Æfgrenst Yolu Yokuştur Bardakları Tokuştur

#1
Geceler iyiden iyiye soğumaya başlamıştı. Satımevinden sorumlu dayının Dusha'daki curcunalı düğününün üstünden birkaç hafta geçmişti. Genç kız olanların etkisini üzerinden yavaş yavaş atıyordu. Sanki çok tatlı bir rüyadan zorla uyandırılmış gibiydi ve tekrar uyuyup o rüyaya kaldığı yerden devam etmeyi ne kadar çok istese de bir kez uykusu açılmıştı artık, geriye dönemiyordu. Bok'u bir daha ne zaman göreceğini, onunla tekrar konuşma şansını ne zaman bulacağını bilmemesi sinirlerini yıpratıyordu. Sesini bile duysa yeterdi ona. İyi olduğunu bilmek isterdi. Ne yapıyordu, günleri nasıl geçiyordu, o da kendisini özlüyor muydu, görevleri zor muydu... Zihninde cevaplanmasını çok istediği yüzlerce soru vardı. O gece yaşananlar, her sözcük, her dokunuş, kalplerinin ritmi zihninde tekrar tekrar başa sarınıp duruyordu. Yorulmuştu artık bundan. Sokakta el ele dolaşan mutlu çiftleri dahi görmeye katlanamıyordu. Haksızlıktı. Ayrı ülkelerde olmaları haksızlıktı. Ona kavuşamaması haksızlıktı. Kalbini ona kilometrelerce uzaktaki bir adama kaptırması haksızlıktı. Yine de mutsuz değildi. Çektiği acı ona zevk veriyordu. Önceden hep kendisinin garip olduğunu düşünürdü. Arkadaşlarıyla birlikteyken ne zaman erkek ya da aşk muhabbetleri açılsa köşesine çekilir ve trajik bir gülümsemeyle dinlerdi onları. Herkes gibi olamadığı için kendisini suçlardı. Zor gelirdi ona. Aşk meşk... Hepsi çok zor ve karmaşıktı. Polis olmaktan bile daha zordu. Bok ile tanışmamış olsaydı ucube olduğunu düşünmeye devam edecek hatta aşık olamadığına, bu duygulardan mahrum yaratıldığına kanaat getirecekti. Durumu böyle kabullenip pes edecekti belki de. Kalbinin diğer yarısı ister başka bir ülkede ister başka bir evrende olsun, vardı. Sevebildiği, onu seven, kalbini gümbür gümbür çarptıran birisine sahip olmak ve bu insan uğruna acı çekmek... Ah, ne kadar zevkli bir acıydı.

Bok'u düşünmediği zamanlarını Deinzei Özgürlük Hareketi'ni düşünerek geçiriyordu. Henüz kendilerinden herhangi bir haber alamamıştı. Muhtemelen Dyoch ve Dhæcho'yu kurtarmak için ekipman hazırlıyorlar ve planlama yapıyorlardı. Livei onları yeniden görmek istiyordu. Örgütün diğer üyeleriyle de tanışmak istiyordu. Mavi'yi tekrar görmek istiyordu. Kendini onların yanında çok huzurlu hissetmişti. Çok çekinmesine rağmen, hiç bilmediği bir ortam olmasına rağmen evinde gibiydi. Polislik akademisi boyunca da, vakalarında da kendisini hiçbir zaman görevine bu şekilde adadığını hatırlayamıyordu. Ailesinin üzerinde kurmuş olduğu baskıdan mütevellit, idealist olmak zorundaymış gibi hissetmişti her zaman. İyi bir polis memuru olmak zorundaydı, ülkesine iyi hizmet etmek zorundaydı, görevlerini mükemmel bir şekilde yerine getirmek zorundaydı. Kim için? Kendisi için mi? Ailesinden takdir görmek için mi? Kızgındı onlara. Kötü ebeveynler değillerdi. Sadece genç kızı asla görmemişlerdi. Livei bütün hayatı boyunca "Ben buradayım!" demek için çabalamıştı ve buna rağmen onun olmadığı yere bakmaya devam etmişlerdi. Yorulmuştu. Boşa kürek çekmek istemiyordu artık. Belki de bu yüzden ailesinin tamamen reddedeceği bir yöne doğru ilerlemeye karar vermişti. Belki de kalbinin en derinlerinde onlara öylesine kin duyuyordu ki intikam almak istiyordu. Onları üzmek istiyordu. "Siz beni görmediniz, ben de sizi kendimle cezalandırıyorum." demek istiyordu. Örgüte kabul edildiğinde hissettiği ve anlamlandıramadığı "evde olma" duygusu buradan geliyordu belki de. Livei umutsuz hissediyordu. Çökmüş hissediyordu. Tutunacak tek bir dalı kalmamış gibiydi. En yakın arkadaşı Meinsu'ya dahi anlatamazdı içinde kopan fırtınaları. Ona yol gösterecek, rehberlik edecek, elinden tutacak kimsesi yoktu. Akıl danışacağı kimsesi yoktu. Gençliğinin baharında on yaş yaşlanmıştı sanki. Ağlamak istiyordu bazen, özellikle de geceleri yatağında tek başınayken. Hıçkırarak ağlamak istiyordu ancak gözyaşları dökülmüyordu bir türlü. Kalbi o kadar acıyordu ve omuzları o kadar ağırlaşmıştı ki ağlamayacağı kadar gömülmüştü hisleri.

Kendini içkiye vermişti son zamanlarda. Ne zaman kendisini kötü hissetse ya kitaplara ya da alkole sığınırdı. Kitap cümlelerine odaklanacak kadar iç huzura sahip olmadığı için sarhoş olmak kolayına geliyordu. Bütün acıları sarhoş olduğu zamanlarda hafifliyordu. Gözüne daha küçük görünüyorlardı. O sarhoşken dünya daha güzel bir yerdi. Hem en son Bok'unun kokusunu içine çekerken de alkolün etkisindeydi. Sarhoş olduğu zaman o sıcak duygular yeniden nüfuz ediyordu bedenine. O anları tekrar yaşamaya daha bir yakın hissediyordu kendisini. Bağımlı olmaktan korkuyordu ancak bu alışkanlığı durduracak kadar irade sahibi de değildi. Her iş çıkışında kendini evine en yakın tavernaya atmak gündelik bir vazife halini almıştı onun için.

Yine böyle bir gecenin avucundaydı. Hava sanki her an yağmur yağdıracakmış gibi durduğundan üzerine kalın sweatshirtini geçirmişti. Son zamanlarda sokakta yürürken başını kapatma ihtiyacı duyuyordu. Utanç mıydı ona bunu yaptıran yoksa korku muydu emin olamıyordu. Tavernanın kapısını ittirip içeri girince yüzüne her zamanki gibi ağır alkol ve sigara dumanı kokusuyla karışık sıcak bir hava çarpmıştı. Seviyordu bunu artık. Önceden midesini bulandırırdı bu koku. Değişiyor muydu acaba genç kız? Değişmek istemiyordu. Değişmek onu korkutuyordu. Bok onu şu anki haliyle sevmişti. Çok fazla değişip başka bir insan haline gelirse, o çok değer verdiği duyguları unutur ya da kaybeder miydi? Bunun olmasını istemiyordu. Değişmemeliydi. Kalbindeki aşk ona pranga vurmalıydı.

Barmenin karşısında şimdiye dek hiç görmediği, oldukça iyi giyimli, upuzun gür saçları olan orta yaşlarda bir adam oturuyordu. Adamın boyu o kadar uzundu ki oturuyor olduğunu Livei sonradan fark etmişti. Yaşlı insanlardan hoşlanırdı genç kız. Ondan çok daha fazla şey görmüş, çok daha olgun, çok daha yaşanmışlık kokarlardı. Madam'ı da bu yüzden çok seviyordu. Adamın kıyafetlerine bakınca soylu olduğunu düşünmeden edemedi. Bir soylunun böyle sıradan bir mekanda ne işi olabilirdi ki? İlgisini çekmişti Livei'nin. Belki de bu Frum ve Ser'den bir işaretti genç kız için. Usulca adama yanaştı ve yanındaki boş sandalyeye oturdu. "Gengzjots birası lütfen. Bardakla değil, bütün şişeyi alayım." Barmen, Livei'nin her gün tekrar ettiği bu cümleye alışkındı. Hiç duraksamadan buz gibi bir şişeyi açıp genç kıza uzattı. Şişeyi eline aldığı gibi bir dikişte yarılayan genç kız derin bir oh çektikten sonra yanındaki adamı incelemeye başladı. İlginç yüz hatları vardı. Hatta, bunu söylemesi uygun kaçar mıydı emin değildi ancak, ailesinin çiftliğindeki favori atı olan Prenses'e benziyordu bu adam. Yalnızca yüz hatları değildi benzeyen, asil duruşu, vakur dolu bakışları, yeleye benzeyen saçları... Adamın her şeyi ona çiftliğindeki atını anımsatıyordu. İstemsizce kahkaha patlattı. Sinirleri çok bozuk olduğu için mi bu kadar gülmüştü yoksa şimdiden sarhoş olmaya başladığı için miydi acaba? Ona dik dik bakan adama açıklama yapma gereği hissetti. "Kusura bakmayın sizi çok iyi tanıdığım birine benzettim de..." Ata benzediğini söyleyecek değildi ya adama. "Sizi daha önce burada hiç görmemiştim. Bu muhite yeni mi taşındınız yoksa tebdil-i mekanda ferahlık bulma günü müydü bugün?" İçkisinden bir yudum daha aldı. Ardından saçlarını kulağının arkasına atıp bir elini çenesine dayadı. "Tanışalım mı? Ben Livei." Kendinden yaşça bu kadar büyük birisiyle yürüteceği bir sohbet zihnini dağıtırdı hem. Neden olmasındı? Babası yaşındaki adamın onu taciz edeceğinden korkmasına da gerek yoktu herhalde.
Image
► Show Spoiler

Re: Æfgrenst Yolu Yokuştur Bardakları Tokuştur

#2
"Tranli bold tra.
Plopt frupt brid dyo job.
Ko livei fru, livei fru.

Tranli bold tra.
Frungz munt hei dei.
Ko jolf fru, jolf fru."


Çocukluğundan beri annesinin kendisine söylediği türküyü radyoda duyunca keyfi yerine geldi. Kendi kendine geçmişini, eski çiftlik hayatını düşünmeye başladı. Her gün at biner, inekleri sağar ve buzağılardan dayak yerdi. Babasının tayini çıktığında ise bu hayatı bırakmak zorunda kalmıştı. Şehir hayatını sevmiyor değildi, sadece çiftlik hayatının verdiği sıcaklığı şehirde hissedememişti. Æfgrenst de çiftlik hayatından en uzak şehir olabilirdi. Bir kere tüm sokaklar arabalarla doluydu. Kırsal kesimde araba yoktu, araba. Eithratsei değişimi sevmesine severdi elbet, bu yüzden zamanla adapte oldu ve bir şekilde düzenli bir hayat kurabildi. Şehir hayatına geçişte en üzüldüğü nokta at arabalarının soyunun tükenmesi olmuştu. Deith Ozæf ile zamanında yaptığı muhabbeti hatırladı. Kendisine 'E kralım, bir atı bize hor mu görüyorsunuz?' diye sormuştu. Kral ise 'Oğlum araba varken niye ata binelim?' demişti. Eithratsei bu laflara çok kırılmıştı ancak belli etmemişti. Belli etseydi işinden olabilirdi. Kral da kırıldığını anlamış olacak ki o gün kendisine yemek ısmarladı. Güzel günlerdi, gençliğinde çok saftı. Gençliğinde saftı dediğime bakmayın, hala at binmek istiyor.

Arabaların aksine televizyonları severdi. Sebebi de elbette televizyonlardan at yarışlarının izlenebiliyor olmasıydı. At yarışları olmasa ne yapardı? Adam emekli olmuş, at yarışı izlemeyecek de ne yapacak, değil mi? İşte tam olarak bu yüzden Æfgrenst'in en fiyakalı tavernalarından birine gitmeye karar verdi. Hem deli gibi para bastığı atın kazandığını görmek istiyordu, hem de mümkünse bu sırada sarhoş olmak istiyordu. Tabii ülkenin en prestijli işini yapıp emekli olduğu için para boktu, o yüzden mümkünatını düşünmesinin pek bir anlamı yoktu. Her zaman giydiği beyaz gömleğini ütüledi, dişlerini fırçaladı, tuvalet ihtiyacını giderdi ve evden ayrıldı. Sokakta ilerlerken ister istemez 'Tranliii bold traaaa.' diye mırıldanıyordu. Bu sefer daha önce hiç gitmediği bir tavernaya girmeye karar verdi. Seldshuts sokağının yakınlarından geçerken bir tavernaya rastladı. Tavernanın ismi "Fakir Hunch'un Yeri" idi. İçinden 'Ohahaoha ne güzel isim lan' diye geçirmeden edemedi. Hızlıca kapıyı açtı ve "Cümleten esenlikler dilerim!" diye bağırdı. Bir anda tüm gözler kendisine çevrildi. Anlaşılan içeride tanıdıkları da vardı ki uğultular arasından "Vay, vay, vay!" diye bir ses duydu. Orta yaşlı, saçları yavaş yavaş kelleşen bir adam kendisine yaklaştı ve sımsıkı sarıldı. Eithratsei ise adamın kim olduğunu hatırlayamadı ve utanç içinde adamın gözlerinin içine baktı. "Yeğen, unuttun mu bizi?" Eithratsei, 'Yeğen' kelimesini duyduğu anda kafasına şimşekler çaktı ve kendisinin eski bir Başkomiser olduğunu hatırladı. "Bræcho baba, ne arıyorsun bu saatte burada? Kalbin var, yapma Frum ve Ser aşkına yahu!" Bræcho, Eithratsei'nin yüzüne yaklaşıp kahkaha attı ve "Yok be yeğen, ben cillop gibi adamım, sıkıntı yok!" dedi. Birkaç dakika daha konuştular ve hemen ardından Eithratsei kendine bir içki söyleyip inzivaya çekildi.

Sırada at yarışı vardı. Eithratsei günlerdir bu yarışı bekliyordu. Onun kazanacağını adı gibi biliyordu. Evet, o. Her attan daha iyi koşan, yeleleriyle kadınları bile kendine çeken o at. Pofuduk. Pofuduğun kazanacağına can-ı gönülden emindi Eithratsei. Pofuduk kilosuna rağmen saatte 75 km koşabilen tek attı. Bu atı kimse geçemezdi. Yarış başladı ve Eithratsei elindeki Gengzjots birasını masaya hızlıca vurup yarışı izlemeye başladı. Barmen gözlerini Eithratsei'ye çevirdikçe gülüyordu, Eithratsei de bunu her fark ettiğinde çocuk gibi sırıtıyordu. Pofuduk en öne geçti. Yarışın bitmesine çok az kalmıştı. Eithratsei gözlerini Pofuduğa kilitledi. Yapabileceğini biliyordu. İşte tam olarak o sırada yanına boyu beline gelen bir kız oturdu ve kendisiyle konuşmaya başladı. Eithratsei kızı iyi duyamadı elbet, gözleri de kulağı da yarışa kilitlenmiş durumdaydı. Ve o anda Pofuduk yarışı kazandı. Eithratsei bir anda ellerini havaya kaldırdı ve "İŞTE BU BE, YÜRÜ BE! TAŞŞAĞINI YESİNLER SENİN POFUDUK!" diye bağırdı. Hemen ardından yanındaki kıza döndü ve "Evet, tanışalım kusura bakmayın genç bayan. Eithratsei Trazthad ben. Siz de yaşı büyük ihtimalle buraya gelmeye yetmeyen bir Æfgrenst öğrencisi olmalısınız, değil mi?" dedi. Birasından bir yudum aldı ve "İlk defa geliyorum ben. Siz?" diye ekledi. Azarlayıcı yaşlı bunak izlenimi vermek istemiyordu. Lafı dolandırmamaya dikkat etti.
Image

Re: Æfgrenst Yolu Yokuştur Bardakları Tokuştur

#3
Taşağını mı yesinler Pofuduk? Livei adamın ani çıkışı ile irkildi. Bir süre sonra adamın aslında kendisine değil, karşılarında duran televizyona bakmakta olduğunu fark etti. At yarışı oynanıyordu. Tavernada bu garip adam dışında pek kimsenin ilgisini çekiyor gibi de görünmüyordu. Sahi, bu devirde hala at yarışı izleyen kalmış mıydı? "Pofuduk erkek miymiş? Dişi olduğunu düşünmüştüm. Erkek bir ata neden Pofuduk ismini verirler ki?" Sesli bir şekilde düşündüğünü fark edince boğazını temizledi. Umuyordu ki kimse söylediği şeyi duymamıştı. Adamın ilgisi kendisine yönelene dek tepki vermeden onu izledi. Coşkusundan at yarışlarını çok sevdiği belli oluyordu. Birasını tekrar kafaya dikti.

Adam kendini tanıtmıştı. Eithratsei Trazthad... Ne kadar uzun ve ilginç bir isimdi. Hiç tanıdık gelmemişti ona. Bir soylu olmalıydı bu adam. Belki de iflas etmişti. Sıradan halktan olmadığına adı gibi emindi Livei. Adamın ona söylediği şey karşısında gülümsedi. Yaşından küçük gösterdiğini öğrenmek her kadını mutlu ederdi elbet. Livei de mutlu olmuştu. Zira son günlerde kendisini ruhen de bedenen de çökmüş ve yaşlanmış hissediyordu. İyi şeyler duymaya ihtiyacı vardı. Bu adam, Eithratsei, amacı bu olmasa dahi genç kızın modunu yükseltecek şeyler söylemişti. "Ah, evet... Öğrenciyim ben." Bunu söyledikten sonra bira şişesinin dibinde kalan son yudumları da bir dikişte içti. "Demek isterdim ancak değilim ne yazık ki. Yaşım tutuyor." Bakışlarını adamdan çevirip barmene yöneltti. "Bir şişe daha alabilir miyim?" Barmen gülümseyerek başıyla Livei'nin söylediğini onayladı ve ona buz gibi bir şişe daha getirdi. Genç kızın gözleri taze şişeyi görünce neşeyle ışıldadı. "Ben bu civarda oturuyorum. Buraya neredeyse her gece gelirim." Başı dönmeye başlamıştı. Ah, evet... Birazdan sarhoş olmaya başlayacaktı ve tüm sıkıntıları yeniden hafifleyerek bulutlara karışacaktı. Göbeği çatlayana kadar kahkaha atacak, hüngür hüngür ağlayacak ve sızıp uyuyakalacaktı. Barmenin onu uyandırması ile de kendine gelip evine gidecekti ve sabaha kadar deliksiz bir uyku çekecekti. Hayatını yaşıyordu be Livei!

Alkolün sıcaklığı tüm bedenini ele geçirmeye başlarken yüzüne yerleştirdiği muzip gülümsemeyle yaşlı adama geri döndü. "Siz... Soylu musunuz yoksa? Burası gibi bir yerde ne işiniz var?" Sanki ortada komik bir durum varmış gibi kıkırdamaya başladı. Adamın birasının bitmek üzere olduğunu fark edip barmene yeniden seslendi. "Eithratsei amcama bir bira daha dolduralım!" İkinci şişesini yarılayan Livei kendini alkole tamamen teslim etmiş gibiydi. "Amcamın ne güzel saçları var öyle, hey maşfrumveser. Upuzun, at yelesi gibi. Yarışı kazanan Pofuduk'un yelesine benziyor!" Zil sesi gibi çınlayan bir kahkaha patlattı. "Sizinkiler kadar olmasa da... benim sevdiceğimin de uzun saçları vardı. Omuzlarına kadardı ama. Bu kadar gür de değildi. Simsiyah saçları vardı. Örüyordu aralarını. Çok güzel kokuyordu. Beni öptüğü zaman... saçları yüzümü gıdıklıyordu..." Az evvelki neşeli kahkasından geriye hiçbir şey kalmamıştı. Gözleri dolmuştu ve yüzüne hüznün gölgesi çökmüştü. Barmen gülmemek için çok zor duruyor gibi görünse de, Livei'nin sarhoş hallerine alışkın olduğundan olsa gerek pek tepki vermemeye gayret gösteriyordu. Genç kız bir süre ağlayacakmış gibi duraksadıktan sonra tekrar neşeli bir şekilde gülümsemeye başladı. "Eeee? Hep ben mi anlatacağım? Eithratsei amcamın aşk hayatı nasıl? Evli mi amcam?"

Ertesi gün uyandığı zaman, eğer bu anları hatırlarsa, inanılmaz utanacaktı Livei. Bunu biliyordu. Yerin dibine girmek isteyecek ve odasından bir daha dışarıya adım atmak istemeyecekti.
Image
► Show Spoiler

Re: Æfgrenst Yolu Yokuştur Bardakları Tokuştur

#4
Yanındaki genç bayanın at ile ilgili saygısız yorumunu duyan Eithratsei kişne- konuşmaya başladı. "Pofuduk adamın hasıdır. Bir takla atar, aklın durur. Kişnemesini bir duydun mu kulakların bayram eder. Bir daha Pofuduğun cinsiyetini sorgulamazsan sevinirim." Şakayla karışık ciddiyetini bir kenara bıraktı ve içkisinden bir yudum daha aldı. Kısa bir süre sonra yanındaki genç bayanın cevabını dinledi ve baya şaşırdı. "Baya küçük gösteriyorsun yahu, kusura bakma. Neyse, olur öyle!" İçkisinden bir yudum daha aldı ve barmene dönüp "Donat be masayı, güzel adam." dedi. Barmen kahkaha atarak içeri gitti ve beş tabak mezeyle geri döndü. Eithratsei, mezelerin bir kısmını genç bayanın önüne koydu ve bir kısmını kendine aldı. O sırada soylu olup olmadığı bir milyonuncu kez sorgulandı. "Değilim değilim. Yüce gralımız Deith Ozæf'le sarhoş olmuşluğum var ama. Bence bunu da soyluluk saymak lazım." Kahkaha attı ve mezelerle tıkınmaya başladı. Yanındaki genç bayan kendisine bira söyleyince daha bir mutlu oldu, daha bir keyiflendi. Sevdiği türküyü mırıldanmaya devam etti ve genç bayanın aşk hayatını dinleyip herhangi bir cevap veremeden kendisine bir soru yöneltildiğini işitti. "Amcan evli değil, amcan evli olsa bu saatte burada at yarışı izliyor olmazdı. Amcan tarihin en büyük sapı diyebilirim. Küçükken mahallede ayak topu oynadığımda flört etmeye çalıştığım kaleci kız taşaklarıma tekme atmıştı. O gün bugündür aşk meşk işleriyle ilgilenmiyorum." O sırada Bræcho baba arka masadan "Dostlar sağolsun be güzelim!" diye bağırdı. Eithratsei de arkasına dönüp "Ehe evet." diye kısaca gülüp önüne döndü. Bræcho'nun sarhoş olduğu her yönünden belliydi. Eithratsei ise sarhoşluğu sarhoşluk gibi yaşayan bir adam değildi. Genellikle sarhoş olduğunu söyler ama araba kullanarak eve dönerdi. Hayatında bir kere bile kaza yapmamıştı.

"Sıra bende, ne işle uğraşıyorsun Livei hanımkızım? Akşam işten geç mi çıkıyorsun? Hemen de buralara damlamışsın." Yine kendi laflarına güldü ve mezeden almaya devam etti. O sırada Livei'ye baktı ve kızı birazcık süzdü. "Memleket nere?" diye sözüne devam etti ve önüne dönüp içkisini yudumlamaya başladı. İçkisine ve mezelere göz gezdirirken Bræcho ve Deith ile içtiği günler aklına geldi. Günlerden bir gün Deith'e 'içelim' demişti. Deith Ozæf ise memnuniyetle kabul etmiş ve kendisiyle şatoya en yakın olan tavernaya gitmişti. Deith Ozæf hiçbir zaman adam akıllı sarhoş olmadığı için Bræcho yerlere düşse de Eithratsei ve Deith her zaman derin muhabbetlere dalardı. Zamanında Dusha politikası üzerine saatler boyunca konuştukları olmuştu. Hatta bazen kıta dışı toprakların varlığını tartışırken sabahladıkları olmuştu. Bu gibi durumları hatırladıkça dopdolu geçen yaşamının yavaşlamasının hüzününe kapılıyordu. Bu yüzden düşüncelerini bir kenara bıraktı ve odağını tamamen Livei'ye vermeye karar verdi.

Kendisine yapılan at benzetmesine cevap vermediğini fark etti ve bir anda "Sadece saçlarım değil ha, iyi de kişnerim. Göstereyim mi?" deyip anırarak güldü. Tüm taverna ahalisi kendisine gözlerini doğrultunca gülüşünü hafifletti ve kendi kendine "Ay, çok iyiydi." dedi.
Image

Re: Æfgrenst Yolu Yokuştur Bardakları Tokuştur

#5
Eithratsei amca Pofuduk'un cinsiyeti hakkında epey hassastı anlaşılan. Livei bir daha bu konudan söz etmemeye karar verdi. Adamın söylediği şeyin şaka mı yoksa ciddi mi olduğunu kestiremiyordu. Daha önce defalarca kez kandırıldığı için artık şakacı insanlara karşı daha tedbirliydi. Amcanın, Kral Deith Ozæf ile sarhoş olduğunu duyunca ağzı şaşkınlıktan bir süre açık kaldı. Kralla ilgili herhangi bir muhabbete dahil olmak istemediği için de bu konunun hızla dağılmasından çok memnun olmuştu. Eithratsei amca içkisini yudumladıkça daha da neşeleniyor, Livei de sarhoş oldukça daha da sapıtıyordu. Eithratsei ona evli olmadığını anlatılabilecek en güzel yolla anlatmıştı. Haklıydı cidden. Evli olsa bu saatte ne işi olabilirdi ki? Çocukluk anısını duyunca istemsizce bir kahkaha patlatıp yaşlı adamın omzuna şaka yollu vurdu. "Abartma be amcam be! Çocukluktan beri sap geziyor olamazsın. Yeme beni!" Bunu söyledikten sonra içkisinden kocaman bir yudum alıp oh çekti. Erkeklerin arasında kendisini iyice erkek gibi hissetmeye başlamıştı ve bu duygu nedense çok hoşuna gidiyordu. Sanki istediği kadar rahat davranabilir ve her gün zoraki takındığı "iyi kız" tavrını bir kenara atabilirdi. Bacak bacak üstüne atıp hafifçe arkasına yaslandı. Erkek olmak da epey keyifli olmalıydı. Keşke erkek olarak doğsaydı!

Eithratsei'nin aşk hayatıyla ilgili daha fazla detaya girmek istemediğini düşünerek, ve bu konu çok da ilgisini çekmediğinden, dikkatini onun sorduğu soruya verdi. İşini sormuştu ona. "Polisim ben. Acemiyim ama daha, yeni başladım sayılırım." Önüne gelen saçları arkasına ittirdi. "Genelde geç saatlere kadar orada buradayız biz. İş bitmiyor malum. Sonra da keyif mekanım burası. Hayat zor, karışık, çetrefilli, karmaşık be amca. Sen beni daha iyi anlıyorsundur eminim. Sonuçta benim en az iki katım kadar süre yaşamışsındır. Sıkılmadın mı hiç bu kadar yaşarken? Ben şimdiden bunaldım. Atasım geliyor kendimi bir yerlerden." dedikten sonra şakayla karışık ciddi olarak söylediklerini karşı taraf fazla ciddiye almasın diye kahkaha atarak hafifletti. İçini dökmeye, ama çok da üzerine gelinmemesine ihtiyacı vardı. Şaka yapıyormuş gibi bir edayla davranırsa ne söylediğini pek de sallamazlardı sonuçta. Hayır Livei intihar etmeyi düşünüyor değildi. Sadece... kafası karışıktı. Bunalmıştı. Yaşadıkları ağır geliyordu. Ancak onu bu dünyaya bağlı tutan bir Deinzei davası vardı. Şimdi ölemezdi.

Eithratsei amcası ona memleketini sormuştu. "Æfgrenst. Buralıyım ben. Heithost Köyü'ndenim. Ailemin kocaman bir çiftliği var orada. Köylü camiasında bilinirler genelde. Nyawodz. Tanır mısın?" İçkisinden bir yudum daha aldı. "Hayvanlarla büyüdüm ben. Atlar, koyunlar, inekler, tavuklar... Kedimiz ve köpeğimiz de var. Ekinlerimiz de var. Havası da çok güzeldir. Bir ara gel misafirimiz ol." dedikten sonra gülümseyerek elindeki birasını onun birasına tokuşturdu. "Sen nerelisin amcam, ne işle meşgulsün? Ya da meşguldün?" Eithratsei cidden ata benzediğini at gibi kişneyerek genç kıza gösterdikten sonra Livei karnı çatlayana kadar güldü. O kadar çok gülmüştü ki gözlerinden yaşlar boşanmıştı. "Frum ve Ser canını almasın senin be!"
Image
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Æfgrenst”

cron