Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#21
Tegin, bize yaklaşan elemanlardan birini indirdikten sonra adamın açığından faydalanarak diğerini etkisiz hale getirmeyi başarmıştım. Şimdi sırada işin zor kısmı vardı. Planımızı devreye sokma zamanı gelmişti. Herkes yerini aldıktan sonra çadıra arkadan yaklaşarak tutuşturdum. İlk aşama başarılı olmuş gibi görünüyordu. Adamı istediğimiz gibi çadırdan çıkarabildik fakat beni gördüğü anda bana saldırmak için hareketlendiğini fark etmem uzun sürmedi. Ben de hemen elimde sezyum elementinin ateş özelliğini oluşturacaktım tekrar. Adam bana saldırdığında ben de ateş özelliğiyle gözlerini hedef alarak saldırmaya çalışacaktım.

“Hay si-!” Neon elementinin gücüyle beklemediğim bir hızda bana ulaşabilmişti. Aldığım kılıç darbesiyle nefesimin kesildiğini hissettim. Kendi yaramdan dolayı adama odaklanamamış olsam da Tegin’in oku isabet etmişti sanırım. Kendi hamlemin ise işe yarayıp yaramadığının bile farkında değildim. Vücudumdan yere akan kanları izlerken bütün bedenimi umutsuzluğun kapladığı hissediyordum. İstemsizde dizlerimin üzerine çöktüğümde yere akan kanımın içinde geçmişim dökülüyordu sanki. Bütün yaşadıklarımın ve verdiğim sözlerin sonunu başımın öne eğilmesiyle yavaş yavaş bastıran karanlık getiriyordu.

“Üzgünüm anne, henüz yanına gelemem. Burada yapmam gereken daha çok şey var.”

Bilincimin kaybolmasına izin veremezdim. Neon elementinin etkisi geçip kılıç çıktığında çok kan kaybedebilirdim. Etraftan da sesler gelmeye devam ediyordu. Gidişat ne kadar kötüydü bilmiyorum fakat bir şeyler yapmak için önce bu durumdan kurtulmam gerekiyordu. Adamın kolundan tutup kendimden uzağa ittirerek ondan kurtulmaya çalışacaktım öncelikle. Yaraya mümkün olduğunca bastırarak kendimi güvenli bir yere sürüklemek istiyordum. Yaranın durumuna göre doktora ihtiyacım olabilirdi. Güvenliğe çekildikten sonra telsizden “Ben Sai. Yaralandım. Ormana yardım.” şeklinde mümkün olduğunca kısa cümlelerle yardım isteyecektim. Umarım Tegin’in de bu durumda doğaçlama bir planı vardır.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#22
Ses yaptığımız için gelen iki darbeci askerden birini hızlıca indirdim. Zaten pozisyonumu alarak uzun zamandır beklediğim için benim için çok da zor olmadı. Yanındaki diğer darbeci asker ise bu atışımı beklemediği için olsa gerek siper almak yerine ölen arkadaşına bakarak büyük bir açık verdi. Sai de bu açığı affetmeyerek diğer adamın hakkında geldi. Benim aksime o öldürmek için değil bayıltmak için hamle yaptı. Böylece davetsiz misafirlerimizden kurtulmuş olduk. Ancak adamı bayıltması bana kalırsa çok da mantıklı bir hamle değildi. Tabi ki bende üst rütbeli bir generali rehin almak isterim ama sese bakmak için gelen bir askeri de öldürmemek için çaba harcamaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Gücünü ayarlayamayıp adamı tek darbede bayıltamamış ya da ses çıkarmasına izin vererek acı bir çığlık atmasına neden olsaydı tüm operasyonu riske atmış olurdu. Zaten ortam bu kadar kaotikken başka hatalar yaparak işimizi zorlaştırmamıza hiç gerek yok. Karşımızdakiler bizim düşmanımız. Merhamet etmemize gerek yok.

Adamları etkisiz hale getirdikten sonra Sai vakit kaybetmeden hızlıca çadırlara yöneldi. Çadırın yanına geldikten sonra element özelliğini kullanarak çadırın alev almasına sebep oldu. Çadır yanmaya başladıktan sonra içindeki üst rütbeli darbeci de hemen can havliyle kendisini dışarıya attı. O dışarıya çıkar çıkmaz kafasına nişan alarak okumu bıraktım. Şimdilik her şey planladığımı gibi gidiyordu. Derken aniden işler değişti. Dışarı çıkan darbeci okum ona ulaşana kadar neon elementini kullanarak hızlıca Sai’nin göğsüne kılıcını sapladı. Ardından benim okumu yiyerek yere yığıldı. Üst rütbeli birinin öldürmüştük evet ama karşılığında Sai ağır yaralandı.

Sai’nin yere çökmesinden sonra işler iyice zorlaşmaya başladı. Darbecilerin emir komuta zincirine darbe vurmuş olmamıza ve savaşa başlamadan önce iki araç adamın uzaklaşmasına rağmen hala yanımızdaki arkadaşlar üstünlük kuramıyorlardı. İşler daha da kötüleşmeden önce bu durumu çözüp Sai’yi tıbbi yardım alabileceği bir yere götürmem gerekiyor. Bu yüzden vakit kaybetmeden element özelliğimi kullanarak Radyo aktifleştirme ile oklarımı güçlendirecektim. Bu güçlendirdiğim oklar ile durumu kendi lehimize çevirebileceğimize inanıyorum. Çünkü radyoaktif oklarım ile düşmanlarımı nereden vurduğum çok da önemli değil. Ok saplı kaldığı sürece 1 dakika boyunca saplandığı kişiye uranyum enjekte edeceği için vuruşum öldürücü olmasa bile sonradan yavaş yavaş etkisini gösterecek. Bakalım insan vücudu ne kadar uranyum kaldırabilir. Oklarımı güçlendirdikten sonra düşmanlarıma göndermeye başlayacağım. Amacım üstünlük bize geçene kadar atabildiğim her düşmana en az 1 ok atarak uranyumdan etkilenmelerini sağlamak. Ardından ortalık yatışırsa Sai’nin yanına giderek ona yardım etmek için neler yapabileceğime bakacağım.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#23
Her şey o kadar hızlı bir şekilde kabusa dönmüştü ki...

Neden başka bir ülke için canını tehlikeye atıyordu? Buna değecek miydi?

Darbecilere en yakın araca ulaşmak için yolun karşısına geçmesi gerekiyordu. En uygun anı kollayıp kendini yolun karşısına atacaktı. Kalbinin gümbür gümbür çarptığını hissedebiliyordu. Herkes çatışmaya öyle odaklanmıştı ki genç kızın düşman tarafına geçtiğini fark etmemişlerdi. Bu durum değişmeden önce derhal planını gerçekleştirdi. Bu üzerine hiç düşünülmemiş plan konusunda kendine güveni yoktu ancak işe yaraması için ne kadar dua etmesi gerekiyorsa edebilirdi. Sezyum tozlarını fırlatıp matarasındaki suyu döktü.

Ve... bom?

Hayır, daha çok "puf" olmuştu. Patlaması hiçbir işe yaramamıştı! Bu şu anda başına gelebilecek en kötü şeylerden birisiydi. İkincisi ise onu fark etmeleri ve kurşun yağmuruna tutmalarıydı. Arabanın yakıtına denk getiremediği ve aracı patlatamadığı için yeteneğine, şansına ve yukarıdaki tüm diğer güçlere küfürler saçmaya başladı. Şimdi, burada, yapacağı onlarca şey varken ölüp gidemezdi. Şimdi olmazdı. Darbecilerin onu fark ettiğini biliyordu. Siper alabileceği hiçbir yer yoktu. Ölecek miydi? Deinzei için değil de Tihami için girdiği bu anlamsız savaşta mı ölecekti? Can havliyle yapabileceği tek şeyi yapmaya başladı. Hastane tarafına doğru var gücüyle koştu. Arkasından onu takip eden kurşunların seslerini duyabiliyordu. Bacaklarını, kollarını, omzunu, belini sıyırıp geçen kurşunları hissedebiliyordu. Adrenalin kaslarına doğru öyle bir pompalanmıştı ki şimdilik acıyı hissetmiyordu. Sonrasında ise muhtemelen bağırarak ağlayacağı kadar canı yanacaktı. İyi gidiyordu. Henüz hayati bir bölgesine kurşun denk gelmemişti. Harikaydı! Biraz daha koşarsa hastaneye ulaşabilirdi!

Tam kendisini hastane bölgesine atmıştı ki ensesinden giren soğuk acıyı hissetti. Keskin ve sert bir madde bedenine hızla giriş yapmıştı. Yüzüstü yere kapaklanırken gözünün önüne annesinin güler yüzü, babasının endişeli ifadesi, Meinsu'nun ona siper olup kurşundan kurtardığı andaki ifadesi ve Bok'un ayışığı altında nefes nefese kalmış bir halde onu ne kadar çok sevdiğini fısıldarkenki yüz ifadesi geldi. Sonu gelmişti. Annesi ve babası arkasından çok ağlayacak mıydı acaba? Çiftlik yine eskisi gibi neşelenecek miydi? İnekler ve tavuklar kendilerine yeni arkadaşlar edinecekler miydi? Sis ve Minik her zamanki kavgalarına tutuşacaklar mıydı? Meinsu iyi olacak mıydı? Buradan sağ çıkabilecek miydi? Kendine yeni arkadaşlar edinecek miydi? Bok ne yapıyordu acaba? Onu da Tihami'ye göndermişler miydi? Şu anda buralarda bir yerde o da kendi canını tehlikeye atıyor muydu? Genç kız öldükten sonra bir başkasına aşık olacak mıydı? Livei sanki hiç var olmamış gibi yaşamlarına kaldığı yerden devam edecekler miydi? Ensesinden akan sıcak kan ellerine doğru ilerliyordu. Hiçbir şey göremiyor ve duyamıyordu. Tüm dünyası karanlığa gömülmüştü ve onu bilmediği bir yere doğru çekiyordu. Acımıyordu en azından. Can verişi huzurlu gibi görünse de pişmanlıklarla doluydu. Anne ve babasına yeterince teşekkür edemediği için pişmandı. Meinsu ile daha fazla vakit geçirmediği için pişmandı. Bok'u son bir kez daha göremediği için pişmandı. Deinzei halkına yardım edemeden öldüğü için pişmandı.

Her şey buz gibi bir karanlığa gömülürken hissettiği tek şey buydu... Pişmanlık...

Dehşet bir ağrıyla gözlerini araladı. Kaç saat, gün ya da ay geçmişti bilmiyordu. Vücudundaki her bir eklem çığlık atarak kendini duvarlara vurmak isteyeceği kadar çok ağrıyordu ancak bedenini hiçbir yere kımıldatamıyordu. Tek bir parmağını dahi oynatamıyordu. Ağzını açıp neler olduğunu sormak istedi ancak kuvveti kesinlikle yerine gelmiyordu. Felç mi kalmıştı? Hayat onu öldürmek yerine süründürmeye mi karar vermişti? Belki de arafta bir yerde günahlarının acısını çekiyordu. Yanı başında beyaz kıyafetli bir figürü seçebiliyordu. Melek miydi, azrail miydi yoksa bir doktor muydu?

Birkaç dakika sonra sesler ve görüntüler Livei'ye net olarak ulaşmaya başladı. Oldukça tanıdık dokusu, kokusu ve sesleri olan bir odadaydı. Hastane odası. Yanındaki beyazlı figür de doktordan başkası değildi. Son tahmininde doğru çıkmıştı. Doktor ona panik yapmamasını ve çatışmanın bittiğini, durumunun ise kritik olduğunu belirtmişti. Acaba üzülmemesi için yalan mı söylüyordu? Doktorların fazlasıyla yalancı olduklarını bilirdi. Kesin bir uzvunu ya da bir yetisini kaybetmişti. Tekrar hareket edebilecek miydi? Kendini zorlayarak konuşmaya çalıştı. "Hiçbir yerimi hissedemiyorum." Ölen olup olmadığını ve kaç kişinin öldüğünü, darbecilerin o kadar üstün durumdayken nasıl püskürtüldüklerini sormak istiyordu. Keşke konuşacak takati olsaydı. Bu cümleyi kurmak bile her yerinin acımasına ve yorulmasına sebep olmuştu. Eve gitmek istiyordu. Tüm bu darbeden de, Tihami'den de, her şeyden bıkmıştı. Meinsu neredeydi? Onu görmek istiyordu. Bok'u bulmak istiyordu. Değer verdiği onlarca insanın böyle anlamsız bir savaş uğruna hiç olmasını kaldıramazdı. Kendini oldukça zorlayarak bir cümle daha kurdu. "Meinsu burada mı?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#24
Yeterince yaklaştığını düşündüğünde hazırlamıştı hareketlilik stilini. Bu yakınlığın başta hedeflerine karşı olduğunu düşünmüştü. Hamlesini yaptığında ise, hedeflerine yaklaştığından ziyade kendi sonuna yaklaştığını fark etmişti. Biraz pervasızca hareket etmiş olsa da, yaptığı hamle sonunda yüksek rütbede olduklarını düşündüğü iki kişiyi yere sermişti. Hareketlilik stilini aktif edip düşmanına atlamadan saniyeler öncesinde beyninden geçen bin bir düşünce vardı. Bir saniye sonra düşmanlarına doğru atıldığında ise kafasında dolaşan tek şey hiçlikti. Vücut kontrolünü tamamen reflekslerine bırakmıştı düşünceleri. İnsanlığın ilk zamanından beri süregelen hayatta kalma içgüdüsü ön saftaydı şu an. Avına yavaşça yaklaşan vahşi bir kaplan misali yaklaşmış, yine aynı kaplan minvalinde atılmıştı düşmanına. İlk leşini de o zaman almıştı Hironen. Darbecilerden birisinin boynuna hızlıca yaptığı hamlenin ardından leşinin gözlerindeki korkuyu görmüştü. Son anları olduğunu kavradığı an son darbesini indirmek için çabalamıştı. Ölmeden hemen önce yapacağını yapmıştı ilk leşi. Sol bileğinde hissetmişti o acıyı bir anlığına. O acı ise Hironen'i durdurmaya yetmemişti. Seher ile ilk leşini almıştı. Haylaz ise Seher'den geri kalmamak için çırpınıyordu adeta Hironen'in elinde. İki yol arkadaşı da leşini aldıktan sonra sakinleşeceğini düşünse de öyle olmamıştı. Kan döktükçe kan istiyorlardı sanki. Gözlerini iki darbeci düşerken masadan ayrılamayan üçüncü darbeciye yöneltmişti Hironen. Bulundukları alanda çok fazla nefes alan insan olduğunu anlamıştı o anda. Bir kaç saniye içinde birisinin daha nefesi kesilecekti. Ve bunun kendisi olmaması için elinden geleni yapacaktı.

Bir kaç saniye içinde aldığı bütün yaraların acısı bir anda vücuduna ve bilincine ağır gelmeye başlamıştı. Bilinci yavaş yavaş uzaklaşırken vücudu ise yavaş yavaş yere yaklaşıyordu. Karşısında duran son darbeci ise son sürat üstüne doğru koşmaya başlamıştı bile. İçinde kalan ufak enerji parçalarını bir olmaya davet etmişti o an. Buradan kurtulmak için bir bütün olarak çalışmaya devam etmeleri gerekiyordu. Ne var ki vücudu buna çok da sıcak bakmıyordu. İki bacağına birden aldığı hançer yaraları vücudunun alt kısmından bağırıyordu yukarıya doğru. Sol bileğindeki ısırık izi ise o eli ile olan bağlantısını kopartmaya yetmişti. Şu an zar zor ayakta durabilen ve sadece sağ elini efektif bir şekilde hissedebilen bir Hironen vardı. Karşısında ise iki elinde de birer hançer olan bir darbeci. Oranlar açıktı. Hironen ise bu oranlara karşı gelmek için son hamlesini yapacaktı.

Rakibi hızla üstüne doğru atıldığı anda Hironen de vücudunu ileriye doğru atacaktı. Bu atılma yerde yuvarlanmak için olacaktı ama. Sol elini kullanamıyor olması, sol omzu üstünde yuvarlanamayacağı anlamına gelmiyordu Hironen için. Anlık olarak tüm acıya dayanmaya programlayacaktı beynini. Ardından sol omuzu üstünde kendisini yere atarken sağ elinde Neon'un Kılıç stilini aktif edecekti. Yuvarlanışını tamamladığı anda ayağa kalkmasına gerek yoktu. Doğrulmasına bile gerek yoktu. Sadece sağ eliyle darbecinin göğsüne doğru delici bir hamle yapması yetecekti. Kılıcın darbeciye girdiğini anladığı anda kılıcı aşağıya doğru çekecek, bunu yaparken vücudunu da komple yere bırakacaktı. Elinden geldiğince yeni darbeler almaktan kaçınması gerekiyordu.

Üç saniye içinde karşısındaki darbeciyi öldüremezse eğer buradan canlı çıkamayacaktı muhtemelen. Üç saniyesi vardı. Yaşam ve ölümü ayıran üç saniye.
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#25
Meinsu Selsei: Ne kadar güzel bir gece! Gökte yıldızlar ışıl ışıl, yerde sular şırıl şırıl, rüzgâr püfür püfür, tam birisiyle çimenlere uzanıp göğü izlemelik bir gün. Peki, sen ne yapıyorsun? İç savaşın ortasında vahşi hayvanları yakalamak için icat edilmiş bir kapan ayağını parçalanma derecesine getirmişken bir düşman tarafından nefessizlik yoluyla bayıltılıyorsun. Bana sorarsan, günün anlam ve öneminden uzaksın. Acı, ağrı, nefessizlik ve düşman dörtlüsü seni sımsıkı kucaklarken sen ise bu ölüm kucaklamasından kurtulmak için elinden ne geliyorsa yapıyorsun. Kaba bir davranış ama olsun. Candan değerli ne var, değil mi? Her ne kadar bir hanımefendiye yakışır olmasa da, elmas stili ile kapladığın elini kabaca kapana geçirip kapanı kırmayı başarıyorsun. Tebrikler! Tabii, düşman bu başarını fark edince sana saygısından ötürü basıyor atom enerjisini karbon dioksite! Bir de "Erkekler kadınlara saygı duymuyor!" derler. Güç bela kendini düşmanın kollarından atıyorsun ve kendisine çabalarının karşılığı olarak küçük bir armağan bırakmayı da ihmâl etmiyorsun. Saldığın karbon monoksit düşmanda ciddi baş ağrısına neden oluyor ve olduğu yerde başını tutup inlemeye başlıyor. Ne kadar ince ruhlusun! Narin bir ceylan gibi seke seke uzaklaşıyorsun fakat var gücünle ağzından nefes alıp vermenin, öksürmenin, burnunu çekmenin ve hıçkırmanın çıkardığı ses ile yalpalayarak ilerleme çaban ceylana hiç benzemiyor. Gerçekten çok zor bir durumdasın ve doğal olarak kendinden üstün bir gücün varlığına olan inancın tetiklenerek içinden yakarmaya başlıyorsun. O da ne? Galiba birileri yakarışını duymuş olacak ki gecenin karanlığında yalnız kalmaman için o kadar da eski olmayan bir arkadaşın sana doğru koşar adım gelmeye başlıyor. Bil bakalım kim? Az önce zehirlediğin düşman! Kollarına bakacak olursak sana sarılmak istiyor olabilir. Ne kadar romantik! Gel gör ki, bir kadın "Hayır!" diyorsa bu "Hayır!" demektir ve beyefendi bunu bilmiyor gibi. Neden ona sıcak bir karşılama hazırlayıp bu değerli kuralı öğretmiyorsun? Ben elmastan yumruklarınla kafatasını parçalamanı öneriyorum.

Sai Nopaodan ve Tegin Hentanodan: Ah, evet. Göğüse ışın kılıcı. Klasik bir parça ama fazla klişe bence. Pek de hayranı olduğu söylenilemez. Bütün izleyenler aynı durumdan şikâyetçi. "Işın kılıcı fikri gayet havalı ve çekici fakat bedeni yarıp oluk oluk kan çıkartması biraz ağır kaçıyor." Sai de aynı şikâyeti paylaşıyor olsa gerek ki, bedenindeki yarıktan oluk oluk kan akarken dizinin üstüne düşüyor. Genellikle bu nokta drama artsın diye en basit davranışı sergilemeyi bile akıl edemiyorlar ama Sai telsize davranıp yardım istemeyi akıl edebiliyor. Tazeleyici bir okuma sunduğu için kendisine teşekkür ediyoruz! Gelelim eski güvenilir Tegin'e. Bu çocuk hiç konuşmuyor fakat işini çok iyi biliyor. Özgüven eksiklği de yaşamıyor olacak ki dostları ve düşmanlarının iç içe olduğu kavgaya yüksek ve uzak bir noktadan, Şahin İni'ne gitmemiş birisi olarak hem de, atış yaparak katılmak istiyor. Radyosyonlu oklarıyla. Tegin'in okları havayı yırtarak hedeflerine saplanıyorlar. Zınk, zınk, zınk! Bir düşmana, bir arabaya, bir dosta! Sakın endişelenme delikanlı, o kadar da başarısız olmadın. Sadece her dört atıştan biri dosta geldi. Arabaları saymıyorum çünkü onlar fasulye. Göndermeyi anlamadıysan söyleyeyim, fasulyeden kastım kendinden büyüklerle oynamak isteyen fakat oyunu anlayacak aklı olmadığı için oyuna etkisi olmayan bebek. Birkaç dakika içinde ortam derisi kızaranlarla, gözlerini yoklayıp bağıranlarla, kusanlarla ve altına kaçıranlarla doluyor. Kesinlikle iğrenç! Fırsat bu fırsat, Tegin meslektaşının yanına varıyor. Durum ciddi! Tegin'in yanında ilk yardım malzemeleri yok. Sai'nin süresi hızla azalıyor. Acaba ne yapacak? Çadırın kalıntıları ile arabaları mı yoklayacak yoksa meslektaşını sırtlanıp yardım aramaya mı çıkacak? Parmaktan sonra!

Livei Nyawodz: Kişiler ölüm anı ve etrafında beklendik ve beklenmedik birçok düşünceye kapılabilirler. Bu kesinlikle doğal ve anlaşılır bir olay fakat ölümün kapıya dayandığı bu anda "anlamsız savaş" gerçekten kırıcı bir düşünce oldu. Hani, masum insanlar ölüyor. Ne bileyim, ülke elden gidiyor. Barış kavramı sağlam bir tehlike altında mesela. Kişioğullarını korumakla sorumlu birisine yakışan düşüncelerden değil bu. Hem bir kişinin olası son düşüncelerinin devlete karşı terörist konumunda olan bir azınlık olması çarpık. Gel gör ki, yine de ölmüyorsun çünkü baya baya hakaret ettiğin kişiler senin münasip bir tarafını kurtarıyorlar. Birilerinin özür borcu var~ "Meinsu burada mı?" Ne kadar da masum bir soru! Yanındaki doktor, Meinsu adında birisini tanımadığı ve ağzına kadar dolu hastanede herkesin adını aklında tutamayacağı için sana "Frum ve Ser'e yakaralım da burada olmasın." diyor ve "Lütfen dinlenmene bak. Sana ihtiyacımız olacak." dedikten sonra diğerleri ile ilgilenmeye gidiyor. Yerinde olsam kendimi hareket etmeye zorlamazdım. Hoş sonuçlar doğurmayabilir. Kafanı az çok oynatabiliyorsun ve odada senin gibi yatan bir kişi daha var. Neden biraz sohbet etmiyorsun?

Hironen Nokogi: Hadi, aldığın gereksiz seviyede tehlikeli eylem kararını sırf az çok hedefine ulaşabildiğin için göz ardı edelim. Şu an sol eli çalışmayan, bacakları bozuk bir motordan farksız ve tek sağlam parçası sağ eli olan bir kişisin. Durumunun ne kadar ölümcül olduğu besbelli. Yetmiyormuş gibi, ne kadar dezavantajlı olduğun da besbelli. Silahsız da kaldın. Sormak istediğim soru şu, tam olarak aklından ne geçiyordu da yerde yuvarlanan senin durumundaki bir kişinin hiçbir dezavantajı olmayan sağlıklı bir düşmanının göğüsüne ışın kılıcı saplamak için bırak kalkmayı, doğrulmasına bile gerek olmadığı kanaatine vardın? Ölümle burun buruna olan birisinin takla atması beklendik değil, yalan yok. Bir anlık şaşırma bile düşmanın geç tepki vermesine neden oluyor, evet. Kıvraksın da, yok sayılamaz bir etmen. Ancak düşman "Bir zahmet!" edasıyla sıradan bir yara ile kurtulabiliyor. İçgüdüsel olarak yarasını tutuyor ve kanamayı bastırırken yerde açıklarla dolu sana doğru tek hançerle saldırıyor. Seni hafife aldığı ve yarasına bastırmak zorunda olduğu için tek hançerle saldırması senin yararına çünkü nereye denk geleceği belli tek bir saldırıdan kaçınman gerek. Boğazına doğru bir hançer gelirken sana bir hatırlatma yapmak istiyorum. Hazır bir puanı olan özelliğin kavrama değil kuvvet iken beş puanlık kavramanı devreye sokmaya ne dersin? Çok parlak bir fikir, değil mi?
Off Topic
Meinsu Selsei, atom enerjin %100'den %50'ye düştü.
Tegin Hentanodan, atom enerjin %100'den %75'e düştü.

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#26
Ne kadar şairane olmaya uzak bir gece, polis memuru olma etiğinden en son derece uzaklaşıp seri katile dönmüş beyaz saçlı bir kıza göre aşırı normal bir gece sayılmazdı üstelik. Meinsu duygusal karmaşasasını düşünecek durumda olmadığından ona geçsek daha iyi olur.

Meinsu bayılma ile ayık durma ikilemesine gidip gelirken tuzağı kırmayı başarmıştı, ancak başarısını kutlayacak zaman bulamayacak gibi gözüküyordu. Karşı saldırı olarak kullandığı karbon monoksit rakibini bir süre oyalamaya yetmişti ama yeterli zaman olmadığından Meinsu adeta bir ceylan (!) gibi geri çekilmişti. İçinden bu duruma düşmesinin tek sebebinin dikkatsizliği olunca kendine yeniden içinden olacak şekilde küfretti. Küfretmezdi genelde, ama bu durumda en yapmayacağı şeyi bile yapmış olduğundan ne yapacağını kimse tahmin edemezdi. Hala yorgunluk ve yalpalama içinde geri çekilirken üzerine gelen kişiye baktı, iki taraf birbirinden beterdi. Buraya kadar ilerlemişti, burada ölürse ne olurdu? Büyük ihtimalle öldürdüğü kişiler ona ruhları ile tekme atardı. Dünya üstünde bulunan kişiler hakkında ne düşünürdü bilemiyordu tabii. Amcasının bunu kaldırabileceğini sanmıyordu, Bok büyük ihtimalle onu çoktan unutmuştu bile. Birkaç kişiyi daha aklından geçirmişti, hepsini düşününce içinde bir his canlanıyordu sanki. Ancak birisine sıra gelince bir şeylerin yanlış gittiğini anlamıştı.

"Livei"

Kendisine yaklaşmakta olan adama karşı bir irkilme ile kendine geldi, üzerine doğru geldiğinde vurmak için hazırdı. Elmas stili hâlâ aktifken adamın yüzüne doğru sert bir şekilde vurmaya çalışacaktı, taktiksel düşünmesine imkan yoktu. Canı yanıyordu, ağlamak istiyordu ama ağlayamıyordu. Adama vuruşundan sonra eğer bir şekilde kaçmayı başarırsa diğer eli ile önceden hazırladığı oku adamın boynuna geçirecekti. Eğer iki saldırıyı durdurursa son çare ile sakat olmayan bacağını kasıklarına geçirecekti. Kalın topuklu botları boşuna giymiyordu.
Bu hırpalamadan başarılı çıkarsa geriye çekilme planına devam edecekti. Bir ok alıp kumaş parçası yırtıp sarmaya zaman bulabileceği bir mesafeye destek alarak gidecekti.
"Kendini avutman ne kadar acıklı, hâlâ onları iyi bir sebep için öldürdüğünü düşünüyorsun değil mi?"
Görünmeyeceği bir yere geçip (uzaklaştığını varsayarak) ruhsal olarak olmasa bile fiziksel olarak dinlenecekti.
"Ben...hepsini...onlar için..."
"Onlar için mi? Onları kurtarabildin mi peki? Hayır! Onlara bir yararın oldu mu? Hayır. Sen bir katilsin."
Elleri ile saçlarını tuttu, kafayı yemek üzereydi.
"Ben katil değilim.
Sen bir katilsin.
Ben bir katil değilim
SEN bir katilsin.
Ben bir..."

Ağlamaya başladı, kendisi bir hataydı. Beceriksiz, aptal bir hata. Karşıdaki insanların gözünde kendisi bir düşmandı, ne yaptığını düşünüyordu ama bir yere varmakta zorlanıyordu. En sonunda ağzından birkaç kelime çıktı.

"Ben bir katilim."

Dizlerini kendine çekti, ne olacağını bilmiyordu. Kolyesini eline aldı. Tamamen unuttuğu bir detay rastgele bir zamanda yeniden aklına gelmişti, kendini ayağa kalkmaya zorlayacaktı.
"Bana iyi olacağına söz verdin, lütfen iyi ol. Daha fazlasını kaldıramam, lütfen hayatta kal."
İlerleyeceği yer belliydi, acıyı umursamasa bile zorlanacaktı ama bu onu yolundan etmeyecekti. Onu görmesi gerekiyordu, kendisinin iyi olup olmaması şu an düşündüğü en küçük detaydı aklına o girdiğinden beri.
Image
"Artık kendimi geride tutmayacağım."
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#27
Gaipten sesler duymaya başlamıştı Hironen, ya da öyle düşünmesini istiyordu beyni. Belki de en basitinden ölümle burun buruna olduğu için beynindeki perde inmişti ve uhlevi varlıklar ile konuşmaya başlamıştı. Sesin kime ait olduğunu bilmiyordu ama söylediği şeyleri bariz bir şekilde duyabiliyordu. "Hadi, aldığın gereksiz seviyede tehlikeli eylem kararını sırf az çok hedefine ulaşabildiğin için göz ardı edelim." Çatışma ortamında ha bir eksik ha bir fazla bir şey ifade etmezdi. Bu sebeple girmişti zaten darbecilerin üst rütbelilerinin arasına. Yoksa Hironen canına susamamıştı. Susamış da olabilirdi. Ama konumuz şu an o değil. "Şu an sol eli çalışmayan, bacakları bozuk bir motordan farksız ve tek sağlam parçası sağ eli olan bir kişisin. Durumunun ne kadar ölümcül olduğu besbelli. Yetmiyormuş gibi, ne kadar dezavantajlı olduğun da besbelli. Silahsız da kaldın." "Sağol ya, valla. Uhlevi varlık çok yardımcı oluyorsun şu an." "Sormak istediğim soru şu..." "Sor yiğidim." "...tam olarak aklından ne geçiyordu da yerde yuvarlanan senin durumundaki bir kişinin hiçbir dezavantajı olmayan sağlıklı bir düşmanının göğsüne ışın kılıcı saplamak için bırak kalkmayı, doğrulmasına bile gerek olmadığı kanaatine vardın?" "Valla tam yuvarlanmaya başladığım an onu ben de sordum kendime biliyor musun Uhlevi? Bu arada sana Uhlevi desem bozulmazsın değil mi Uhlevi? Dedim gitti valla." "Ölümle burun buruna olan birisinin takla atması beklendik değil, yalan yok." "Heh, bana böyle gel canımı ye. Hafif manyaklık da var bende. Ondan oldu o." "Bir anlık şaşırma bile düşmanın geç tepki vermesine neden oluyor, evet." "Bunu bir de bacaklarıma ve sol koluma anlatır mısın? Onlar bu durumun farkında değiller maalesef." "Kıvraksın da, yok sayılamaz bir etmen." "Hihihi, sen bir de beni malum yerde gör Uhlevi. Gerçi görmüşsündür muhtemelen, Uhlevi'sin sonuçta." "Ancak düşman "Bir zahmet!" edasıyla sıradan bir yara ile kurtulabiliyor." "Ben de ölsün dememiştim zaten. Bi Zahmet!" "İçgüdüsel olarak yarasını tutuyor ve kanamayı bastırırken yerde açıklarla dolu sana doğru tek hançerle saldırıyor." "Heh, burada da benim bi sorum var. İçgüdüsel olarak yarasını tutan bir adam nasıl aynı anda bana saldırabiliyor? Cevap verme. Biraz önce aynısını ben de yaptım, tamam." "Seni hafife aldığı ve yarasına bastırmak zorunda olduğu için tek hançerle saldırması senin yararına çünkü nereye denk geleceği belli tek bir saldırıdan kaçınman gerek." "Aynı cümleyi bir daha kurar mısın lütfen?" "Boğazına doğru bir hançer gelirken sana bir hatırlatma yapmak istiyorum." "Heh, buyur hatırlat Uhlevi yiğidim." "Hazır bir puanı olan özelliğin kavrama değil kuvvet iken beş puanlık kavramanı devreye sokmaya ne dersin? Çok parlak bir fikir, değil mi?" "Puan mı? Ne puanı? Oyun mu oynuyoruz Uhlevi yiğidim? Ben burada canımla cebelleşiyorum. Ay yok sen değişik değişik konuşmaya başladın ben gidiyorum. Gideyim de canımı kurtarayım. Tekrar görüşmek dileği ile Uhlevi. Ama aynı şartlar altında olmasın lütfen."

Gaipten gelen sesler kesildiği anda tekrardan önündeki işe odaklanmıştı Hironen. Tam karşısında yarasına bastıran bir düşmanı vardı. Aynı anda tek elindeki hançeri ile saldırmaya çalıyordu. Bu durumu avantajına çevirebileceğini düşünmüştü o an için. Sonrasında aklına kaçma fikri gelse de, bacaklarının o anki durumu ile bunun çok mümkün olmadığına kanaat getirip ilk planına geri dönmüştü. Bu durumu avantajına çevirmesi gerekiyordu. Boğazına doğru hızla ilerleyen hançerden kaçınmasının bir yolu olmalıydı. Kendisini geriye doğru yuvarlamayı deneyebilirdi. Sağa ya da sola. Belki de aradaki farkı sıfıra indirmek için bıçağın altından doğru rakibine yaklaşabilirdi. Bu durumda bir eli ile yarasına bastıran rakibini tamamen savunmasız yakalayabilirdi. Evet, bunu kullanacaktı Hironen. Bu planı için kendisini şartlayacak ve doğru anın geldiğine inandığında hamlesini yapacaktı.

Rakibinin hançerinden kurtulmak için kendisini mümkün olduğunca yere yaklaştırıp zar zor çalışan bacakları ile kendisini mümkün olduğunca rakibine yaklaştıracaktı, hafif sağına doğru. Bu hareketinden çok bir performans beklemiyordu zira Uhlevi'nin dediğini şu an için anlamaya başlamıştı. Hironen zeki bir kızdı. Ne var ki gücü zekası ile ters orantılıydı. Bu sebeple rakibinin dibine kadar girip kuvvet ihtiyacını sonuna kadar azaltmayı amaçlamıştı. Eğer rakibinin hançerinden kurtulup istediği pozisyona girebilirse, sağ yumruğu ile rakibinin boğazına bir yumruk geçirecekti. "Çok nefes kesici bir hareket... Gerçek manada."
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#28
Darbecileri indirmek için attığım oklar ile %75 başarılı bir şekilde hedeflerimi vurmayı başardım. Bu oran çok düşük olmasa da hala kendimi geliştirmem gerekiyor. Oklarımı güçlendirdiğim için çok dikkatli hedef almadım ama bu bahanenin arkasına sığınmam çok da doğru değil. Eve döndükten sonra daha fazla antrenman yaparak isabet oranımı arttırmam lazım. Gelecekte yine böyle bir durumla karşılaşırsam tek ok bile kaçırmak istemiyorum. Attığım tüm oklar hedefini istisnasız bir şekilde vurmak zorunda. Ancak o zaman emekli olduğum zaman neler yapacağımı düşünmeye başlayabilirim. İlerleyen görevlerde kaçırdığım bir ok yüzünden hayatımı kaybetmek ya da daha kötüsü kalıcı bir hasar almak istemiyorum. Bu yüzden daha da güçlenmem gerekiyor.

Attığım oklar sayesinde az önceki dezavantajlı durumumuzdan kurtulduk. Artık hem bizimkiler hem de darbeciler savaşacak durumda olmadıkları için bir sorunumuz kalmadı. Çünkü alandaki herkesin savaşma isteğini kaybettiğinden eminim. Az önce birbirlerinin boğazına sarılan kişiler şimdi radyasyonun yan etkileriyle uğraşmak zorundalar. Özelliğimi kullandığım zaman az çok böyle bir durumla karşılaşacağımı biliyordum. Bu yüzden şehirdeki görevlerde oklarımı güçlendirmekten kaçındım. Aslında burada da kullanmak istemiyordum ama hem ortağımın yaralanması hem de beceriksiz müttefiklerim yüzünden mecbur kaldım. Şimdi rahat bir şekilde hareket edebilirim. Hijyen standartları daha da aşağıya düşmeden hızlıca ortağımın yanına giderek ne durumda olduğuna bir de yakından baktım. Durum tahmin ettiğimden daha daha da kötüydü. Çabucak bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Yoksa yeniden ortak aramaya başlamak zorunda kalabilirim. İlk önce etrafa göz gezdirdikten sonra Sai'ye dönerek " Vakit kaybetmeden element özelliğini kullanarak yaranı dağla bende etrafta neler bulabileceğimi bakacağım." diyeceğim. Ardından ilk önce arabanın çalışıp çalışmadığına bakacağım. Eğer araba çalışır durumdaysa Sai'nin yarası ile ilgilenecek birilerini bulmak için yola çıkabiliriz. Araba çalışmıyor ise etrafta kullanabileceğim başka neler var onlara bakmaya çalışacağım.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#29
Hava aniden soğumaya başladı. Halbuki yağmur yağacak gibi de görünmüyordu. Bu aniden gelen ürperme hissi biraz rahatlamama neden oldu açıkçası. Vücudumun tek sıcak noktası göğsümdeki yaraydı sanırım. “Aşık olduğunda göğsünde bir sıcaklık hissedersin.” deler. Onun gibi bir şey miydi acaba? Tabi ki her yerim üşürken kalbimin bu sıcaklığının başka nasıl bir açıklaması olabilir. Hem de bu kanlar… Ah..! Aslında kırmızı renk bu bana yakışıyormuş. Bundan sonra daha çok kırmızı gömlek tercih etsem fena olmaz. Belki saçımı da boyatabilirim. Bir değişiklik olur. Şuradaki insanlar da eğlenceli bir gösteri sunuyorlar sanırım. Kusmaları falan iştahımı kapattı gerçi. Üçüncü sınıf bir aksiyon filmi gibi. Keşke bütçeli bir yapım olsaydı belki biraz iyi zaman geçirebilirdim.

“Element mi? Ne elementi canım?”

Kafamın içindeki seslere mi cevap veriyordum? İrkilip etrafıma baktığımda Tegin’in başımda dikildiğini gördüm. Ne zaman gelmişti? Başım hala dönüyordu. Biraz daha kan kaybedersem bilincimi tamamen kaybedebilirdim. Kanamayı durdurmam gerekiyordu fakat benim alevimle direkt temas edemezdim. Eğer gücümü ayarlayamazsam göğsümü tamamen paramparça edebilirdim. Bu da bir riskti. En son telsizden yardım istediğimi hatırlıyordum. Göz ucuyla etrafıma baktığımda henüz bir yardımın ulaşmadığı açıkça görünüyordu. Bu işi bizim halletmemiz gerekiyordu. Hançerimi çıkartıp Tegin’e uzatacaktım. “Öncelikle şu işi halletmemiz lazım. Ben alev oluşturunca hançeri ısıtıp yaraya bas. Bunu tek başıma yapamam. Ne kadar acı çekersem çekeyim hançeri çekmemen gerek.” diyecektim. Eğer bu yarayı kapatmazsak hiçbir işe yaramamakla beraber fazladan yük olmaktan başka bir şey olmazdım. Biraz acılı geçecekti fakat buna dayanmam gerekiyordu. Bir yandan da dişimle sıkmak için dal gibi bir şeyler bakacaktım etrafta.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu - Gedhilfe & Himota] Yıkılan Kale

#30
Doktor, genç kıza Meinsu adında birisini tanımadığını söylemişti. Zihni hala tam olarak berraklaşamamış Livei'nin yüreğine bu cevap su serpmişti. Sonuçta Meinsu isminde bir Tihamili olamazdı, değil mi? Meinsu ismi doktora tanıdık gelmediyse arkadaşı için hala umut var demekti. Dışarıda bir yerde ölmediyse... Livei aniden buluşma noktasına dönmesi gerektiğini hatırladı. Vücudunu kıpırdatmaya çalıştıysa da bu çabaları beyhudeydi. Tüm vücudu ağrı ve acı içerisindeydi. Soluk alıp vermek bile zor bir iş haline gelmişti. Saat kaçtı? Ne kadar vakit geçmişti? Diğerleri neredeydi? Hiçbir sorusuna yanıt alması mümkün değildi. Meinsu'yu bulmak istiyordu. Onu bulmaya dair güçlü bir dürtü vardı içinde. Arkadaşının başına kötü bir şeyler geleceğini hissediyordu sanki. Bu hislerinin kendisini yanıltmasını umdu.

Doktor dinlenmesini tembih edince sakince başıyla onayladı. Kendisine ihtiyaçları olacağını söylemişti. Doğru ya, ülkede savaş hala devam ediyordu. Onun gibi bir element kullanıcısı hala bir işe yarayabilirdi. Bir an önce iyileşmesi ve sevdiklerini kurtarması gerekiyordu. Livei açıkçası Tihami'ye ne olacağını pek de umursamamaya başlamıştı. Bu ülkenin iç işlerine karışmak onu ilgilendirmiyordu. Pakttan çıkmak istiyorlarsa da çıkabilirlerdi. Bunun için illa savaş çıkartmaları ve yüzlerce masumu öldürmeleri mi gerekiyordu? Siyasi yollardan çözemeyecekleri bir mesele miydi bu? Ölen insanlar ne uğruna ölüyorlardı gerçekten? Tihami paktı terk etmediğinde ne olacaktı, paktı terk ederse ne olacaktı? Tüm bunların üzerine düşünmesi için uzun zamanı var gibiydi. Hastanede başka hiçbir uğraşı yoktu sonuçta. Bu kadar derin konular üzerine düşünmeye başlarsa akıl sağlığını kaybedeceğinden endişeliydi. Sıkıntıyla başını diğer hastaların yataklarının olduğu yöne çevirdi. Bunu yapmak bile inanılmaz canını yakmıştı. Kendisini her hareketinde inleyen yaşlı teyzeler gibi hissediyordu.

Diğer hasta yataklarına baktığında yüzünü ve dış görünüşü net seçemediği birisinin yatmakta olduğu dikkatini çekti. Ne yaşı ne de cinsiyeti hakkında hiçbir fikri yoktu. Bu şahıs dışında da odada kimse yok gibi görünüyordu. Kendini zorlayarak bu kişinin baygın olup olmadığını yokladı. "Merhaba." Şu anda birisiyle konuşarak vakit geçirmeye ve aklını dağıtmaya her şeyden çok ihtiyacı vardı. Hem kim bilir, belki işine yarayacak bir şeyler öğrenebilirdi? "Nasılsın? Yaralı mısın?" Bir süre soluklandıktan sonra kendisini uzun bir cümle kurmaya hazırladı. "Az evvelki çatışmada neler yaşandı biliyor musun? Burayı tamamen kuşatmışlardı ve sayıca üstündüler. Ben orada vuruldum. Çatışmanın nasıl kazanıldığını merak ediyorum." Enerjisi tamamen tükenmişti. Canı çok ama çok yanıyordu.
Image
► Show Spoiler
Locked

Return to “Yata”

cron