Re: [Ana Kurgu] O Adam

#81
Mabi: Herkes arkandan bakarken geriye dönüp yürümeye başlıyorsun. Max sana cevap vermiyor, kimse atılıp da seni fikrinden alıkoymaya çalışmıyor. Sadece Frip'in bir süre sonra diğer insanlara bakıp hiçbir şey demeden seninle birlikte yürümeye başladığını fark ediyorsun. Sana daha da yaklaşmak istiyor ama bir yandan da çekiniyor gibi görünüyor. Sen de zaten yalnız halinden memnun gibisin. Hatta bir şeylerin değiştiğini hissediyorsun. Etrafındaki insanlar birer birer yok olurken daha iyi hissettiğini fark ediyorsun. Gittiğin yolun karanlık bir yol olduğunun farkındasın. Amacın iyi bile olsa etrafındaki insanların seni anlamayacağının farkındasın. Ama artık buna ihtiyacın varmış gibi hissetmiyorsun. Artık önemli olan senin için doğru olan yoldan ilerlemek. Seni nelerin beklediğini görmek için sabırsızlanırca yürümeye devam ediyorsun. O saatlerden birini bulman gerek.

Mabi yanınızdan ayrıldıktan sonra Dufo konuşmaya başlıyor. Dufo'nun sözlerini sonuna kadar dinleyen Max yine bir söz söylemiyor ve dediği her şeyi başıyla onaylıyor. Sai'nin dediklerini de dinliyor ve Sai Tegin ile birlikte uçağa doğru ilerlerken yazma fikrine karşılık "O da işe yaramıyor. Nesneler de kontrol altında ne yazık ki." diye açıklıyor. Ae'nin sorusunu duyduğunda ise "Ah, öncelikle Dufo, sen de yanlış anlamıştın sanırım, düzeltmeyi unuttum, kusura bakma. Hayır Ae, ne yazık ki bu uçaklar sadece bir kıtadan başka bir kıtaya gitmemize olanak sağlıyor. Gezegen dışına çıkmak için bu uçakla uzun bir yol gitmemiz gerekiyor. Ama merak etme, umuyorum ki bir gün o günleri de görürüz." diyor. Ardından kalan herkesin teker teker uçağa binmeye yeltendiğini gören Max "O halde yolculuk vakti." diyor ve saatini kullanarak uçağın arka kapısı olduğunu düşündüğünüz bölmeyi açıyor. Her birinize tam olarak nereden girmeniz gerektiğini gösterirken uçağın arkasından bir merdiven iniyor. Merdivene doğru ilerliyor ve merdivenden çıkıp uçağa giriyorsunuz. Uçağın içi dışarıda göründüğünden daha büyük geliyor. İki tarafta da yumuşak deri koltuklar var. Max de arkanızdan gelirken istediğiniz yere oturabileceğinizi söylüyor. Yerlerinizi alıyorsunuz, Max ise uçağın sürücü koltuğu olduğunu tahmin ettiğiniz bölmeye geçiyor. Sürücü koltuğuna oturduktan sonra size dönüyor ve "Her birinizin koltuğunun yanında emniyet kemeri var, aynı arabalarınızda olduğu gibi. Herkes taksın da kalkışa geçelim." diyor. Herkes kemerlerini taktıktan sonra uçağın titremeye başladığını hissediyorsunuz. Uçağın dış kısmından gözükmeyen ama içeri girdiğiniz anda fark ettiğiniz geniş camlardan bakıyorsunuz. Uçağın üstünde durduğu taş zeminde bulunan birkaç taş parçasının kırılmaya başladığını fark edebiliyorsunuz. Uçak kısa bir süre sonra havalanmaya başlıyor ve etraf toz duman oluyor. Uçağın kanatları yavaş yavaş açılıyor ve uçak dümdüz havaya doğru belli bir irtifaya çıktıktan sonra türbülans bitiyor ve uçak dümdüz hareket etmeye başlıyor. Uçak havada asılı kalıyor, hareket etmiyor gibi geliyor ancak içinizde oluşan garip bir duygu sayesinde uçağın hareket ettiğini anlayabiliyorsunuz.

Yolculuk sırasında sohbet döndürme şansınız oluyor. Max ile belli başlı sorularınızı tartışabiliyor, ondan yeni şeyler öğrenebiliyor ve hatta ona yeni şeyler öğretebiliyorsunuz. Çok geçmeden ardınızda bıraktığınız kıta, memleketiniz görüş açınızdan çıkıyor. Birkaç dakika boyunca sadece denizi görüyorsunuz. Size en garip gelen şey ise havanın hızla karardığını görmek oluyor. Max bunu garipsediğinizi tahmin etmiş olacak ki "Gezegenin farklı yerlerinde farklı saat dilimleri bulunuyor. Yüksek hızda ilerlediğimiz için şu an güneş bir anda batıyor da bir anda çıkıyor gibi hissediyoruz." diye açıklama yapıyor. Bir süre ay ışığından başka ışık kaynağı olmadan ilerledikten sonra güneşin doğmaya başladığını görüyorsunuz ve güneşin doğmasıyla birlikte yeni bir kara parçasını da görmüş oluyorsunuz. Max bu kara parçasına ineceğinizi söylüyor ve herkesi hazırlanmaları için tembihliyor. Yeni bir günün başlamasıyla yeni bir kara parçasına iniş yapıyorsunuz. Uçağın kapılarının açılmasıyla tek sıra halinde dışarı çıkıyorsunuz ve ilk defa bulunduğunuz gezegenin başka bir kıtasına ayak basıyorsunuz. Bastığınız taraf kumlu olduğu için sadece aranızdaki Dushalıların ve Dushaya tatile gitmiş olanların anımasayabildiği bir his oluyor, malum Dusha dışındaki plajlar bile yapay kumlandırma çalışmaları ile oluşturulmuş plajlar. Max de arkanızdan iniyor ve "Biraz yürüyeceğiz, sizi tanıştırmak istediğim biri var." diyor. Kara parçasında ilk olarak güneşin doğuşunu izliyor, hemen ardından da etrafınızda neler olduğunu incelemeye başlıyorsunuz. İndiğiniz gibi bir deniz limanı ve deniz limanının hemen yanında küçük bir kasaba ile karşılaşıyorsunuz. Bu kasabanın tek katlı evlerden oluştuğunu ve bu evlerin daha önce görmediğiniz desenlerle süslendiğini görüyorsunuz. Kasabanın arkasının ise kocaman, üstünde yeşillikler dolu dağlarla kaplı olduğunu görüyorsunuz. Max onu takip etmenizi söylüyor ve böylece kasabaya doğru yürümeye başlıyorsunuz.


Kasaba
► Show Spoiler


Kasabaya vardığınızda kasabada birkaç farklı yerden duman çıktığını görmeye başlıyorsunuz. Çıkan dumanlardan bir tanesine doğru ilerlemeye başlıyorsunuz ve yaklaştığınızda bunların her birinin ateş olduğunu fark ediyorsunuz. Ateşin etrafında bir çeşit ayin yapan insan ile karşılaşıyorsunuz. Bu insanlar melodik bir okuma yapıyorlar ama söylenilenleri anlamıyorsunuz. Bir anda koyu kahve saçlı bir çocuk size doğru koşuyor ve saldırgan bir pozisyon alıyor. Max aniden elini havaya kaldırıyor ve çocuk durup Max'e bakıyor. Çocuk evlerin üstündeki tasarıma benzer tasarıma sahip bir tişört giyiyor. Çocuk Max'e bakarak "Tré haws? Koi e yiaupsúye tráw! Haws krim?" diyor. Konuşmadan hiçbir şey anlamıyorsunuz. Max, çocuğa "Awi smik im, Ruailnúik. Haws chiur koi chliuhu. Koi hichúis tráw ngkepʼ snuai rá pria." diye cevap veriyor. Çocuk ise bu sözlerden sonra sakinleşiyor ve "E ngus tráw trew snuai hao." deyip arkasına dönüyor ve ayine katılıyor. Max çocuğun duyabileceği bir ses tonuyla "Koi úi, ái." diyor ve size dönüyor. "Gördüğünüz arkadaşımın adı Ruailnúik. Buranın yerlisi olan Prúi halkının bir mensubu. Bu kadar fazla insan getirince biraz korktu, o yüzden sitem etti ama merak etmeyin, hızla sorunu giderdim." diyor ve hemen ardından "Yine de en azından bir süreliğine kasabanın içinde takılmasak daha iyi." diyor.


Ruailnúik
► Show Spoiler


Max, uçaktan aldığı küçük, cüzdana benzeyen bir cismin içinden birkaç tane parmak ucu büyüklüğünde ne olduğunu anlamadığınız nesne çıkarıyor. Her birinize birer tane uzatıyor ve en son "Bunlar çeviri cihazları. Bu cihazları kullanarak bu kasabada ve bu kıtanın devamındaki tüm dilleri anlayabilirsiniz. Kendi dilinizde konuşsanız bile onlara onların dilini yansıtacaktır. Aslında şu an sizinle anlaşabiliyor olmam da bu cihaz sayesinde. Bakın, ben de takıyorum." diye açıklıyor ve kulağını gösteriyor. "Kulak memenizin ön tarafına yerleştirirseniz otomatik olarak aktifleşecektir. Nasıl çalıştığını lütfen sormayın, işin teknik kısmını anlatmak çok uzun sürüyor çünkü." diyor ve gülümsüyor. Kasabaya girdiğiniz tarafa doğru yürüyorsunuz ve son anda hepinizi durduruyor. "Sizinle sürekli irtibatta olmak istiyorum. Birazdan sizi geri yollayacağım, bundan önce bana sormak istediğiniz ne varsa sorun lütfen. Buraya ilk gelişiniz ama son gelişiniz olmayacağını temenni etmek isterim. Bundan sonra hep birlikte çalışacağız arkadaşlar. Sizin yardımınıza ihtiyacım var. Sadece Tegin..." Gözlerini Tegin'e çeviriyor, ona doğru yürüyor ve elini omzuna koyuyor. "Seni kimsenin şüphelenmeyeceği şekilde geri göndermemin tek yolu hapse geri dönmen. Sana muhtemelen sunmamam gereken bir teklifi sunmak istiyorum." Kendi başını kaşıyor ve "Umarım yol arkadaşlarım kafamı koparmaz..." diyor. "Tegin, bu kıtada kalıp kıtana ve gezegenine yarar sağlamak için benimle birlikte çalışmak ister misin? Seni istediğin zamanlarda kıtana geri göndermenin bir yolunu bulurum ama bunu seni gizleyerek yaparız. Sana burada işlerin nasıl yürüdüğünü öğretirim ve bu amaç uğruna, ülken uğruna, kıtan uğruna hatta tüm gezegenin uğruna bir şeyler başarabilirsin. Ne dersin, ortak olalım mı?" diye soruyor. Hemen ardından "Hapisten kurtulmak için fazla akılalmaz bir yol olduğunu biliyorum ama..." diyor ve hafifçe kahkaha atıyor.
Off Topic
Önümüzdeki turun ardından konu sonlanacaktır. Pasiflik kuralları tekrardan eski sistem haline getirilmiş, yani önceki turdaki serbestlik kaldırılmıştır. Yazmak için 3 gün süreniz vardır.

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#82
Gökyüzünün ne kadar önemli olduğunu onu gözlemleyerek anlayamazdı genç delikanlı. Bir fırsatı vardı; onun olduğu yerde dolaşabilmek! Gökyüzüne basabilmek, onu her zaman izlediği yerden bu sefer o, kendi gibileri görebilecekti belki de. Bu onun için oldukça umut ve heyecan dolu bir olaydı. Tihami'nin başkanının söylediği ve duygulandığı o cümlenin "neden" olduğunu anlamak için çok önemli bir fırsattı bu. Bu nedenlerden ötürü bu fırsatı kaçıramaz, en önde ve en verimli şekilde bu uçan araca girmeliydi!

Max ile konuştuktan kısa bir süre sonra Max'in ona söyledikleri kafasını kurcalıyordu. Başka bir kıta mı var? Hatta, kıtalar mı var? Bu durum belki çoğu kimse için şaka gibi gözüküyor olsa da onların da baktığı gökyüzü, umut ettiği şeyler bu kıtanın sakinleri ile aynı mıydı? Bunları düşünmek veya hayal etmek oldukça güzel bir duyguydu ama bunların hepsini öğrenmek istemesinin altında yatan asıl neden, yaşayanların evrimlerinin son noktasını keşfetmekti. Gelecekte var olabilecek herhangi bir durumda gördüğü şeyleri anlatmak, onları müjdelemek kıtadakilere yaşamın bir sınırının olmadığını kanıtlamak daha önemliydi.

Max'in gösterdiği şekilde uçağa bindikten sonra yerine oturdu ve gayet heyecanlı şekilde söz verildiği işi gerçekleştirmeyi diledi. Nereye gideceklerdi? Nasıl bir yerdi? Tihami gibi miydi? Kafasında bir sürü olması ve orada nasıl canlılar göreceğine dair düşünceleri kafasını karıştırıyordu heyecandan. Max'in sahip olduğu eşyalar gibi neler olabilirdi gittikleri yerde? Bunlardan birini kıtayı değiştirmek için kullanabilir miydi? Bilinmezliğin içine olan yolculuğun insanı soktuğu bir boşluk vardır. Bu boşluk, en derinin dibi olarak tasvir edilse bile Dufo'nun orada boğulmaya niyeti hiç yoktu. O yüzden gördüğü ve öğrendiği her şeyi, geleceğini değiştirmek için kullanmaya hazırdı.

Yol sırasında olan sohbetleri ve Max'in söylediklerini iyice dinlemeye çalıştı. Herkesin bir bildiğinin olduğunu biliyor ve bunun için kim ne kadar biliyor, görmek istiyordu. Haga ise Max'e saldırmış olmasına rağmen onlara eşlik ettiği için gözünü ona dikmişti. Ancak bu kötü niyetli, tehditkar bir durum değildi. Onun neler düşündüğünü ve hissettiğini merak ediyordu zira kendisi de Haga gibi, bu yolculukta hayatı allak bullak hale gelmişti.

Bir başka kıtanın toprağına ayak basmıştı. Bu his, yaşama yeniden gelmek gibiydi onun için. Bir o kadar acı ve bir o kadar mucizevi. Bazı şeyler kendi yaşadığı yeri hatırlatıyor olsa da burası, burası evine göre oldukça farklıydı. Max'in isteği üzerine onu takip etmeye başlıyordu. Kısa bir süre sonra bir çocuk, onların karşısına gelip tehditkar bir şekilde duruyordu. Bu sırada çocuğu inceleyen genç adam üzerinde buraya gelirken ki gördüğü sembolleri anımsıyordu. Çocuk ile Max konuştuktan sonra ortamdaki o kısa gerginlik sona eriyordu.

Max, herkese birer cihaz veriyordu. Çeviri cihazı diye adlandırdıkları şeylerin ardından açıklamalar yapıyordu. Dufo, bu durumu pek kabullenmemişti ama kabul etmek zorundaydı. İstediği o şeye ulaşana kadar bir tarafta, her şeyi görebileceği tarafta olmak istiyordu. Günü geldiğinde gökyüzünde umut edilen olmak, bunu kendi yoluyla yapmak istiyordu. Max'e sormak istediği çok şey vardı ama bunları soramazdı. Hem dikkat çekerdi hem de Max'i istemediği bir düşünceye yöneltebilirdi. Bu yüzden en doğru an gelene kadar Dufo, sessiz olup Max'in ona uzattığı yardım elini kendi çıkarları için kullanmaya çalışacak ve gerçekleri açığa çıkaracaktı!
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#83
Her şey sıradışıydı ve sıradışı çok sıradan bir kelime kalıyordu yaşadıklarımız karşısında. Max’in sözleri, açıklamaları ve uçak ile uçma faslı, gerçekliğin ötesindeki bir varlığın gerçekliğini gerçek üstü kılıyor gibiydi. Yaşadığımız gezegenin farklı topraklarına ayak basacağımızı öğrenmek hem üzücü hem de heyecan vericiydi. Aynı gökyüzünün altında bizim haberdar olmadığımız ve muhtemelen onların bizden haberdar olduğu, ancak bizleri umursamadıkları topraklara ayak basacaktık. Arzum, adının Ingenium olduğunu öğrendiğim tüm bu gezegenden ayrılmak ve planın ana merkezinde var olmak olsa bile, şimdilik bu imkansız görünüyordu. Ancak Max ile ilk ve son karşılaşmamızın bu olmadığını öğrenmek, ziyadesiyle korkutucu ve heyecan vericiydi.

Duyguların iç içe olduğu ve muntazam bir şekilde çatıştığı yolculuğumuz bir kasabada son bulduğunda, Max ve garip isimli çocuk arasındaki konuşmaya şahit oluyordum. Ardından ise, teknolojik şaşkınlığımı bir adım daha arttıracak cihaz ile tanışırken, onu Max’in tarif ettiği şekliyle kulağıma yerleştiriyordum. Ancak geldiğimiz gibi birazdan geri gönderileceğimiz öğrenmek, kafamda bambaşka sorulara neden oluyordu. Max’in başka bir kıtaya bizi getirmesinde bir amaç olmalıydı, ancak sadece ziyaretçi gibi bir bakıp çıkıyor gibi duruyorduk. Bu yüzden Max’in konuşması bittiğinde hafifçe etrafına bakındıktan sonra “Burası neresi ve buraya neden geldik? Bizi geri göndereceksen buraya gelmemizin amacı neydi ki?” diyecektim. Hemen ardından ise, hazır fırsatını bulmuşken “Ayrıca özellikle hapishanede yaşananlardan sonra, bizim seninle olduğumuz konusunu tüm Himota biliyordur. Tabi Gedhilfe de… Veya muhtemelen tüm kıta… Bu durumda geri dönmemiz sorun yaratmayacak mı? Madem bize ihtiyacın var, hazır buradayken ne yapıp yapmayacağımızı konuşmak zorunda değil miyiz?” diye soracaktım. Bu sorularımdan sonra Max’in yüzüne bakmaya devam ederek “Ve son olarak… Bu topraklardakilerde bizimle aynı kaderi mi paylaşıyor? Eğer seni tanıyorlarsa, onlar için de bir şeyler yaptığını düşünebilir miyiz? Ya da onlar başından beri her şeyin farkında ve bizim saçma sapan adına yaşam dediğimiz zırvalığa sessiz mi kalıyorlar?” diye soracaktım. Aslında tüm sorularım bunlardan ibaret değildi, ancak yine de bunların cevabını almak da bir parça olsa aklımın daha düzgün çalışmasına neden olacaktı.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#84
Uçağa doğru hareketlenirken Max, yazmanın da bir işe yaramadığını söylemişti. Ona dönerek sadece gülümsedikten sonra yoluma devam ettim. Ciddi bir şekilde söylememiştim halbuki. Öylesine ağzımdan çıkmıştı ama yine de cevabımı almıştım ondan. Bunun her adımımda nefesimin daralmasına sebep olan içindeki heyecanla birlikte uçağa ulaşmıştım. Bizi nereye götüreceğini bilmediğimiz bir yolculuğu onaylamıştık az önce. Başımıza en fazla ne gelebilirdi ki? Değil mi? Biner binmez bir yere oturup beklemeye başladım. Max’in uyarısıyla kemerimi taktıktan sonra Tegin’e baktım. Merak ve endişe bir arada karışık duygular içerisindeydim. Bizi götüreceği yeri merak ediyordum fakat bir yandan da gitmeye korkuyordum sanki. Hareket etme hissiyle beraber zihnim de kendini boşaltmıştı. Camdan dışarıyı izlemekle yetiniyordum sadece.

Konuşmalara hiç ortak olmadan sessizce yolculuğa devam ediyordum. Altımızdan kayan kıtayı izliyordum sadece. Böyle bir şeyi ilk defa görüyordum. Belki de son defa olacaktı ve bu anı konuşarak kaçırmak istemiyordum. Zaten merak edebileceğimiz şeyleri de Max açıklıyordu. Hava karardıkça ve daha huzurlu bir ruh hali oluşuyordu. Biraz uyku da bastırmıştı. Fakat uyumak istemiyordum. Dikkatimin dağılmaması gerekiyordu. Zaten güneş de yavaş yavaş yüzünü gösteriyordu. Bununla birlikte Max’in uyarısıyla ineceğimiz yeri de görmüştük.

Uçaktan indiğimizde farklı bir yerde olduğumuzu hissedebiliyordum. Bilmediğimiz bu yerde Max’i takip etmekten başka seçeneğimiz yok gibiydi. Biraz yürüdükten sonra ise bir kasabaya varmıştık. Bu kasabada bizi bir çocuk karşılamıştı. Fakat çok da dostça bir karşılama değil gibiydi. Sözlerinden bir şey anlamıyordum fakat yabancılardan hoşlanmadığı belliydi. Max, çocuk ile biraz konuştuktan sonra bunu doğrular şekilde dönüş yapmıştı bize. Ardından ise herkese birer tane cihaz vermişti. Söylediğine göre buradaki halkın söylediklerini bize tercüme edecekti bu cihaz. Bizimkileri de onlara. Bu işimizi kolaylaştırırdı sanki. Hiç bilmediğimiz bir kıtada garip insanlarla anlaşabilmemiz en azından kendimizi doğru anlatmamıza yardımcı olacaktı. Olacaktı olmasına ama bizi kısa süre sonra geri göndereceğini söylemişti Max. Onun sözlerinden sonra Haga rahatsızlığını dile getirmişti. Ben de bu sırada Tegin’e bakıyordum göz ucuyla. Teklifi değerlendirmek tamamen ona kalmıştı. Onu hapishaneye geri dönmeye zorlayamazdım. Burada kalıp kalmama tercihi onundu. Yine e benim de kendi adıma söyleyeceklerim vardı. “Dushalı haklı… Bizi geri göndereceksen neden buraya getirdin? Sadece uçağın çalıştığını ve doğru söylediğini kanıtlamak için mi? Üstü kapalı bir şekilde kafamızda soru işaretleri bırakamazsın. Planın neyse, ne zaman harekete geçmemiz gerekiyorsa, halkımız için ne yapmamız gerekiyorsa bilmemiz lazım.” diyecektim.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#85
Ben bu tur yazamıycam.
Image
Yaz geldi.
► Show Spoiler
Yan çar
Podosḧi Øfinuafeme

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#86
Max'e hala inanmıyor ve güvenmiyorum ama eski ortağım devam etmek istiyorsa onu tek başına bırakamam. Bu yüzden Sai kararını verdikten sonra sessizce onu takip ederek uçağa bindim. Gelmek istemeyenler ayrıldıktan sonra herkesin uçağa binmesiyle harekete geçtik. Yolculuk gayet sessiz ve sakin geçti. Zaman zaman Max'in küçük açıklamaları dışında ölüm sessizliğini bozan çok şey olmadı.

Uçak yolculuğumuz sakin geçse de bazı anlam veremediğim şeyler var. Ben denizin ortasındaki araştırma tesisine gitmek için uçağı kullanacağımızı düşünmüştüm ama anlaşılan bambaşka bir yere gidiyoruz. Uçaktaki kimse bu durumu yadırgamadığı için bende bozuntuya vermedim. Belki de hala ortama adapte olmadığım için konuşulanları yanlış anlamış olabilirim. Ne olursa olsun bu küçük yolculuğumuz konusunda pek bir endişem yok. Açıkçası hapishanenin o boğucu atmosferinden kurtulduğum için nereye gittiğimiz benim için çok da önemli değil. Hem ayrıca sessizliği bozmayı da çok istemiyorum. Bu yüzden sabırlı bir şekilde neler olacağını beklemeye başladım.

Belli bir süre gittikten sonra deniz kenarında küçük bir kasaba gördük. Daha önce hiç görmediğim yapıya sahip evlerle dolu olan kasabaya iniş yaptıktan sonra Max'i takip etmeye başladık. Yerli halk ilk etapta bizden hoşlanmasa da Max'in onlarla konuşmasıyla büyük çaplı bir sorun çıkmadan işi tatlıya bağladık. Konuştuğu çocuk daha önce duymadığım bil dil kullandığı için neler konuştuklarını anlamadım ama şimdiye kadar gördüklerim kadarıyla Max'e birazcık fazla yüklendiğimi kabul etmem lazım. Hala başka dünyalar olduğuna inanmıyorum ama onun sayesinde artık kendi dünyamızın ne kadar büyük olduğunu fark ettim. Belki de bu yer gibi daha ne kadar keşfedemediğimiz yerler var. Yıllar boyunca savaşlar ile birbirimizi yıprattığımız için etrafımızdaki dünyada neler olduğunu keşfetmek konusunda sınıfta kaldık. Eğer kalıcı bir şekilde barış ortamını sağlayabilirsek etrafımızda neler olduğunu adam akıllı keşfedebiliriz.

Max'in verdiği cihazı aldıktan sonra dikkatli bir şekilde kulağıma takacağım. Eğer dediği gibi her dili anlamama ve konuşmama sağlayacaksa bu hediyeyi ret etmek için bir sebebim yok. Cihazı takma işlemini tamamladıktan sonra bana yaptığı cazip teklife cevap vermek için isteme istemeye de olsa konuşmaya başlayıp "Teşekkür ederim. Ancak teklifinizi kabul etmeyi düşünmüyorum. Gördüklerimden sonra bir hayli şaşırmış olsam da benim yerim kendi topraklarım. Ayrıca yaptığım eylemlerin sorumluluğunu almam lazım. Kısa yolu seçerek cezamdan kaçmayı düşünmüyorum." diyeceğim. Tanımadığım ve tam anlamıyla güvenmediğim biri için yüce Himota İmparatorluğuna sırtımı dönmeyi düşünmüyorum.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#87
Uçağa bindikleri andan sonrası rüya gibiydi Livei için. Hayatı boyunca hiç ayaklarının yerden 5 santimden fazla kesildiğini hatırlamıyordu. Şimdi ise resmen gökyüzünde bir kuş gibi süzülüyordu. Mucizevi bir andı bu. Ömrü boyunca unutamayacağı bir andı. Adının Max olduğunu öğrendikleri adam, uçağın sürücülüğünü yaptığı bir bölmeye geçmişti. Livei bu aletin nasıl kontrol edildiğini kontrol etmek üzere ona doğru yanaştı. Önünde bir sürü irili ufaklı, ne anlama geldiğini anlamadığı düğmelerle dolu koca bir ekrandan yönetiyordu. "Bu bölmenin ismi ne? Arabalar için sürücü koltuğu diyoruz burası da uçuş koltuğu filan mı?" dedi merakla etrafa bakınırken. Bu aletin nasıl kullanıldığını öğrenmek istiyordu. Bununla sahip olabileceği özgürlük ve güç paha biçilemezdi. Belki Mavileri de alırdı uçağına, onlarla birlikte başka bir kıtaya uçarlardı. Orada ırkçılığa maruz kalmazlardı, Gedhilfelilerle uğraşmaları gerekmezdi. Özgürce yaşayabilirlerdi.

Denizin üzerinde, bir kara parçası görünceye dek uzun bir süre boyunca gittiler. Bu esnada yerine oturmuş ve emniyet kemerini takmıştı. Camdan etrafı izliyor, gördüğü her inanılmaz şeye dikkatlice bakıyordu. Denizin maviliğinin bu kadar sonsuz olduğunu bilmiyordu. Ne kadar da güzeldi. Bir süre sonra hava kararmaya, güneş batmaya başlamıştı. Bunun ne olduğunu sormalarına gerek kalmadan Max onlara saat farkını açıklamıştı. Livei bu konuya biraz aşinaydı. Üniversitede saat farkını öğrendiklerini hatırlıyordu. Kıtaları o kadar büyüktü ki batısı ile doğusu arasında birkaç saat fark oluyordu. Şu an gittikleri yer ise o kadar uzaktı ki güneşin batma saati bile farklıydı. Muhtemelen en az 12 saatlik bir fark söz konusuydu. Burayı şimdiye dek keşfetmemeleri komikti, bir de teknolojide çok ilerledikleri ile övünürlerdi. Gerçi keşfedilmişti, sadece onlardan gizleniyordu.

Bir süre sonra bir kara parçasına iniş yaptılar. Ayaklarını yere ilk bastıklarında hissettikleri tek şey kumdu. Plaj ya da Dusha çölü gibi bir yere gelmişlerdi. Hava oldukça sıcaktı. Bir süre yürüdükten sonra minik bir kasaba ile karşılaştılar. Oldukça küçük olan kasabada evler tek katlıydı ve farklı şekillerde süslenmişlerdi. Sıcak bir memlekette yaşadıklarından olsa gerek, evler oldukça havadar şekilde inşa edilmişlerdi. Yerden dumanlar çıkıyordu, ateş yakmışlardı. Ten renkleri Dushalılardan bile daha koyu olan bir sürü insan vardı. İçlerinden bir çocuk onları görünce korkmuş, Max'ın onunla konuşması üzerine rahatlamıştı. Aralarında anlamadıkları dilden bir şeyler söylüyorlardı. Max onlara bu halkın adının Prúi olduğunu söylemişti. Çocuğun adı ise Ruailnúik'tü. Livei için daha önce hiç duymadığı ve telaffuz etmesi zor bir isimdi. Daha sonra Max onlara küçücük bir cihaz vermiş ve bunun otomatik çeviri yapan bir alet olduğunu söylemişti. Kulak memelerine taktıklarında onlara dili bilmeseler bile anlayabilme yeteneği verecekti. Livei küçücük bir cihazın bunu nasıl yapacağını anlamamıştı ama yine de aldı ve taktı. Onlarla sürekli irtibatta kalmak istediğini söylemişti.

Diğerleri Max'e buraya ne amaçla geldiklerini sormuştu. Livei biliyordu, gözleriyle şahit olmaları için buraya gelmişlerdi. Yine de Max'in açıklamasına izin verecekti. Kendisinin de bir sorusu vardı. "Bunca zamandır varlıklarını bilmediğimiz başka kaç kıta, kaç memleket, kaç halk var?" diye sordu Max'e. Sadece Prúi halkı ile sınırlı olmadığına emindi koca gezegenin. "Ve bu insanlar da bizim gibi Ingenium gezegenini deneme amaçlı yerleştirilmiş denekler mi?" Max Tegin'e ortak olma teklifinde bulunmuştu, hapishanede olduğu için o en mantıklı insan gibi görünüyordu. Ama Tegin bu teklifi reddetmişti. Bu nasıl bir memleket aşkıydı böyle? Onun teklifi reddetmesi üzerine Livei adama doğru yanaştı. "Eğer Tegin istemiyorsa ben seninle ortak çalışabilirim. Hatta eğer mümkünse ailemi... yani Deinzei Özgürlük Hareketi üyelerini de işin içine katabiliriz. Gedhilfe'de çok zor şartlarda hayatta kalıyoruz. Bir arkadaşımız hükümet tarafından öldürüldü, diğer ikisi hapishanede çeşitli deneylere maruz kaldı. Bir yandan da Kızıl Kan ile uğraşıyoruz. Haberin vardır muhakkak. Onları hayatta tutmam gerekiyor, özellikle de Mavi ile Friks. Benim için çok değerliler. Hepsi çok yetenekli insanlar ve orada anlamsız bir dava uğruna harcanıyorlar. Hele ki Friks'in başına gelenler..." Hüzünle gözlerini yerdeki kumlara çevirdi. "Sahip olduğumuz gücü ve yeteneği kıtamız için kullanmaktan onur duyarız. Onlar adına konuşuyorum ama benimle aynı düşündüklerine eminim." dedi kesin bir ses tonuyla.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#88
Geriye doğru giderken, arkama bir kez olsun bakmadım. Tek bir isteğim vardı, hatta bundan nefret edecek olsam da işime yarayacak bir şey. Frip. Frip’in konumunu kullanabilir miydim? Yüzüne bile bakmadım bu soruyu sorarken. Sadece yürümeye devam ettim.

“Frip, yanımda olacak mısın olmayacak mısın? Zor olacak ama, kaderlerimizi kendimiz koruyacağız. Kazanan biz olacağız.”

Yürümeye devam ettim cevabı beklerken. Bu işte yanımda olursa ya beraber zorluk çekeceğiz, ya da tek başıma. Her ne olursa olsun, bu yoldan vazgeçmeyeceğim. Kimi kaybettiğim önemli değil, kaderimi kazanacağım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] O Adam

#89
Mabi: Frip bir süre yüzüne bakıyor ve kendisine yönelttiğin soruya karşılık olarak "Kafayı yedin herhalde Mabi." diye cevap veriyor. Hemen ardından koluna sarılıyor ve "Yanında olacağım. Kıtamız için veya gezegenimiz için, her ne boksa artık, çoktan kıtamızı yıkmak için yıllardır uğraşan insanlara nasıl güvenebiliriz? Hayır, ciddiyim." diyor. "Kendimi yolculuğun başından beri tutuyorum ama artık söyleyeceğim. Bu insanlar da zamanında bu gezegeni ele geçirmek istiyordu. Fikirlerinin değiştiğine nasıl güvenebiliriz yahu? Saçmalık bu!" diye devam ediyor. "Madem kaderimizi kendimiz belirlemeliyiz, o zaman bunu hiçbir Dünyalı olmadan yapmalıyız." Sana sadık olduğu her tarafından belli olan Frip ile birlikte yoluna devam ediyorsun. Peki tek başına olmamana rağmen neden bu kadar yalnız hissediyorsun?

Yolculuk Sırasında
Livei tarafından kendisine yöneltilen soruyu duyan Max "Uçuş koltuğu da diyebilirsin ama asıl ismi kokpit olarak geçiyor. İngilizce adında bir dil var ve bu dilden gelen bir sözcük. Benim ana dilim de İngilizce. İngilizce Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda gibi ülkelerde ana dil olarak konuşuluyor. Tabii bu bilgileri şu an sana vermemin hiçbir anlamı yok ama olsun." diyor ve gülüyor.

Şimdi
Max her şeyden önce Haga'nın sorularını dinliyor ve cevaplamaya koyuluyor. "Burası Ingenium'da bulunan kıtalardan biri. Sizin kıtanızdan çok daha farklı olduğunu söylemem gerekiyor tabii ama özünde her biri bu dönen gezegenin üstünde bulunan toprak parçaları." Diğer sorularını da bitirene kadar dinliyor ve "Sizi buraya getirme sebebim çalışmalarımızı nerede yaptığımızı göstermek. Sizlerle ilerleyen zamanlarda iletişim kuracak ve sizleri tekrar buraya getireceğim. Hem bu kıtada, hem de sizin kıtanızda çalışmalar yapacağız. Size şimdiden söyleyeyim, hepinize güvenim tam." diyor. Hemen ardından gözlerini Ae'ye çeviriyor ve "Ayrıca başkan yardımcım bu uçağa binmezseniz gelmeyeceğiniz konusunda beni şartlamıştı, unuttun mu?" diyor ve gülümsüyor. "Merak etme, prensler dışında kimse henüz bilmiyor. Prenslerin ne diyeceğini kontrol edemem ama onları bir süredir izliyorum ve içimden bir ses her şeyin iyi gideceğini söylüyor." diyerek sözlerine devam ediyor. "Evet, ne yazık ki bu kıtadakiler de sizlerle aynı. Kendileri bu kıtanın yerlileri ve onların da bilinçlendirilip kurtarılması gerekiyor. Tek farkları onlara ulaşmamız daha kolay oldu ve onlarla bir süredir çalışıyor ve onlara yardım ediyoruz. Dünya'dan aldığımız teknolojileri kullanımlarına sunmaya başladık bile. Dünya ile boy ölçüşebilecek hale gelmek için hızla ilerliyoruz." diyerek Haga'nın son sorusunu cevaplamış oluyor. Sai de Haga'yı destekler cümleler kurduğu için kendisine dönüyor ve "Merak etme, buradan sizi geri göndermeden tüm planımı net bir şekilde açıklayacağım." diyor. Tegin'in teklifini reddetmesine karşılık gülümsüyor ve "Takdire şayan seviyede onur sahibisin Tegin. Seni şüphe uyandırmadan kaldığın hapishaneye yollayacağımdan şüphen olmasın." diyor. Livei sorular sormaya başlayınca sıra onunkileri cevaplamaya geliyor. İlk sorusuna karşılık olarak "Sizin kıtanız dahil toplam üç kıta var. Halklar ise saymakla bitmez." diye cevap veriyor. İkinci sorusunu duyduğunda ise "Öncelikle evet ama bir şeyi açıklığa kavuşturmam gerekiyor. Sizler biyolojik olarak doğan gerçek insanlarsınız. İçinde doğduğunuz gezegenin yapay olması ve bu sürecin hızlandırılması gerçekliğinizden hiçbir şey eksiltmiyor. Sizler denek değilsiniz. Onların gözünde öyle olabilirsiniz ama sizler bu kıtanın sahiplerisiniz ve öyle kalmanız için elimden geleni yapacağıma ant içerim." diyor. Livei kendisine bir teklif sunduğunda ise teklifi dikkatle dinliyor ve "Mutluluk duyarım. Seni bir süredir gözlüyorum, neler yaşadığını biliyorum. Tek sorun şu ki hareketinizin üyelerinin büyük bir kısmının yaşayan aile bireyleri var. Bu kadar fazla insanın bir anda ortadan kaybolması kötü sonuçlar doğurabilir. Ve her ne kadar Livei, sana güvensem de onlara güvenmek için daha fazla şey görmem gerekiyor. Eğer onlara bu sırrı açıklamak istiyorsan seni tutamam ama lütfen hareket ederken dikkatli ol. En kısa zamanda tekrar bir araya gelmek ve bunu uzun uzun konuşmak isterim. Hatta müsait olduğunda seni ziyarete gelirim, ne dersin?" diyerek teklifi hem reddetmiyor hem de hemencecik kabul etmemiş oluyor.

Hep birlikte deniz limanına doğru yürüyorsunuz ve Max'in önderliğinde deniz limanına giriş yapıyorsunuz. En üst kata kadar dönen bir merdivenden çıkıyorsunuz ve en üst kata geldiğinizde Max karaya doğru bakmanızı söylüyor. Karaya baktığınızda dağların arkasında kocaman bir kale görüyorsunuz. Bu kale daha önce gördüğünüz hiçbir mimariye benzemiyor. Kale olduğunu üstündeki bayraklardan anlayabiliyorsunuz fakat taştan veya tuğladan yapılmadığı çok belli. Max eliyle kaleyi işaret ediyor ve "İşte tam olarak orada çalışıyoruz. Ekibim de şu an oradan muhtemelen bizi izliyor." diyor. Hemen ardından "Mike!" diye bağırıyor ve saatine bakıyor. Saatinden "Do we really have the time for this, bro?" diye bir ses duyuyorsunuz fakat ne dendiğini anlamıyorsunuz. Max gülüyor ve hemen ardından size dönüp "Tabii siz anlamadınız. Çeviri cihazlarınızın üstüne bir kere basarsanız anlık çeviri moduna alabilirsiniz. Bunu sakın unutmayın." diyor. "Şimdi arkadaşlar, size ne yapmaya çalıştığımızı uzun uzun anlatmak istiyorum." dedikten sonra yerde bağdaş kuruyor ve konuşmaya başlıyor. "Amacımız her şeyden önce bu işi savaşsız bir şekilde halletmek. Dünya gezegeni şu an bizden üstün gibi görünüyor olabilir ama kaderleri sadece bir şirkete bağlı. Bu şirketi batırmaya çalışıyoruz. Sadece finansal anlamda değil, aynı zamanda ellerindeki ekipmanları etkisiz hale getirecek ve daha fazla ekipman üretememelerini sağlayacağız. Bu süreçte sizlerin yardımına ihtiyacımız var çünkü sizler Dünya vatandaşlarında olmayan bir özelliğe sahipsiniz. Gezegeninizde bulunan madenleri depolayabiliyor ve vücudunuzda salgılanan atom enerjisi sayesinde element kullanabiliyorsunuz. Dünya gezegeninde yetişmiş olan kimse bu özelliklere sahip değil. Bu ben ve ekibim için de geçerli. Ama sizler farklısınız ve Dünya'yı pes ettirebilirsiniz. Artık Dünya'yı kurtarmak için çok geç. İsteseler bundan elli yıl önce harekete geçip bir şeyleri değiştirmek için adım atabilirlerdi ama birbirleriyle savaşmayı ve gerilemeyi seçtiler. Aynı şeyi bu gezegene taşımalarına izin vermeyeceğiz. Planımız bu yönde. Hep birlikte Ingenium'un yerlilerine ait olduğunu Dünya'ya kabul ettireceğiz." Ayağa kalkıyor ve merdivene yöneliyor. İnecekken bir an duraksıyor ve size dönüp "Gerekirse de savaşacağız." diyor. Hep birlikte aşağı iniyorsunuz.

Max'in gözlerinin dolduğunu görebiliyorsunuz. Buradan yollarınızı ayırma vaktinin geldiğini anlayabiliyorsunuz. "Sizleri Himota festivalinin ortasına, fark edilmeyeceğiniz şekilde, kendi ülkelerinizin vatandaşlarının bulunduğu konumlara yollayacağım. Bunu saatimle yapacağım. Bunu kısaca zamanda bulunan kişileri zamanı geri almadan eski bir konumlarına şimdiki zaman içerisinde gönderme gibi açıklayabilirim. Merak etmeyin, kimse sizin geri geldiğinizi anında fark etmeyecek. Dikkat çekmeyeceğiniz şekilde ayarladım bile. Tegin'e gelirse..." diyor ve Tegin'e doğru ilerliyor. Elini omzuna koyuyor ve "Lütfen kendine dikkat et, tamam mı dostum?" diyor. Gözünden akan bir damla yaşı siliyor ve "Biliyorum, şu an çok saçma görünüyor ama bu benim için büyük bir ilerleme. Sizlerle tanıştığım için gerçekten çok mutluyum. Sizinle kısa süre içinde tekrar iletişime geçeceğim. Bana sizinle tanışma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Hepiniz benim gözümde..." diyor ve hepinize teker teker bakıyor. "Geleceği ışık saçan meşalelerle koruyacak olan insanlarsınız." Gülümsüyor ve "Bu arada tam adım Maxwell Fahrner. Memnun oldum." diyor. O an bilincinizi kaybediyorsunuz.

Himota, kıtanın en bereketli topraklarına sahip savaşçı ulusunun evi. Çağlar boyunca düşman gözüyle bakılmış bir toplum. Kültürüne düşkün kişilerle dolu. Diğerleri onlara her zaman önyargı ile yaklaşsa da bu ulusal kutlamanın kıtaya açık olması işe yaramış gözüküyor. Kıta sakinleri ister can sıkıntısından, ister meraktan, isterse görevden ötürü katıldıkları bu kutlama ile Himotalıların kendilerinden farklı olmadıklarını öğreniyorlar. Mutfağıyla, sıcakkanlılığıyla, halk danslarıyla, inançlarıyla ve yaşama karşı bakış açılarıyla Himota ulusu, kucak açmaktan çekinmeyen, birlik ve beraberlik ile rekabet duygusu yüksek başka bir ulus sadece. Burada geçirdikleri zaman boyunca her yaştan ve düşünceden kişi kendisine yeni bir parça katmış oluyor. Hele hele azınlıklardan kaynaklı inançlarla ilgili etkinliklere katılanlar hallerinden çok memnun. Güneşi selamlama ve gün ışığını özel camlarla yönlendirerek yapboz çözmek olsun, gece ay ışığının aydınlattığı yollarda tehlikelerden sakınıp güvenli bölgeye ulaşmak olsun, Hayvan Ata'yı onurlandırmak ve içgüdüleri bilemek adına yapılan meydan okumalar ile güç gösterileri veya Dört Kutlu Hayvan Ruhu'nun bilmecelerini çözüp onların kutsamasını alarak büyük düşmanı alt edip kahraman olmak olsun. Ülkenin doğal güzellikleri apayrı bir ilgi odağı zaten. Kim bilir? Belki kıtanın merkezine taht kuran Himota kıta sakinlerinin de gönlüne taht kurar.

Uyandığınız gibi kendinizi Himota'da, festivalin ortasında buluyorsunuz. Etrafınızda kendi ülkelerinizin polis memurları, başkanları ve bakanları duruyor. Kendinize geldiğiniz anda etrafınızdaki ışıklar çok parlak geliyor ama birkaç saniye içinde alışıyorsunuz. Festival kutlamasının artık sona eriyor olduğunu görüyorsunuz. Himota İmparator'u Pisan Higenadon kapanış konuşmasını yapmakta. "Siz değerli misafirlerimizi topraklarımızda ağırlamak ve kısa süreliğine de olsa aramıza katabilmek bizim için bir mutluluktu. Frum ve Ser'den dilerim ki, siz de en az bizim kadar mutlu olmuş ve eğlenmişsinizdir. Bilin ki, bereketli ve kutlu bu topraklar asla kimseyi geri çevirmeyecek! Son zamanlarda yaşanan siyasi olaylar bizi birbirimize karşı soğutmuş olabilir fakat kıtaya barış ve huzurun hakim olması için beraber çalışmalıyız. Yaşasın kıtamız! Yaşasın Pakt Birliği!" Alkışlar o kadar yüksek sesle yankılanıyor ki düşüncelerinize odaklanamıyorsunuz. İmparator konuşmasına devam ediyor. "Gedhilfeli kardeşim, can dostum Deith Ozæf sağ olsun bir konser ayarladık. Festivalimizi de kıtamızca ünlü bir sanatçımız ile bitirmek bize düşer. Ee, hazır mısınız ulan?!" İmparator'un anırmasıyla herkes "Hazırız!" diye bağırıyor ve bir anda sahnenin ışıkları sönüyor. Bir spot ışığı sahnenin ortasında duran bir piyanoya odaklanıyor. Piyanonun başında ise kapşonlu bir adam var. Siz ne olduğunu anlamaya çalışırken adam size çok tanıdık gelen bir şarkının melodisini çalmaya başlıyor. Bir anda anlıyorsunuz ki bu şarkı Bold Plæft Jæft Nyako! Adam bir anda kapşonunu çıkarıyor ve böylece adamın kıtaca ünlü Gedhilfe sanatçısı Molchut Serthad olduğunu anlıyorsunuz! Seyirci kopuyor ve Molchut Serthad'ın orkestrası sahneye çıkıyor. Festival herkesin göbek atmasıyla ve şenlik havasıyla sonlanıyor. Festivalden hatırladığınız son anı ise tüm seyircinin şarkının doruk noktasında "JÆKT ÆP!" diye bağırması oluyor.
Off Topic
Konu sonlanmıştır.

Ortak Ödüller
150 IP | 2000 PBF
Off Topic
Mabi Chüimimuta dışında konuda bulunan herkes artık bir Çeviri Cihazı'na sahiptir.
Off Topic
Yarın (30.08.2022) Ana Kurgu etkinliğinin sonunu açıklayan. bir Kurgu başlığı açılacaktır.

Return to “Tinkadoko”

cron