Geceler iyiden iyiye soğumaya başlamıştı. Satımevinden sorumlu dayının Dusha'daki curcunalı düğününün üstünden birkaç hafta geçmişti. Genç kız olanların etkisini üzerinden yavaş yavaş atıyordu. Sanki çok tatlı bir rüyadan zorla uyandırılmış gibiydi ve tekrar uyuyup o rüyaya kaldığı yerden devam etmeyi ne kadar çok istese de bir kez uykusu açılmıştı artık, geriye dönemiyordu. Bok'u bir daha ne zaman göreceğini, onunla tekrar konuşma şansını ne zaman bulacağını bilmemesi sinirlerini yıpratıyordu. Sesini bile duysa yeterdi ona. İyi olduğunu bilmek isterdi. Ne yapıyordu, günleri nasıl geçiyordu, o da kendisini özlüyor muydu, görevleri zor muydu... Zihninde cevaplanmasını çok istediği yüzlerce soru vardı. O gece yaşananlar, her sözcük, her dokunuş, kalplerinin ritmi zihninde tekrar tekrar başa sarınıp duruyordu. Yorulmuştu artık bundan. Sokakta el ele dolaşan mutlu çiftleri dahi görmeye katlanamıyordu. Haksızlıktı. Ayrı ülkelerde olmaları haksızlıktı. Ona kavuşamaması haksızlıktı. Kalbini ona kilometrelerce uzaktaki bir adama kaptırması haksızlıktı. Yine de mutsuz değildi. Çektiği acı ona zevk veriyordu. Önceden hep kendisinin garip olduğunu düşünürdü. Arkadaşlarıyla birlikteyken ne zaman erkek ya da aşk muhabbetleri açılsa köşesine çekilir ve trajik bir gülümsemeyle dinlerdi onları. Herkes gibi olamadığı için kendisini suçlardı. Zor gelirdi ona. Aşk meşk... Hepsi çok zor ve karmaşıktı. Polis olmaktan bile daha zordu. Bok ile tanışmamış olsaydı ucube olduğunu düşünmeye devam edecek hatta aşık olamadığına, bu duygulardan mahrum yaratıldığına kanaat getirecekti. Durumu böyle kabullenip pes edecekti belki de. Kalbinin diğer yarısı ister başka bir ülkede ister başka bir evrende olsun, vardı. Sevebildiği, onu seven, kalbini gümbür gümbür çarptıran birisine sahip olmak ve bu insan uğruna acı çekmek... Ah, ne kadar zevkli bir acıydı.
Bok'u düşünmediği zamanlarını Deinzei Özgürlük Hareketi'ni düşünerek geçiriyordu. Henüz kendilerinden herhangi bir haber alamamıştı. Muhtemelen Dyoch ve Dhæcho'yu kurtarmak için ekipman hazırlıyorlar ve planlama yapıyorlardı. Livei onları yeniden görmek istiyordu. Örgütün diğer üyeleriyle de tanışmak istiyordu. Mavi'yi tekrar görmek istiyordu. Kendini onların yanında çok huzurlu hissetmişti. Çok çekinmesine rağmen, hiç bilmediği bir ortam olmasına rağmen evinde gibiydi. Polislik akademisi boyunca da, vakalarında da kendisini hiçbir zaman görevine bu şekilde adadığını hatırlayamıyordu. Ailesinin üzerinde kurmuş olduğu baskıdan mütevellit, idealist olmak zorundaymış gibi hissetmişti her zaman. İyi bir polis memuru olmak zorundaydı, ülkesine iyi hizmet etmek zorundaydı, görevlerini mükemmel bir şekilde yerine getirmek zorundaydı. Kim için? Kendisi için mi? Ailesinden takdir görmek için mi? Kızgındı onlara. Kötü ebeveynler değillerdi. Sadece genç kızı asla görmemişlerdi. Livei bütün hayatı boyunca "Ben buradayım!" demek için çabalamıştı ve buna rağmen onun olmadığı yere bakmaya devam etmişlerdi. Yorulmuştu. Boşa kürek çekmek istemiyordu artık. Belki de bu yüzden ailesinin tamamen reddedeceği bir yöne doğru ilerlemeye karar vermişti. Belki de kalbinin en derinlerinde onlara öylesine kin duyuyordu ki intikam almak istiyordu. Onları üzmek istiyordu. "Siz beni görmediniz, ben de sizi kendimle cezalandırıyorum." demek istiyordu. Örgüte kabul edildiğinde hissettiği ve anlamlandıramadığı "evde olma" duygusu buradan geliyordu belki de. Livei umutsuz hissediyordu. Çökmüş hissediyordu. Tutunacak tek bir dalı kalmamış gibiydi. En yakın arkadaşı Meinsu'ya dahi anlatamazdı içinde kopan fırtınaları. Ona yol gösterecek, rehberlik edecek, elinden tutacak kimsesi yoktu. Akıl danışacağı kimsesi yoktu. Gençliğinin baharında on yaş yaşlanmıştı sanki. Ağlamak istiyordu bazen, özellikle de geceleri yatağında tek başınayken. Hıçkırarak ağlamak istiyordu ancak gözyaşları dökülmüyordu bir türlü. Kalbi o kadar acıyordu ve omuzları o kadar ağırlaşmıştı ki ağlamayacağı kadar gömülmüştü hisleri.
Kendini içkiye vermişti son zamanlarda. Ne zaman kendisini kötü hissetse ya kitaplara ya da alkole sığınırdı. Kitap cümlelerine odaklanacak kadar iç huzura sahip olmadığı için sarhoş olmak kolayına geliyordu. Bütün acıları sarhoş olduğu zamanlarda hafifliyordu. Gözüne daha küçük görünüyorlardı. O sarhoşken dünya daha güzel bir yerdi. Hem en son Bok'unun kokusunu içine çekerken de alkolün etkisindeydi. Sarhoş olduğu zaman o sıcak duygular yeniden nüfuz ediyordu bedenine. O anları tekrar yaşamaya daha bir yakın hissediyordu kendisini. Bağımlı olmaktan korkuyordu ancak bu alışkanlığı durduracak kadar irade sahibi de değildi. Her iş çıkışında kendini evine en yakın tavernaya atmak gündelik bir vazife halini almıştı onun için.
Yine böyle bir gecenin avucundaydı. Hava sanki her an yağmur yağdıracakmış gibi durduğundan üzerine kalın sweatshirtini geçirmişti. Son zamanlarda sokakta yürürken başını kapatma ihtiyacı duyuyordu. Utanç mıydı ona bunu yaptıran yoksa korku muydu emin olamıyordu. Tavernanın kapısını ittirip içeri girince yüzüne her zamanki gibi ağır alkol ve sigara dumanı kokusuyla karışık sıcak bir hava çarpmıştı. Seviyordu bunu artık. Önceden midesini bulandırırdı bu koku. Değişiyor muydu acaba genç kız? Değişmek istemiyordu. Değişmek onu korkutuyordu. Bok onu şu anki haliyle sevmişti. Çok fazla değişip başka bir insan haline gelirse, o çok değer verdiği duyguları unutur ya da kaybeder miydi? Bunun olmasını istemiyordu. Değişmemeliydi. Kalbindeki aşk ona pranga vurmalıydı.
Barmenin karşısında şimdiye dek hiç görmediği, oldukça iyi giyimli, upuzun gür saçları olan orta yaşlarda bir adam oturuyordu. Adamın boyu o kadar uzundu ki oturuyor olduğunu Livei sonradan fark etmişti. Yaşlı insanlardan hoşlanırdı genç kız. Ondan çok daha fazla şey görmüş, çok daha olgun, çok daha yaşanmışlık kokarlardı. Madam'ı da bu yüzden çok seviyordu. Adamın kıyafetlerine bakınca soylu olduğunu düşünmeden edemedi. Bir soylunun böyle sıradan bir mekanda ne işi olabilirdi ki? İlgisini çekmişti Livei'nin. Belki de bu Frum ve Ser'den bir işaretti genç kız için. Usulca adama yanaştı ve yanındaki boş sandalyeye oturdu. "Gengzjots birası lütfen. Bardakla değil, bütün şişeyi alayım." Barmen, Livei'nin her gün tekrar ettiği bu cümleye alışkındı. Hiç duraksamadan buz gibi bir şişeyi açıp genç kıza uzattı. Şişeyi eline aldığı gibi bir dikişte yarılayan genç kız derin bir oh çektikten sonra yanındaki adamı incelemeye başladı. İlginç yüz hatları vardı. Hatta, bunu söylemesi uygun kaçar mıydı emin değildi ancak, ailesinin çiftliğindeki favori atı olan Prenses'e benziyordu bu adam. Yalnızca yüz hatları değildi benzeyen, asil duruşu, vakur dolu bakışları, yeleye benzeyen saçları... Adamın her şeyi ona çiftliğindeki atını anımsatıyordu. İstemsizce kahkaha patlattı. Sinirleri çok bozuk olduğu için mi bu kadar gülmüştü yoksa şimdiden sarhoş olmaya başladığı için miydi acaba? Ona dik dik bakan adama açıklama yapma gereği hissetti. "Kusura bakmayın sizi çok iyi tanıdığım birine benzettim de..." Ata benzediğini söyleyecek değildi ya adama. "Sizi daha önce burada hiç görmemiştim. Bu muhite yeni mi taşındınız yoksa tebdil-i mekanda ferahlık bulma günü müydü bugün?" İçkisinden bir yudum daha aldı. Ardından saçlarını kulağının arkasına atıp bir elini çenesine dayadı. "Tanışalım mı? Ben Livei." Kendinden yaşça bu kadar büyük birisiyle yürüteceği bir sohbet zihnini dağıtırdı hem. Neden olmasındı? Babası yaşındaki adamın onu taciz edeceğinden korkmasına da gerek yoktu herhalde.
Bok'u düşünmediği zamanlarını Deinzei Özgürlük Hareketi'ni düşünerek geçiriyordu. Henüz kendilerinden herhangi bir haber alamamıştı. Muhtemelen Dyoch ve Dhæcho'yu kurtarmak için ekipman hazırlıyorlar ve planlama yapıyorlardı. Livei onları yeniden görmek istiyordu. Örgütün diğer üyeleriyle de tanışmak istiyordu. Mavi'yi tekrar görmek istiyordu. Kendini onların yanında çok huzurlu hissetmişti. Çok çekinmesine rağmen, hiç bilmediği bir ortam olmasına rağmen evinde gibiydi. Polislik akademisi boyunca da, vakalarında da kendisini hiçbir zaman görevine bu şekilde adadığını hatırlayamıyordu. Ailesinin üzerinde kurmuş olduğu baskıdan mütevellit, idealist olmak zorundaymış gibi hissetmişti her zaman. İyi bir polis memuru olmak zorundaydı, ülkesine iyi hizmet etmek zorundaydı, görevlerini mükemmel bir şekilde yerine getirmek zorundaydı. Kim için? Kendisi için mi? Ailesinden takdir görmek için mi? Kızgındı onlara. Kötü ebeveynler değillerdi. Sadece genç kızı asla görmemişlerdi. Livei bütün hayatı boyunca "Ben buradayım!" demek için çabalamıştı ve buna rağmen onun olmadığı yere bakmaya devam etmişlerdi. Yorulmuştu. Boşa kürek çekmek istemiyordu artık. Belki de bu yüzden ailesinin tamamen reddedeceği bir yöne doğru ilerlemeye karar vermişti. Belki de kalbinin en derinlerinde onlara öylesine kin duyuyordu ki intikam almak istiyordu. Onları üzmek istiyordu. "Siz beni görmediniz, ben de sizi kendimle cezalandırıyorum." demek istiyordu. Örgüte kabul edildiğinde hissettiği ve anlamlandıramadığı "evde olma" duygusu buradan geliyordu belki de. Livei umutsuz hissediyordu. Çökmüş hissediyordu. Tutunacak tek bir dalı kalmamış gibiydi. En yakın arkadaşı Meinsu'ya dahi anlatamazdı içinde kopan fırtınaları. Ona yol gösterecek, rehberlik edecek, elinden tutacak kimsesi yoktu. Akıl danışacağı kimsesi yoktu. Gençliğinin baharında on yaş yaşlanmıştı sanki. Ağlamak istiyordu bazen, özellikle de geceleri yatağında tek başınayken. Hıçkırarak ağlamak istiyordu ancak gözyaşları dökülmüyordu bir türlü. Kalbi o kadar acıyordu ve omuzları o kadar ağırlaşmıştı ki ağlamayacağı kadar gömülmüştü hisleri.
Kendini içkiye vermişti son zamanlarda. Ne zaman kendisini kötü hissetse ya kitaplara ya da alkole sığınırdı. Kitap cümlelerine odaklanacak kadar iç huzura sahip olmadığı için sarhoş olmak kolayına geliyordu. Bütün acıları sarhoş olduğu zamanlarda hafifliyordu. Gözüne daha küçük görünüyorlardı. O sarhoşken dünya daha güzel bir yerdi. Hem en son Bok'unun kokusunu içine çekerken de alkolün etkisindeydi. Sarhoş olduğu zaman o sıcak duygular yeniden nüfuz ediyordu bedenine. O anları tekrar yaşamaya daha bir yakın hissediyordu kendisini. Bağımlı olmaktan korkuyordu ancak bu alışkanlığı durduracak kadar irade sahibi de değildi. Her iş çıkışında kendini evine en yakın tavernaya atmak gündelik bir vazife halini almıştı onun için.
Yine böyle bir gecenin avucundaydı. Hava sanki her an yağmur yağdıracakmış gibi durduğundan üzerine kalın sweatshirtini geçirmişti. Son zamanlarda sokakta yürürken başını kapatma ihtiyacı duyuyordu. Utanç mıydı ona bunu yaptıran yoksa korku muydu emin olamıyordu. Tavernanın kapısını ittirip içeri girince yüzüne her zamanki gibi ağır alkol ve sigara dumanı kokusuyla karışık sıcak bir hava çarpmıştı. Seviyordu bunu artık. Önceden midesini bulandırırdı bu koku. Değişiyor muydu acaba genç kız? Değişmek istemiyordu. Değişmek onu korkutuyordu. Bok onu şu anki haliyle sevmişti. Çok fazla değişip başka bir insan haline gelirse, o çok değer verdiği duyguları unutur ya da kaybeder miydi? Bunun olmasını istemiyordu. Değişmemeliydi. Kalbindeki aşk ona pranga vurmalıydı.
Barmenin karşısında şimdiye dek hiç görmediği, oldukça iyi giyimli, upuzun gür saçları olan orta yaşlarda bir adam oturuyordu. Adamın boyu o kadar uzundu ki oturuyor olduğunu Livei sonradan fark etmişti. Yaşlı insanlardan hoşlanırdı genç kız. Ondan çok daha fazla şey görmüş, çok daha olgun, çok daha yaşanmışlık kokarlardı. Madam'ı da bu yüzden çok seviyordu. Adamın kıyafetlerine bakınca soylu olduğunu düşünmeden edemedi. Bir soylunun böyle sıradan bir mekanda ne işi olabilirdi ki? İlgisini çekmişti Livei'nin. Belki de bu Frum ve Ser'den bir işaretti genç kız için. Usulca adama yanaştı ve yanındaki boş sandalyeye oturdu. "Gengzjots birası lütfen. Bardakla değil, bütün şişeyi alayım." Barmen, Livei'nin her gün tekrar ettiği bu cümleye alışkındı. Hiç duraksamadan buz gibi bir şişeyi açıp genç kıza uzattı. Şişeyi eline aldığı gibi bir dikişte yarılayan genç kız derin bir oh çektikten sonra yanındaki adamı incelemeye başladı. İlginç yüz hatları vardı. Hatta, bunu söylemesi uygun kaçar mıydı emin değildi ancak, ailesinin çiftliğindeki favori atı olan Prenses'e benziyordu bu adam. Yalnızca yüz hatları değildi benzeyen, asil duruşu, vakur dolu bakışları, yeleye benzeyen saçları... Adamın her şeyi ona çiftliğindeki atını anımsatıyordu. İstemsizce kahkaha patlattı. Sinirleri çok bozuk olduğu için mi bu kadar gülmüştü yoksa şimdiden sarhoş olmaya başladığı için miydi acaba? Ona dik dik bakan adama açıklama yapma gereği hissetti. "Kusura bakmayın sizi çok iyi tanıdığım birine benzettim de..." Ata benzediğini söyleyecek değildi ya adama. "Sizi daha önce burada hiç görmemiştim. Bu muhite yeni mi taşındınız yoksa tebdil-i mekanda ferahlık bulma günü müydü bugün?" İçkisinden bir yudum daha aldı. Ardından saçlarını kulağının arkasına atıp bir elini çenesine dayadı. "Tanışalım mı? Ben Livei." Kendinden yaşça bu kadar büyük birisiyle yürüteceği bir sohbet zihnini dağıtırdı hem. Neden olmasındı? Babası yaşındaki adamın onu taciz edeceğinden korkmasına da gerek yoktu herhalde.