Mabi: Herkes arkandan bakarken geriye dönüp yürümeye başlıyorsun. Max sana cevap vermiyor, kimse atılıp da seni fikrinden alıkoymaya çalışmıyor. Sadece Frip'in bir süre sonra diğer insanlara bakıp hiçbir şey demeden seninle birlikte yürümeye başladığını fark ediyorsun. Sana daha da yaklaşmak istiyor ama bir yandan da çekiniyor gibi görünüyor. Sen de zaten yalnız halinden memnun gibisin. Hatta bir şeylerin değiştiğini hissediyorsun. Etrafındaki insanlar birer birer yok olurken daha iyi hissettiğini fark ediyorsun. Gittiğin yolun karanlık bir yol olduğunun farkındasın. Amacın iyi bile olsa etrafındaki insanların seni anlamayacağının farkındasın. Ama artık buna ihtiyacın varmış gibi hissetmiyorsun. Artık önemli olan senin için doğru olan yoldan ilerlemek. Seni nelerin beklediğini görmek için sabırsızlanırca yürümeye devam ediyorsun. O saatlerden birini bulman gerek.
Mabi yanınızdan ayrıldıktan sonra Dufo konuşmaya başlıyor. Dufo'nun sözlerini sonuna kadar dinleyen Max yine bir söz söylemiyor ve dediği her şeyi başıyla onaylıyor. Sai'nin dediklerini de dinliyor ve Sai Tegin ile birlikte uçağa doğru ilerlerken yazma fikrine karşılık "O da işe yaramıyor. Nesneler de kontrol altında ne yazık ki." diye açıklıyor. Ae'nin sorusunu duyduğunda ise "Ah, öncelikle Dufo, sen de yanlış anlamıştın sanırım, düzeltmeyi unuttum, kusura bakma. Hayır Ae, ne yazık ki bu uçaklar sadece bir kıtadan başka bir kıtaya gitmemize olanak sağlıyor. Gezegen dışına çıkmak için bu uçakla uzun bir yol gitmemiz gerekiyor. Ama merak etme, umuyorum ki bir gün o günleri de görürüz." diyor. Ardından kalan herkesin teker teker uçağa binmeye yeltendiğini gören Max "O halde yolculuk vakti." diyor ve saatini kullanarak uçağın arka kapısı olduğunu düşündüğünüz bölmeyi açıyor. Her birinize tam olarak nereden girmeniz gerektiğini gösterirken uçağın arkasından bir merdiven iniyor. Merdivene doğru ilerliyor ve merdivenden çıkıp uçağa giriyorsunuz. Uçağın içi dışarıda göründüğünden daha büyük geliyor. İki tarafta da yumuşak deri koltuklar var. Max de arkanızdan gelirken istediğiniz yere oturabileceğinizi söylüyor. Yerlerinizi alıyorsunuz, Max ise uçağın sürücü koltuğu olduğunu tahmin ettiğiniz bölmeye geçiyor. Sürücü koltuğuna oturduktan sonra size dönüyor ve "Her birinizin koltuğunun yanında emniyet kemeri var, aynı arabalarınızda olduğu gibi. Herkes taksın da kalkışa geçelim." diyor. Herkes kemerlerini taktıktan sonra uçağın titremeye başladığını hissediyorsunuz. Uçağın dış kısmından gözükmeyen ama içeri girdiğiniz anda fark ettiğiniz geniş camlardan bakıyorsunuz. Uçağın üstünde durduğu taş zeminde bulunan birkaç taş parçasının kırılmaya başladığını fark edebiliyorsunuz. Uçak kısa bir süre sonra havalanmaya başlıyor ve etraf toz duman oluyor. Uçağın kanatları yavaş yavaş açılıyor ve uçak dümdüz havaya doğru belli bir irtifaya çıktıktan sonra türbülans bitiyor ve uçak dümdüz hareket etmeye başlıyor. Uçak havada asılı kalıyor, hareket etmiyor gibi geliyor ancak içinizde oluşan garip bir duygu sayesinde uçağın hareket ettiğini anlayabiliyorsunuz.
Yolculuk sırasında sohbet döndürme şansınız oluyor. Max ile belli başlı sorularınızı tartışabiliyor, ondan yeni şeyler öğrenebiliyor ve hatta ona yeni şeyler öğretebiliyorsunuz. Çok geçmeden ardınızda bıraktığınız kıta, memleketiniz görüş açınızdan çıkıyor. Birkaç dakika boyunca sadece denizi görüyorsunuz. Size en garip gelen şey ise havanın hızla karardığını görmek oluyor. Max bunu garipsediğinizi tahmin etmiş olacak ki "Gezegenin farklı yerlerinde farklı saat dilimleri bulunuyor. Yüksek hızda ilerlediğimiz için şu an güneş bir anda batıyor da bir anda çıkıyor gibi hissediyoruz." diye açıklama yapıyor. Bir süre ay ışığından başka ışık kaynağı olmadan ilerledikten sonra güneşin doğmaya başladığını görüyorsunuz ve güneşin doğmasıyla birlikte yeni bir kara parçasını da görmüş oluyorsunuz. Max bu kara parçasına ineceğinizi söylüyor ve herkesi hazırlanmaları için tembihliyor. Yeni bir günün başlamasıyla yeni bir kara parçasına iniş yapıyorsunuz. Uçağın kapılarının açılmasıyla tek sıra halinde dışarı çıkıyorsunuz ve ilk defa bulunduğunuz gezegenin başka bir kıtasına ayak basıyorsunuz. Bastığınız taraf kumlu olduğu için sadece aranızdaki Dushalıların ve Dushaya tatile gitmiş olanların anımasayabildiği bir his oluyor, malum Dusha dışındaki plajlar bile yapay kumlandırma çalışmaları ile oluşturulmuş plajlar. Max de arkanızdan iniyor ve "Biraz yürüyeceğiz, sizi tanıştırmak istediğim biri var." diyor. Kara parçasında ilk olarak güneşin doğuşunu izliyor, hemen ardından da etrafınızda neler olduğunu incelemeye başlıyorsunuz. İndiğiniz gibi bir deniz limanı ve deniz limanının hemen yanında küçük bir kasaba ile karşılaşıyorsunuz. Bu kasabanın tek katlı evlerden oluştuğunu ve bu evlerin daha önce görmediğiniz desenlerle süslendiğini görüyorsunuz. Kasabanın arkasının ise kocaman, üstünde yeşillikler dolu dağlarla kaplı olduğunu görüyorsunuz. Max onu takip etmenizi söylüyor ve böylece kasabaya doğru yürümeye başlıyorsunuz.
Kasabaya vardığınızda kasabada birkaç farklı yerden duman çıktığını görmeye başlıyorsunuz. Çıkan dumanlardan bir tanesine doğru ilerlemeye başlıyorsunuz ve yaklaştığınızda bunların her birinin ateş olduğunu fark ediyorsunuz. Ateşin etrafında bir çeşit ayin yapan insan ile karşılaşıyorsunuz. Bu insanlar melodik bir okuma yapıyorlar ama söylenilenleri anlamıyorsunuz. Bir anda koyu kahve saçlı bir çocuk size doğru koşuyor ve saldırgan bir pozisyon alıyor. Max aniden elini havaya kaldırıyor ve çocuk durup Max'e bakıyor. Çocuk evlerin üstündeki tasarıma benzer tasarıma sahip bir tişört giyiyor. Çocuk Max'e bakarak "Tré haws? Koi e yiaupsúye tráw! Haws krim?" diyor. Konuşmadan hiçbir şey anlamıyorsunuz. Max, çocuğa "Awi smik im, Ruailnúik. Haws chiur koi chliuhu. Koi hichúis tráw ngkepʼ snuai rá pria." diye cevap veriyor. Çocuk ise bu sözlerden sonra sakinleşiyor ve "E ngus tráw trew snuai hao." deyip arkasına dönüyor ve ayine katılıyor. Max çocuğun duyabileceği bir ses tonuyla "Koi úi, ái." diyor ve size dönüyor. "Gördüğünüz arkadaşımın adı Ruailnúik. Buranın yerlisi olan Prúi halkının bir mensubu. Bu kadar fazla insan getirince biraz korktu, o yüzden sitem etti ama merak etmeyin, hızla sorunu giderdim." diyor ve hemen ardından "Yine de en azından bir süreliğine kasabanın içinde takılmasak daha iyi." diyor.
Max, uçaktan aldığı küçük, cüzdana benzeyen bir cismin içinden birkaç tane parmak ucu büyüklüğünde ne olduğunu anlamadığınız nesne çıkarıyor. Her birinize birer tane uzatıyor ve en son "Bunlar çeviri cihazları. Bu cihazları kullanarak bu kasabada ve bu kıtanın devamındaki tüm dilleri anlayabilirsiniz. Kendi dilinizde konuşsanız bile onlara onların dilini yansıtacaktır. Aslında şu an sizinle anlaşabiliyor olmam da bu cihaz sayesinde. Bakın, ben de takıyorum." diye açıklıyor ve kulağını gösteriyor. "Kulak memenizin ön tarafına yerleştirirseniz otomatik olarak aktifleşecektir. Nasıl çalıştığını lütfen sormayın, işin teknik kısmını anlatmak çok uzun sürüyor çünkü." diyor ve gülümsüyor. Kasabaya girdiğiniz tarafa doğru yürüyorsunuz ve son anda hepinizi durduruyor. "Sizinle sürekli irtibatta olmak istiyorum. Birazdan sizi geri yollayacağım, bundan önce bana sormak istediğiniz ne varsa sorun lütfen. Buraya ilk gelişiniz ama son gelişiniz olmayacağını temenni etmek isterim. Bundan sonra hep birlikte çalışacağız arkadaşlar. Sizin yardımınıza ihtiyacım var. Sadece Tegin..." Gözlerini Tegin'e çeviriyor, ona doğru yürüyor ve elini omzuna koyuyor. "Seni kimsenin şüphelenmeyeceği şekilde geri göndermemin tek yolu hapse geri dönmen. Sana muhtemelen sunmamam gereken bir teklifi sunmak istiyorum." Kendi başını kaşıyor ve "Umarım yol arkadaşlarım kafamı koparmaz..." diyor. "Tegin, bu kıtada kalıp kıtana ve gezegenine yarar sağlamak için benimle birlikte çalışmak ister misin? Seni istediğin zamanlarda kıtana geri göndermenin bir yolunu bulurum ama bunu seni gizleyerek yaparız. Sana burada işlerin nasıl yürüdüğünü öğretirim ve bu amaç uğruna, ülken uğruna, kıtan uğruna hatta tüm gezegenin uğruna bir şeyler başarabilirsin. Ne dersin, ortak olalım mı?" diye soruyor. Hemen ardından "Hapisten kurtulmak için fazla akılalmaz bir yol olduğunu biliyorum ama..." diyor ve hafifçe kahkaha atıyor.
Mabi yanınızdan ayrıldıktan sonra Dufo konuşmaya başlıyor. Dufo'nun sözlerini sonuna kadar dinleyen Max yine bir söz söylemiyor ve dediği her şeyi başıyla onaylıyor. Sai'nin dediklerini de dinliyor ve Sai Tegin ile birlikte uçağa doğru ilerlerken yazma fikrine karşılık "O da işe yaramıyor. Nesneler de kontrol altında ne yazık ki." diye açıklıyor. Ae'nin sorusunu duyduğunda ise "Ah, öncelikle Dufo, sen de yanlış anlamıştın sanırım, düzeltmeyi unuttum, kusura bakma. Hayır Ae, ne yazık ki bu uçaklar sadece bir kıtadan başka bir kıtaya gitmemize olanak sağlıyor. Gezegen dışına çıkmak için bu uçakla uzun bir yol gitmemiz gerekiyor. Ama merak etme, umuyorum ki bir gün o günleri de görürüz." diyor. Ardından kalan herkesin teker teker uçağa binmeye yeltendiğini gören Max "O halde yolculuk vakti." diyor ve saatini kullanarak uçağın arka kapısı olduğunu düşündüğünüz bölmeyi açıyor. Her birinize tam olarak nereden girmeniz gerektiğini gösterirken uçağın arkasından bir merdiven iniyor. Merdivene doğru ilerliyor ve merdivenden çıkıp uçağa giriyorsunuz. Uçağın içi dışarıda göründüğünden daha büyük geliyor. İki tarafta da yumuşak deri koltuklar var. Max de arkanızdan gelirken istediğiniz yere oturabileceğinizi söylüyor. Yerlerinizi alıyorsunuz, Max ise uçağın sürücü koltuğu olduğunu tahmin ettiğiniz bölmeye geçiyor. Sürücü koltuğuna oturduktan sonra size dönüyor ve "Her birinizin koltuğunun yanında emniyet kemeri var, aynı arabalarınızda olduğu gibi. Herkes taksın da kalkışa geçelim." diyor. Herkes kemerlerini taktıktan sonra uçağın titremeye başladığını hissediyorsunuz. Uçağın dış kısmından gözükmeyen ama içeri girdiğiniz anda fark ettiğiniz geniş camlardan bakıyorsunuz. Uçağın üstünde durduğu taş zeminde bulunan birkaç taş parçasının kırılmaya başladığını fark edebiliyorsunuz. Uçak kısa bir süre sonra havalanmaya başlıyor ve etraf toz duman oluyor. Uçağın kanatları yavaş yavaş açılıyor ve uçak dümdüz havaya doğru belli bir irtifaya çıktıktan sonra türbülans bitiyor ve uçak dümdüz hareket etmeye başlıyor. Uçak havada asılı kalıyor, hareket etmiyor gibi geliyor ancak içinizde oluşan garip bir duygu sayesinde uçağın hareket ettiğini anlayabiliyorsunuz.
Yolculuk sırasında sohbet döndürme şansınız oluyor. Max ile belli başlı sorularınızı tartışabiliyor, ondan yeni şeyler öğrenebiliyor ve hatta ona yeni şeyler öğretebiliyorsunuz. Çok geçmeden ardınızda bıraktığınız kıta, memleketiniz görüş açınızdan çıkıyor. Birkaç dakika boyunca sadece denizi görüyorsunuz. Size en garip gelen şey ise havanın hızla karardığını görmek oluyor. Max bunu garipsediğinizi tahmin etmiş olacak ki "Gezegenin farklı yerlerinde farklı saat dilimleri bulunuyor. Yüksek hızda ilerlediğimiz için şu an güneş bir anda batıyor da bir anda çıkıyor gibi hissediyoruz." diye açıklama yapıyor. Bir süre ay ışığından başka ışık kaynağı olmadan ilerledikten sonra güneşin doğmaya başladığını görüyorsunuz ve güneşin doğmasıyla birlikte yeni bir kara parçasını da görmüş oluyorsunuz. Max bu kara parçasına ineceğinizi söylüyor ve herkesi hazırlanmaları için tembihliyor. Yeni bir günün başlamasıyla yeni bir kara parçasına iniş yapıyorsunuz. Uçağın kapılarının açılmasıyla tek sıra halinde dışarı çıkıyorsunuz ve ilk defa bulunduğunuz gezegenin başka bir kıtasına ayak basıyorsunuz. Bastığınız taraf kumlu olduğu için sadece aranızdaki Dushalıların ve Dushaya tatile gitmiş olanların anımasayabildiği bir his oluyor, malum Dusha dışındaki plajlar bile yapay kumlandırma çalışmaları ile oluşturulmuş plajlar. Max de arkanızdan iniyor ve "Biraz yürüyeceğiz, sizi tanıştırmak istediğim biri var." diyor. Kara parçasında ilk olarak güneşin doğuşunu izliyor, hemen ardından da etrafınızda neler olduğunu incelemeye başlıyorsunuz. İndiğiniz gibi bir deniz limanı ve deniz limanının hemen yanında küçük bir kasaba ile karşılaşıyorsunuz. Bu kasabanın tek katlı evlerden oluştuğunu ve bu evlerin daha önce görmediğiniz desenlerle süslendiğini görüyorsunuz. Kasabanın arkasının ise kocaman, üstünde yeşillikler dolu dağlarla kaplı olduğunu görüyorsunuz. Max onu takip etmenizi söylüyor ve böylece kasabaya doğru yürümeye başlıyorsunuz.
Kasaba
► Show Spoiler
Kasabaya vardığınızda kasabada birkaç farklı yerden duman çıktığını görmeye başlıyorsunuz. Çıkan dumanlardan bir tanesine doğru ilerlemeye başlıyorsunuz ve yaklaştığınızda bunların her birinin ateş olduğunu fark ediyorsunuz. Ateşin etrafında bir çeşit ayin yapan insan ile karşılaşıyorsunuz. Bu insanlar melodik bir okuma yapıyorlar ama söylenilenleri anlamıyorsunuz. Bir anda koyu kahve saçlı bir çocuk size doğru koşuyor ve saldırgan bir pozisyon alıyor. Max aniden elini havaya kaldırıyor ve çocuk durup Max'e bakıyor. Çocuk evlerin üstündeki tasarıma benzer tasarıma sahip bir tişört giyiyor. Çocuk Max'e bakarak "Tré haws? Koi e yiaupsúye tráw! Haws krim?" diyor. Konuşmadan hiçbir şey anlamıyorsunuz. Max, çocuğa "Awi smik im, Ruailnúik. Haws chiur koi chliuhu. Koi hichúis tráw ngkepʼ snuai rá pria." diye cevap veriyor. Çocuk ise bu sözlerden sonra sakinleşiyor ve "E ngus tráw trew snuai hao." deyip arkasına dönüyor ve ayine katılıyor. Max çocuğun duyabileceği bir ses tonuyla "Koi úi, ái." diyor ve size dönüyor. "Gördüğünüz arkadaşımın adı Ruailnúik. Buranın yerlisi olan Prúi halkının bir mensubu. Bu kadar fazla insan getirince biraz korktu, o yüzden sitem etti ama merak etmeyin, hızla sorunu giderdim." diyor ve hemen ardından "Yine de en azından bir süreliğine kasabanın içinde takılmasak daha iyi." diyor.
Ruailnúik
► Show Spoiler
Max, uçaktan aldığı küçük, cüzdana benzeyen bir cismin içinden birkaç tane parmak ucu büyüklüğünde ne olduğunu anlamadığınız nesne çıkarıyor. Her birinize birer tane uzatıyor ve en son "Bunlar çeviri cihazları. Bu cihazları kullanarak bu kasabada ve bu kıtanın devamındaki tüm dilleri anlayabilirsiniz. Kendi dilinizde konuşsanız bile onlara onların dilini yansıtacaktır. Aslında şu an sizinle anlaşabiliyor olmam da bu cihaz sayesinde. Bakın, ben de takıyorum." diye açıklıyor ve kulağını gösteriyor. "Kulak memenizin ön tarafına yerleştirirseniz otomatik olarak aktifleşecektir. Nasıl çalıştığını lütfen sormayın, işin teknik kısmını anlatmak çok uzun sürüyor çünkü." diyor ve gülümsüyor. Kasabaya girdiğiniz tarafa doğru yürüyorsunuz ve son anda hepinizi durduruyor. "Sizinle sürekli irtibatta olmak istiyorum. Birazdan sizi geri yollayacağım, bundan önce bana sormak istediğiniz ne varsa sorun lütfen. Buraya ilk gelişiniz ama son gelişiniz olmayacağını temenni etmek isterim. Bundan sonra hep birlikte çalışacağız arkadaşlar. Sizin yardımınıza ihtiyacım var. Sadece Tegin..." Gözlerini Tegin'e çeviriyor, ona doğru yürüyor ve elini omzuna koyuyor. "Seni kimsenin şüphelenmeyeceği şekilde geri göndermemin tek yolu hapse geri dönmen. Sana muhtemelen sunmamam gereken bir teklifi sunmak istiyorum." Kendi başını kaşıyor ve "Umarım yol arkadaşlarım kafamı koparmaz..." diyor. "Tegin, bu kıtada kalıp kıtana ve gezegenine yarar sağlamak için benimle birlikte çalışmak ister misin? Seni istediğin zamanlarda kıtana geri göndermenin bir yolunu bulurum ama bunu seni gizleyerek yaparız. Sana burada işlerin nasıl yürüdüğünü öğretirim ve bu amaç uğruna, ülken uğruna, kıtan uğruna hatta tüm gezegenin uğruna bir şeyler başarabilirsin. Ne dersin, ortak olalım mı?" diye soruyor. Hemen ardından "Hapisten kurtulmak için fazla akılalmaz bir yol olduğunu biliyorum ama..." diyor ve hafifçe kahkaha atıyor.
Off Topic
Önümüzdeki turun ardından konu sonlanacaktır. Pasiflik kuralları tekrardan eski sistem haline getirilmiş, yani önceki turdaki serbestlik kaldırılmıştır. Yazmak için 3 gün süreniz vardır.