Sai: Kibar dilin seni karşılayanların yüzünü güldürüyor ve sana kafenin tamamını görebileceğin yumuşak minderler ile dolu bir yer hazırlanıyor. Hemen yer sofrası açılıyor.
"Atıştırmalıklar ikramımızdır." dendikten sonra tatlı tuzlu yemişler geliyor. Taptazeler! Kısa sürede sofrana buz gibi bir Saf Zevk geliyor. Yemişlere bakıyorsun, içeceğe bakıyorsun, ortama bakıyorsun. Kendini evde hissediyorsun. Garip bir duygu. Kendi vatanında kendini evde hissetmek. Zaten evde değil miydin bunca zamandır? Duvarlara bakıyorsun. Geleneksel işlemelerle dolu kilimlerin asılı olduğunu görüyorsun. Belki de evde hissetmen için sadece vatanda olmak gerekmiyordur. Oranın vatanın olduğundan emin olman gerekiyordur. Belki de vatan bulunduğun toprak değil, o toprağı senin yapan şeylerdir. Belki de bu yüzden ataların göçebelikte sorun yaşamadı. onlar vatanlarını gittikleri her yere beraberlerinde götürdüler.
Daldığın düşüncelerden yükselen seslerle uyanıyorsun ve hızla etrafa bakıyorsun. Kafenin sahne vari bir bölümünde bir kişi sandalyeye oturup sazını çalmaya başlamış bile. Eski dilde bir Himota türküsü. Herkes sanatçıya kısık bir sesle eşlik ediyor. O sırada birkaç masa ilerisinde bir konuşma duyuyorsun.
"Anasını avradını siktiler Himota'nın. İçim acıyor be, içim! Ne demeye barış antlaşması imzaladık ki? Kayıp mı ediyorduk? Hayır! Elbet bir gün Kızıl Güneş ufukta gözükecek. Sözleri söyleyenin kim olduğunu göremiyorsun veya "Kızıl Güneş" derken ne demek istendi anlamıyorsun ama içinde bir yerlerde acı tatlı bir duygu ve düşünce yoğunluğu oluşuyor. Bakışların derinleşmiş olacak ki seni karşılayan eleman yanına gelip
"Memurum, iyi misiniz? Yüzünüzden düşen bin parça." diyor. Belki o buraya gidip gelenleri tanıyordur. Direkt soru sormaktan ziyade ağzından laf almaya çalışsan iyi olacak.
Santin: Göğsünü gere gere oyuncakçıdan içeri giriyorsun. Kasada yaşlı bir amca var. Sana başı ile selam veriyor. İçeriyi dolaşmaya karar veriyorsun. Ana babalar çocuklarına oyuncak bakıyor, iki kardeş kendilerine oyuncak seçmeye çalışıyor. İleride iki çocuk raftan aldıkları oyuncaklarla oynuyorlar. O sırada içeriye biri giriyor. Yanağında yatay bir yara izi var. Yaşlı amcaya selam veriyor ve iki cümleden fazlasını kurmuyor. Ne dediklerini duymuyorsun ama anladığın kadarıyla eleman bir şey almaya gelmiş. Yaşlı amcadan bir anahtar aldıktan sonra dükkanın en sonuna doğru ilerlemeye başlıyor. O sırada yanında geçtiği ana babanın Gedhilfe markalı bir oyuncağı övüp aldığına tanıklık ediyor ve nefes altından
"Hepinizin kökü kuruyacak. Az kaldı." diyor. Şüphelenip çaktırmadan peşinden gittiğinde ise en arka kısımdaki bir kapıdan içeri girdiğini görüyorsun. Kapıyı aralık bıraktığından içeriyi görebiliyorsun. Aşağı inen merdivenler yer yer lambalarla aydınlatılmış fakat merdivenlerin sonu gözükmüyor. Ne dersin, yüce Himota polis memuru? Var mısın dedektifçilik oynamaya?
Tegin: Takım elbiseli beyefendi bekleme odasında cam kenarı bir koltuk buluyor ve çantasını oraya bırakıp bekleme odasının en uç köşesindeki telefona yöneliyor. Bir jeton attıktan sonra beklemeye koyuluyor. Konuşmayı duymak için telefona giden yolun başındaki koltuğa oturup kulak kabartıyorsun. Yine de uzak olduğundan sadece belli başlı sözcükler seçebiliyorsun.
"Hanımefendi...yakın...hazır...kurtulacağız." Konuşması daha sürecekmiş gibi duruyor. Bu sırada gözlerin çantaya gidiyor. Ne kadar güzel, savunmasız ve gizem dolu bir çanta. Acaba içinde ne var? Şüpheli bir iş adamının çantasında kim bilir neler vardır şimdi. Hmmmm, merak uyandırıcı. Evet, öyle.
Off Topic
Himota ulusal marşı eşliğinde Hiperyus admin siteye giriş yapar. Yiğitlerime esenlikler olsun! Geri döndüm ve ulusumun başına tekrardan geçtim. Bundan sonra konularınızda kan, demir, ihanet, devrim ve savaş olacak. Hazırlıklı olun. Hadi uğurlar olsun! Himota ulusal marşı eşliğinde Hiperyus admin siteden çıkar.