#2
by Smildreiz Dyogodz
“Yemeyecek misin o yumurtayı?” Babamın sesi. Tabağımda duran yumurtayla niye ilgileniyorsun ki? Duruyor orda işte; istersem yerim, istersem yüzüne bakmam. Oğlum saçımda doğum lekesi olduğunu unutup boyadın mı diyen adam bir anda kahvaltımla ilgilenmeye başlıyor. Ben sinirlenmeyeyim de kim sinirlensin? Cevap vermedim, kafamı da kaldırmadım. Annem ortam gerilmesin diye konuyu değiştirerek başka bir şeylerden bahsetmeye çalışıyordu. “Yakında bir balo düzenlenecekmiş. Duydunuz mu? Kimler katılıyor merak ediyorum. Eminim senin de tanıdıklarından bir kesim vardır Meinsu. Çağırmadılar mı?” Babam ve babamın tanıdıkları… Gerçekten tanıyor mu ki acaba? Yalancının teki ya, saf annem de soruyor niye baloya çağırılmıyor diye. Ya şu tipe bak tipe! Var mı asilzade tipi?
“O gün işim olmasa kabul edecektim tabii ki, haberi geldi birkaç gün önce.” Öğ, kusucam galiba. Devam etti babam: “Yemek ayıracak yaşta değilsin artık.” şeklinde yaptığı yorumla gözümü kapatarak güldüm sessizce. Ulan tek derdin benim yediğim yemek mi bu hayatta? “N’apıyorsun? Dalga mı geçiyorsun benimle bir de? Ver tabağını yemeyeceksen!” Sesini yükseltmişti, kafamı kaldırdım. İlk anneme sonra da babama baktım. “Her şey önüne geliyor, bir de beğendiremiyoruz paşaya. Ben senin yumurta yemediğini arkadaşlarıma utançtan söyleyemem be!” YA OĞLUNUN YUMURTA YEMEMESİ KİMİN UMURUNDA SANIYORSUN? “ Sanki arka bahçesinde her gün tavuğu yumurtluyor! Kıymet bilmez bunlar Atga…”Haklı da düşününce, paranın hayatında ne kadar önemli bir yer ettiğini düşünürsek bir gramını dahi harcamak istememesini çok iyi anlıyorum. Çok iyi tanıyorum onu. Yarım ağız sırıttım. “Kara para çabuk kaybolur diye korkuyorsun herhalde, normal.” Milleti yalan dolanla kandırmak zor iş tabi. Aptal herif. Dediklerini duymazlıktan gelerek kalktım ve tabağı önüne doğru fırlatıp arkamı döndüm sakinlikle. O sırada bir telaş kopmuş, annem ayaklanıp peşimden kapıya kadar gelmişti. Babam da kendi kendine bağırmaya başlamıştı. “Saygısız! Babasına şükredeceğine yaptığı harekete bak! Sanki başka babası var!” Kimsenin dönüp de suratına bakmaması daha çok sinirlerine dokunuyordu. Tam palyaço ya.
“Oğlum, sen ters yapmasan aslında… Seni de düşünüyor….”
“Ya bi bırak. Hala kör gibi onu koruyorsun. Büyü mü yaptı sana ne yaptı da açmıyorsun gözlerini anlamıyorum ki!” Ayakkabımı giydim hızlıca. O sırada hüzünlü bir sessizlikle beni izliyordu annem. Kapıya yöneldiğimde “Nereye?” demişti. “Görev almaya. Kendi paramı kazanayım da bir daha ne yiyip yemeyeceğime kendim karar vereyim diyorum. Hem baloda gerçekten var olabilecek biri olur aramızda. Mantıklı ha?” Ve çıktım evden.
Çıktığım gibi evin yanındaki ormanlığa daldım ve şehre doğru yürümeye başladım. Arada bir karşıma çıkan taşları tekmeliyor, elime aldığım uzun ve kalın bir dalı bastonum gibi kullanarak yürüyüş parkurumu düzeltiyor ve öfkelendikçe durup bir kütüğe oturup etrafı izliyor, sinirim geçince devam ediyordum yürümeye. Kuş seslerini dinlemek iyi geliyordu gelmesine ama artık o kadar daralmıştım ki evden… Birilerine yumruk atasım var. Şiddet istiyorum. Atmam lazım öfkemi. Dayıma mı gitsem? Kesin vardır dövmek istediği birileri, veya onu dövmekten zevk alacak birileri. Evde olduğunu sanmıyorum ama. Sanki Dado Abi’nin bir arkadaşı vardı, onu ziyarete gideceğini söylediğini hatırlıyorum. Bu akşam eve dönmem aga ben. Ormanda uyusam ne olur acaba? Oğlum, benim şansıma bir ayı falan gelir oturur üstüme. Çok sinek vardır bi de lan. Kaşınmayı sevmiyorum. Amaaa yeterli seviyede alkolle farkına bile varmam kaşındığımı. Güzel güzel, yapılmayacak şey değil. Önce bi işimizi halledelim, sonra bakarız günün nasıl ilerlediğine.
Teşkilat merkezine varınca ellerim ceplerimde, bakışlarımı da pek yerden kaldırmadan ilerleyerek girdim içeri. Buraya daha 3, bilemediniz 4 kere anca gelmişimdir. Aldığım görevler de çok basit, durağandı. İlk defa bugün, daha büyük bir organizasyona katılmak için başvuruyordum. Sadece sabahki muhabbetten dolayı da değil, zaten aklımdaydı. Herhangi bir siyasi sebepten değil de, aktivite olsun diye. Ne bileyim, elementimi kullanırdım, eğlenirdim, kafa dağıtırdım. Görevde birileriyle pek sohbet etmek zorunda da kalmam bence, kendi kendime takılır milleti gözlerim. Üstüne para bile veririm bunun için.
Baloda çalışmak istediğimi söyleyince beni boş bir sorgu odasına geçirdiler. Bir masa, iki sandalye ve tavandan sarkan bir ışık. Önceki görevlendirmelerde böyle bir şeye gerek duyulmamıştı. Adımı neye yazdırdığımı tekrar düşünmem gerekiyordu sanırım. Sandalyeye otururken ellerimi de hırkamın ceplerinde daha derine gidebileceklermiş gibi bastırmaya başlamıştım. Gözüme düşen perçemleri kafamı hızlı bir hareketle sallayarak sağa sola attıktan sonra göz ucuyla duvarlara bakış atmış ama hiçbir şey görememiştim. Birkaç polisiye kitabı okumuşluğum var, küçükken Dusha'da arkadaşlarımla birbirimize "polisçilik" yaptığımızı hatırlıyorum hatta. Büyük bir suçlu olup yakalanmış gibi yaptığım zamanlar -ki genelde suçları işleyen hep ben oluyordum- veya "müdür polis" rolüyle azılı suçluları yakalayıp sorguladığımız oyunlar oynuyorduk. Ama hepsinde, dışarıdan bir gözün daha bu odayı izlediğini hayal ediyordum. Yok muydu ekstra bir pencere, ayrı bir kapı… Adam beni düşüncelerimle uzun süre yalnız bırakmadan geldi ve karşıma kuruldu. Bir şey demeden suratına bakıyordum, onun da pek selamlaşası yoktu ki öylesine hatırımı sorarak başlattığı cümlesine direkt olarak elindeki bilgileri saymakla devam etti. “Annen bütün kıtayı gezmiş, gezerken de boş durmamış.”
?
“Baban aldatılmayı kaldıramayıp anneni ve seni terk etmiş. Çocukları da almış.“
Babam değil ki o? Dado Abi'den bahsediyor: annemin eski eşi. Karışık bir durum. Yeri mi bu şimdi? Oturup annemin eski fırtınalı aşk hayatını mı anlatayım? Bak zaten kavgadan geldim, bir kahvaltı zevkimiz var onu da boğazımızda bıraktılar. ÜZERİNE GELMİŞ ANNEN BABANI ALDATMIŞ ZAA yapıyorsun, sana ne lan yaprak?
Anam babam başvurdu sanki göreve. Aptal Meinsu’nun çevirdiği işler niye beni 23 yıl sonra bile vuruyor anasını satayım ya.
İş için geldim buraya, bir şey demeyeceğim. Derin bir nefes aldım ve yerimde dikleştim. Sandalyemde rahatsızca kıpırdanırken parmaklarımı da sesli bir şekilde çıtlatmaya başlamıştım. Sor baba ne soracaksan sor da sal beni. Bana yürüyen bir travma olduğumu iddia edince yüzümde istemsiz bir gülümseme belirmedi değil ama. Yemin ederim haklı. Haksız olduğu tek bir kelime yok. Şapkamı arkaya indirdim yavaşça, çok depresif takılıyorum harbi.
Dosyayı kapatıp yere eğilince bir elimi oturduğum sandalyenin kenarına yaslayarak alt tarafına ritim tutmaya başladım. “Zorundalıktan değil. Fiziksel bir şeyler yapmak… güzel.” dedim nasıl tanımlayacağımı bilemeyerek. Başka bir şey demedim, notlar almasını bekliyordum. Birkaç soru soracak mıydı yoksa sadece elindeki yanlış bilgileri okuması için mi gelmiştik? Öyleyse çok komik olur.
Prosedür için sorgulanmam gerektiğini söylediğinde ben de bariz bir şekilde bunu farkında olduğum için kafamı salladım anladığımı belli ederek. Adamın sabit ruh haline ve mimiksizliğine karşı ben sırıtmamak için zor tutuyordum kendimi. Sonunda sorusunu yönelttiğinde cevap vermeden önce sessizlik içinde düşündüm. “Azınlıklar… Aslına bakarsanız annem de, derin araştırmalarınıza konu olduğuna göre biliyorsunuzdur ki Djuratlı. Ve yıllarca Dusha’da azınlık olarak yaşadıktan sonra 20 yıldır da benimle ve babamla Gedhilfe’de yaşıyor. Kendi kültüründen uzak olmanın ve aynı zamanda, bir süre sonra bulunduğun yerdeki kültürle de birleşmenin ve onu da yaşatmaya başlamanın nasıl bir şey olduğunun örneğini çok iyi gördüm ve dinledim. Özellikle buraya ilk taşındığında yaşadığı zorlukları biliyorum, ama krallığımız ona sahip çıkarak bence azınlıklara da kucak açtığını gösteriyor." Biraz da pohpohlamak lazım. Başka soru gelene kadar bir şey demeden oturacaktım. Bu sırada da el yazısıyla aldığı notları tersten okumaya ve algılamaya çalışıyordum.
► Show Spoiler
İsim: Smildreiz Dyogodz
Yaş: 22
Cinsiyet: Erkek
Ülke: Gedhilfe
Element: Sezyum
Rütbe: Polis
Para: 75 PBF
IP: 20
Statlar:
Kuvvet: 3
Kıvraklık: 4
Kavrama: 3
Stiller:
- Sezyum - Ateş
- Sezyum - Patlama
Eşyalar:
Hançer
Bola