediyoruz falan. Yots abinin dans ettiğini düşünsene, adamın yapısına aykırı resmen." Masada bulunan şarap bardaklarından birini aldı ve kafasına dikti. Sonra başka bir tanesini. Sonradan masaya Gengzjots birası geldi. Onu da kafasına dikti. Bir süre sonra iyice sarhoş olmaya başladı ve dostuna doğru eğilip kafa bir ton iken konuşmaya başladı.

"Jğimdi Ten, sen benği biliyonğn." Elleriyle kendisini üç-dört dakika gösterdikten sonra cevap gelmeyince sözlerine devam etti. "Biliyoğn. Biliyon işde. Jimdi ben, bak ben, biliyon, varisiyim bu ülkenin. Beğn varisim. Ve ben tekim. Frum ve Ser iki, ben tekim. Öyle böyle, Hafuru'larla, Jekot'larla karğıştırmağsınlar. Ben tekim." Dostunun gözlerinin içine baktı ve "Seğn iyi bir adamsın Teğn." dedi. Birkaç dakika içinde masaya dayandı ve uyuyakaldı. Gözlerini açtığında ise düğün çoktan bitmişti. Can dostu Ten ise hala yanında oturuyor ve Saf Zevk içeceğini yudumluyordu. Arkadaşının uyandığını görünce onu kucakladı ve limuzine doğru ilerlemeye başladı. Thrao için oldukça kısa, tatlı ve sakin bir gece oldu. Ten ise kendisinden bir tık daha çok zorlanmış olabilir.

Re: 2. Yoklama

#20
Hazırlıklarını son anda tamamlayabilmişti Hironen. Hayatında gördüğü en yakışıklı insanın düğünüydü bu düğün. Satımevine ilk girdiği günü ve "Onu" gördüğü ilk anı dün gibi hatırlıyordu. Ayartmak için ne çabalar sarf etmişti de, yapamamıştı. Sırf bunun için gidecekti zaten o düğüne. O kadar uğraş verip kendisine aşık edemediği mükemmel insan ile evlenebilmeyi başaran kadının dünyanın en güzel kadını olması gerekiyordu. Aksi halde koşa koşa evine dönüp, ağlayarak günlüğüne yazacaktı bunları. Son bir şans için ise, yine erkekleri kendisine aşık etmek için giydiği transparan elbisesini giymişti. İlk bakışta üstünden oluk oluk kaşar aktığını cümle alem anlayabilirdi ama, konu "O" olunca akan sular duruyordu.

Konakladığı odadan çıkıp, düğün salonuna gittiğinde bu kadar insanın gelmiş olabileceğini tahmin etmemişti. Devasa kalabalığın içinde "Onu" arıyordu gözleri. Bir o insana bakıyordu. Sonra kafasını çevirip başkasına. Gözleri her yerde arıyor, ama bir türlü bulamıyordu. Tam umudunu kaybedecekken görmüştü "Onu". Gözleri ilk hedefini bulduğu anda hemen ikinci hedefine yönlendi. Gelin.

Gelini gördüğü ilk anda gözlerine inanamadı. Önce bir kaç kez kırpıştırdı, sonrasında ovaladı sanki yerinden çıkartacakmışçasına. "N'AYIIIIR! N'OLAMAAAAAZ! BU! BU KADIN İÇİN Mİ BENİM OLMADIN! N'ARTIK BU DÜNYADA YAŞAMAK HARAMDIR BANA!" Gözleri buğulu görmeye başlamıştı artık. Göz yaşları bir şelale misali akıyor, Hironen'in hislerini en derinden gösteriyordu. Kendisinin bile görmek istemediği hislerini. Arkasını dönüp koşarak uzaklaşmak istedi buralardan. Bir daha hiç kimseye aşık olmayacağı, aşk acısını hiçbir zaman çekmeyeceği bir yere ışınlanmak istedi. Ve sonra bunun için ilk adımını attı. Arkasını döndü ve koşmaya başladı. Bir adım attı. Sonra bir adım daha. Sonra birden karardı bütün dünya. Ne olduğunu anlayamamıştı bir anda. Kahrından ölmüş müydü? Olabilirdi çünkü böyle bir şey. O an çektiği acıyı tarif edebileceğini düşünmüyordu. Ve bir insan sırf bu acı yüzünden ölebilirdi. Belki Hironen'de bu yüzden ölmüştü. "Elveda Dünya. Elveda AŞKIM." Ve sonra...

Birden yatağında doğruldu Hironen. Önce anlayamadı ne olduğunu. Etrafına bakındı, kendine tahsis edilmiş odadaydı. Saati ve tarihi kontrol etti hemen. Düğünün olacağı günün sabahıydı. Kötü bir rüya gördüğünü o an anlamış ve derin bir oh çekmişti. Ama çok gerçekçi bir rüya olduğunu düşünmüştü bir yandan da. Belki de...

Geleceği görmüştü.
► Show Spoiler
Locked

Return to “Arşiv”

cron