Harabeler ve virane şehir, ziyan gönüllerde zavallı çığlıklarını sessiz sessiz, nakış nakış işliyordu kulaklarına. Siyah ve nasırlı ellerin, yüreklerde umut ve ışık ile azmederek kurduğu tüm güzelliği; basit kuklaların yok etmesi... Daha kötüsü olabilir miydi? Hangi akçe bunu satın alabilirdi, hangi ehl-i hüküm buna karar verebilirdi? Alevlerin, karanlığın ve umutsuzluğun ortasında umudunu korumak ne zor imiş. Hera'nın yüzü kadar temiz yüreğinde bunu başarabilmesi kolay olmamıştı. Cesareti ile denizleri aşan, dağları deviren kükreyişi, karlar içinde uykusunu çeken bir mahlukatın buharlı nefesiydi şu an. Doğru zamanı bekliyordu. Dostlarını izliyor, dikkatli gözlerle çevreyi taramayı sürdürüyordu.
Arıyordu pörtlek ve bühur dolu gözleriyle. Bir hasım, bir iblis, bir nefes arıyordu. Ancak yoktu. Yaşam belirtisi yoktu. Ölüm kol geziyor, yağmalanmış dükkanlara baktıkça ciğerine kirletilmiş ve onursuz havayı çekiyordu. Kabul etmeyecekti, asla özümsemeyecekti. İşkenceyi, zalimliği ve savaşı. O polislerin sivillere neler yaptığına şahit olmuştu. Düzen aşığı değildi, pakt sempatizanı veya krallıkların elemanı hiç bir zaman olmamıştı. Sadece iyi yol ve kötü yol vardı. Güzelliğe giden yol kanlı olursa, kötülüğü seçerdi. Bu kadar basitti Hera için politika. Nedenleri düşünmedi, onun yerine düşünenler vardı. Sadece hançeri saplama vakti geldiğinde, bir nedeni olsun istiyordu. Vakit demişken... Bir his, bir ürperti kaplamıştı içini. Boşa değildi. Sesler kulağını çılgınlıkla doldururken çevirdi kafasını. Tam altı metre gerisindeki patlamaya şahit olduğu an vücudu harekete geçti. Kendisini savunma pozisyonuna aldı. Dizlerini kırdı, kargısını yatay doğrultuda çevirdi. Fakat önüne döndüğünde, bu patlamanın nedenini daha iyi anlayabilmişti.
"Bizi durduramazsınız... Hiç biriniz!"
Dokuz kişi.. Dokuz iblis, dokuz şerefsiz... Artık acıma vakti değildi. Karar alma vakti hiç değil. Vakit geçmeden harekete geçmişlerdi. Bir tuzak olma ihtimalini hep aklında bulunduruyordu. Güle oynaya geçmelerine izin vermeyeceklerdi. Hera güldü. Her iki gamzesi de devasa oyuklar gibi kapladı yanaklarını. Sağ ayağını bir adım geri attı, dolgun kalçasını salladı. Boynundan kütürtüler gelmeye başlamıştı. Nefes alış verişi hızlandı. İzliyordu. Gelmelerini bekliyordu. Tahmin ettiği gibi oldu. Üçe ayrılmışlardı. Genelde avlayan olurdu, avlanan değil. Ancak ava gelenleri yolda avlamak kadar zevklisi yoktu!
Arkadaşlarına güveni tamdı. Şu an işini ne kadar hızlı hallederse, onun için o kadar iyi olacaktı. Daha önce atom enerjisini fazla kullandığı için zor durumda kalmıştı. O nedenle savunmaya geçtiği şu sırada elementine başvurmayı istemedi. Fakat karşısındaki zavallıların ona karşı element kullanmaya kalkışması durumunda geri durmayacaktı. Geliyorlardı. Biri önde, ikisi çaprazda. Anlamıştı, aynı anda gelirlerse menzil avantajını daha rahat kullanabilirdi. Hera'nın hareketini kısıtlamak istiyorlardı. Haklılardı. Kendilerine göre, onlar da yaşamak istiyordu. Vahşi kaplanın yüzündeki acı gülümseme, zavallı mahlukların acı çığlıklarıyla birleştiğinde geriye endişelenecek bir şey kalmayacaktı. Başlıyordu.
Çekti kargısını geriye, sağ eli ile birlikte. Çok sağlam tuttu. Ardından sol elini, kesici kısma olabildiğince yakın bir konuma getirdi. Ne yapacağını biliyordu. Öndeki ile uğraştığında, çaprazdakilerin avantajlı konuma geçmesi çok uzun sürmeyecekti. O yüzden sol ayağını ileri fırlamak üzere yere sertçe bastırdı. Onlara doğru koşturmayacaktı. Aradaki mesafeyi bir kılıç menzilinden biraz fazla olacak kadar indirmeyi bekliyordu. En öndeki herifin saldırmaya hazırlandığını anladığı gibi yere bastırdığı sol ayağından alacağı güçle ileri atılacak, sol tarafa doğru kendini çekecekti. Vücudunu yana doğru çevirip bakacağı doğrultuyu değiştirmiş olacaktı. Tam o anda, ona göre sol çaprazdaki polisi, az önce geriye çektiği kargısını tam güç ileri ittirerek deşecekti. Bu hamle, onu sağ çaprazdakinden olabildiğince uzaklaştırıyordu. Lakin en öndekinden bir saldırı bekliyordu. İşte bu nedenle kargısına bu kadar güveniyordu. Adamı deştiği an, iki eliyle halihazırda kavradığı kargısının gövde kısmını bir kılıç hamlesine karşı bloklamak üzere kullanacaktı. Yani kargısı, öndeki adamla arasında bir kalkan görevi görecekti.
Gözleri her zamankinden güçlü, her zamankinden acımasızdı. İnsanların bakarken üzüleceği, hatta kıskanacağı türden. Başka türlüsünü bilmezdi. Rakipler hep vardı, savaş her zaman olacaktı. O ise savaşacaktı. Bildiği, uyum sağladığı, hissettiği şey buydu. Öfke dolu nefesini verdi, basit ve boğuk bir hırıltıyla. Başladı avına.
İlk pençeyi savurdu hınçla.
Arıyordu pörtlek ve bühur dolu gözleriyle. Bir hasım, bir iblis, bir nefes arıyordu. Ancak yoktu. Yaşam belirtisi yoktu. Ölüm kol geziyor, yağmalanmış dükkanlara baktıkça ciğerine kirletilmiş ve onursuz havayı çekiyordu. Kabul etmeyecekti, asla özümsemeyecekti. İşkenceyi, zalimliği ve savaşı. O polislerin sivillere neler yaptığına şahit olmuştu. Düzen aşığı değildi, pakt sempatizanı veya krallıkların elemanı hiç bir zaman olmamıştı. Sadece iyi yol ve kötü yol vardı. Güzelliğe giden yol kanlı olursa, kötülüğü seçerdi. Bu kadar basitti Hera için politika. Nedenleri düşünmedi, onun yerine düşünenler vardı. Sadece hançeri saplama vakti geldiğinde, bir nedeni olsun istiyordu. Vakit demişken... Bir his, bir ürperti kaplamıştı içini. Boşa değildi. Sesler kulağını çılgınlıkla doldururken çevirdi kafasını. Tam altı metre gerisindeki patlamaya şahit olduğu an vücudu harekete geçti. Kendisini savunma pozisyonuna aldı. Dizlerini kırdı, kargısını yatay doğrultuda çevirdi. Fakat önüne döndüğünde, bu patlamanın nedenini daha iyi anlayabilmişti.
"Bizi durduramazsınız... Hiç biriniz!"
Dokuz kişi.. Dokuz iblis, dokuz şerefsiz... Artık acıma vakti değildi. Karar alma vakti hiç değil. Vakit geçmeden harekete geçmişlerdi. Bir tuzak olma ihtimalini hep aklında bulunduruyordu. Güle oynaya geçmelerine izin vermeyeceklerdi. Hera güldü. Her iki gamzesi de devasa oyuklar gibi kapladı yanaklarını. Sağ ayağını bir adım geri attı, dolgun kalçasını salladı. Boynundan kütürtüler gelmeye başlamıştı. Nefes alış verişi hızlandı. İzliyordu. Gelmelerini bekliyordu. Tahmin ettiği gibi oldu. Üçe ayrılmışlardı. Genelde avlayan olurdu, avlanan değil. Ancak ava gelenleri yolda avlamak kadar zevklisi yoktu!
Arkadaşlarına güveni tamdı. Şu an işini ne kadar hızlı hallederse, onun için o kadar iyi olacaktı. Daha önce atom enerjisini fazla kullandığı için zor durumda kalmıştı. O nedenle savunmaya geçtiği şu sırada elementine başvurmayı istemedi. Fakat karşısındaki zavallıların ona karşı element kullanmaya kalkışması durumunda geri durmayacaktı. Geliyorlardı. Biri önde, ikisi çaprazda. Anlamıştı, aynı anda gelirlerse menzil avantajını daha rahat kullanabilirdi. Hera'nın hareketini kısıtlamak istiyorlardı. Haklılardı. Kendilerine göre, onlar da yaşamak istiyordu. Vahşi kaplanın yüzündeki acı gülümseme, zavallı mahlukların acı çığlıklarıyla birleştiğinde geriye endişelenecek bir şey kalmayacaktı. Başlıyordu.
Çekti kargısını geriye, sağ eli ile birlikte. Çok sağlam tuttu. Ardından sol elini, kesici kısma olabildiğince yakın bir konuma getirdi. Ne yapacağını biliyordu. Öndeki ile uğraştığında, çaprazdakilerin avantajlı konuma geçmesi çok uzun sürmeyecekti. O yüzden sol ayağını ileri fırlamak üzere yere sertçe bastırdı. Onlara doğru koşturmayacaktı. Aradaki mesafeyi bir kılıç menzilinden biraz fazla olacak kadar indirmeyi bekliyordu. En öndeki herifin saldırmaya hazırlandığını anladığı gibi yere bastırdığı sol ayağından alacağı güçle ileri atılacak, sol tarafa doğru kendini çekecekti. Vücudunu yana doğru çevirip bakacağı doğrultuyu değiştirmiş olacaktı. Tam o anda, ona göre sol çaprazdaki polisi, az önce geriye çektiği kargısını tam güç ileri ittirerek deşecekti. Bu hamle, onu sağ çaprazdakinden olabildiğince uzaklaştırıyordu. Lakin en öndekinden bir saldırı bekliyordu. İşte bu nedenle kargısına bu kadar güveniyordu. Adamı deştiği an, iki eliyle halihazırda kavradığı kargısının gövde kısmını bir kılıç hamlesine karşı bloklamak üzere kullanacaktı. Yani kargısı, öndeki adamla arasında bir kalkan görevi görecekti.
Gözleri her zamankinden güçlü, her zamankinden acımasızdı. İnsanların bakarken üzüleceği, hatta kıskanacağı türden. Başka türlüsünü bilmezdi. Rakipler hep vardı, savaş her zaman olacaktı. O ise savaşacaktı. Bildiği, uyum sağladığı, hissettiği şey buydu. Öfke dolu nefesini verdi, basit ve boğuk bir hırıltıyla. Başladı avına.
İlk pençeyi savurdu hınçla.