Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#31
Meinsu Selsesi: İyi geceler, sayın seyirciler! Ben sunucunuz Hiperyus. Son dakika boks maçına hoşgeldiniz! Sol tarafta idealist bir darbeci var. Bu uğurda her şeyi yapmaya hazır. Sağ tarafta ise henüz yeni kızıla boyanmış bir gül, Meinsu Selsesi var. Dikenleri olduğunu bu gece farketti ve kişilk bozukluğu yaşıyormuşcasına kendisi ile cebelleşmekte. Savaş bu gencecik ruha ağır gelmiş anlaşılan. Kader anı hızla yaklaşıyor. Meinsu'nun planı var. Uygulamak için beklemede. Peki ya darbeci? Dibine kadar dezavantajda bulunan ve kendisine göre çocuk konumunda olan birisini alt edememesi onun gururunu kırıp sinirlendirmiş gibi çünkü bodozlama dalıyor Meinsu'ya. Meinsu düşmanını gördü, Meinsu düşmanının bariz hareketini anladı, Meinsu vakit kaybetmiyor, elmastan bir yumruk darbecinin suratının ortasına iniyor. Sonuç? Darbeciden gelen kemik kırılma sesleri maç sonu zilimiz oluyor! Kazanan Meinsu Selsei! Kendisini kutluyoruz. Gerçekten muhteşem bir geri dönüş! Ödül olarak iç dünyasında depresyon kazanıyor! Şampiyon köşesine çekilip yaraları ile ilgileniyor ve bir güzel kafayı yiyip ağlıyor. Kendisine afiyet diliyor ve sırtını sıvazlıyoruz. Söz sende admin Hiperyus.

Teşekkürler, sunucu Hiperyus. Ah, Meinsu... Gecenin kucağında kimsesiz kalan dikenli gül. Ağla, dök içini sonsuz boşluğa. Rahatla, önünde uzun bir yol var. Düşmenin sırası değil. Yapman gerekenler var. Sorumluluklar beklemez. Kendini nasıl gördüğünü biliyorum fakat sakın savaşta olduğunu unutma! Ellerinle aldığın canlar kirliydi. Masum canlar kirlenmesin diye öldürmedin mi onları? Kahraman olmanın yolu çiçek ve böcekle değil, kan ve ölümle doludur. Savaştaki her bir can yanmayı göze alarak atar kendini ateşe. Katil haksız yere can alana denir. Söyle bana, hangi canı haksız yere aldığına inanıyorsun? Kendini, soktuğun dipsiz kuyudan çıkar! Başını dik, göğüsünü ger! Savaşta iki can aldı diye yıkılan bir ruh nasıl olur da kahraman olabilir? Sen bir demir yığınısın. Saf ve deneyimsiz. İzin ver, kader sana demirci olsun. İzin ver, savaş sana ateş olsun. Kızgın ateşte eriyip dövülmeyen bir demir yığını nasıl kılıç olabilir? Nasıl kalkan olabilir? Ayağı kalk! Korkularını terk et. Önüne dön. İlerle ve asla durma. Tereddüt edersen ölürsün. Pişman olursan zincirlenirsin. Attığın oktan farksız ol. Yolundan sapmadan dümdüz hedefine doğru git. Çektiğin acılar yaşadığının kanıtıdır. Yaşadığın atom enerjisi düşüşü gücünün kanıtıdır. Akan kan kararlılığının kanıtıdır. Livei'ya doğru! Bir, iki, bir, iki, üç, dört! Düzenli adımlarla marş marş!

Ufukta hastane gözüktü! Yürü, gerekirse sürün. Bilincini sınırına kadar zorla. Az kaldı, hastane karşında. Girişe kadar yetişsen... Her ne kadar gaza getirsem de sonuçta bir insansın. Buraya kadar dayanabilmen bile gelecek vaadettiğin anlamına geliyor. Sonunda acıya, ağrıya, yorgunluğa, kan kaybına ve atom enerjinin hızla azalmasına yenik düşürek yere yığılıyorsun. Sahneye dramatik bir şekilde girmen dışarıdaki kişilerin dikkatini çekiyor ve bir koşu yanına gelip seni kucaklıyorlar. Hastanenin beyazlığı gördüğün son şey oluyor. Kendine geldiğinde önce tavanı görüyorsun. Ardından elini tutan bir adet Livei gözüküyor.

Hironen Nokogi: Her ne kadar mâlum yerde kıvrak olduğun ilgimi çekse de uhlevî bir varlıkla konuşmaman gerektiğini belirtmeliyim. Gencecik yaşında akıl sağlını yitirmeni istemeyiz. Asıl konuya gelecek olursak, sadece kaçınsaydın birşey değişmeyecekti. Yine tehlikede olacaktın. Rakibin içinde bulunduğu durumu kavrayıp eyleme geçmen doğru idi. Boğaza bir yumruk her daim etkilidir. Düşmanın aldığı darbe ile kusmaya çalışıyormuş gibi hâllere girip köhür köhür öksürmeye başladı. Bir anda güçten düştüğü için hançerini de düşürdü. Planının başarılı oldu. Tebrikler! Gel gör ki, düşman hâlâ yaşıyor ve bu büyük bir sorun. Yaşama zor tutunuyorsun ve hâlâ öldürmen gereken bir düşman var. Işın kılıcı kullansan kesin ölürdü. O an aklına gelmedi belki. Ayağı kalkabilecek durumda değilsin. Fazla kan kaybettin. Her ne kadar başladığın işi bitirememiş olsan da Pakt birlikleri imdadına yetişiyor.
Düşman siperinin yıkıldığını duyuyorsun. Yakından gelen bağırışmalar bir anda başlayıp saniyeler içinde duruyor. İki kişi seni tutup kaldırıyor ve sandalyeye oturtuyorlar. Düşmanın da icabına bakıyorlar. Yaralarını görünce telaşla birbirlerinden ilk yardım malzemesi istiyorlar. Oksijenli su ile yaraların temizleniyor ve sargı ile sarılıyor. Hâlin olmadığı belli diye su içiriyorlar sana. Herkes dinlenirken konuşmalara kulak misafiri oluyorsun. Duyduğuna göre, ağır ateş altında olmaktan çok kendi istekleri ile savunmada kalmışlar. Düşman kuvvetlerinin onlar saldırıya geçerlerse onları durduramayacaklarını bildiklerinden kendilerine takviye tüpü basa basa kesintisiz saldırı uyguladıklarını öğreniyorsun. Dostlarında bunu avantaja çevirmiş. Hatta, şüphelenmesinler diye arada saldırıya kalkışmışlar ve siperlerine saldırıdan yıkılmış süsü vermişler. Eninde sonunda düşmanlar atomik dengesizlik yaşamaya başlamış ve o zaman topyekün saldırmışlar. İlk defa bir savaşta yer aldın. Acemi bir polis olarak hem de. Yaşadıklarından ders çıkartıp daha iyi bir savaşçı olduğun sürece sorun yok. Şimdilik, vakit dinlenme vakti.

Tegin Hentanodan ve Sai Nopaodan: Tegin'in uyguladığı radyasyon sayesinde özgürce hareket etme fırsatı yakalıyorsunuz. Yarayı dağlamak gerçekten iyi bir fikir Tegin ama inan bunu sezyum ile yapmasını istemezsin. Sonuç gerçekten iç açıcı olmaz. Şükürler olsun ki, Sai bunun bilincinde ve daha sağlıklı bir yöntem sunuyor. Yakınındaki bir dalla uzanıyor ve ağzına götürüyor. Ardından Sai'nin sezyumla ısıttığı hançeri Tegin yaraya basıyor. Acı, çok acı, fazla acı! Sai acı içinde kıvrım kıvrım kıvranıyorsun, tepiniyorsun ve inim inim inliyorsun. Kişiye en çok acı verebilen etmen ısıdır. Bunu ilk elden deneyimlemiş oluyorsun. Ikınmaktan suratın kızarıyor, damarların gözüküyor, hatta iş bittiğinde ağzındaki dalı paramparça etmiş oluyorsun. Gözlerin yaşlı Tegin'in yardımı ile doğruluyorsun. Seni doğrulttuktan sonra Tegin en yakındaki taşıta gidiyor. İçeride kimse yok. Anahtarın takılı olduğunu görüyorsun ve çeviriyorsun. Motor sesini duyduğun gibi Sai'nin yanına gidip onu omuzlanıyor ve arabaya bindiriyorsun. Ardından sürücü koltuğuna binip basıyorsun gaza. Buraya kadar her şey yolunda ama iki adet ufak sorunumuz var. Birincisi, Tegin şu ana kadar araba kullanabildiğini hiç belirtmedi. İkincisi, darbeci arabası kullanıyorsunuz.
Trafik canavarı Tegin, hastaneyi bulana kadar geçtiği yerlerde yıkım ve kaos bırakarak ilerliyor. Aldığı lanetlerin haddi hesabı yok. Arabayı var olduğu ana pişman ettirerek hastaneye vardığında gerilime neden olsa da yaralı arkadaşını omuzlanıyor olması ve acil yardım istemesi gerilimi ortadan kaldırıyor. İçerisi dolu olduğu için dışarıda müdahele ediliyor Sai'ye. Kesinlikle dinlenmesi gerekiyor ama durumu iyi. Artık rahatlayıp soluklanabilirsiniz.

Livei Nyawodz: Canın her ne kadar yansa da yanındakine iki kelâm edebiliyorsun. Sözlerinden birkaç dakika sonra yanında yatan kişi yavaşça ve düşük bir ses tonuyla konuşuyor. "Sen olmasaydın kesinlikle kazanamazdık. Kendi canını hiçe sayıp dikkatlerini dağıttın diye saldırıya geçebildik. Buna karşın hem ölenler oldu hem de benim gibi ağır yaralananlar oldu. Düşman siperine vardığımızda yerlerde birçok takviye tüpü gördük. Anlaşılan canlarına hiçe sayıp kendilerine ölesiye takviye tüpü basmışlar. Bu nasıl kesintisiz saldırı yapabildiklerini açıklıyor. Sonuç olarak, düşmanı yendik. Hastane güvende. Herkesin gönlü rahat artık." Bir anda nefes almakta zorlanıyor ve öksürdükten sonra düzeliyor. Ardında hafifçe gülerek konuşmaya devam ediyor. "Fazla vaktim kalmadığını hissedebiliyorum. Son sözlerimin boşlukta yankılanmasını istemiyorum. Bu yüzden, bu yurttaşına biraz katlan lütfen." Birkaç kere derin nefes aldıktan sonra içini dökmeye başlıyor.
"Benim bu hayatta hiçbir amacım olmadı, biliyor musun? Kendimi bildim bileli ne bir hedef ne de bir amaç edinebildim. Kendimi ve annemi mutlu edebilecek kadar gelir elde edebildiğim bir iş bana yeterdi. Küçük evimizde gül gibi yaşar giderdik. Element kullanıcısı olduğum öğrenildiği için polis olmak zorunda kaldım. İlk başta bu canımı çok sıkmıştı. Sanki başka kimse yokmuş gibi gelip beni buldular diye söylenip duruyordum. Sorumluluğa hiç gelemezdim. Ancak bir vakada küçük bir çocuğu kurtardığımda her şey değişti. Onun gözlerindeki ışığı her gözümü kapattığımda görebiliyorum. Ancak bu olaydan sonra aslında polisliğin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Kıtanın bize gerçekten ihtiyacı olduğunu gördüm. İnsanların bizlere ne kadar minnettar olduğunu gördüm. Tıpkı şu an gibi. Şu an bu ülkedeki herkesin bize ihtiyacı var. Her bir yaşamın kurtarılmaya ve korunmaya ihtiyacı var. Bu kâbusa son verecek birilerine ihtiyaç var. O kişiler bizden başkası değil. Sadece bizler gerekeni yapabilecek kişileriz. Bu kadar uzun konuştuğundan olsa gerek durumu gittikçe kötüleşiyor. Önce kriz geçiriyor, ardından öksürüyor, sonrada kan kusuyor. Sakinleştikten sonra titrek bir sesle konuşmasını bitiriyor. "Geriye dönüp baktığımda kaderimde bu olduğu için Frum ve Ser'e şükranlarımı sunuyorum. Ne kadar tatmin edici bir son..." Odanın içi makineden gelen tiz sesle doluyor. Endişe ile ona doğru dönüyorsun. Uzun kızıl saçları yastığı kaplarken kaymak suratında huzur dolu bir gülümseme var. Doktorlar hızla odaya giriyor ve onu tekerlekli sedyeye alıp götürüyorlar. Bu olayın üzerinden birkaç saat geçiyor ve bedenin iyileşme sürecini tamamlamışa benziyor. Bütün uzuvlarını hareket ettirebiliyorsun. Yavaş yavaş egzersiz yaparmışcasına sıra sıra uzuvlarını hareket ettirmeye devam ediyorsun. Seni kontrole gelen hemşire durumunu görünce sevinçle yanına varıyor. Onun da yardımıyla oturur vaziyete geçiyorsun. Hareket özgürlüğüne kavuştuktan sonra içeriye tekerlekli sedyede Meinsu getiriliyor. Yatağa yatırılıyor. Gerekli serumlar ve cihazlar takılıp güncel durum raporu alınıyor. Ardından da oda boşaltılıyor. Meinsu gözlerini açına kadar başucunda bekliyorsun. Elini hiç bırakmıyorsun. Uyandığında ilk gördüğü kişi sen oluyorsun. Ne duygusal bir kavuşma!


Hepiniz aksiyon sonrası rahatlamaya ve toparlanmaya çalışırken telsizlerinizden bir emir geliyor. "Bütün birimlerin dikkatine, en kısa zamanda buluşma noktasına dönün." Emir kulusunuz sonuçta, kalkıp buluşma noktasına dönüyorsunuz. Hepinizin aklı başka yerde, başka maceralar yaşadınız ve hepiniz farklı tehlikeler atlattınız fakat bunları ateş başında oturup keyifle anlatacak zamanınız yok maalesef. Başkente bekleniyorsunuz. O yüzden, doğru arabalara! Tam gaz başkentin yolunu tutuyorsunuz. Vardığınızda sizi Pakt kuvvetleri karşılıyor ve ana karargâh diyebileceğimiz bir yere gidiyorsunuz. Aldığınız durum raporuna göre, En çok ve en büyük çatışmalar burada gerçekleşmiş. Kuvvetlerin çoğunluğu ya ölü ya da savaşamayacak kadar ağır yaralı. Durum cidden kötü. İç savaşı bitirecek son çatışmanın burada gerçekleşeceğine dair sağlam kanıtlar var. Ne zaman veya nasıl olacak kimse bilmiyor fakat yakın zamanda hepiniz omuz omuza savaşacaksınız. Tabii, fikrinizi değiştirmezseniz. Demek istediğim, özgür irade sahibi kişilersiniz ve doğru - yanlış kavramları kişiden kişiye veya taraftan tarafa değişebilir. Belki darbecileri haklı bulanlarınız vardır. Belki söz konusu iç savaş olsa bile Tihami'nin işine karışılmaması gerektiğini düşünenleriniz vardır. Belki direkt Pakt oluşumuna karşı olanınız vardır. Sonuçta, Tihami'ye zevkinizden gelmediniz. Pakt adına, emir demiri keser misâli burdasınız. Buradan Pakt adına savaşıp canlı çıktığınızda ne olacak? Kim sizi ne kadar ödüllendirecek ki? Siz hiç kazanılan bir savaş sonrası ordunun en düşük rütbelerine ödül verildiğini gördünüz mü? Ödül alanlar genellikle en üst rütbeler olmuyor mu? İnsanlar kimlere teşekkür edecek? Bizzat size mi? Yoksa Frum ve Ser ile Pakt liderlerine mi? Oysa, darbeciler kendi gözlerinde âdeta kutsal olan bir idea uğruna savaşıyorlar. Öyle bir sadakât ve kararlılık gösteriyorlar ki atomik dengesizliği umursamadan kendilerine ardı ardına tüp basıyorlar. Böyle bir zihniyetleri varken kim bilir onlara destek çıkanlara ne kadar değer verirler? Kim bilir nasıl ödüllendirilirler? Teker teker her birinizin kader çarkı hızla dönüyor ve ben nerede duracağını sabırsızlıkla bekliyorum.
Off Topic
Sai Nopaodan, atom enerjin %75'ten %50'ye düştü.
Meinsu Selsei, atom enerjin %50'den %25'e düştü.

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#32
Bir dal bulup ağzıma koyduktan sonra Tegin’in bıçağı ısıtması için alev oluşturdum. Acı verici bir işlem olacağını biliyordum ama sonuna kadar dayanma gerekiyordu. Gözlerimi kapatarak dişlerimi sıktım ve beklemeye başladım. Sıcak çeliğin göğsüme değmesiyle birlikte adeta iç organlarıma hücum eden alevi hissedebiliyordum. Tam anlamıyla bir işkence gibiydi fakat bunu yapmamız gerekiyordu. Dayanmak için kendimi o kadar sıkmıştım ki en sonunda ağzımdaki dal paramparça olmuştu. Dal kırıldıktan sonra dayanamayıp acı içinde bir çığlık atım. Bu sırada Tegin yarayı tamamen dağlamış olacak ki beni kaldırmak için hamle yapmıştı. Nefesimi toplamaya çalışırken Tegin’den destek alarak doğruldum. Bir yandan gözlerimden akan yaşları silerken bir yandan çektiğim acıyı sindirmeye çalışıyordum. Bilincimi kaybetmediğim için şanslıydım. Bu kaos ortamında Tegin’e daha fazla zorluk çıkarmak istemiyordum.

Tegin, aracı kontrol ettikten sonra beni de alarak arabaya bindirmişti. Hastane bulmak için yola çıktığımızı düşünüyordum fakat bu şekilde gidersek yaralı olarak vardığımıza memnun olmamız gerekebilirdi. Sanırım acımı sonlandırmak için beni öldürmeye falan çalışıyordu. Geçtiği yollarda darbecilerden daha fazla hasar bırakması da cabası. Tabi darbeci arabasında olduğumuz için bu eylem de darbecilere kalabilirdi. Neyse ki zor da olsa tek paraca şekilde hastaneye varabildik. Darbeci aracından dolayı olacak ki insanların gerginliğini hissetmiştim araçtan inerken. Yine de bu işi toparlamayı da Tegin’e bırakacaktım çünkü şu an bir şeyleri açıklayabileceğimi düşünmüyordum. Yalnızca Tegin beni omuzladığında ona “Bu iş bittiğinde evine trafik cezası yollatacağım. Unutturma.” diye fısıldayacaktım.

Dışarıda tedavim yapıldıktan sonra telsizden bir anons geçildi. Herkesin buluşma noktasına dönmesi gerekiyordu. Yapacak bir şey yoktu. Göğsümde hala devam eden acıyı bir kenara koyarsak durumum iyi gibiydi. Başkente Tegin tarafından götürülmediğimiz sürece bir sıkıntı yoktu. Zor bir gün geçirmiştik ve bir an önce dinlenip iyileşmek istiyordum. Başkente vardığımızda ana karargaha getirilmiştik. Buradaki durum da hiç iç açıcı değildi. Olaylar bitmemiş aksine yeni alevlenmeye başlıyormuş gibi görünüyordu. Ayrıca darbecilerle ilgili tek bir bilgi bile edinememiştim. Aceleci davranmasaydım belki yaralanmayacak ve çadırdaki adamdan bir şeyler öğrenebilecektim fakat işler hiç beklediğim gibi ilerlemedi. Aklımdaki tek şey şu an hüküm süren kaosa bir son vermekti. Durum hakkında hiçbir bilgim olmayabilirdi. Yine de sınırda çıkacak bir kargaşanın Himota’ya sıçrama ihtimalini göz önüne almalıydım.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#33
Sai’nin yanına vardıktan sonra hızlıca yarasıyla ilgilenmesini söyledim. Önceliğimiz yarayı kapatarak kan kaybetmesini önlemekti. Bunu yapması içinde çadırı yaktığı zamanki element gücünü kullanmasını düşünüyordum. Plan güzeldi ama atladığım küçük bir nokta vardı. Eğer sezyum elementini doğrudan yarasının üzerine kullanırsa sonuç şimdiki durumdan çok daha kötü olacaktı. Bir an önce profesyonel yardım almak için buradan uzaklaşmayı düşündüğüm için bu olası sonucu düşünemedim. Neyse ki Sai yaralı olmasına rağmen mantıklı düşünerek yarayı dağlamak için hançerini kullanmamı söyledi. Onun hatırlatmasından sonra element gücünü kullanıp ısıttığı hançeri alarak dediği gibi yarasını dağladım.

Küçük operasyonumuzu bitirdikten sonra planladığım gibi etraftaki arabaları kontrol etmeye başladım. En yakındaki taşıtı kontrol ettiğim zaman hem içerisinde kimsenin olmadığını hem de anahtarların üzerinde olduğunu gördüm. Hazır herkes kusmaya, işemeye devam ederken vakit kaybetmeden Sai’yi arabaya bindirdim. Ardından bende sürücü koltuğuna geçtikten sonra eğlenceli yolculuğumuza başladık. Yolculuk boyunca benim sürüş yeteneklerim sayesinde küçük sorunlara sebep olsak da sürdüğümüz araç darbeci arabası olduğu için çok fazla umursamadım. Hastaneye vardığımız zaman meraklı bakışların arasında Sai’yi araçtan indirdim. Bu sırada yaptığı trafik cezası şakasına gülümsedikten sonra dışarıdaki insanları rahatlatmak için “Merak etmeyin darbeci değiliz. Sadece arkadaşımın yardıma ihtiyacı vardı. Bende elimdeki tüm imkanları kullanmak zorunda kaldım.” Dedim. Umarım bu kısa ama bir o kadar bilgilendirici açıklama yeterli olmuştur. Açıklamamdan sonra Sai’nin olması gereken tedavinin bitmesini bekledim.

Hastane de tam dinlemeye başladığımız sırada telsizimize anons geldi. Telsizdeki ses kısa ve netti. Hepimizin buluşma noktasına geri dönmesi isteniyordu. Bu emiri aldıktan sonra mecbur hızlıca buluşma noktasına geri döndük. Buluşma noktasında birbirimize konuşmaya fırsat dahi bulamadan arabalara binerek başkente gittik. Başkentte bizi Pakt kuvvetleri karşıladı ve ardından bizi ana karargâh olduğunu düşündüğüm bir yere götürdüler. Duyduklarıma göre en büyük ve en şiddetli çatışmalar burada gerçekleşmiş. Kuvvetlerin çoğu yaralandığı ya da daha kötüsü öldükleri için durum çok da iyi gözükmüyor. Burada artık ne yapmamız gerektiğine karar vermemiz gerekiyor. Pakt ile birlikte de savaşabiliriz veya onlara karşı. Başka bir ihtimal savaşmamayı da seçebiliriz. Bu seçeneklerin ne kadar fazla olduğu benim için çok da önemli değil. Burada oluşabilecek bir sorunun küçük de olsa Himota’ya zarar verme ihtimali varsa onu ortadan kaldırmak gerekir. Yani seçeceğim yol belli.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#34
"Durma, devam et. Ulaşmak zorundasın. Onu son kez görmek zorundasın."
Ellerini göğsünde birleştirdi. Ağlamayı kesemiyordu, kendini tutmaya çalışması bir işe yaramıyordu Mei'nin. Devam etmeye çalıştı, her adımı ile sırtına binen günahlarının yükü ile boğuştu. Pes ettiğini düşünerek durdu, yere çöktü ve tüm duygularını dışarıya vurmak için bekledi. Bağırmak, daha fazla ağlamak,hislerini dışarıya vurmak istedi. Gözlerinden daha önceden gelen ıslaklık dışında bir duygu istedi.

Ama yukarıda saydıkları olmadı.
Ağlamadı, bağırmadı ya da başka şekilde dışarıya vuramadı hislerini. Kendinden iğrenmesi bununla bir şekilde kendini gösterdi, birilerinin canına kıyabiliyorsa kendisininkine kıymaktan çekinmeyecekti çünkü artık dayanamıyordu. Elleri titreyerek sırtında bulunan onlardan birini aldı, ortadan ikiye kırdı ve boynuna keskin kısmını yaklaştırdı. Beyaz teninin üzerinde dev bir çizik ile kendi işini hızlıca bitirmek istedi, ancak hamlesi ayağına giren ağrıdan ötürü boşa çıktı. Elinin içinde bulunan okun kana bürünmüş derisinin üstünde bıraktığı ize baktı. Gözünün önünden tek tek anıları geçmeye başladı, önce amcası geldi aklına. Daha okulun ilk yıllarında minik bir kızken gizlice çaldığı mekanik parçaları amcasıyla bulunca beraber ufak mekanizmalar yapmayı öğrettiğini hatırladı. Arkadaşları gelmişti sırada aklına, önceki aylarda bir tesadüf amacıyla tanıştığı arkadaşı Bok, beraber dans bile etmişlerdi. Bok'un kötü geçen günlerinde iyi bir nokta olarak kalmış olmak onu mutlu ediyordu. Son olaraksa aklına bir günbatımı geldi, karşısında kibar ve tatlı gülümsemesi ile oturan, biricik ve en yakın arkadaşı Livei vardı gözlerinin önünde. Hediyesini kabul ettikten sonra mutluluğu geldi gözünün önüne , ardından beraber ağlamaları.
Tüm bunları düşünürken kesilen gözyaşlarının geri geldiğini anlaması, elinde bulunan kan lekelerinin üzerine dökülen damlalarla bir olmuştu...
Ayağa kalktı, gözlerini sildi. Üzerinde daha fazla yük hissetmedi, ağrılara dayanır şekilde yoluna devam etti. Pes etmeyecekti çünkü bir sebebi vardı. Kendisi mutlu şekilde yaşamıyor olsa bile başkalarının mutluluğu için yaşayacaktı.
Yolun geri kalanında hastaneye varma çabalarını sonuna kadar sürdürdü. Hastane ufukta göründüğünde yüzüne umutlu bir ifade yerleşmişti. Arkadaşını görmek adına girişe kendini attı, ama bünyesinin kaldıramayacağı bu hamleden sonra kendini siyah boşluğun içinde dinlenmeye bıraktı. Gözlerini açtığında kendini gelmesiyle beraber aklına gelen ilk şeyi söyleyecekti ama elini tutan Livei'nin görüntüsü ile ağlamaya başladı. Livei alnına bir öpücük kondurduktan sonra Meinsu konuştu.
"Sana bir şey oldu diye çok korktum."
Mutluluk gözyaşlarının ardından elini tutan Livei ile dinlenmeye başladı, sonsuza kadar bu anda kalmak istiyordu. Daha fazla yorulmamak, daha fazla acı çekmemek.
Ancak telsizin çalması ile hayatın buna kocaman bir "hayır" dediği açıktı.
Telsizden gelen bildiriyi dinledikten sonra Livei'nin peşinden kalktı. Yolun geri kalanı boyunca elini tutan Livei'nin gözlerinin içine baktı, onu asla bırakmayacağına kendi içinden yemin etti. Birbirlerine güven sağlıyorlardı, güçlü kalacaktı. Onu koruyacaktı, harcaması gereken şey kendi canı olsa bile.
Arabadan inmeden önce yanında bulunan takviye tüplerinden birini kullandı. Dışarıya çıktığında durum tahmin ettiğinden daha kötüydü. Günün önceki vakitlerinde yaşadıklarını düşündükçe, aynısının yaşanmaması için daha dikkatli davranacaktı. Eli yayına uzandı ve Livei'ye daha fazla yaklaştı. Kendi düşüncelerinin artık bir önemi yoktu, ama daha fazla kimsenin bencil düşünceler yüzünden acı çekmesini görmek istemiyordu. Arkadaşının nasıl bir seçim yaptığını hissetmişti, aynı yoldan gidecekti.

Savaşacaktı, bir ülkeyi ve bir fikri hayatta tutmak adına savaşacaktı!
Last edited by Meinsu Selsei on Sun Nov 15, 2020 1:29 am, edited 1 time in total.
Image
"Artık kendimi geride tutmayacağım."
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#35
Adamın söyledikleri içini buruk bir şekilde mutlu etmişti. Sesinin tonundan ve konuşurken zorlanmasından Livei'den daha ağır durumda olduğunu anlamıştı. Düşmanın kendisine ölümüne takviye tüpü basmış olduğunu duymak onu fazlasıyla şaşırtmıştı. Canlarını feda etmek pahasına nefret ediyorlardı demek ülkelerinin halkından. Gözlerini gerçekten de itiraf etmek istemediği kadar kan bürümüştü. Adamın az vakti kaldığını söylediğini duyunca ona bunun doğru olmadığını ve iyileşeceğini, yaşayacağını söylemek istedi ancak böylesine basit yalanlar sarf edemeyecek kadar yorgundu. Adamın hayat hikayesini sessizce dinledi. Son sözleri odada yankılanırken "Hoşçakal yurttaş, Frum ve Ser seni yanına alsın." diye mırıldandı sessizce. Kızıl uzun saçlarının yatağın kenarından sarktığını göz ucuyla görebiliyordu. Acıları bitmişti, kurtulmuştu. Ferahlamanın huzuru ölürken yüzüne yansımıştı. Ölü bedeninin doktorlar tarafından götürülmesinden sonra hızlı bir şekilde kendisini çok daha iyi hissetmeye başlamıştı. Doktorların verdiği ilaçlardan ve yarasının fazla ölümcül olmamasından mütevellit, çok kısa bir süre sonra neredeyse ayağa kalkabilecek duruma gelmişti. Uzun süre hareketsiz yatmaktan ötürü bütün uzuvları uyuşmuş ve kasları hamlamıştı. Odanın içerisinde birkaç esneme hareketi yaparak eski kıvraklığını geri kazanmaya çalıştı.

Odaya telaşla giren ekipleri gördükten sonra irkilmişti genç kız. Getirilen hastaya dikkatle baktığında bu kişinin biricik arkadaşı Meinsu olduğunu fark etti. Ağır yaralı bir haldeydi. Livei neredeyse çığlık atacaktı. Doktorlar gerekli işlemleri yapıp gittikten sonra arkadaşının elini iki avucunun arasına alıp sımsıkı tuttu. "Lütfen uyan, lütfen ölme, beni bırakma..." Odada genç kızın mırıltısından başka bir ses duyulmuyordu. Arkadaşının o güzel gözlerini açıp onu tanımasından sonra ise eğilip alnına öpücük kondurdu. Ona vedalaştığı şekilde kavuşması Livei'ye pek anlamlı gelmişti. Gözleri dolu dolu bir halde gülümsedi. "Tekrar hoş geldin."

Telsizlerden gelen emir üzerine buluşma noktasına doğru yola koyulmuşlardı. Livei yol boyunca Meinsu'nun elini bırakmadı. Sanki yaşam gücünü bu kızın ellerinden alıyor gibiydi. Kendisine görev başında verilmiş olan dört tüp takviyeden birisini enjekte etti. Hem atom enerjisini yenilemek hem de daha yeni kendine gelmiş vücuduna destek olmak istiyordu. Herhangi bir saldırı durumunda karşılık verebilecek güçte olmalıydı. Başkente vardıklarında durumlar hiç de iç açıcı değildi. Yardım kuvvetlerinde çok fazla kayıp ve yaralı mevcuttu. Birazdan burada başka bir savaş yaşanacaktı. Belki de en yıkıcı ve en güçlü olanı bu olacaktı. Savaşmalı mıydı? Livei hala bu savaşın anlamsız olduğunu düşünüyordu. Tihami'nin yapacağı şeyi hukuksal yolla yapması gerektiğini ve insanların canlarını işe karıştırmaması gerektiğini düşünüyordu ancak belli ki bu darbeyi başlatan adam gaddarın tekiydi. Diktatör olacaktı ve ülkeyi şimdiye dek demokrasi ve barış içerisinde yaşamını sürmüş bu masum halk için bir cehenneme çevirecekti. Hayatını bir kez hiçe sayıp tehlikeyi göğüslemişti zaten, tekrar yapmasında sorun olmazdı. Üstelik sevgilisi de burada olabilirdi. Tüm ülkelerden polisler görmüştü macerası boyunca. Bok'u böyle bir cehennemde bir başına bırakamazdı.

Kararını verdi. Savaşacaktı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#36
O an neon kılıcını tam vaktinde çıkartıp çıkartamayacağından emin olamamıştı. Belki tam vaktinde çıkartamayabilirdi, ya da zaten yarım yamalak işleyen vücuduna bir anda o kadar fazla komut vermesi kötü sonuçlanabilirdi. Yine de istediğini başarmış ve üstüne gelen saldırıdan kaçınıp, karşı saldırı yapabilmişti. Karşısındaki son düşmanı her ne kadar zor duruma sokmuş olsa da öldürmeyi başaramamıştı. Bu kendisine sıkıntı oluşturabilecek iken o anda imdadına dost birlikler yetişmişti. Düşman siperlerinin yıkıldığını duyduğu anda kafasını istemsizce sesin geldiği yöne doğru çevirmişti. Pakt birlikleri saldırıya geçmiş ve düşmanları geri püskürtmüştü. O anda içine gelen rahatlama bir yandan da vücudunun salgıladığı adrenalini kestiğinden olsa gerek, vücuduna binen ağırlığı anlamasını sağlamıştı. O kadar yaraya, yorgunluğa, düşünceye rağmen bu kadar süre vücudunun bunu Hironen'e göstermemiş olması onun için büyük bir nimetti. Vücuduna her ne kadar iyi davranmasa da, vücudu ona karşı olabildiğince yardımcı tavır sergiliyordu. Bu da Hironen'i yere yapışmaktan kurtarıp, dizlerinin üstüne çökmesini sağlamıştı.

Tam o anda gelen iki kişinin kollarından tutup kaldırması ve sandalyeye oturtmasıyla daha da rahatlamıştı. Artık kendisini salabilirdi istediği kadar. Bu süre zarfında da dost bildiği kişiler tarafından yaraları ilkyardım görmüştü. Sargılara sarılmış, su verilmişti Hironen'e. Bu sırada da konuşulanlara kulak misafiri olmuştu Hironen. Aslında Pakt birliklerinin bilerek saldırmadığı, düşmanlar atomik dengesizlik yaşayana kadar bilerek saklandıklarını öğrenmişti. Hironen için bunun kısa versiyonu buraya saldırmaya çalışmayıp biraz daha beklese Pakt birlikleri zaten burayı da ele geçirecekti. Biraz boşuna hayatını riske atmış durumdaydı şu an. Bu da düşünce yapısını sorgulamaya itmişti Hironen'i. Yine de bu sorgulama işini sonraya bırakması gerekecekti zira telsizden gelen haberle buluşma noktasına dönmesi gerektiğini anlamıştı.

Kendisini zorlaya zorlaya buluşma noktasına dönmeyi başarmıştı. Burada aldığı bilgiler sonrasında yeni rotası da gözükmüştü Hironen'e. Rotanın sonunda ise Tihami'nin Başkenti vardı. Başkente ulaştığında ise durumun vadiden daha vahim olduğunu anlamıştı. Pakt kuvvetlerinin karşılaması ile birlikte ana karargaha diyebileceği yere gitmişti. Yaralılar ve ölüler. Sayıları en fazla buradaydı. Bu duruma da yapabileceği çok bir şey yoktu zira kendisi de o yaralıların arasına yatabilecek kıvamdaydı. Etraftaki ölüleri ve yaralıları görünce aklına gelen ilk şey yaralarına baktırmak olmuştu. İlkyardım yapılmıştı ama adı üstünde, İLK yardım. Yani bunun devamının olması gerekiyordu. Ve Hironen bu tedaviyi uygulamadan ne kadar efektif olabileceğini sorgulamaya başlamıştı bile. Ne var ki, önündeki saatlerin ne kadar kritik olduğunu anlayabiliyordu. Görünüşe göre şimdiye kadar ki en büyük çatışma burada gerçekleşmişti. Yine aynı şekilde son çatışmanın da burada geçebileceğini biliyordu. Bu çatışmaya katılmayı istiyordu. Hem de çok. Ne var ki yaralarının buna izin vermeyeceğini de biliyordu. Yaralarıyla çatışmaya girse bile ne kadar efektif olabilirdi ki. Sonuçta bacakları doğru düzgün çalışmıyordu ve tek kolu neredeyse kullanılamayacak durumdaydı.

En iyi taktik, başka bir gün savaşmak için geri çekilmektir.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#37
Her biri gelecek vaadeden sizlerin Pakt tarafında olması ne kadar mutluluk verici! Frum ve Ser'in izni ile Tihami'ye hak ettiği kurtuluşu getireceğiz! Pakt galip gelecek!

Gecenin kucağında kalbi hâlâ atan her bir pakt askeri dinlenmekte. Çok yorucu bir geceydi. Birçok çatışma kazanıldı ve birçok kayıp verildi. Yaraların sarılması gerek. Bedenlerin toparlanması, zihinlerin bilenmesi gerek. Bazıları silahları ile ilgileniyor. Bazıları ise dostlarını kefene sarıyor. Herkesin bakışlarında karanlık bir ağırlık var. Herkes çatışmanın bittiğini, savaşın ise yeni başlayacağını iyi biliyor. Bu sırada bölgedeki sağlık çalışanları sizlerle ilgileniyor. İlk yardımın üstüne uzman eliyle müdahele sizleri eski şanınıza daha da yaklaştırıyor. Etrafta gezdikçe gerçeğin şiddetini daha çok hissediyorsunuz. O kadar çok ölü, o kadar çok yaralı, o kadar çok karamsar bakış...

Birkaç saat sonra bölgenin içinde birkaç kişinin koşuşturduğunu görüyorsunuz. Sıra sıra gördükleri herkese birşeyler söylüyor ve onlar da koşarak diğerlerine birşeyler söylüyorlar. Kısa sürede herkese yayılan haber size de geliyor. "İmparator Pisan ve Kral Deith düşmanın ana karargâhı olan Başkanlık Binası'na topyekün saldırı emri verdi. Savaşa hazırlanın!" Bütün Pakt görevlileri ile eş zamanlı olarak hazırlığa başlıyorsunuz. Kıyafet, zırh, silah, atom enerjisi derken geceyi gündüze çeviren bir ışık sizi far görmüş tavşana çeviriyor. Ardından savaş borusunun sesi havayı dolduruyor. Bütün Himotalılar büyülenmiş gibi ışığa ve ses doğru ilerliyor. Sai, Tegin ve Hironen üçlüsüne de kafalarıyla eşlik etmelerini işaret ediyorlar. Hatta ellerinde veya bellerinde silah göremezler ise mızrak uzatıyorlar. Işığın ve sesin kaynağına vardığınızda gayet ilginç bir manzara sizi karşılıyor. Devasa bir ateşin önünde gözleriniz kesiştiği gibi içgüdüsel olarak saygı duruşuna geçtiğiniz birisi duruyor. Üstünüzde bu denli zihinsel baskı kurabilen bir iradenin kim olduğunu sorgularken ona rapor vermek için yaklaşan elemanın sesini duyuyorsunuz. "Başmuhafız Ripoben, Pakt kuvvetleri emir ve görüşlerinize hazır!" Ripoben'in önünde ise bir şaman duruyor. Başında kurt kafası, saçları at kuyruğu, sırtında baykuş tüylerinden bir şal, ayak bileklerinde siyah renkte yılan derisi, göğüsünde ise demir kabartmadan bir ejderha. Onunda önünde davullu, sazlı ve borazanlı elemanlar hazır bekliyor. Herkes ateşe bakacak şekilde sıra olduktan sonra Ripoben şamana doğru kafasıyla onay veriyor. Şamanın elini havaya kaldırıp verdiği işaret ile şamana benzer görünümlü kişiler teker teker herkese tahta bir kase veriyor. Ripoben elindeki kaseyi Pakt kuvvetlerini doğru uzatıyor ve gürleyen bir ses ile açıklama yapıyor. "Bu gece düşmanın yüreğine hançer saplayacağımız gecedir. Bu gece kim olduğumuzu hatırlayacağımız gecedir. Bu savaş ayininde hepinizi aramızda görmek onur verici. Şimdi, kendimizle yüzleşme vakti!" Açıklamadan sonra karışımı kafasına dikiyor Ripoben. Ardından şaman, çalgıcılar ve sizler. Keskin bir tat damağınızı kesiyor ve bir üşüme geliyor. Davullar, sazlar ve borazanlar çalmaya başlıyor. Kısa süre sonra şaman çalgılara mırıldanmaya ve hırıltıya benzer seslerle eşlik ediyor. Sadece gırtlak sesleri çıkarıyor gibi. Muhafızlar ritimli olarak mızraklını yere vuruyorlar. Hızla gözleriniz kararıyor. Bedeninizi hissedememeye başlıyorsunuz ve zihniniz ağırlaşıyor. Duygu yok, düşünce yok, sadece boşluk. Aniden yaşamınız gözünüzün önünden film şeridi gibi geçmeye başlıyor. Şu ana kadar yaşadığınız bütün duygular ve düşünceleri adeta tek seferde yaşıyorsunuz. Hemen ardından girdiğiniz aksiyonları tekrar deneyimliyorsunuz. Çektiğiniz acılar, çektirdiğiniz acılar, adrenalin, telaş, gerginlik, coşku derken size saldıran soğuk ile benliğiniz kasılıyor. Kendinizi kırsal bir bölgede buluyorsunuz. Duyularınız fazlasıyla kısıtlı. İleride bir yükseltinin üstünde bir silüet görüyorsunuz. Hiçbir özelliğini seçemiyorsunuz. Yavaşça kılıcını kaldırıyor ve size doğru haykırıyor. O haykırdıkça duyularınız geri dönüyor, sezgileriniz geri dönüyor, varlığınızın kontrolünü geri alıyorsunuz. Silüetin arkasından doğan büyük ışık ile gerçekliğe dönüyorsunuz. Sanki araba çarpmış gibi farkındalık kazanıyorsunuz. Hafifsiniz, önceki ağırlıktan eser yok. Kendinize geldiğinizde karşınızdaki ateşin sizi sarıp ısıttığını fark ediyorsunuz. Duyularınız daha keskin, sezgileriniz daha kuvvetli, atom enerjisine daha yakın hissediyorsunuz. Sanarsınız saklı bir potansiyeliniz vardı da ona ulaşmış gibisiniz. Yenilenmiş varlığınızı özümsedikten sonra bütün seslerin kesildiğini fark ediyorsunuz. Ripoben varlığınızı sorgular nitelikte konuşurken hiç düşünmeden ve tereddüt etmeden cevap veriyorsunuz.

"Siz kimsiniz?"
"Biz savaşçıyız!"
"Siz kimsiniz?"
"Biz silahız!"
"Siz kimsiniz?"
"Biz üstünüz!"

Ripoben gülümseyerek memnuniyetini belirtir ve beklenen emri verir. "Hedefimiz düşmanın ana karargâhı olan Başkanlık Binası'dır. Topyekün saldırıya geçiyoruz. Bütün kuvvetler dümdüz ileri!" Savaş naraları ile hepiniz araçlara biniyor ve tam gaz düşmana doğru yol alıyorsunuz. Yaşamınız boyunca ilk defa bir savaşta yer alacaksınız. İlk defa bir bütün olarak hareket edeceksiniz. Eğer sağ çıkarsanız, eğer başarılı olursanız, gerçek birer savaşçı olacaksınız. Frum ve Ser sizleri kutsasın!
Off Topic
Konu sonlanmıştır. Event 1 hafta içinde devam edecektir. Ödüllerinizi event sonu alacaksınız.
Locked

Return to “Yata”

cron