Kızarmış Yanaklar ve Serin Bir Tihami Akşamı

#1
Derince bir nefes alıp verdikten sonra önündeki kağıt ve dosyalardan oluşan yığına çaresiz gözlerle baktı. Bir kaç basit hırsızlık, çok fazla sayıda hakaret ve onlardan da fazla yalan ihbarlar dolu bir dosya dağı vardı önünde. Tihami Cumhuriyetinde suç işleyen insanlar çoğunlukla böyleydi. Genellikle ülkede büyük suç sınıfına giren suçlara pek rastlanmazdı. Ülkenin kendi kendine yeten garip bir zenginlik hissi olduğundan mütevellit polislerin müdahalesini gerektiren olaylar genellikle bahçesine çöp atan komşusuna ağır küfür eden bir adama ceza kesmek olabiliyordu. Karakolda biraz bekletilip üstüne güzel bir ceza ile soğuk bir bardak su her zaman yardımcı oluyordu bu tür vakalara. Hakaret edilen insanlar bazen çok hassas olabiliyordu. Bir sinir anında sarf edilen bir kaç sözcük yetebiliyordu bir kişi için sicil kaydı oluşturmaya. Bu sicil kaydı da o insanın ilerleyen yaşamında ufak tefek sorunlarla boğuşmasına sebep olabiliyordu. Basit bir hakaret suçundan dolayı bir insanın evine ekmek götürmek için kapısını çaldığı onca işin kapılarının yüzüne kapanabiliyor olması üzücü ve üzerine düşünülmesi gereken bir konuydu. Belki başka bir yerde olsa, önünde bir dünya dosya kağıt boğucu bir sıcak ve ensesinden şıpır şıpır akan ter olmasa bu durumun etikliği hakkında arkadaşlarıyla tartışabilirdi. Lakin şu an sadece şu önündeki yalan ihbarlardan oluşan bölümü bitirip günü sonlandırmayı hedefliyordu. Daha fazla bir şey, ek bir iş gerçekten kaldıramayacaktı bugün. Hem kızlarla yaptıkları planı bir gün ertelemek zorunda kalmıştı evdeki küçük meleği yüzünden. Dünkü davayı kapattıktan sonra kızlarla günün yorgunluğunu ve stresini atmak için biraz alkol biraz ucuz ama kaliteli yemek ve muhabbetin iyi gelebileceğini düşünmüşlerdi. İnsanoğlu ne kadar komplike ve farklı olsada bazı durumlarda gerçekten sadece tek bir şeyi düşünüyor gibiydi. Yoğun ve stresli bir gün geçiren çalışanların neredeyse hepsi günlerini sonlandırmadan önce ufak bir bara uğrayıp bir kaç bardak alkol alıp kendilerini dinlendirir ve öyle evlerine giderlerdi. Okuduğu kitapların çoğunda bu böyleydi. İşçi sınıfından orta yaşlı bir adam, müdavimi olduğu bir bara girer içinde bulunduğu toplumdan şikayetlerini o bir bardak içkinin içinde boğar ve hayatının karmaşasına devam etmeye çalışırdı. Bu gücü belkide ona bir bardak içki sağlardı. Abu için durum böyle değildi. O içinde bulunduğu toplumdan memnundu. Dürüst olmak gerekirse yaşadığı toplum ve sosyolojik sorunlar hakkında üç aşağı beş yukarı herkes kadar bilinçliydi. Bazı şeylerin değişmesi gerektiğini savunsada, barışın ve onun getirdiği huzurun keyfini çıkartmasını biliyordu. Sonuçta hayat sadece sorunları düşünerek geçemezdi. İnsan elindekiyle yetinmeyi onunla mutlu olabilmeyi de bilmeliydi güzel bir yaşam için. Bir dosyayı daha kapatıp kaldırdı. Hayatındaki bazı problemleri de bu dosyayı kaldırdığı kadar kolay kaldırmak istediği günler oluyordu ama masasının üstündeki küçük çerçevenin içinden ona bakan iki sıcak gülümseme tüm bu problemleri göz ardı edebilmesi için yetiyor ve artıyordu. Özünde aslında istediği her şeye sahipti. Onu seven bir eş, sağlıklı ve güzel bir çocuk, huzurlu ve bolluk içinde bir ev. Sadece, sadece biraz daha fazla vakit geçirebilseydi o evin içinde hayatı tamamen mükemmel olacaktı.

Bir diğer dosyaya başlayacaktı ki yanına bir meslektaşı geldi. Ondan neredeyse on yaş büyük ve bir iki rütbe daha büyük olan bu adamın geçen yıl bir çocuğu olduğunu hatırlıyordu. Hatta bu arkadaşla samimiyeti çocuklar üzerinden gidiyordu. Abu onu çocuğu olduğu zaman tebrik etmiş ve çocuklar hakkında basit bir muhabbet etmişlerdi. Geçen yıl doğan çocuğu bu adamın ikinci çocuğuydu ve Abu doğum yapıp doğum izninden döndüğünde kendisi Abu'ya bir dünya nasihat ile gelmişti. İnsanlar nasihat vermekten çok hoşlanan yaratıklardı. Abu da bu kesime dahildi. Nasihat vermek, insanların bilgisiz olduğu bir konuyu daha önceden tecrübe edip bu konu hakkında bir nevi bilgiçlik taslamak sanırım insanları karşısındaki insanlardan daha üstün hissettirdiği için yapılan bir hareketti. Adamla da karşılıklı nasihatleşmeye başlamışlardı. Sonuçta Abu artık tüm bu çocuk büyütme mevzusunda o kadar toy değildi. Bir süre kendi çocuklarından, nasıl şirin nasıl haylaz olduklarından bahsettikten sonra adam Abu'nun masasına neden geldiğini söyleyebilmişti. İnsanların nasihat vermek kadar yaptığı bir diğer işte esas istedikleri şeyi dile getirmeden önce nezaketen karşısındaki insanla küçük anlamsız sohbet girişimleriydi. Tüm amaçlarını gizlemek için sarf edilen bir kaç cümle basit kahkahalar sadece vakit kaybından ibaretti. Çünkü birbirini tanımayan iki tarafta bu cümleleri zoraki bir biçimde kuruyordu. Abu sosyal bir insandı, ama birinin ondan sırf bir şey istemek için ona nazik davrandığını da anlayabilecek bir insandı. Bozuntuya vermedi, neredeyse her zaman yaptığı gibi. Adam ofisin bekleme salonunda oturan kızıl saçlı esmer güzel bir kızcağız oturuyordu. Abu kızın çillerini ve sarımtırak ela gözlerini daha sonra görecekti. Polis üniforması giyen bu kızın departmandaki ilk günü olduğunu söyledi bu orta yaşlı adam. Birinin ona ortalığı gezdirmesini neyin ne olduğunu göstermesi gerekiyordu. Bu adamda departmanın belkide en sevecen en neşeli kadınını en yorgun en bitkin anında seçmişti. Abu en iyi rolünü yaparak sevecenlikle kabul etmeye çalıştı bu işi. Tabi mesaisinin bitmesine on dakika kala böyle 1-2 saatlik bir işin kitlenmesinden hiç hoşnut olmamıştı. Üstler gene altları düşünmemişti. Adam hızlı adımlarla Abunun masasından ayrılıp bir kaç dosyayı koltuğunun altına aldıktan sonra sırıta sırıta departmanı terk etti. Bu sırada kıza Abu'yu gösterip kızı ona yolladıktan sonra Abu'ya da başıyla selam vermişti.

Derin bir nefes aldı tekrar. Biraz önce neredeyse tam on dakika sonra ofisten çıkıp kızlarla kukuruku içip balık yemeye gideceklerdi. Her şeyi hazırlamıştı, mekanı seçmişti, bütçesini ayarlamıştı ofisten kocasını arayıp haber vermiş kızının agubugularına agubugularla cevap vermişti. Şimdiyse ona kitlenmiş işle uğraşmak zorundaydı. Kız yanına geldiğinde basit bir hoşgeldin faslını geçip hızlıca etrafındaki odaları ve basitçe neyin ne olduğunu anlattı. Bekleme odasının, mutfağın, ofislerin üstünden hızlıca geçiverdi. Bunu yaparken kötü hissetmişti. Kızcağız ofise yeni gelmişti ilk günüydü ve böyle sallabaş bir tanışma merasimini haketmiyordu. Şöyle kızı süzdükten sonra aklında şimşekler çaktı. Hem kızlarla vakit geçirebileceği, hem fazla mesai yapmayacağı hemde yeni kıza ortalığı adam akıllı anlatabileceği güzel bir fikir gelmişti aklına, en azından kafası güzelleşene kadar anlatırdı her şeyi. Yüzüne güzel bir gülümseme kondurduktan sonra kıza elini uzattı. " Ah... çok baştan savma oldu değil mi? Aslında on dakika sonra çıkacaktım ama seni bana kitlediler. Hoş bir durum değil. Ama diyorum ki madem onlar kuralları biraz esnettiler gel birazda biz esnetelim." Eliyle Dukne ve Bekwo'yu gösterdi kıza. "Dün biz kızlarla ilk vakamızı çözdük, haliylede bir kutlama yapmak istedik. Ama kızımın bakıcısının önemli bir işi olduğundan bugüne erteledik sende gelsene hem departmandan bir kaç kişiyi tanırsın hemde sanada güzel bir hoş geldin hediyesi vermiş oluruz!" dedikten sonra kızı kolundan tuttuğu gibi Dukne ve Bekwo'nun yanına götürdü. "Planda ufak bir değişiklik var şeyde bizimle gelecek şey..." biraz düşündükten sonra kıza hiç konuşma fırsatı vermediğini hatta adını bile sormadığını fark etti. " Sahi adın neydi ben Abu, bu Bekwo bu da Dukne tanıştığıma memnun oldum. Arkadaş aramıza yeni katılmış ona da güzel bir hoş geldin hediyesi olur. Zaten mekanda daha da çok kaynaşırız. Size de uyar dimi kızlar?"Sebepsizce yükselmiş ve heveslenmişti. Ses tonundaki heyecan neredeyse havaya karışıp koklanabilir bir hale gelecekti.
Image


怨み
► Show Spoiler

Re: Kızarmış Yanaklar ve Serin Bir Tihami Akşamı

#2
''Saçmalama birde bunun için mi heyecan yapacağım? Sonuçta artık orada çalışacağım.'' Demiştim anneme sabah. Bunu dediğimde söylediklerimin arkasındaydım. Ne var ki? Benim gibi binlerce insan var, diye düşünüyordum. Fakat ofise gitmek için hazırlanırken uzun yıllardır düşlediğim bu hayalin somutlaştığı gerçeği yüzüme bir adrenalin bombası gibi çarpıyordu. İzinden gitmek istediğim insanın bu merdivendeki ilk basamağına çıkıyordum. Sonunda... Ah A--.. ''Kendine gel!'' dedim kendi kendime. Derin bir nefes aldım. Aynada yüzünde muazzam bir duygu belirsizliği olan kıza baktım. Abartıyordum. Aynen öyle. Dolaptan bej renginde bir gömlek ve siyah kotumu geçirdim üstüme. Saçlarımı seri bir şekilde bağladıktan sonra onay almak için annemin karşına geçtim. Baştan aşağıya süzdü. Geçmiş hatıraların kendisindeki etkisiyle kızının ona benzerliği harmanlanırken dolan gözlerini belli etmemek için çaba sarf etmek zorunda kalmıştı. Annemin yüzünde huzurlu bir gülümse varken söylemişti çok güzel göründüğümü. İçten bir şekilde sarılmak gelmişti içimden. Öyle de yaptım. Sanki birdaha görüşmeyeceğiz gibi sarılmıştım. Ayrılmadan önce ona çok yorulmaması gerektiğini, akşam ise fazla geç kalmayacağımı söylemiştim.

Dışarı çıktığımda havanın o basık ve nemli havasını içime çektim. Hafif esen rüzgar, tenime çarparken beni kendime getiriyordu. Ofise doğru yola koyuldum. Yolda içimdeki bu dinmek bilmeyen belirsiz hissi dindirmek için her şeyi söylemiştim kendime. Fakat bir türlü fayda etmiyordu. Heyecan desen değildi, korku da değildi. Bu sanırım ne ile karşılacağımı bilmediğimin getirdi bir duyguydu. Ve heyecan ile birleşerek büyük bir çığa dönüşüyordu. Adımlarım düzensiz, göz bebeklerim büyümüş ve etrafa daha fazla bakmaya başlamıştım. Kafamın içinden kendi kendime konuşuyor, kendi kendime yanıtlar veriyordum. Karşılaşabileceğim tüm olası şeyleri kafamda kuruyordum ve onlara nasıl tepki vermeliydim, hepsini aklıma yazıyordum. Bu böyle 10 dakika devam ederken en sonunda duruma yavaş yavaş alışıyordum. En kötü senaryo ile karşılaşsam ne olacaktı ki? Geçmişte de olduğu bir şekilde aşmayı bilecektim. Sonuçta dünyanın en güçlü kadınının kanı akıyordu damarlarımda. Akciğerlerime tüm havanın girmesine izin verdim. Ardından sakin bir şekilde boşalttım. Yavaş yavaş bu duygu yumağının yerine huzurlu bir his yerleşiyordu. Mutluydum. Acaba orada arkadaşlarım olacak mıydı? Arkamı kollayan, bana sahip çıkan arkadaşlar... Liseden üniversiteye geçerken lisedeki arkadaşlarımın ne kadar sahte olduğunu görebilmiştim. Şimdi departmandaki insanlar bana aynı şeyi düşündürtebilecek miydi? Şuanlık sadece kötü anlaşmamayı umuyordum.

Gideceğim bina görüş alanıma girmişti. Zamanı gelmişti. Annemin üstlendiği bu kutsal vazifeyi aile bağlamında devam ettirme sırası bendeydi. Bu soyad altında onu, bizi onurlandırma sırası bendeydi. Onun gerçekleşmemiş hayallerini gerçekleştirme sırası bendeydi. Fakat annemin unuttuğu bir şey vardı. Belli bir konuma geldikten sonra onun da peşine düşecektim. Kendimi düşünmeyi geçmiştim. Annem onun için yeterince kendini yıpratmıştı. Benden gizlice döktüğü yaşlar eminim onun canını daha da acıtıyordu. Böyle geçmişten kalan öfke kırıntılarının aklımı çelmesini izin vermiyordum hiçbir zaman. Yine de... Yine de bu Dünya'da ben oldukça benim gibiler oldukça adalet bir mıknatıs gibi zıt kutubunu kendine çekecekti. Biyolojik olarak babam olan o adamın adaletin zindanlarında çürümemesi için hiçbir sebep yoktu. Önüme baktım. İşte, karşımdaydı. Hayalini kurduğum hayatın, kaos sandığında mühürlenen adaletin anahtarı karşımda duruyordu. Başaracaktım. Kesinlikle...

İçeri girdim. İçeride yoğun bir hava vardı fakat garip şekilde rahatsız etmiyordu. Etrafa baktım herkes bir şeyle uğraşıyordu. Bazılarının memur olduğunu veya sivil çalışan olduğunu anlayabiliyordum. Fakat bazılarının normal vatandaş mı kestiremiyordum. Derin bir nefes daha aldım. Ardından yetkili görünen birinin yanına gittim. Ve burada yeni olduğumu, ne yapmam gerektiğini sordum. Birkaç evrak işinden sonra bekleme odasında oturmam gerektiğini söylüyordu. Teşekkür edip dediği gibi yaptım. Yanıma birisi gelecekti anlaşılan. Bana yaklaşan her kişi için heyecanlanıyordum. Fakat kimisi sağa sapıyordu, kimisi ise sola. En sonunda düşünmeyi bıraktım ve kafamı boşaltmaya çalıştım. Boşa heyecan yapıyordum. İlla ki biri yanıma gelecekti nasıl olsa. ''Bekleyelim bakalım.''

Uzun bir bekleyişin ardından benle göz teması kuran siyah kısa saçlı ve mavi gözlü bir kadın üzerime doğru geliyordu. Güzel bir vücuta ve tatlı bir yüze sahipti. Ne kadar şirin demiştim içimden. Klasik bir merhaba merhabadan sonra bana etrafı anlatmaya başlamıştı. Üstünde garip bir tutum olduğunun kendisi de ben de farkındaydım. Öyleki soru sormaya bile çekinir olmuştum. Sanırım bazı şeyleri kendim halletmem gerek diye düşündüm o an. Onu da anlamaya çalışyordum. Eminim tüm gün yorucu geçiyordur ve mesai sonunda yeni bir kıza etrafı gezdirmek ona eziyet gibi geliyordur. O yüzden ona yük olmamaya çalıştım.

Tanıtımın sonunda birden durup samimi bir gülümseme ile elini uzatmıştı. Gelişigüzel olduğunu kendiside kabul ediyordu. Ardından bana bir şeyler teklif etmek için girişimde bulunduğunu anlıyordum. Sonrasında birkaç kız gösteriyordu. İlk vakalarını çözdükleri için bir parti veriyorlar ve beni de kaynaşmak için davet ediyordu anlaşılan. Bu beni çok mutlu etmişti. Teklifini kabul edemeden hemen kızların yanına götüyordu beni. Hepsinin isimlerini öğrenmiştim. Kendimi tanıtmam gerekiyordu. Ve ilk defa bu kadar sıcak bir ortama girdiğimi hissetmiştim. Yüzüme istemsizce içten bir gülümse yerleşti. ''Ben Ahem Dudshuf. Ve tabii ki sizlerle gelmeyi çok isterim!'' Sanırım buraya bayılacaktım. İlk defa önemsendiğimi bu kadar hissetmiştim. Daha diğerlerini tanımasam da Abu bu izlenimi rahatlıkla vermişti bana. ''Memnun oldum!''

Re: Kızarmış Yanaklar ve Serin Bir Tihami Akşamı

#3
Selam! Ben Bekwo Ganta, Hehehe~~... Ne kadar da utanç verici... Dün, ilk vakamı çözümledikten sonra eve doğru gidiyordum ki sokakta böyle konuşan bir kadınla karşılaştım. Duygusuz gözlerimi, kadının hayat dolu gözlerine çevirerek birkaç saniye boyunca onu izledim. Birkaç saniye önce yaptığım hareketler ve kelimelerin ağzından çıkışını gördükten sonra başımı öne eğerek yürümeye devam ettim. Hayatımda hemen hemen hiçbir zaman utanma duygusunu hissetmemiş benim gibi birisinin dahi utanmasına neden olduğu için kadını tebrik ediyorum.

Eve geldiğimde Eto'nun hala yerde yatmakta olduğunu gördüm ve biraz da olsa şaşırdım açıkçası. Yine de pek umursamadan odama doğru hareket etmeye başladım. Bu sırada ona yazdığım notun hala yerinde durduğunu, mutfağın biraz karışmış olduğunu gördüm. Ayağımı Eto'nun üstünden attıktan sonra biraz daha yürüyerek odama girdim ve hızlıca kendimi yatağa attım.

Sabah gözlerimi açtığımda evin içerisine garip ama güzel bir koku hakimdi. Yavaşça yatağımdan kalktım, çalar saatimi kapattım ve kokunun geldiği yere doğru hareket etmeye başladım. Odamın kapısını açtıktan sonra Eto'nun kahvaltı hazırlıyor olduğunu gördüm ve biraz şaşırdım. Lakin o, beni gördüğüne pek şaşırmamış gibiydi. Selam verdikten sonra bana kahvaltı hazırladığını söyledi. Birkaç saniye boş boş bakındıktan sonra teşekkür etmekle yetindim ve sofraya oturdum.

Eto'nun yaptığı yemekler oldukça lezzetliydi. Birkaç ay aradan sonra yaptığım tam takır kahvaltı beni oldukça mutlu etti. Polis olmaya karar verdiğim andan itibaren kahvaltı hazırlamak için pek vakit bulamaz olmuştum.

Kahvaltıyı yaptıktan sonra Eto'ya masayı toplaması ve bulaşıkları yıkaması için yardım ettim. Evli bir çift gibiydik fakat ikimizin de bunu pek umursadığı yoktu. Sonuçta birbirini pek iyi tanımayan iki insandan ibarettik. Bulaşıkları yıkadıktan sonra Eto'ya gitmesi gerektiğini söyleyecektim ki konuyu kendisi açtı. Onu kapıya kadar uğurladıktan sonra arada bir uğramasının sıkıntı olmayacağını söyledim. Kısa bir selamlaşmanın ardından ise Eto evden ayrıldı, ben de işe gitmek için hazırlanmaya başladım.

***


Sıkıcı bir iş gününün daha sonuna geldim. Son işlerimi hallettikten sonra masamdan kalkarak çıkışa doğru hareket etmeye başladım. Aklımdaki tek şey bir an önce eve gitmek ve gitarımla uğraşmaktı. Yürürken Dukne ile karşılaşmamla birlikte dün verdiğim söz bir anda aklıma şimşek gibi çaktı. Abu ve Dukne'ye, bu akşam ilk vakamızı kutlayacağımıza dair söz vermiştim. Elbette bunu pek isteyerek yapmamıştım, her zamanki gibi olayın akışına kapılmış ve ona göre davranmıştım. Sözünden dönecek bir insan olmadığımdan ötürü gerçekliği kabullenerek derin bir iç çektim. "Gidiyor muyuz?"

Dukne'ye sorduğum soruya yanıt alamadan Abu, yanında bir kızla birlikte yanımıza gelerek bir şeyler söyledi. Abu'nun ardından ise kız kendisini tanıttı. "Memnun oldum." diye yanıt verdikten sonra birkaç saniyelik bir ara verdim. Duvarda asılı olan saate baktıktan sonra kızlara döndüm ve "Hadi gidelim." demekle yetindim.
Image
► Show Spoiler

Re: Kızarmış Yanaklar ve Serin Bir Tihami Akşamı

#4
Son görevimiz biteli bir gün geçmişti. Bizim açımızdan yorucu bir vaka olmasa bile hayal kırıcıydı. Demokrasinin ve insani gelişmişliğin öncüsü Tihami gibi bir ülkede, polislik gibi oldukça önemli bir mevkideki insanların gerçekten liyakata uygun olarak seçilmiş olmasını beklemekten doğal bir şey yoktu amma velakin dün yaşadığımız şeyler bunun aksini gösteriyordu. Sanki Tihami'nin laik, vegan, gluten-free polisleri ile değilde Gödhilfe'ın yobaz ve monarşist çomarları ile çalışıyorduk.

Farklı fikirlere oldukça saygım vardı. 10 farklı insan, tek bir soruna 10 farklı çözüm üretebilirdi. Bunlar arasından hangisinin iyi olduğuna karar vermek öyle kafadan yapılabilecek kolay bir şey değildi. Herkes bir birinden farklı bir arka plandan geldiğinden insanların bir sorunu incelerken göreceği ve fark edeceği şeylerde değişecekti. Buda doğal olarak farklı fikir ve çözüm önerilerine olanak sağlardı. Doğru olan şey tüm bu fikirleri inceleyip hepsinin iyi yönlerini toplamaktı. En azından ben küçüklüğümden beri buna inanmış ve bir fikir ne kadar saçma olursa olsun saygı göstermeye çalışmıştım. Taa ki düne kadar. Dün olanlar o kadar kötüydü ve acemiceydi ki objektif bir şekilde üslerimizin beceriksiz olduğunu söylemekten kendimi alamıyordum. Düşünce özgürlüğüne ve farklı fikirlere saygı duyuyoruz diye 2 x 2 'ye 5 diyen bir liseliye doğru diyecek değildik.

Tihamililer olarak ileri, dahada ileri gitmek istiyorsak içimizdeki bu beceriksizlerden kurtulmamız lazımdı. Kalkıp bu yeteneksizler ordusunu öldürelim demiyordum ama en azından onları yeteneklerine daha uygun olan ve zihinsel beceri istemeyen işlere yönlendirmeliydik. Bu ülkemizin bekası için ivedilikle yapılması gereken bir şeydi. Biz belki sadece iki tane yeteneksiz polisle karşılaşmıştık ama kim bilir onlar gibi kaç kişi ülkenin önemli alanlarında kritik konumlarda bulunuyordu. Ülkemizi geliştirmek istiyorsak bu soruna bir çözüm bulmak zorundaydık.

Dün yaşananlar yüzünden kendi içimde kaynayıp daha kaba bir tabirle kudurduğum sırada teşkilata yeni bir kişinin atandığını öğrenmiştim. Bunu dünkü vakanın kağıt işleri ile uğraşırken duymuş ama çok umursamamıştım çünkü sonuçta buraya sürekli birileri gelir ve birileride giderdi. Bu meslektaşımızın farklılığı bizim gibi element gücüne sahip olmasıydı. Yakın bir zamanda, bir vaka görevi sırasında tanışacağımıza kesin gözüyle baktığımdan onu gelişini fazla önemsememiştim.

Benim asıl ilgilendiğim şey geçenlerde yapmaya karar verdiğimiz rakı balık sofrasıydı. Organizasyon tabi ki de Abu'dan çıkmıştı. Ganta gibi bir hikimorinin bu etkinliğe katılacağını sanmıyordum. Göçmen bir aileden geldiği için onun hakkında olumsuz konuşmam ırkçılık olurdu ama soğuk biri olduğuda su götürmez bir gerçekti ama olurda gelirse bu etkinliğin aramızdaki buzları eritme konusunda yardımcı olacağını düşünüyordum.

Evrak işlerinin sonuncularıyla uğraştığım sırada Abu yanıma kızıl saçlı bir kadınla gelmişti. Benim dahil olmadığım karşılıklı kısa bir tanışma faslından sonra karşımdaki kişinin karakola yeni atanan meslek taşımız olduğunu öğrendim. " Dukne Batwo Dudshes ama kısaca Dukne diyebilirsin. " dedikten sonra el sıkışmıştık. Abu'nun söylediğine göre rakı balık sofrasına oda bizimle gelecekti. Benim açımdan bir problem yoktu. Hatta iyi bile olmuştu.

Herkesin, işlerini bitirip çıkmaya hazır olması bir on beş dakika sürmüştü. İşlerini diğerlerine göre erken bitiren ben telefonla kapıya bir taksi çağırmıştım. Karakolun önüne gidip beklemeye başladıktan 5 dakika geçmeden taksi gelmişti. Şansımıza gelen araba 6 kişilik yeni bir modeldi. Yeni olduğu gibide temizdide. Öne grubun doğal lideri gibi davranan Abu oturmuştu. Ben sol cam kenarını alırken, Gantada sağ cam kenarını almıştı. Ortamızda ise yeni iş arkadaşımız Ahem vardı.

Kısa bir yolculuğun ardından rakı balık yapacağımız yere gelmiştik. Restaurant sahilden yaklaşık 60 metre uzaktaki ufak bir adanın üstüne kurulmuş 4 katlı ahşap bir binadan oluşuyordu. Ada o kadar ufaktı ki bina inşa edildikten sonra geriye ufak bir bahçe ve bir kaç parça kayadan başka hiçbir şey boşta kalmamıştı. Adanın kara ile bağlantısı olmadığı için oraya ulaşmak için kıyıya kadar uzanan çok geniş olmayan ahşap kazıklı bir köprüyü kullanmak gerekiyordu.

Taksiden indikten sonra köprü aracılıyla adaya geçmiştik. Girişteki bir görevli rezervasyonlarımızı kontrol ettikten sonra bizi üçüncü katta deniz manzaralı bir yere yönlendirmişti. Masamız kıyının tersi yönde denize bakmaktaydı. Deniz manzarası her ne kadar güzel olsada saatin ilerlemiş olmasıyla birlikte uzaklar gözükmüyordu. Yinede uzaktaki gemilerin ışıkları ile epey bir uzaktaki fenerin ışıklarını seçmek mümkündü.

Biz masaya oturduktan bir kaç dakika sonra çok düzgün giyimli ve diksiyon çalıştığı konuştuğu her kelimden belli olan uzun boylu bir garson siparişlerimizi sormuştu. Klasik mezeler ve iştah açıcılar dışında çok az miktarda ahtapot ve balon balığı istemiştim. İçecek olarak ise 100'lük rakı tercihinde bulunmuştum.
Image
► Show Spoiler

Re: Kızarmış Yanaklar ve Serin Bir Tihami Akşamı

#5
Taksiden indiklerinde deniz kenarından kopup gelen sakin ve biraz ılık esintiyle saçları, batmakta olan güneşin çizdiği turuncu kırmızı ve mai tabloya karşı sessizce dans ediverdi. Tablonun ortasında yemek yiyecekleri dört katlı balık lokantası biraz solunda o lokantaya giden dar, ahşap yol vardı. Lokantanın etrafında uçuşan martılar ambiyansa güzel bir dokunuş olmuştu. Taksici gaza basıp ortalığı biraz toz ve mazot kokusuyla bulandırmış olsa da Abu gördüğü manzaradan yeterince memnundu. Dört kişilik grup yavaş yavaş lokantaya doğru adımlamaya başladı. Denizin tuzlu kokusu her adımda genzine doluyor, kıyıya vuran dalgaların sesi ve kayalardan sekip kurtulan damlacıklar kızarmış yanaklarına ufak birer ferahlık misafir ediyordu. Tüm bu etmenler mutlu olmasına yetiyordu. Sahip olduğu hayattan gerçekten memnundu. Her gece başını yastığa mutluluk içinde koyabildiği için, dolabı her zaman dolu olduğu için, sağlıklı bir yavrusu olduğu için ve tabiki onu seven bir hayat arkadaşı olduğu için her daim şükür ediyordu. Fazlasına hiç bir zaman göz koymamıştı. Elindekilerle yetinmesini her zaman bilmişti. Fazlasını ise onun kadar şanslı olmayan ruhlara vermeye çalışmıştı. Tabi bunu yaptığından sadece Nunto'nun haberi vardı. Zira Abu'ya göre bir insan yardım yapacaksa bunu reklam etmemeliydi. Bazı arkadaşları bir kaç kıyafet ve bir iki tabak yemek vereceği için ortalığı kaldıran insanlardı. Bu tür etkinliklerden her zaman midesi bulanmıştı. Yardıma muhtaç bir insanın problemlerinden kendisi için prim çıkaranlardan daha düşük, daha aşağılık bir kaç insan tipi vardı sadece. Bir tuzlu meltem tekrar saçlarını dans ettirip yanaklarına soğuk deniz suyunu ulaştırırken düşünmekten alıkoyamadı kendini. Keşke, keşke herkes onun kadar şanslı olabilseydi. Keşke herkes canı istediğinde güzel bir restoranda gönlünce yiyip içebilse, kadehlerinin şıngırtısına kahkahalarını ve sarhoş muhabbetlerini karıştırabilseydi. Bunun olabilmesi için bir polis memuru olarak elinden gelen çok az şey vardı. İnsanlara yardım edip onların hayatlarını berbat etmek isteyen, yaptıklarının sonucunu düşünmeden hareket eden insanların yarattığı kaostan etkilenmemeleri için canını dişine takıyordu ama esas değişimi yapabilecek insanlar takım elbiselerinin içindeki 'önemli' insanlardı.

Kazıklı köprünün sonuna ulaştıklarında resepsiyona doğru gidip rezervasyonlarını kontrol ettiler. Dört üniformalı polisin üzerine geldiğini gören zavallı resepsiyonist çocuk şaşkınlığını siyah gözlerinin arkasına gizlemekte pek hayli başarısızdı. Tedirgin olmakta haklıydı genç çocuk. Kim hayatında dört polisi bir arada görmüştü ki? İzlediği filmler dışında sadece trafik polisi bile görmüş olabilirdi. Bir an olsun sadece bir an olsun çocuğun düşüncelerine hakim olan korkuyu ve endişeyi körüklemek istedi. Sert bir mizaçla yaklaşıp gereksiz soruları anlamsız anlamsız sormayı düşündü. Lakin bu düşüncesinden sıyrıldı sadece bir kaç adım sonra. Durduk yere kimsenin akşamını batırmaya gerek yoktu, ayrıca gerçekten salatalarına tükürme ihtimalleri çok caydırıcı bir etmendi. Rezervasyon kontrol edildi, çocuğun yüzündeki tedirginlik bir nebze olsun silindi. Peşlerine takıldıkları çocuk onları restoranın içinden geçirerek üç kat merdiven çıkarttı. Günün yorgunluğunun üstüne merdiven çıkmak gerçekten pek tercih edilebilir bir etkinlik değildi Abu için. Bütün gün departmanda evrak işleriyle uğraştıktan sonra beyni pişmişti. Şikayetini belli etmeden uslu bir kız gibi merdivenleri çıkmaya devam etti. Eh tünelin sonu da güzel bir yere çıkmıştı. Deniz manzaralı bir masaya oturmuşlardı. Korkuluklara asılmış küçük, renkli ışıklar ve tavandaki tek büyük ışık güzel bir aydınlatma sunuyordu. Denizin sesi ve kokusu üç kat merdiven çıktıktan sonra tekrar onlara katılmıştı ve gerçekten hoş gelen bir misafirdi. Resepsiyonist çocuğun elini tutup hızlıca eline bir yirmilik tutuşturdu, göz kırptı ve teşekkür etti. Daha sonra ceketini çıkartıp sandalyesine astı. Gömleğinin kol düğmelerini açıp kollarını dirseklerine kadar sıvadı ve son olarakta gömleğinin iki düğmesini açtı. Karnı iyice acıkmıştı. Neyse ki çok beklemelerine gerek kalmadan bir garson masalarına iştirak etti. Polis üniformasının böyle güzel yanları vardı pek tabii. Masaya gelen garson oldukça yakışıklıydı. Evli barklı bir kadın olmasa gömleğinden bir düğme daha açıp göğüs dekoltesi verebilirdi. Tabiki yapmadı. Garson yakışıklıydı, düzgün giyinmişti, şiir gibi konuşuyordu ama bir Nunto değildi elbette. Dukne çok güzel bir sipariş vermişti. Zaten bir balık lokantasında ne istenebilirdiki?

Dukne siparişini bitirdikten sonra yakışıklı garsona dönüp konuşmaya başladı "Meze olarak kalamarı bol tutun mümkünse." dedi. Menüde bir sayfa çevirirken yüzünde sebepsiz bir sırıtış vardı. Sıcaktan kızarmış yanaklarına çarpan renkli ışıklar ve güzel gülümsemesiyle Abu neredeyse adamla flört ediyor gibiydi. Tabi sol elindeki yüzüğe hala sadıktı. "Bir porsiyon uskumru alabilir miyim ?" dedi ve elindeki menüyü kapatarak garsona uzattı. Daha sonra masadakilere hızlıca göz gezdirdikten sonra Ahem'e döndü ve onunda siparişini vermesini bekledi. Yeni kız siparişini verdikten sonra hiç vakit kaybetmeden lafa girdi. Bu sırada garsonun arkasından gelen iki garson -kesinlikle ilki kadar yakışıklı değillerdi- servis açmaya başladılar. Çift camlı bardaklar, gümüşi çatallar bıçaklar oldukça şık duran peçeteler ve tabaklar masaya hızla konuyordu. "Eee Ahem, kendinden bahset bakalım, kimsin, kimlerdensin, nasıl buldun departmanımızı ?" bu sırada da sırayla herkesin bardağına soğuk su dolduruyordu.
Image


怨み
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Yata”

cron