Elindeki bardağın kaymaya başladığını hissetti. Şarap kokulu saçlarını geriye doğru atarken gözlerindeki ışığın sönmeye başladığını farketti. Eylemlerin sonuçlarını sonuna kadar düşünen Hera, pek düşünmeden yaşadığı bir kaç günün ardından "Madem düşünmüyorum, bari içeyim." diyerek bir kaç sızıntılı gece yaşamıştı. Gözleri uykuya dalacağı sonsuz diyarın kapılarını aralar aralamaz, elindeki bardağın artık yere düştüğünü biliyordu. Kırmızıya çalmış burnu, yarı açık ve kapanmak bilmez ağzı bir ahenk oluştururken son zamanlardaki düzensiz beslenmesinin eseri olan tombul bacaklarını çekti kendine. İliklerine işleyen soğuğu görmezden gelir gibi, üzerindeki battaniyeyi tekrar germek istemedi. Artık teslim ediyordu kendini. Sabah uyanacağı yeni bir günün düşü, gezgini olacağı tatsız ve sıradan bir hikayenin mahmurluğu ile kapalı tuttu kocaman gözlerini. Koltukta hareketsiz bir biçimde kıvrılıp durduğu an, tüm sessizlik ve karanlığı nefes sesi kaplamıştı. Bu karanlığı bozmak biraz zordu. Fakat sessizliği bozan bir şey olmuştu.
Kapının çıkardığı tok ve yankılanan ses, kulaklarına ulaştığı esnada dış dünyaya geri dönmüştü. İçinden türlü küfürler edecek takati bile bulamadı kendinde. Beş dakikalık bir uykuyla yenilenmesi imkansız olduğu halde, bir miktar daha dinç hissetmişti. Kapıyı çalan insanın mantıklı bir nedenden ötürü çalmış olması için dualar etti. Yerinden aheste aheste kalkarken aylak adımlarla lavaboya doğru ilerledi. Musluğu çevirip yüzüne hızlıca bir iki kez suyu sertçe çarptı. Ayılmak istemese bile, karşısındaki insana saygısızlık edilmemesi gerektiğini düşünüyordu. Eline bir havlu alıp yüzünü sildiği esnada kapıya doğru yöneldi. Minik dairesinin karanlığını az önce hızlıca yaktığı gaz lambasıyla bozmuş ve kapıyı aralayarak gelenleri selamlamıştı. Şaşırtıcı ve merak uyandırıcı bir şekilde karşıladı onları. Kafası çalışmıyordu, bunu anlayacak kadar iyiydi en azından. Uyku, sarhoşluk ve isteksizliğin eşiğinde adamların sözlerini kelimesi kelimesine dinlemeye çalıştı. Nafile, tek kelimeyi kafasına soktuktan sonra bir diğerini alıyor ve atıyordu kavanoza. Ardından bir bakıyor, diğer uçup gitmiş. Hal böyle olunca her şeyi onaylar ve anlar gibi salladı kafasını. Hiç bir şeyi anlamıyordu. Bir süre sonra kendini anlamsız bir ciddiyetin içinde buldu. Sıkıntı, heyecan, isteksizlik ve gece karanlığı. Karmakarışık ve birbirinin zıttı gibi ruhuna zuhur eden tüm bu duyguları sindirdikten sonra kendi kendine anlayabildiği şeyleri özetlemeye başladı.
Djuratlı adamlar, Tihami de bir sıkıntı, Pakt. Düşündü, yakın zamandaki Pakt Görüşmesi ile ilgisi olabilir miydi? Belki. Tihami'nin karışıklığını düşünecek kadar dahi bilmiyordu Tihami'yi. Gitmemişti ve gidecek olması bir ilkti. Adamlar gidip kapıyı kapattıkları an ilk işi duş almak, ardından yanına eşyalarını da alarak bir sandviç hazırlamak olacaktı. Bazen bu işi neden seçtim diye pişman oluyordu. Gecenin bir yarısı, bir yerler yanmış olmalı diye düşündü. Sorunun ciddiyeti yeni yeni dank ettiği an bu işi neden seçtiğini de anladı. "Çünkü ben, herkesten daha güçlüyüm." dedi; karanlık gözlerine dolup , ruhu tekrardan yeryüzüne zuhur ederken.
***
Yolculuğun sıkıcı olduğunu söylerler hep. Hera için bu bir yanılgı, bir iluzyondu. Yolculuğun kendisi, yer yer sıkıntı olabiliyor iken, insanın kendi ile başbaşa kalabildiği ender anlardan biri olabiliyordu. Yol gidiyor, insan duruyor; fakat aslında anılarına ve düşüncelerine en yakın an da işte bu zaman oluyordu. Hera umutlu ve mutlu bir çehreye sahipti. Fakat sahip olduğu maskülen ve yer yer sert olabilen bu yırtık mizaç onu daha farklı biriymiş gibi gösteriyordu. Olayın özüne hakimdiler artık. Tihami kötü bir durumdaydı. Jekot ve Hafuru'nun konuşmaları; görev tanımını tam anlamıyla yerleştirmişti Hera'nın kafasına. Fakat oturmayan taşlar vardı. Tihami de böyle bir şeyi yapmaya cesaret edebilecek olan kimdi? Kim olduğu önemli değil. Arkasında kim vardı? Kimse bu soruları sormaz iken Hera kendi içinde bu sorularla uzun süre cebelleşti. Yüreği iyilikle dolu olmasa bile bu işe iyi ve masum insanları korumak amacıyla girişmişti. Daha küçük bir çocukken dahi gücünün ve iradesinin farkındaydı. Bu yüzden sorumluluk almıştı. Düşünüyordu, derinlemesine ve detaylıca. Tihami'nin iç işlerini bu derece değiştirecek bir olayın Pakt tarafından takip edileceği ve gerekirse müdahale edilebileceği zaten belli bir olaydı. Fakat bu cesareti sağlayan bir şeyler olmalı. Birileri kullanıldı mı? Neden kullanıldılar? Dikkatleri nereye çekmek istiyorlar? Çok düşünüyordu. Olayın akışına göre vereceği kararları önceden tartacak, bu düşüncelerini destekleyecek herhangi bir bulguda güvendiği insanlar ile bunu paylaşacaktı.
Shisha ile göz göze geldi. Ona bir teşekkür borçluydu. Çıktıkları vakada Hera'yı kurtararak onu gerçekten rahatlatmıştı. Buna karşılık, polisliği bile tehlikeye girmişti. İyi bir adam olduğunu düşünüyordu onun. Yüzüne tekrardan bahar çiçekleriyle dolu bir bahçeyi dahi kıskandıracak, ferah bir gülümseme yerleştirdi. Ardından, "Shisha, seni görmek güzel." dedi. Ardından hemen yanında oturan Hae ile göz göze geldi. Ona da kafasıyla selam verdikten sonra diyecek bir şeyi varsa, dinlemek üzere bekledi. Figa ile zaten tanışıyorlardı. Güvenebileceği insanlarla birlikte olmanın mutluluğunu tam olarak şu an yaşıyordu. Djuratlı bir memur da aralarındaydı. Nasıl biri olduğunu bilmiyordu. Daha yeni tanışmıştı fakat onun da yakın zaman da hepsine ısınacağını biliyordu.
Dunsozek şehri, canlı gördüğü ve gelebileceğini pek sanmadığı bir yer idi. Sonunda buradaydı, ateşin kalbinde dans etmeye koyulmadan önce; yüreğinin hızlıca çarptığına şahit oldu. Sonunda uykuyu sineye çekmiş, alkolü uzaklarda bırakmış, beynindeki türlü özlemle dolu her bir buketi sonra koklamak üzere vazosuna bırakmıştı. Araçtan indikten sonra gözleriyle Hae'yi aradı. Güvenebileceği, onu yarı yolda bırakmayacak yetenekli bir polisti. Arkadaşına seslenirken diğerlerinin duyabileceği tonun daha altında fakat gözlerindeki sert çığlığı duyabileceği tonda konuştu.
"Pakt, tüm ülkelerin üzerindedir. Bu yüzden buradayız. Tihami'li polis memurlarına güvenmeyi bırak, düşmanımız olarak dahi görebiliriz." dedi. Düşünceli bir biçimde yanaklarında gezdirdi ellerini. Diğerlerinin ne yapacağını henüz bilmiyordu. Fakat görevin tanımı basit ve netti. Protestocular ve müdahale eden polisler arasında dolaşıp bir bilgi edinmek. Emir kullarını sorgulamak onlara pek bir enformasyon sağlamazdı nihayetinde. Fakat yine de bir adım attırabilirdi. Fakat polisler ile ilgili düşüncelerine diğerlerinin katılacağından emin değildi. En azından olumsuz ve sert bir tepki karşısında kendisini tutamayabilirdi. Hae ise annesini seven, arkadaşlarını ve vatanını önemseyen dürüst bir insandı. Ona en çok bu yüzden güveniyordu.
"Hae, tek bir vatandaşın zarar görmemesi gerekiyor. Ağır ağır şu protestocuların olduğu yere gidelim. Polislerle konuşmayı deneyebiliriz."
Onların konuşmaya niyeti olmaması durumunda, emirleri sorgulamadan uygulamakta tereddüt etmezdi. Zaten bu olayı planlayan her kimse, Pakt'ın sessiz kalmayacağını buraya gelerek buna engel olacağını önceden anlamış olsa gerek. Yani gizli bir şey yoktu. Burada olduklarının bilinmesi, doğaldı. Bir kaç iktidarsız memuru ezmek konusunda ise asla tereddüt etmezdi. Hele ki, kendi vatandaşına zalim bir davranışı reva göreni. Eliyle kargısını yokladı, olması gerektiği yerdeydi. Yumruklarını sıktı ve ilerlemeye başladı. Bugün, kükreyerek dağları eriteceği gündü. Bugün kaplan, alevleri söndürmek için kükreyecekti.