Re: [Ana Kurgu] O Adam

#41
Etrafımda neler olup bittiğini anlamaya çalışırken yanımızdaki otobüs dikkatimi çekti. Bizi götüren arkadaşların yanımıza daha fazla mahkum almak için ikinci bir ulaşım aracı tuttuklarını düşünürken bir anda aracın içinden yüce imparatorluğumuzun varisi indi. Yanında Gedhilfe'nin varisi Thrao Ozæf vardı. Üst rütbeli bu iki kişinin neden burada oldukları hakkında hiçbir fikrim yok. O kadar işlerinin güçlerinin arasında suçlu insanları görmek için o kadar yol çekip buraya gelmelerini çok mantıklı bulmuyorum. Onlar dışında otobüs de başka kimler var diye baktığım sırada eski ortağım Sai'yi gördüm.

Sai'yi gördükten sonra acayip mutlu oldum. Onca zamandan sonra tanıdık bir yüz görmek bana iyi geldi. Hatta yanımda olsa halini hatırını bile sorabilirim. Onunla bir araya gelmek istiyorum ama bulunduğum konum itibariyle benimle birlikte görünmesi başını ağrıtabilir. Bu yüzden öncelikle bana ayrılan yerime oturacağım ardından da kimsenin bana bakmadığı bir zaman aralığı ayarlamaya çalışarak Sai'ye el kol hareketi yaparak dikkatini çekmeye çalışacağım. Eski ortağımın beni fark etmesini sağlayabilirsem konuşmamıza gerek olmadan da yapacağı hareketlerden şu anda neler olduğunu anlayabileceğimi düşünüyorum.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#42
Ortada o kadar çok yeni öğrendiğim muhabbet vardı ki açıkçası bi süre sonra sorgulamayı bıraktım. Olduğu kadar anlamaya çalışıyordum ama doğru anlamı çıkarmak için bilmem gereken çok şey var gibi hissediyordum. Birkaç alt metin çıkardım tabi.
1) Gedhilfe çok fazla şey gizliyor.
2) Himota da bunların ortağı.
3) Mavi Yıldız örgütü bunları bozmak istiyor.
Falan filan işte.

Otobüse doğru yürümeye başladığımızda Livei’ye doğru “Bu daha ilk büyük görevim ve farklı bir kıta daha olduğunu öğrendim. Şu an desen ki geceleri köpeğe dönüşüyorum, ona da inanır cebine biraz mama koyarım. Kim bilir siz daha neler neler biliyorsunuzdur. Her zaman mı böyle?” dedim dalga geçercesine. Hep böyle olamaz aga. Yoksa kafffayı yersin.

Otobüse bindik, niyeyse Prens Ten kullanmak istedi. Kontrolü kaybetmek istemiyor diye yorumladım. Sorumluluk sahibi biri. Biraz ilerledik, o sırada tekrar bilinmez bir uykuya dalacak mıyız korkusuyla etrafı incelemeye başladım. Hem otobüsün bir düzeneği mi var diye, hem de geçtiğimiz yollardan bir saldırı mı gelecek diye kontrol etmeye çalışıyordum. Yani şimdi bir anda uyuyakalsak bu adam da çekip gitse hiçbir şey yapamayız. Hazırlıklı olmak lazım. Derken bir hapishane önüne geldiğimizde yavaşlayıp durduk, tutsak görünümlü bir grubun sırayla büyük bir araca bindirildiğini görebiliyordum olduğum açıdan. Bu, adamın kurtaracağını söylediği kişiyle alakalı olabilirdi. Prenslerden hemen sonra da dışarıya çıkmak isteyişi ikna etmişti beni bu düşünceye. Onunla gitmek konusunda pek emin değildim ama Livei’nin koluma yapışması ve gideceğimizi söylemesiyle ayaklanmıştım. “Aslın- Yani-“ Çekiştirmeye devam ettiği için kararsızlıkla gidiyordum peşlerinden ama maskeli çocuğun adama bir anda yönelttiği soruları duyunca sonunda “Bir dakika, bir sakin olur musunuz.. Peygamber sanki bu da… Bir geçeyim.” diye söylenerek durmalarını sağladım ve otobüs koridorunda hepsini ittirerek önlerine geçtim. Bakışlarımı direkt olarak adama çevirdim. “Abi sen ait olmadığı bir kıtada gizlenmesi gereken bir kaçağa göre fazla meraklı değil misin sence de? Uçağa götüreceksin bizi diye bindik. Sen gez, toz, araştır, gözlem yap diye değil. Niye saklayalım seni? Bekle burda, gerektiğini düşünürsek çağırırız, ha?” Onaylıyorlar mı diye baktım yanımızdakilere. Onaylamıyorlarsa da kendileri takılabilirdi bu adamla ama gereksiz bir yük olacaktı bana kalırsa. En azından önce bir neler olup bitiyor anlamalıydık. Az önceki Dufo’nun sorularını böldüğüm için de ona bakıp ”Önemli şeyler soruyordun. Sohbet edersiniz hem.” dedim ellerimi ikisine doğru sallayarak, ardından arkamı dönüp hızla aşağı indim. Bizden inenlerin yanına gidip neler olduğunu soracaktım.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#43
Ten bana sorumluluğun kendisine ait olduğunu söylediğinde anlayışlı bir şekilde kafamı salladım. Ben hiç sanmıyorum ama neyse. Bir sorun olduğunda babası ona "Bir daha yapma." der ya da şamarlar. Ben ise işimi kaybederim. Sorumluluk aynı değil ikimiz için ama bunu uzatmaya niyetim yoktu. Misafir olarak haddimi aşmamam gerektiğini söylediğinde de onaylayan bir hareket yaptım ancak sonra bu herif döndü bana başladı olayı kişiselleştirmeye. Diyor ki kişiliğin zayıf. Yok işte en büyük suçlardan biriyle suçluyormuşum. Himota devletinin kimseden gizlisi yokmuş vesaire... Ulan sen bilmiyorsun diye Himota da mı bilmiyor sanıyorsun? Sakin olmalıyım. Bunun babası da böyle bir anda hiddetleniyor kimse de bir kes sesini demiyor. "Olayı kişiselleştirme Ten." dedim sakinliğimi korumaya çalışarak. Fikirlerimi istediğim gibi savunurum anasını satayım bizim ülkemiz sizin gibi sus, otur, tamamen saygı duy değil. Dilimi koparacakmış da bilmem ne! Gel kopar deyip şurada kavgaya tutuşmayı öylesine isterim ki. Uçak konusunda bir şeyler öğrenebilecekken bunu yapmayacağım. Sadece bu böyle bağırınca gözlerimden ateş saçarak baktım ona. En sonunda da "Her şeyden sonra dediğin doğru çıkarsa senden özür dileyeceğim. Eğer hatalı olursan, aynısını senden beklerim." dedim. Himota'da olan uçağı, Himota'nın bilmemesine imkan yok ya! İMKANSIZ!

Thrao konuşmaya başladığında da döndüm baktım. Onunla birey gibi konuşmamı istediğini söyledi ve dedi ki... Herkes birbirinden bilgi saklıyor yaaa... Anlayamaz bir ifade ile baktım. "Ne?" dedim ilk. Lan koyulan kuralları, KOYAN DEVLETİN bile umursamadığını ve bunun normal olduğunu mu düşünüyor bu adam? Bir de verdiğim tepkiye sanki çok aşırı bir şey yapıyormuşum gibi konuşuyor. İnanılmaz biri. Daha demin Ten en ciddi suç olduğunu düşündüğü için bana bağırdı lan. İşte bakın bu yüzden yetki doğuştan birine verilmemeli ya. Andaval mı bu çocuk? Ten bak duygusal herif, bunları Himota aşkı ile inlerde büyütüyorlar. Onu anlıyorum da. Thrao ya aşırı mal ya da moral kavramı yok. Babası ölse sonra bu yerine geçse, insan üstünde deney yapıp kıtaya söylemez falan kesin.

Neyse prenslerle daha fazla konuşmama gerek kalmadan bu garip adam sorduğum soruları cevaplamaya başladı. Sai konusunu öylesine dinledim. Çünkü o da ayrı bir mal. Geldi diyor ki söylenilenin dışına çıkacak iraden yoksa otur burda falan. Ben bu rütbeyi zaten söylenilenlerin dışına çıkarak aldım. Neyse bunu bilmesine gerek yok. Zamanın 150 yıl önde olmadığını söyledi. Aynı zamandayız ama onların 150 yıl önceki teknolojisine sahibiz. Pekiyi. Kendi kaynakları bittiği için bizimkini yedek olarak kullanmak isteyen başka bir gezegen mi? Gözlerim açıldı şaşkınlıkla. Adam da gezegenin ne olduğunu anlatıyordu bana ama zaten bildiğim için dinlemedim. "Evet çok mantıksız geliyor." dedim yalandan. Gideceğimiz yer ise... Himota'da... Bakın. "Himota'da" olan bir yer. Halka tamamen kapalı ve bu herif görünmezmiş. Hmmm... Diyor ki gizemli yere aracını koymuş, yetkililer bilmiyormuş. Bu görünmez girip çıkıyormuş. Kaşlarımı kaldırdım düşünürken. Belki de Ten haklıydı gerçekten bilgileri yoktu. Bakışlarım ona kaydı hafifiten. Emin olmak gerekiyor. Eğer emin olursam dediğimi yapar, özrümü dilerim. Gerizekalı gibi tehditleşmenin bir gereği yok.

Peşlerine takılıp uçağa giderim o sırada da Fera ile sohbet ederim diyordum ki, Livei denen Gedhilfe'li kız garip adama Mavi Yıldız'ı sordu. O sırada Fera'ya bir şey söylemek için dönmüştüm ve kaldım olduğum yerde. Gözlerimi kısıp dinlemeye başladım Fera'nın güzel gözlerine dalgın dalgın bakarak. Adam Mavi Yıldız'ı bildiğini ve Mavi Yıldız'ın onun bildiğinin onda birini bildiğini söyledi. Benim bu adamı Mavi Yıldız'a götürmem gerekiyor aslında ama adam tüm bilgileri bilirsek aşırı bir hareket yapacağımızı düşünüyor. Doğru da düşünüyor aslında. Yine de bahsettiği gezegendekilere ve bize yetecek kaynak var mıydı bizim gezegenimizde? Gedhilfe'nin diğer gezegenle iletişimi var yani. İnanılmaz! Belki kaynakları onlara satıyordur bile. Karşılığında ne alıyorlar? Hem, neden? Bu adam neden kendi gezegenindekileri satıp, bizim tarafımızı tutuyor?

Konuşmaları bitince uçağa binme durumunda karar kıldıktan sonra herkesle birlikte yürümeye başladık. Fera'nın belinden kavramış kendime çekmiştim. Aklım bu konularla meşgul olduğu için dalgındım. Tekrar otobüse bindik. Daha önceki yerime oturdum ama boş olan yanıma Fera'yı aldım. Kızın saçının bir tutamıyla oynamaya başladım. Parmaklarımın arasından geçiriyor, arada bir kokluyorum şekerli kokusunu. Gezegen, bu garip herif, Himota ve Gedhilfe... Kendi kaynakları bittiği için bizi kullanmak isteyen bir gezegen öyle mi? Doğamız için... Metallerimiz için... Suyumuz için... Gedhilfe ve Himota kıta savaşlarını elementler kıtadaki doğayı bozuyor diye durdurmuştu. O zamandan beri mi iletişim halindelerdi yoksa? "Benimle Djurat'ta yaşamak ister misin?" diye sordum tüm bu düşüncelerden ansızın kurtularak. Fera'ya bakıyordum dalgın dalgın. "Doktorluk yapıyordun. Polisliği bırakabilirsin. Maaşım iyi, babamdan yardım alıp kredi de çekersem bir ev alabilirim. Evin bir kısmını klinik olarak kullanırsın. Borçları kolayca öderiz." Bir anda bu tarz bir teklif fazla mıydı acaba? Daha demin başka bir gezegenden bizim gezegenimizi sömürmek istediklerini öğrenmiştim. Neden bekleyeyim ki? Sesimi biraz kıstım. "Pakt denen şey saçmalık." dedim fısıldayarak. "Baksana kendi kurallarına kendileri uymuyor. Konuşmuştuk hatırlıyor musun? Monarşinin saçmalığından bahsetmiştim. Kraliçe olmadığın müddetçe ne anlamı var?"

Bu sırada otobüs durdu. Hapishanelerden birinde karışıklık çıkmıştı belli ki. Umurumda değildi. Ne de olsa burada misafirdim değil mi Ten'in söylediği gibi. Sorumluluk alanlar kendileri halletsinler.

İyice döndüm Fera'ya. "Neden sessiz kalıyorsun?" dedim. "Kafandan geçenleri merak ediyorum. Öyle, yüzük al. Güzel söz söyle diyen biri olmadığını biliyorum. Peki ne istersin bu hayatta?"
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#44
Şaşkınlık içerisindeydim. Hiç tanımadığım bir adam, hatta arkadaşlarımın da tanımadığı bir adam gelmiş, minnacık bir kutuyu tuşluyordu. Bu noktada, uçak denen, bizi de uçurabilen -muhtemelen eğitilmiş kocaman bir kuş olmalı.- bir şeye gitmesi gerektiğini, hatta bizi de bindireceğini söylemişti. Tabi bu fikir Ae'den çıkmıştı, onun bu tarz şeylere meraklı olabileceğini tahmin etmek zor değildi. Yeni bir şey, üstelik sır gibi saklandığı da belli oluyordu. Ae'nin devletle alakalı birkaç cümlesini ciddiyetle dinledim, o bu tarz konularda hepimizden çok daha ciddi. Bu ortamda bulunan adamların hepsinden ciddidir hatta, dikkatlidir. Onun bu huyu ortamlarda fazla dikkat çekmesine sebep olabilir, ancak herkesin edinmesi gereken bir huy diye düşünüyorum. Belki, benden bile bir şeyler saklayabilir devleti için. Peki ben yapar mıydım? Yapamazdım. Muhtemelen hemen gidip Ae ile konuşurdum durumu.

Ten, Ae'nin konuşmalarından sonra sinir küpüne dönmüştü. Bu, kabul edilebilir bir şey. Ancak benim arkadaşıma, benim en yakın arkadaşıma bağırmak, özellikle aşkını itiraf ettiği kadının yanında bağırmak kabul edilemez bir şey. Bu yüzden kaslarım istemsizce harekete geçti. Bir adım öne atıldım Ten denen gavatın sözü bittiğinde. İşaret parmağımı direkt ona doğru uzattım işaret edercesine. "Sen." Dedim. "Ae'nin kılına dokunursan, kılına dokunmayı bırak, kılını tehdit bile edersen, kafanı kırarım, kırmakla kalmam seni eşşek sudan gelinceye kadar döverim. Laflarına dikkat et, ben buradayken kimse benim arkadaşımı tehdit edemez. İster prens, ister sikim ol. Sikim bile arkadaşımı tehdit etse onu koparır atarım." Oldukça ciddiydim. Kimse benim arkadaşımı tehdit edemez. Frip'in yanında kral tehdit etse onu da karşıma alırım. Benim için arkadaşım her şeyden önemlidir, özellikle Ae.

Thrao'nun sözlerinden sonra ortamdaki sessizliğe büründüm bende. Gözlerim hala Ten denen elemanın üstündeydi. Hala Ae'nin ön taraflarında durmaya devam ediyordum. Gizemli adam tekrardan konuşmaya başladığında, aradaki bir cümle kafama takıldı. Kendisi, bizi kendi kaynaklarını tükettiği için yedek olarak kullanmak isteyen bir gezegen dolusu insanı durdurmak isteyen kişiymiş. Gezegen ise uçan bir küreymiş, futbol topu gibi bir şey yani. Ben öyle olduğuna inanmıyorum gerçi, düşünsenize futbol topu gibi yuvarlak olduğunu. Altta kalsak aşağı düşerdik. Yaşadığımız yer dümdüz bir yer, uçsuz bucaksız. Kimse en ucuna gidemiyor. Yani, küre olması imkansız gibi bir şey, bu adam bilim adamı falan da değildir kesin. Yoksa bilirdi yani küre olsa aşağı düşeceğimizi.

Adam konuşmasına devam etti, kendisinden hükümet haberdar olursa kıtada durdurulamaz bir ufuk açılması olacağını, bu yaşanırsa da fevri hamleler sonucunda kıtanın sonunun gelebileceğini söyledi. Bir tane adam nelere sebep oluyor görüyorsunuz değil mi? Acaba ne tür bir uyuşturucu kullanıyor? Bu kadar halüsinojen etkili bir madde çıkmış mıydı? Sanırım bunu karakola bildirmek gerek, uyuşturucu tüccarları çok ilginç şeyler yapabiliyor para için. Gençlerimizi zehirlemeye hakları yok.

Kızıl kafalı kızın ardından, Thrao önce söze girdi, ardından Ten. "Siktir lan ordan." diye içimden geçirdim. Ortamda farklı bir konu varken bu cümleyi dışarıya vurmak istemedim, zira vurursam ve ortamı dağıtırsam Ae bundan hoşlanmazdı. Şuan daha önemli bir konuya saplanmış olmalıydı. Ben de bir atak gelmediği sürece böyle davranmalıydım, onu tehdit etmiş olmam yeterliydi. Adam Mavi Yıldız denen bir şeyden bahsetmeye başlıyordu, bilgiye ulaşmak için çok fazla kayıp veriyormuş bu adamlar. Kim oldukları hakkında pek bir bilgim yok tabi. Gedhilfe Hükümeti beklenilenden çok daha fazla şey saklıyormuş gibi görünüyordu her konuşmada. Frip'e döndüm, gerçekten bu kadar çok şey mi saklıyorlardı? Kim bilir daha neler olmalıydı. Bir şey demeden gözlerimi geri adama doğru devirdim.

Adamla birlikte dışarıya çıkmış, tekrardan otobüse binmiştik. Ten denen gavat otobüsü kullanmak için şoförü yollamıştı, zaten bu barzo heriften de tam bir otobüsçü olurdu ancak. Yani, otobüs kullanmayı bilmesine çok şaşırmadım. Bu Ten denen eleman, bir hapishanenin yanında durmuş ve yanlış giden bir şeyler olduğunu söylemişti. Birkaç gardiyan, suçluları kamyona yerleştiriyordu, ancak gardiyanlar Himota'lı değil gibi duruyordu. Tanımadığımız şu adam da neler olduğunu incelemek istediğini söylüyordu, benim için bu Ten gavatının ne dediği değil, Ae'nin ne dediği önemli. O yüzden Ae'ye döndüm, aşkitoşuyla konuşmasını böleceğim ama yapacak bir şey yok.

"USTA! Sen ne dersen o'dur benim için, prens mrens bana emir veremez. Burayı inceleyecek miyiz, incelemeyecek miyiz? Ben bir tek senin lafına göre hareket ederim."
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#45
İnanın, ortalık çok karışık. Deli bir taş attı kuyuya, herkesin eli ayağı kesildi. Çaruk çürük tipli bir adamın peşinde ördekleri gibi dolaşacağız gibi duruyor. Canım sıkkın çünkü herkes birbirine laf geçiriyor. Politika cidden bana göre bir şey değil. Yüzüme yansıtmak istemediğim çok şey var. Sorularım da var. Herkesin var. Prensleri kendi haline bıraktım. Gereksiz atar gidere karşıyım. Baş ağrısı yaptılar biraz da. Onları çözmek için daha zamana ihtiyacım var. Pek hoşuma gittiklerini de söyleyemem. O sırada Dufo bir şeyler soruyor, ilgilendiği bir konu gibi gözüküyor. Livei ise ava çıkmış gibi ama zeki bir tip, o belli. Gedhilfeli herkese dikkat edilmeli. Hala da bir umudum var dost olabileceğimize dair.

Otobüse geçince hiç ilgilenmiyormuşum gibi bu düşünceleri arka plana bıraktım. Meraklı gözükmenin bir anlamı yok. Sessiz kalmam araştırmayacağım anlamına da gelmiyor. Durup durup sonradan hamle yapmaları severim. Ae’de yanımda. Mabi’ye de güvenim tam. Yola çıkınca aklım hala uçaktaydı. Bir taşıt nasıl uçabilirdi ki? Mekanizması nasıl işliyordu? Kontrolü nasıl sağlanıyordu? Kulağına o kadar imkansız geliyordu ki görmeden rahat edemeyecekti asla. Sessizliği bozup bozmama konusunda kararsız bir halde gidiş yoluna gözlerimi dikmiştim. Bir süre dalıp giderken Ae’nin sorusuyla ona döndü. “Ne?” dedim sersem bir halde. Djurat? Yaşamak? Birlikte? “Az önce…” diye bir giriş yapacaktım ama devamını getiremezdim. Ae’nin fikirlerini dinledim. Bir an için göz bebeklerim büyüdü. Aceleci mi gözüküyordu? Dürüstlüğü, net oluşu ve planlarını bir anda sıralaması beni etkilemişti. Ne istediğini biliyordu. Bir gidişatı vardı. Dushalıların çoğunun plansızlığı ile karşılaştırılınca Djurat erkekleri parlıyordu. Şu an yalnızken rol yapmasına gerek yoktu değil mi? Pakt ile ilgili dediğine başımı salladım. “Bence de. Kimsenin paktı umursadığını sanmıyorum zaten artık. Gerçeklerin üzerine yalnızca bir perde görevi görüyor.” dedim fısıltıyla.

Otobüs durunca inmeye yeltenmedim. Hapishaneye gelmiştik. Kabaran merakımı dindirip sonda bir hamle yapacaktım olaylar istediğim şekilde gerçekleşirse. Çok fazla düşünmenin zihnen beni çökerttiği noktada Ae’ye odaklanmanın daha hoşuma gideceği açıktı. “Şaşkınım. Sadece…” Duraksadım. Ne söylenirdi ki? Düşüncelerimi açık etme konusunda iyi olmadığımı biliyordum. Çok fazla kuru gürültüde kalmanın etkisiyle bunalmışlık da cabasıydı. Derin bir nefes alıp gerçek bir iletişime geçmenin kapısını aralayabilirdim. Giriş cümlelerinde bir tık ses tonu düşük bir şekilde konuşmaya başladım:

“Dikkat dağıtmaya çalıştığını zannediyordum. Ama şimdi dediklerini duyunca… Ciddisin. Duygular konusunda hiçbir zaman iyi olmadım, hislerimi bile anlamlandırmak benim için her daim çok zor olmuştur. Sana bakınca sanki her şey daha kolay. Hiç değilse denemek istememi sağlıyorsun.”

Yanlış bir şey söylemediğimi umuyordum. Açık olmak neden bu kadar zordu ki? Birlikte daha fazla zaman geçirmemiz gerekliydi, kesinlikle. Denk geldiğimiz ilk anı hatırlayınca bile aslında yol katetmiştik. Ya da mesleğe giriş yapmış olmak bizleri değiştirmişti. Ae o ilk tanıdığım kişiydi ama özünde. Davranışları daha oturaklıydı ve şaşırtmayacak derecede hala özgüvenliydi. Kendimden beklenmeyecek şekilde elimi yüzüne koydum. Vücudundan kurşun çıkarmak daha az stresliydi benim için.

“Deneyelim derken samimiydim. Djurat’a gelmem için biraz erken olabilir. Söylediklerine biraz daha zaman verelim. Birbirimize odaklanalım.” Kalbim heyecana yenik düşmeden elimi çektim yüzünden. Diğer sorularını yanıtlayabilirdim şimdi: “Polisliği sevmediğimden değil. Doktorluk yapmak istiyorum. Element kullanıcısıysam ne olmuş? Boşuna mı okudum onca yıl? Aile mesleği. Yıllardan beri süregelir. Yeteneklerimi polis memurluğunda da kullanabilirim, evet… Alışmaya çalışıyorum, memnuniyetsiz olduğum çok mu belli yoksa? İsteğimi en başında dile getirmiş oldun benim yerime esasen. İdeallerimizi daha ayrıntılı konuşmamız gerekecek..” diye sordum. Ardından devam ettim espriyle. “Hem kurşun çıkartmak için senden boşa mı ücret talep ettim? Lütfen. Birikimim var. Klinik, bağlardan ve bizimkilerden gelecek destek ile istediğimiz şekilde yaşayabiliriz sanırım.” Göz ucuyla dışarıdakilere bir baktım ama hemen geri döndüm Ae’ye onlar için umutsuzluğumu belli edecek şekilde başımı yana yana sallayarak. “Sırada ne var? Başkanlık mı?”
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#46
Livei ve Dufo: Gizemli adamın peşinden gideceğinizi kendisine bildirmenizin ardından otobüsten aşağı iniyor ve olay yerine doğru eğilip yavaşça yürümeye başlıyorsunuz. Dufo gizemli adamın arkasından yürürken kendisine büyük bir soru yöneltiyor ve bu soruya cevaben gizemli adam Dufo'ya dönüp "Çok haklı bir soru sordun. Cevabımı söyleyeyim." diyor. Yerinde duruyor ve Dufo'ya dönüp kendisinin gözlerinin içine bakarak konuşmaya başlıyor. "Öncelikle Heifteth gerçek birisi. Yaşadığı olaylar her ne kadar Tanrı'nın Kitabı'nda anlatıldığı kadar edebi ve abartılı olmasa da gerçek. Laboratuvar ortamında yazılmasının sebebi gerçekten Heifteth'in zamanında Gedhilfe hükümeti tarafından denek olarak kullanılmış olması. Yanlış anlamadıysam bana aynı zamanda dolaylı yoldan Heifteth üzerine kurulmuş olan dinin gerçek olup olmadığını da soruyorsun. Sana şöyle söylemek isterim, benim geldiğim dünyada da dinler var. Farklı toplulukların inandığı farklı inançlar var. Ben bu inançlara mensup değilim ama olsaydım hayatım devam ederken benden fazlasını bilen birinin gelip bana dinimin gerçek veya sahte olduğunu söylemesini istemezdim. O durumda inanç inanç olmaktan çıkıyor, anlamını kaybediyor. Çok istiyorsan söylerim ama bunu uçağa gidince konuşsak çok iyi olur." İlerlemeye devam ediyorsunuz ve önünüzde Sai, Smildreiz ve varisleri görüyorsunuz. Onları duyabileceğiniz bir mesafeye geçiyor ve neler döndüğünü dinlemeye başlıyorsunuz.

Sai ve Smildreiz: Genç varislerin yanına geldiğinizde onların çömmüş bir şekilde olanları izlediklerini görüyorsunuz. Sai hapishanenin bahçesinde duran kamyona baktığında arkadaşı Tegin'in orada olduğunu fark ediyor. Thrao bütün resmi bakışına alıyorken, Ten'in gözleri yuvarlarından çıkacakmış gibi oradan oraya oynamakta. Geldiğinizi fark ediyorlar ve yavaşça size dönüyorlar. Ten direkt söze giriyor. "Burada neler döndüğünü bilmiyorum fakat bunlar ne polis memuru ne de benim insanlarım. Yapmaya çalıştıkları şey ne olursa olsun durdurulmalı. Siz suçluların kaçmadığından emin olun. Hazır eliniz değmişken, tekrar içeri tıkabilirseniz minnettar kalırım. Thrao ile ben gardiyan kılıklılarının fişini keseceğiz." Ten kısa ve öz planını dillendirdikten sonra Thrao'ya dönüyor. "Bana omuz omuza çarpışma şerefini verir misin?" Thrao gülümsüyor. "Ayıpsın kardeşim, cehenneme kadar yolumuz var." Ardından yumruk tokuşturuyorlar ve ayağı kalkıp hızla düşmana atılıyorlar.

Ten ellerini pardesünün içine götürüyor. Uzun ve kıvrımlı bir kılıç ile kolunu kapatan bir kalkan çıkarıyor. İlk gördüğü düşmana doğru koşarak zıplıyor. Yere inmeden kılıcını kaldırıp düşmanın bir yanağından sokup öbür yanağından çıkarıyor ve geri çekiyor. Düşman ağzı kan içinde neye uğradığını şaşırmışken, elemanın bir de diyaframına ayağını geçirerek hem nefesini kesiyor hem de kafasını arabaya vurmasına neden oluyor. Bunların sonucunda ilk düşman etkisiz duruma geliyor. Hızını kesmeden tekrar atılıyor. İkinci düşman ne element kullanabiliyor ne de silah çekebiliyor. Ten kalkanıyla kafasına yumruk atarak yüz seksen derece dönmesine neden oluyor. Darbe aldığı yerden havaya ince çizgi şeklinde kan fışkırtan adamın bacaklarına kılıç tuttuğu kolunu savurarak onu yere düşürüyor. Yere düştükten sonra da beline kılıcını saplayıp iyice derine sokuyor ve çeviriyor. Kılıcını düşmanın belinden çektikten sonra bakışlarını otobüse çeviriyor. Mabi'ye kitleniyor. Alev almış karanlık gözleriyle Mabi'ye bakıyor. Üçüncü bir düşman ona doğru atılırken Ten, bakışlarını Mabi'den ayırmadan gelen saldırıyı kalkanı ile karşılayarak düşmanın silahını düşürmesini sağlıyor. Ardından, etrafında dönerek kalkanı kafasına geçiriyor ve onun otobüse doğru, yerde sürüklenmesine neden oluyor. Önce yerdeki düşmana, sonra tekrar Mabi'ye bakıyor. Bir adım atıp atıp bakışlarını devam ettirirken düşmanın üstüne tükürüyor ve uzaklaşıyor. O sırada Thrao daha fazla gardiyanın binadan çıkıp kendisine doğru geldiğini fark ediyor. Üstünde hiçbir silah bulundurmayan Thrao kendisine doğru ilk gelen elemanın hızla kolunu tutup bükerek yere indiriyor, hemen ardından yüzüne bir tekme atıyor ve bilincini kaybetmesini sağlıyor. Bir diğer gardiyan ona doğru koşarken yumruk atmaya hazırlanıyor ve Thrao kendisine doğru gelen yumruktan kaçınıp iki eliyle adamın kulaklarına vuruyor ve bayılmasını sağlıyor. Üçüncü bir gardiyan kendisine yaklaşırken cebinden bir çakı çıkarıyor, kendisine çelme takmaya çalışan düşmanın koluna bir kesik atıyor ve bu adamın bir saniyeliğine dikkatinin dağılmasına sebep oluyor. Dikkati dağıldığı gibi Thrao havaya zıplıyor ve adamın karnına bir diz darbesi indiriyor. Adam kısa süreliğine nefessiz kalıyor ve Thrao o anda kendi etrafında dönerek adamın kafasına tekme atıyor. Böylece adamı etkisiz hale getiriyor.

Tegin: Arkadaşın Sai'nin dikkatini çekmeye çalışıyorsun ve başarılı oluyorsun! Senin kamyonun içinde olduğunu gören Sai hemen harekete geçiyor. Olayların yarattığı paniği bir kenara bırakıp sen dahil herkesin ellerinin kelepçe ile bağlı olduğunu fark ediyorsun. Bunu fark etmenden kısa bir süre sonra yanındaki bir adam ellerini demire dönüştürüyor ve kendi kelepçesini kırıyor. Adamı baştan aşağı inceliyorsun. Kas yığını olan esmer, siyah saçlı ve yeşil gözlü adam gözlerini yavaşça sana çeviriyor ve ona baktığını fark ediyor. Sana dönüyor ve bir elini sertçe tutup kendi elini tekrar demire dönüştürüyor, elindeki kelepçeyi kırıyor ve kendi ellerini normale döndürüyor. "Seni hapishanede birkaç gündür izliyorum. Sen iyi bir çocuksun. Kaç kurtul buradan." diyor ve elini omzuna koyuyor. O sırada arkadaşın Sai ve yanında birkaç kişinin sana doğru geldiğini görüyorsun.

Sai, Smildreiz, Livei, Dufo: Sai ve Smildreiz Ten'in emriyle onlar gardiyanlarla karşılaşırken kamyona doğru ilerlemeye başlıyor. Gizemli adam bunu gördüğü gibi Livei ve Dufo'ya onlarla birlikte kamyonu kontrol etmenin doğru karar olacağını söylüyor ve böylelikle her biriniz kamyonun arkasına gidiyorsunuz. Kamyonun arkasına gittiğinizde ilk önce Sai az önce fark ettiği arkadaşı Tegin'i görüyor. Ellerinin bağı bir başka suçlu tarafından açılmış olan Tegin olanları izlerken bir anda ellerinin bağı açılmış olduğunu fark ettiğiniz kas yığını bir adam Dufo'nun üstüne atlıyor. Kendini Dufo'nun üstüne gülle gibi atan adam Dufo'nun yere düşmesine sebep oluyor. Öncelikle birkaç saniyeliğine ayağa kalkıp Dufo'nun üstüne basıyor ve ayağa kalkmasını engelliyor, hemen ardından hapishanenin kapısına doğru koşuyor ve her birinizi karşısına alıyor. Kamyonun içinde bulunan suçluların büyük bir kısmının adamı yuhalamaya başladığını ve "Hain!" sloganları attığını duyabiliyorsunuz. Adam ise "Pısırıklar!" diye bağırıyor ve gözlerini tekrar size doğru çeviriyor. O sırada Dufo ayağa kalkmaya başlıyor ve adamı dinlerken tek dizinin üstünde duruyor. "Siz kimsiniz bilmiyorum, bu gardiyanlar kim onu da bilmiyorum, ben bu ülkeye yıllarımı verdim ve haksız yere buraya düştüm. Hepinizi sikeyim!" Adamın vücudunun her tarafının yavaş yavaş demire dönüştüğünü görebiliyorsunuz. Gözlerinden ağzına, kollarından bacaklarına tüm uzuvlarını demirle kaplayan adam yankılı gelen bir ses ile "Hepinizi teker teker öldüreceğim!" diyor. Kamyonun içindeki bir suçlu "Bu yaptığının geri dönüşü yok. Bu adam hayatının geri kalanından vazgeçti." diyor. Adam size doğru koşmaya başlıyor. Aranızda yaklaşık 3 metre var. Bu sefer Sai'yi hedef alıyor gibi görünüyor.

Ae, Mabi, Fera, Haga: Otobüste kalanların arasında Mabi otobüs yolculuğundan önce Himota varisi Ten'e ettiği lafları düşünüyor. Ettiği laflara karşılık olarak Ten'in ağzını bile açmamasını, kendisini tutmasını garipseyen Mabi can dostu Ae'nin ve yavuklusu olduğunu düşündüğü Fera'nın yanına giderken her biriniz otobüse bir adamın bindiğini fark ediyorsunuz. Az önce camdan hapishaneye bakarken gördüğünüz garip gardiyan üniformalı adamlardan biri olduğu üstünden belli oluyor. Adam otobüse çıkıyor, tehditkar bir poz veriyor ve "Bu otobüs artık be-" derken duraksıyor ve gözlerini Ae'ye dikiyor. "Ae... Ae Libjetütcha? Başkanım?!" diyor şaşkınlıkla. Bir anda Ae'ye doğru koşuyor ve tüm otobüste yankılanacak kadar bağırarak konuşuyor. "Başkanım! Biz Mavi Yıldız'danız! Bir proje için bu hapishanedekileri kaçırıyorduk. Sizin burada olmanız çok iyi. Lütfen bizimle gelin, sizin gibi üst rütbeli bir Mavi Yıldız üyesine ihtiyacımız var." Adam Ae'nin etrafındaki üçlüye bakıyor ve "Haaa, anladım! Zaten bu otobüsü Mavi Yıldız takviye olarak göndermiş. Malum başkanım Ae gelmiş. Sizler de Mavi Yıldız üyesisiniz, değil mi?" diye soruyor.

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#47
Kız tabi ki "Ne dion la geblo" dedi şaşkın şaşkın bir anda gelecek planlarımı çatır çatır sıraladığımda. Kırmamak için de şaşırdım diyor. Şaşırması normal. Belki bu kadar ciddi bir şey beklemiyordu ama ben yaptığım çoğu harekette çok ciddiyim. Benim orada dikkat dağıtmaya çalıştığımı düşünmüş. Evet, dikkat dağıtmaya çalışıyordum. Ancak neden sadece bir amacım olsun ki? Haga, Dufo ve Smildreiz'in başka düşünceleri varsa gitsin diye yaptım. Gerekli bir hareketti. Ciddi olduğumu söylediğinde kafamı salladım destekleyen bir şekilde. Duygular konusunda iyi olmadığını söyledi. Söylemesine gerek yok duygularını. Ben de dile getirmeyi utanç verici duyuyorum. Sadece düşüncelerini duymak istiyorum. Elini kaldırdı ve yanağıma koydu. Kafamı elini koyduğu tarafa doğru yatırdım. Djurat'a gelmesinin erken olduğunu söyledi ve daha zamanı vardı yani. Red mi yiyorum şuan diye düşünemeden toparladı cümlelerini. Elini çekti yüzümden. Gerçekten de doktorluğu daha çok sevdiğini söyledi. Kafamı salladım. Yani planlarım doğru yöndeydi. Sadece çok erkendi. Bunu ben de biliyorum. Yine de ciddi düşündüğümü bilmesini istiyorum. E negatif bir şey de söylemediğine göre. Dediklerim anlaşılmış gibi görünüyor.

Biz böyle konuşurken Mabi gelip ne yapması gerektiğini sordu. "İnmemize gerek yok." dedim sakince. Fera da gelecekte başkanlığa mı ilerleyeceğimi sordu ardından. Tekrar döndüm ona. "Hmm..." diye bir ses çıkardım. Başkanlıktan çok daha derin bir işle uğraşıyordum aslında. Üstelik bugün daha fazla bilgi öğrenebileceğim bir işti. Fera'dan ve Mabi'den bir şey saklamak istemiyordum ama bu anlatılacak konu ciddiydi ve planlı bir şekilde konuşulmalıydı. Yalan söylemek için ağzımı açtığımda otobüse biri daldı. Elimde kurşun biriktirip oturduğum yerden ayaklanmıştım ki adam beni gördüğü gibi adımı söyledi. Tanışıyor muyduk? Daha önce görmediğime emindim. Üstündeki kıyafet bir garipti. Başkanım diye hitap ederek Mavi Yıldız'dan olduğunu söyledi. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Evet. Daha demin düzgün cümlelerle açıklarım dediğim şeyi rastgele söyleyecekti belli ki. Hapishanedekileri kaçırdıklarını söyleyince kaşlarımı çattım. Himota'nın iç işi falan değildi belli ki. Dışarıdan müdahaleydi. Eh, dışarıdan müdahaleyi yapan da bizdik...

Adam yanımdakilerin de Mavi Yıldız üyesi olup olmadığını söylediğinde "Gerçekten mi?" der gibi kaldırdım kaşlarımı. Mabi'ye baktım. Fera'ya baktım. Deminden beri yerinden kalkmamış olan Haga'ya baktım. "Değiller." dedim sakince. Sonra da kaşlarımı çatıp "DeğillerDİ." diye düzelttim kendimi.

Evet, burada işler değişiyor. Ben buraya ülkem tarafından gönderilmiş bir misafirdim Ten'in de dediği gibi. Ancak şimdi, işimi yapmam gerekiyordu.

Oturan Haga'ya dönüp elimi uzattım kalkmasına yardım etmek için. Yanımdaki Mabi ve Fera'ya da konuşuyordum ama en az tanıdığım kişi olan Haga'ya bakıyordum çoğunlukla. "O garip adamın dedikleri doğru." diye başladım. "Bunu daha önceden de biliyordum. Mavi Yıldız olarak Gedhilfe'nin yaptığı bir çok saçmalığı büyük ihtimalle Thrao'dan daha fazla biliyoruz. O adamı Djurat'a götürmem gerekiyor. Bahsettiği uçakla birlikte. Djurata, çünkü Pakt'ta değil. Kişisel bir nedeni yok. Pakt'ın ne kadar saçma bir oluşum olduğunu duydunuz. Bugün öğrendiğim şeyden sonra olayların devletler üstü olduğuna emin oldum. Herif Mavi Yıldız'a ulaşmak istemeyecektir. Söylememek gezegenin iyiliğine olur." Ben hislerime güvenirim. Haga'yı tehdit gibi gördüm ve o da bunu hissetti. Eh, sayesinde Fera'ya da açılabildim düşünürseniz. Bu yüzden beni sevmesini beklemiyorum. Zaten şu zamana kadar kendimi beğendirmek gibi bir isteğim olmadı kimseye. Djurat polisi olsa sadece emir verirdim, ardından bu konuşmayı yapardım. Ancak kendisi Dusha polisi. Kendi isteği ile kalkması gerekiyor. Eğer elimi tutup kalkarsa gülümseyeceğim. Eğer hareket göstermezse onunla daha fazla zaman kaybedemem.

Fera'ya "Otobüsü kullanabilir misin?" diye sordum. Soru değildi aslında ama kıza emir vermek istememiştim. Hem ciddi düşündüğüm bir kızdı, hem de Dusha polisiydi. "Ten anahtarı almış olabilir bir bak bakalım düz kontak yapabilecek misin? Otobüse geldiğimizde harekete geçecek durumda olmalı."

Sonra Mabi'ye döndüm. "Kudretli ayı." dedim. Ben bu adama canımı emanet ederim. Uyumlu biri olduğunu, olayı çözebileceğini ve güçlü olduğunu biliyorum. "İçinde suçluların olduğu kamyonu, yanına-" Otobüsteki Mavi Yıldız üyesini gösterdim. "-bu adamı alarak sür. Nereye gideceğinizi o söyler. Prenslerden ve tehlikeden uzak durmaya çalış lütfen." Lütfen kelimesi benim kullanacağım bir kelime değil ama Mabi'yi uzun süreden sonra yeni bulmuşken tekrar kaybetmek istemiyorum. "Bizim otobüsün gittiği ters yoldan gitmelisiniz. İkimizi birden takip edemesinler."

Eğer Haga gelmeyi kabul etmişse kafamla beni takip etmesini işaret ederek otobüsten aşağı ineceğim. Prenslerin savaşına hiç karışmadan polis memurlarının yanına doğru koşacağım. "Dufo! Smildreiz! Livei!" diye isimlerini söyledikten sonra garip adamı göstereceğim elimle. O adamı almaları gerekiyor yanlarına. "Himota'nın içişleri!" diyeceğim başkalarının dikkatini çekmeye çalışarak. "Siz karışmayın. Otobüse dönün!" dedikten sonra otobüsü işaret edeceğim. Prensleri kaçacağımıza uyandırmamak gerekiyor. Smildreiz yanıma geldiğinde omzundan tutup "Mabi'yi takip et Smild." diyeceğim. Mabi'yi yalnız bırakamam. Smildreiz aile dostumuzun oğlu, umarım ona güvenmekle hata yapmam.

Asıl çetrefilli yerine geliyoruz. Polislerin yakınına geldiğimde ellerini kurtarmış olan suçlunun Sai'ye doğru saldırıya geçtiğini görüyorum. Eh, kendisi bir Himota Polisi. Bu işle kendisi uğraşmalı ama ben Ten'in bana misafirsin otur aşağı lafına yeteri kadar trip attım. Bu yüzden, özellikle artık olayın devlet üstü olduğunu öğrendiğim için ona yardım etmek istiyorum. Sadece... Vakit kaybedeceğim. Üstelik üstüne koşan adam demire kaplamış durumda kendisini. Kurşunum işe yaramayacaktır. Bu kadar ağır bir elementin dezavantajı dengesizliği olmalı.

Eğer yanımda Haga var ise ve Sai'ye yardım etmek istediğini bir şekilde belli ederse; ikinci kere düşünmeden koşacak ve adamın Sai'ye ulaşamaması için tüm gücümle omuz atarak herifin ilerleyişini bozacağım. Bu iki şarttan biri ya da ikisi de karşılanmıyorsa bu kavgaya karışmayıp otobüse döneceğim.


It's up to you Haga beyb. Senin için justify bile yaptım.
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#48
İnsanları hayal kırıklığı olarak görmüştüm sadece. Oysa anlıyordum ki, bu hayal kırıklığı içerisinde ben de kendi yerimi almıştım. Dünyada olup bitenlere rağmen, sadece sıradan basit bir insandan öteye geçememiştim. Tüm yaşadıklarım, tüm hayallerim ve tüm ideallerim, basit ve sıradan bir insan olduğumu, kendime itiraf etmesi zor bile olsa, ortaya koyuyordu. Her şey bununla sınırlı kalmıyordu, kalmasını canı gönülden arzulasam da. Hayal kırıklığı olduğu kadar saftım da… Okuduğum onca kitabın etkisiyle, kendi minik ve önemsiz dünyamı yaratma arzusundan fazlası olamamıştım. Ne uçan bir taşıt ne ufak bir telefon ne de başka gezegenler… Bunlar tahayyül edebileceğim veya öngörebileceğim olasılıklar arasında bile adı geçmeyen ve benim nezdimde anlamı olmayan şeylerdi. Tek arzum, kendi dünyamı yaratmaktı… Oysa kendi yaratmak istediğim dünyanın hiçbir gerçekliği bile yoktu. Salt bunu idrak etmek bile, damarlarımda akan kanın çekilmesine, zihnimin karanlık bir dehlize düşmesine ve nefes almanın bile gereksiz gelmesine neden oluyordu. Bu yüzden, oturduğum koltukta öylece duruyor, inenleri hissedebiliyordum sadece.

Başımı kaldırıp kimin indiğini, kimin kalacağını ve hatta kimin ne bok yediğini bile takip etme ihtiyacı hissetmiyordum. Dini inancım ve bağlılığım bulunmasa bile, bir gün ölüp gittiğimde boktan bir yerde var olacağımı biliyordum. Toprağın altı da olsa, küllerim denizlere de saçılsa veya başka bir gezegende hayat da bulsam, onun da bombok olacağı gün gibi ortadaydı. Her şey bu kadar boka sarmışken de, hareket etmenin ne anlamı vardı? Öğrendiğim onca bilgiye ve ihanete rağmen, kolunu kaldırmanın, harekete geçmenin kime ne faydası olacaktı? Bu yaşıma kadar gördüğüm her yüzün bu çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun içinde var olduğunu anlayınca, tek yapılabilecek olan olduğun yere çöküp kalmaktı. Ne kudretliydim ne güçlüydüm ne de tüm bu karmaşayı çözebilecek biriydim. Saf ve hayal kırıklığından başka bir şey olmayarak var olmanın ağırlığını kaldırmam mümkün değildi.

Karanlığın mahkumu olan zihnimde bir anda saçan ışıkla açılan gözlerimin kan çanağına döndüğünü hissedebiliyordum. Bu tanıdık ışık ve saçtığı sıcaklık, sanki tüm karanlığımı kağıt parçası gibi yırtıp atmak istiyor gibiydi. Ne karanlığın içinde bana dönen kızıl gözler vardı ne de bana yol gösteren biri. Kaybolduğum karanlıkta varlığı temsil eden tek şey cılız bir ışıktan başka bir şey değildi. Ona ulaşmak ve varlığını da inkar etmek olanaksızdı. Bu yersiz karanlığın olmaması gereken aksi gibi parıldıyordu. Ne kaynağı belli ne de varlığının sebebi… Sanki bedenim bir başka diyarın içindeyken beni varlığıma kavuşturacak gibi hissettiğim bir ışıktan fazlası değildi. Adımlar attıkça ulaşamıyor, ancak ulaşamadıkça ışığın bana yaklaştığını hissedebiliyordum. Çelişkilerin ve fizikin var olmadığı bir ortamda, ışıkla baş başaydım sadece. Işığa bir anlam yüklemek gerekiyordu, yoktan var olmuş veya bu karanlığın esas sahibi olsa bile. Gözlerim kısıldıkça ışığın parlaklığı artıyordu. Yapayalnız ve soğuk ışığı hissetmeye başlarken, zihnime çöken duygu seline engel olmak imkansızdı. Ve bir anda gözlerim ışığın gerçeklerini görmeye başladığımda, başından beri orada olan Hata’yı idrak etmem, zamanı durduruyordu. En karanlığımın en aydınlık olduğu anlarda, neden var olduğumu… Hayır, neden var olmak zorunda olduğumu hatırlıyordum. Tüm bu yalanlar selinin içindeki tek gerçeği, Hata’nın ışık olarak dökülen gözyaşlarından görebiliyordum. Varlığım bir anlam ifade etmeliydi… Kendim için olmasa bile O’nun için…

Bir anda açılan gözlerimle sanki nerede olduğumu sorgular gibi etrafıma bakındığım anda, otobüsten içeriye giren gardiyan üniformalı birinin konuşmasına denk gelmiştim. Donuk suratım ve hafifçe çatılan kaşlarım adamın sözlerine kilitlenmişken, adamın sözleri bir başka yumruğun suratımda patlamasına neden oluyordu. Başından beri tiksintiye yakın bir duygu hissettiğim Ae lavuğunun, aslında Mavi Yıldız denilen örgütün içerisinde yer aldığını öğrenmek, tiksintimi arttırırken daha başka ne gibi gerçekleri ve kokuşmuşlukları öğrenebileceğim konusunda da merakımı arttırıyordu. Fakat bu kez, öncekinden farklı olarak ne olduğum yere çöküp kalıyordum ne de duygusuz bir hal alıyordum. Üniformalı adamın sözlerinden sonra yüzüme yayılan kocaman bir gülümsemeyle tüm alaycılığımı dünyaya duyururken, bakışlarımı Ae lavuğunun üstünde tutmakta hiçbir beis görmüyordum. Tüm bu saçmalığın içerisinde, bir başka saçmalığın baş kahramanı olmak en çok ona yakışıyordu ne de olsa!

Üniformalı adamın patavatsız konuşmalarını Ae lavuğunun yüzünden anlayabiliyorken, bu kez kendisi söze girerek konuşmaya başlıyordu. Ancak beklemediğim bir şekilde, bir anda bana uzattığı eliyle birlikte yaptığı konuşmasını, yüzümdeki alaycı gülümsemeyi hiç bozmadan dinliyor ve gerçeklikten uzak olan bir masalın anlatıldığının farkındaymışım gibi bakıyordum sadece. Ae lavuğunun konuşması sonlandığında ise müspet veya menfi bir cevap beklediğinin farkındaydım. Bu yüzden eliyle yüzü arasında mekik dokuyan bakışlarım eşliğinde ayağa kalkmaya başladım. Yerimde tam doğrulmanın ardından gözlerimi Ae lavuğunun gözlerinin içine dikmiştim. Uzattığı elin hala havada kalmasına imkan verecek şekilde ona doğru bir adım daha yaklaştıktan sonra “Djurat’ın başkan yardımcısı mısın, Mavi Yıldız denilen örgütün parçası mısın, Fera’nın kocası mısın, bir lavuktan fazlası mısın, azı mısın, inan umurumda değil! Bunca titrine ve…” dedikten sonra isminin Mabi olduğunu öğrendiğim adama ve diğer gardiyan üniformalı adama ufak bir bakış atıp tekrar Ae lavuğuna kilitleyerek “Götünü sana açmış adamlar olduğuna göre belli ki gücün ve itibarın yerinde… Ama umurumda değil! Ne yaptığın veya ne yapmak istediğin umurumda değil! Prensler, Djurat, Pakt… Umurumda değil!” dedim. Ae’nin hala havada olan eline bakıp tekrar gözlerine bakarken “Elini sıkmak veya itmek, umurumda değil!” dedim. Ardından kafamı kaldırıp otobüsün içine hafifçe taradıktan sonra “Bu otobüs de, içindekiler de, dışındakiler de umurumda değil!” dedim. Hemen ardından ise Ae lavuğunun neredeyse suratına kadar yaklaştıktan sonra “Ama sana söyleyeyim… Umurumda olan tek bir şey var… Ne ülkem ne gezegen ne de başka bir bok püsür! Bu vakitten sonra onun dışındaki hiçbir şey umurumda değil! Bu yüzden… Sadece bu yüzden Ae…” dedikten sonra bana uzatılan eli yavaşça sıkacak ve Ae’yi biraz kendime çekip kulağına doğru yaklaştıktan sonra kısık bir sesle “O garip orospu evladını ilk önce ben alacağım. Sadece ikimizin olduğu bir yerde, ilk ben konuşacağım! Ondan öğrenmek istediğim her şeyi öğreneceğim. Sonrasında adamı Djurat’a mı götüreceksin, yatırıp sikecek misin…” diyecektim. Cümlemi tamamlamak için bir adım geri çıkıp yüzümdeki kocaman alaycı gülümsemenin yarattığı her bir çizgiyi hatırlaması ve ciddiyetimi anlaması için Ae’ye bir süre baktıktan sonra “Umurumda değil.” dedim. Bu Ae lavuğu ile benim aramdaki, geçerliliği ve güvenilirliği belirsiz olan bir anlaşmaydı. Fakat söylediğim sözlerin arkasında duracağımı ve bundan bir gram şaşmayacağımı bakışlarım yeteri kadar anlatıyordu.

Ae lavuğunun elini sıktığım gibi yavaşça bırakmamın ardından, onun verdiği talimatları dinlemeye koyuluyordum. Bu aşamadan sonra birbirimizi sevsek de sevmesek de ortak bir amaç uğruna hareket edecektik. En azından inancım bu yöndeydi. Ae lavuğuna hala güvenmesem bile, onun hakkında öğrendiğim şey can güvenliğimi sağlamadığı gibi onun da hareket etmesini zorlaştıracak bir durumdu. Fakat bu hususlar, görüldüğü üzere ikimiz açısından da şimdilik bir önem arz etmiyordu. Zira konuşmamın içerisinde, olayın artık benim nezdimde kişisel bir hal aldığını açık bir şekilde belli etmiştim. Bu yüzden bu şartlı müttefiklik, en azından her iki tarafın da alacaklarını aldığı ana kadar sürecekti. Elbet Ae lavuğunun söylediklerimin aksine bir şeyler yapması da muhtemeldi. Ne var ki, böylesine istemediğim bir senaryo için de planlarım çoktan oluşmaya başlamıştı.

Ae lavuğunun gerekli talimatları vermesinin ardından harekete geçme anımız da gelmişti. Ne yapacağımız aşağı yukarı belli olduğundan, elimde toplamaya başladığım elementim ile bu yolda Ae lavuğu ile ilerleyeceğimi ortaya koyuyordum. Ae lavuğunun bana karşı yaptığı bir baş hareketiyle birlikte de, nereye gideceğimiz de belli olduğundan, kendimi tutmamın gereksiz olduğu bir alana doğru adım atmaya hazırlanmıştım. Bu aşamada ilerlediğimiz sırada, Dufo, Smildreiz ve Livei isimli kişilere denk gelip, Ae lavuğu onlara da birtakım talimatlar veriyordu. Açıkçası bu konu benim açımdan şu an çok da önemli değildi, bu yüzden söylenenlere pek takılmıyordum. Tek amacım, bir an önce meczup orospu evladını ele geçirmeyi başarmaktan ibaretti. Fakat bu noktada, karşımıza engellerin çıkmaya başladığı da rahatlıkla görülebiliyordu. İsmi Sai olarak bildiğim ve tüm bu olayların çıkış noktasında olan kişinin, bir mahkum tarafından uğradığı saldırıya şahitlik ediyordum. Oysa, daha ilk başta ona yardım edeceğimi söylemiştim ve bu söylemimden geri adım atacak da değildim. Çünkü o lanet meczup orospu evladına ulaşmam da, Ae lavuğunun yamuk yapması halinde kullanabileceğim biri olma ihtimali de bulunuyordu. Bu yüzden de, mümkün olması halinde kendisini demirle kaplayan adama, elimde topladığım neonu bir ışın olarak hediye edecektim! Neon’un yüksek ısısı da düşünüldüğünde, kendisini demirle kaplamış bir adamın şansı olabileceğini düşünmüyordum. Ancak bu planın işe yaramaması halinde ise, Ae lavuğu ile birlikte koşarak adamın ilerleyişini bozmak adına bir omuz darbesi indirmeyi planlıyordum.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#49
İnsanların hayal ettikleri ve istedikleri gerçekler vardır. Dufo'nun bir hayali yoktu belki ama istediği kesin gerçekler vardı ve bu gerçekler, gün geçtikçe daha da üstü kapalı şekilde kıtanın içerisinde yaşayan canlıların üzerine kara bir duman gibi çökmeye başlıyordu. Himota'ya geldiği andan itibaren ise bu bulutun büyüklüğü herkes için git gide gökyüzünü görülmeyecek bir hale getiriyordu. Üstelik bu herkese her şeyi söyleyen kişinin hiç gelmediği bir senaryoyu düşünürsek de bir kıvılcım ile bu konuşulanlar, gün yüzüne çok rahat çıkabilirdi. Kaderin üstünlüğü buradan kendini belli ediyordu ki hiç gizemli, şüpheli yollara gerek kalmadan sadece bir kişinin herkese gerçeğin ne olduğunu göstermesi yetmişti.

Bu kadar çok yaşanan olayın üstüne bu garip adamın bir şeyleri bildiği gerçeğine herkes hemfikirdi. Peki ya bu bilgisinin sınırı nereye dayanıyordu? Anlattığı şeylere bakıldığı, gösterdikleri düşünüldüğü vakit bu adamın bilmediği bir şey olmasının pek imkanı yok. En azından bir şeyin varlığını sorgulayabildiği zaman diğerleri için olumlu veya olumsuz cevap verebilecek birisiydi. Bu yüzden Dufo'nun herkesten uzak ve adama pek yakın bir ortamda ona içini yiyip bitiren o soruyu sorması gerekiyordu.
Soruyu var olan ciddiyeti ve arzusu ile yönelttiği zaman gerçekten istediğini duyabilmeyi dilemişti. Bir kez olsun, ışığın ona yardımcı olacağını düşünüyordu ve bundan oldukça beklentisi yüksekti.

Sorusunu sorduktan sonra büyük bir ciddiyetle adamı dinlemeye başlamıştı genç delikanlı. İlk duyduğu cevap sonrasında içten bir rahatlama hissetmişti. Fakat sonrasında öğrendikleri, o kadar çok kafasında kuşkuya yer açmıştı ki bir olayın neden bu noktaya geldiğini merak ediyordu. Karşısındaki kişi de zaten bu konunu detaylıca konuşulması gerektiğini düşünüyordu ki ona bunu daha sonra söylemesinin, daha iyi olacağını ima eden bir cevap verip lokasyon belirtmişti. Aslında belirttiği yer de ona anlatılan uçan araçtı.

Bu sırada yaşanan olaylara kulak kesilmişti ekip. Onlara söylenenleri yapıp kamyona ilerliyorlardı. Bir anda, genç delikanlının üstüne birisi çullanıyordu. Üstüne atlayan kişi iri yarı birisi olduğu için kolayca Dufo'yu alaşağı edebilmişti. Tepişmenin sonrasında Dufo'yu bir süre daha yerde tutmak için ayağıyla onu ezmişti. Adamın onunla işi bittiği sırada ufak ufak toparlanmaya başlıyordu. Neler olduğunu anlamamıştı ve bu adam kimdi? Söylediği şeylere bakıldığı zaman ortada çok yanlış şeyler vardı ve zaten şanssız olan genç delikanlı, adamın öfkesinin kurbanı olmuştu.

Daha sonrasında Ae'nin ona seslendiğini duymuştu. Aslında onu yere düşüren kişiye vermesi gereken bir ders var gibi hissediyordu ama bilmediği bir şey ile dövüşmek bir insanın yapabileceği en aptalca şeydi ona göre. Bu yüzden uslu bir şekilde Ae'nin söylediğini dinleyip, harekete geçmişti elinden geldiğince hızlı olacak şekilde.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#50
Gizemli adamın peşi sıra yürürlerken Dufo adama Shugridzm dini ile ilgili Livei'nin ilgisini çeken bir soru sormuştu. Adamın Heifteth'in gerçek olduğunu söylemesi üzerine genç kız bir anlığına durakladı. Sadece bununla da kalmamış, Heifteth'in bir laboratuvar deneği olduğunu söylemişti. Bu, hayatı boyunca gerçek olduğuna inandığı bir dinin yalanlanması ile eşdeğer bir söylemdi. Açıkça dinin uydurma olduğunu söylemişti. Livei dindar bir ailede dindar büyütülmüştü. Heifteth'in onların kurtarıcısı olduğuna inanmıştı bunca zaman. Her zaman Frum ve Ser'e dua etmiş, onlardan iyilik beklemiş ve ölenlerin onların yanında huzura kavuştuğuna inanmıştı. Eğer tüm bunlar yalansa, o halde gerçek olan neydi? Ölenlere ne oluyordu? Onları yukarıdan izleyen, gören, iyilik dileyecekleri, kötü zamanlarda dua ederek arkasına yaslanacakları güç kimdi? Mavi'nin ona bir keresinde inançlı olup olmadığını sorduğunda verdiği cevap geldi aklına. Gözleri doldu. Bu, şu ana dek duyduğu her şeyden daha ağır gelmişti ona. Bunu hemen sindirmesi ve kabullenmesi imkansızdı.

Biraz ilerledikten sonra Sai, Smildreiz ve prensleri gördüler. Ten'in bu adamların kendi hükümetinden olmadığını ilan etmesi üzerine daha ne olup bittiğini anlayıp dinlemeden Thrao ile anlaşarak adamlara dalmaya karar vermişlerdi. Livei olan biteni şaşkınlıkla izlerken prensler adeta gözlerinin önünde güç gösterisi yapmıştı. Pekala, dövüşmeyi biliyorlardı. Bu iyi bir şeydi. Bunlar biliyorsa krallar da biliyor olmalıydı. Livei gelecekte kendisini neye hazırlaması gerektiğini öğreniyordu böylece. Bu gösterinin sona ermesinin ardından Ten kamyonu kontrol etmelerini söylemişti Sai ve Smildreiz'e. Diğer dünyalı adam da onların da gitmesini teklif etmişti. Livei sesini çıkarmadan onları takip etti. Kamyonun arkasındaki suçlular arasında yüzü ona bir yerlerden tanıdık gelen beyaz saçlı bir çocuğu görmüştü. Bu çocuk polis değil miydi? Hani Tihami savaşında beraber çarpışmışlardı. Buraya nasıl düşmüştü ki? Genç kız tam suçluların ellerindeki kelepçeleri nasıl çözdüklerini düşünürken suçlulardan birisi kendisini Dufo'nun üzerine atmıştı. Dufo'yu ezerken adam buraya haksızlıkla düştüğünü, artık hiçbir şeyi umursamadığını söylemişti. Her şey Livei'ye fazla tanıdık geliyordu. Dhæcho ile Dyoch'u hapishaneden kaçırmak için gittiğinde de suçlular oraya haksızlıkla düştüklerini söylemişlerdi. Zaten elinde bunun iki örneği de vardı: Dyoch ve Dhæcho. Üstelik onların üzerinde çeşitli deneyler de yapılmıştı. Himota da suçluların üzerinde deneyler yapıyordu kesin.

O esnada Dufo'nun ayağa kalkmaya başladığını gören Livei elini uzatıp doğrulmasına yardım etti. "İyi misin? Delilerin arasına düştük resmen." dedi destekleyici bir tonda. Çocuk daha yeni polis olmuştu, ilk önemli görevlerinden birisinde bir mahkumdan dayak yemesi hoş değildi. Ona tek başına olmadığını hissettirmek lazımdı. Adam ölüm tehditleri atarken tüm vücudunu demir elementi ile kaplıyordu. Demek ki bir element kullanıcısıydı. Belki de eski polisti. Etraftan adamın hayatından vazgeçtiğini, bu yaptığının geri dönüşü olmadığını söylüyorlardı. Livei geri çekilmeye karar verdi. Buna bulaşmak istemiyordu. O esnada otobüsün içinden Djurat Başkan Yardımcısı Ae'nin seslendiğini duydu. Himota'nın iç işlerine karışmayın geri dönün diyordu. Haklıydı da. Genç kız alakası olmayan işlere burnunu sokmaması gerektiğini zor yoldan öğrenmişti. Dufo'ya baktı. Onun da gitmeye niyeti var gibiydi. "Sen önden git." dedi sırtına pat pat vurarak. Adam Sai'yi hedef almış bir şekilde ilerliyordu. Livei geri çekilirken Örümcek Ağı stilini aktifleştirdi ve adama doğru fırlattı. Bu onu oyalar veya yavaşlatırdı. Sai'ye de zaman kazandırırdı. Bunu yaptıktan sonra otobüse dönmek üzere Dufo'nun arkasından koşmaya başladı.
Image
► Show Spoiler
Locked

Return to “Tinkadoko”

cron