Varis

#1
"Dusha tütünü..."

Kokusu, oturduğu mekanın tamamını sarmış olan, göbekli ve esmer bir amcanın tüttürdüğü tütünü gözlemleye devam etti. "Dateremi'de üretmişler bunu." Düşüncelerini dile getirmekten asla çekinmediği bilinirdi. Etrafta rahatsız olanları ve adamın kabadayı gibi oturuşunu gözlemleyip aniden ayağa kalktı. Aklında 'esmer dombili' lakabını taktığı adama doğru yürüdü ve adamın omzuna elini koydu. "Onu bir söndürsen diyorum, yasak hani." Adam, anlaşılan hayatı boyunca asla biri tarafından utandırılmamıştı, asla boyun eğmesi gerekmemişti. Kızıl saçlı gencin gözlemlediği ve vardığı sonucu da çıkardığı olabildiğince ilkel ve benzersiz ses ile kanıtlamış oldu.

"Sennediğyönamuğaoyi?"

Anında neyle karşı karşıya kaldığını anlayan genç, iç çekti ve kendini başka bir şekilde ifade etmeye çalıştı. "Bak abicim, şuraya asmışlar. Tabelada tütün ürünleri yasaktır diyor. Niye zorluk çıkartıyorsun?" Göbekli amcanın bizim gence benzeyen tiplere çok fazla maruz kalmadığı her tarafından belli oluyordu. Kafası fazla karışık gibi duruyordu. Basit, öz cümleleri anlamakta zorlanıyor ve ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bizim gencin çok da umurunda değildi. Adam ricasını reddederse kimliğini açıklayacak ve oradan ayrılacaktı. İşte tam olarak o sırada, göbekli amca belki de söyleyebileceği en absürt, en yersiz, en utanç verici cümleyi söyledi. "Başımıza prens çıktınız amına koyayım!"

"Ben prensim zaten abi."

"Si-efendim?"

"Deith Ozæf'in oğlu, varis."

"..."

"..."

"Kusura bakmayın, hemen söndürüyorum."

Bu olay kesinlikle bir ilk değildi, bu gibi tiplerle çok fazla karşılaşmıştı. İlk başlarda egoist davranışlarda bulunsa da kişilik yapısına aykırı olduğu için zamanla alttan almaya ve bulunduğu ortamdaki insanları rahatsız etmemeye özen göstermeye başlamıştı. Düşününce zaten buraya gelme sebebi de bu değildi. Eski bir dostunu tekrardan görmeyi amaçlıyordu. Kaç yıl olduğunu bile hatırlamıyordu, küçücük çocukken görüşmüşlerdi. Özel bir konsey toplantısı olmasaydı belki de görüşmeleri yine imkansız olacaktı. Çok vakit geçmeden tesisin içinde bulunan hanın kapısının ardında bir silüet gördü. O uzun, siyah saçlar ve kehribar rengi gözler ondan başka kimseye ait olamazdı. Bir anda keyfi yerine geldi, süratle elini kaldırdı ve garsona seslendi. "Masaya iki Gengzjots birası alacağım ablam, ellerinden öper." Geriye kalan tek şey ise kapıdan giren eski dostuna yıllardır vermeyi beklediği tepkiyi vermekti. "Vay, vay, vay, vay, vay! Azizim, siz buralara gelir miydiniz?"

Re: Varis

#2
Şafak daha yeni sökmüş, gök daha yeni aydınlanmış iken Şahin İni'nde bir genç atış yapmaktaydı. Vücut hareketlerinde hiçbir sapma olmadan bütün hedefleri sırasıyla vurmaktaydı. Duran hedeflerin hepsini toplamda iki kere aynı noktadan vurabilmişti. Yeni oklar eski okları delip hedeflere saplanmıştı. "Yeterli değil. dedi kendi kendine ve hareket eden hedeflere geçti. Kısa yayını iyice kavrayıp okunu gerdi. Derin bir nefes aldı ve hedeflerin hareket etmesini bekledi. Hedeflerin hareket etme sesini duyduğu anla atış yapması bi oldu. Son hedefe kadar bütün hedefleri vurdu fakat son hedefi ıskaladı. Sureti korkunç bir öfke ile şekil değiştirdi ve atışlarını hızlandırdı. Hareket eden o son hedefe o kadar çok atış tutturmuştu ki hedef paramparça kalmıştı. Öfkesini yitirmeden hızlı adımlarla bir sonraki aşamaya geçti. Alanın merkezinde durdu. Akla gelebilecek her yönde ve açıda hedefler aynı anda çıkacaktı. En kısa zamanda hepsini vurması gerekiyordu. Üç oku parmakalrının arasına yerleştirdi. Bir okuda yaya koydu ve çömelerek yayını gerdi. Üç, iki, bir! Attığı okların hedefleri vurup vurmadığını teyit etmeden atışlarına devam etti. Okları bitene kadar bütün hedeflere aralıksız bir şekilde dönene dönene atış yaptı. Kuzey, doğu, güneybatı, kuzeybatı, kuzeydoğu, güneydoğu, batı ve güney. Oklarının bittiğini yayı boşa çektiğinde anladı. Terlemiş bir vaziyette etrafına bakındı. bazı hedefleri tek seferde, bazılarını ise sonraki seferlerde vurabilmişti. Karavana attığı da olmuştu, aynı bölgeden vurduğu da. Bir havlu bulup terini sildi ve bir sonraki ine geçti.

Kurt İni'ne vardığında sabah olmuştu ve öğretmen ile öğrenciler ısınma faslındaydılar. Öğretmen onu fark edince gülümsedi ve olduğu yerden selam verdi. Genç, selama karşılık verip kendine oturacak bir yer buldu ve bekledi. Herkes ısınma faslını bitirince ayağı kalktı ve öğretmenin karşısına çıktı. "Sizden bir ricam var, öğretmenim. Sizden bana en acemisinden en ustasına kadar kaç kişi ayırabiliyorsanız ayırıp benle yüzleştirmenizi istiyorum." Öğretmen önce şaşırdı. Bir süre gencin gözlerinin içine baktı. Yeni yakılmış ateşi görünce memnuniyetle öğrencilerinden seçmeye başladı. Seçilen dört kişi gencin etrafını sardı. Hepsini hızla süzdü. Kılıcı nasıl tuttuğundan, kalkanı nasıl tuttuğuna, aldığı duruştan, bakışa ve nefese kadar her etmenin kişinin kapasitesini ele vereceğini iyi biliyordu. Birinde tek elli kılıç vardı ve boşta olan elini salmıştı. Birinde daha tek elli kılıç vardı fakat belli bir duruş sergiliyordu. Birinde kılıç ve kalkan vardı. Birinde ise çift kılıç vardı. En kolay avdan en zoruna kadar onları aklında önem sırasına koydu. Öğretmen başlamalarını söylediği gibi saldırıya geçti. Önce çift kılıçlıya doğru koşup kalkanını kafasına savurdu. Rakibini sersemlettikten sonra kılıcı ile bileğine vurarak rakibinin kılıcını düşürmesini sağladı. Ardından hızla kılıcını boğazına getirdi. Saniyeler içinde gerçekleşen bu olaya kimse tepki veremedi. Daha rakipleri ne olduğunu kavrayamadan kalkanlıya doğru koşmaya başladı. Kalkınlı içinde bulunduğu zihinsel durumdan ötürü savunma ile yetindi. Gencin kılıç darbesini karşılayıp saldırmayı planlıyordu fakat işler düşündüğü gibi olmadı. Rakibini kalkınını kaldırmış olarak gören genç, kalkınını önüne alarak daha da hızlandı. Yeterince yaklaşınca da kalkan darbesi ile ilerlemeye devam etti. Aldığı anlık darbe ve ittirme dolasıyla duruşunu yitiren rakibi geriye doğru sürüklenip yere kapaklandı. Genç ise düşmekte olan rakibinin üstüne çıkıp kılıcını boğazına dayadı. Geriye kalan iki rakibinden biri her ne kadar üzerinde olmayan dikkatten yararlanıp arkadan saldırmaya kalksa da, genç onu gölgesinden fark etti. Çömelmiş vaziyette etrafında dönerek rakibinin saldırısını kalkan ile karşıladı ve kalkanını yukarı doğru tutmaya devam ederken kılıcını elinde çevirip tutma yerini rakibinin midesine geçirdi. Midesine aldığı darbe ile diz çöken rakibinin açıkta kalan boynuna kılıcı ile hafifçe vurup geriye kalan son rakibinin karşısına geçti. Planı işe yaramıştı. Himota'da buna Kurt Taktiği deniyordu. Kişi birden çok düşmanla karşı karşıya kaldığında en güçlü düşmandan en güçsüz düşmana doğru onları alaşağı etmelidir çünkü kişinin en dayanıklı, hızlı ve güçlü olduğu zaman aksiyonun başlangıcıdır ve en güçlü düşmana ne kadar vakit tanırsa yenilme olasılığı o kadar artar. Bu yüzden, hazır en iyi durumunda iken, en güçlü düşmana asla geri durmadan saldırmalıdır. Önce onu aradan çıkarmak zorundadır. Sonra hızını kaybetmeden, tam güçte, diğer en güçlüye saldırmalıdır. Zaten en güçlünün hızla yenilmesi diğerlerinin şevkini kırar ve onların zihnini bulandırır. Düşmanın zor durumda kalması her zaman bir avantajdır. Geriye kalan son rakibi önce yenilmiş olan arkadaşlarına baktı. Sonra gence döndü. Umutsuz bir iç çekme ile kılıcını yere bırakacakken genç öfke ile haykırdı. "Sakın buna cürret dahi etme!" Öğretmen dahil herkes şaşkınlıkla gence baktı. "Ne cürretle düşman karşısında kılıç bırakıyorsun? Sen sadece kendi onurunu değil Himota'nın onurunu da taşıyorsun! Kendini düşmanın acımasına bırakmak Himota'yı küçük düşürmektir! Şimdi o kılıcı iyice kavra. Duruşunu al. Şu ana kadar düşmanının gerçekleştirdiği bütün davranışları gözden geçir. Arkadaşlarının neden düştüğünü gör. Ne yapabileceğini düşün. Eğer pes edersen, öğretmen dinlemem ve kemiklerini kırarım!" İni kaplayan sessizlik bir süre devam etti. Ardından teker teker bütün öğrenciler Himota Savaş Müziğini söylemeye başladılar. Genç şarkıya eşlik anlamında kılıcını kalkanına vurup ritim vermeye başladı. Az önce umutsuzluğa kapılmış rakibi etrafındakilere bakıp gülmeye başladı. Öğretmen de eşlik etmeye başlayınca herkes gaza geldi. Rakibi duruşunu aldı ve kılcını sıkıca kavradı. Bunu gören genç de duruş aldı ve seslendi. "Gel!" İkisi de savaş çığlıklarıyla biribirine doğru koşmaya başladı. Herkes heyecanla izlemekteydi. Rakibi bir yanda kılıç darbeleri indiriyor bir yandan da gencin etrafında dönüyordu. Genç de hem kalkanıyla savunuyor hem de kendi etrafında dönerek rakibini karşısında tutuyordu. Rakibi son kez gencin etrafında dönüp kuvvetini vererek üst üste kılıç savurmaya başladı. Genç bir anda kuvvetlenen saldırılar ile kasıldı ve kalkanı ile karşılamaya koyuldu. Rakibinin saldırılarının ardı arkası kesilmiyordu ve yorulmaya başlamıştı. Rakibi hızla dizine tekme attı. Beklemediği darbe ile duruşunu yitiren gence bir de etrafında dönerek kılıç savurdu. Genç omuzuna çarpan kılıcın etkisiyle inledi ve rakibine doğru koşmaya başladı. Önce kalkan darbesi kulandı. Rakibi iki eliyle kılıcını tutarak onu karşıladı. Sonra genç kılıcı ile rakibinin dizine vurdu. Rakibi acı ile dizini kırınca da bu sefer bileğine kılıç savurdu ve rakibinin kılıcını düşürmesini sağladı. Rakibi kafasını kaldırdığında ona mutlulukla gülümseyen bir surat gördü. Genç ona elini uzattı ve onu ayağı kaldırdı. Öğrencilerden gelen alkışlar eşliğinde tokalaştılar ve öğretmenlerine selam verdiler. Genç herkese teşekkür edip iyi dileklerde bulunarak bir sonraki ine geçmek üzere yola koyuldu.

Yükseliş İni'ne vardığında herkes günlük çalışmalarını yerine getiriyordu. Direkt öğretmenin yanına giderek selam verdi ve onla sohbet etti. Öğretmeni onun yorgunluğu sezmiş olsa gerek, oturup dinlenmesini istedi. Bu sırada da genç, öğretmenine ricasından bahsetti. "Sizin için de uygunsa, en iyi öğrenciniz ile kapışmak istiyorum." Gencin ateşi sönmemişti. Hala cayır cayır yanıyordu ve öğretmen de bunu görebiliyordu. Ayağı kalkta ve en iyi öğrencesini gözetledi. Bir arkadaşı ile dövüşmekteydi. Beraber onu beklemeye koyuldular. Genç de ısınmaya başladı. Öğleyi biraz geçe ikisi de karşılaşmaya hazırdı. Duruşlarını aldılar ve öğretmenin işareti ile dövüşe başladılar. Genç koşarak rakibine doğru ilerledi ve yan duracak vaziyette çömelerek rakibinin diyaframına yumruğunu geçirmek istedi. Rakibi ise bu saldırısında yan adım atarak kaçındı ve hazır genç çömelmiş iken kafasına tekme savurdu. Bunu gören genç gerideki ayağının üstünde kalkarak tekmeden kaçındı ve ileri adım atarak rakibin çenesine yumruk attı. Yumruğun etkisi ile anlık olarak havaya kalkan rakibi geriye doğru iki adım atarak araya mesafe koydu. Genç, rakibinin toparlanmasını beklemeden ileri adım attı ve arkasını dönerek kafasına dirseği ile vurdu. Rakibi gelen dirseği iki eliyle durdurup kavradı ve gencin beline yan tekme attı. Genç, rakibine doğru vücudunu bükerek geriledi ve kafasının arkasına dönen tekme yedi. Dönen etkisiyle birkaç adım yalpalayan genç kafasını ovuşturarak dikildi ve rakibine döndü. Bir anda koşup zıplayarak rakibin kafasına yan dirsek darbesi uyguladı. Rakibi saldırının etkisi ile geriye doğru yalpalarken midesine sert bir yumruk geçirerek öne doğru eğilmesini sağladı. Eğilmiş olan rakibinin kafasına tekrar dirseği ile vurdu ve hızlı adımlarla rakibi ile arasındaki mesafeyi kapalı tutup çenesine yumruk atarak doğrulmasını sağladı. Rakibi ona doğru anık öfke ile atılırken de yüksek dönen tekmeyle dizlerinin üstüne düşmesini sağladı. Rakibi dizlerinin üstüne düştüğü gibi dönerek gence atıldı. Genç alttan gelecek bir saldırıyı hiç beklemiyordu. Bu yüzden rakibinin atılıp ayağı kalkarken midesine dizini geçirmesine en gel olamadı. Saldırının şiddeti ile havaya kalktı ve nefesi ciğerlerini terk etti. Ardından rakibi ensesine dirseğini indirerek yere yığılmasını sağladı. Yenilgiden ve zayıflıktan nefret ederdi. Nefretini de göstermekten çekinmezdi. Derin derin nefes almaya başldı. Nefret ile önce yeri birkaç yere yumrukladı. Sonra yere kafa atarak ayağı kalktı ve tavana bakarak savaş çığlığı attı. Rakibi şaşkınlıkla ona bakaraken beklenmedik bir hızla rakibine saldırdı. Yumruklar, dizler, dirsekler havada uçuşuyordu. Rakibi gencin saldırılarının hepsine karşılık veremiyor ve arada sırada darbe alıyordu. Kesinlikle aralarını açması gerekiyordu fakat gencin ardı arkası gözükmeyen saldırıları ona fırsat vermiyordu. Rakibi bu gidişle kaybedeceğinden endişe ederek risk almaya karar verdi ve geriye doğru takla atmaya başladı. Tam dikilmişti ki genç onu yakaladı. Önce dikaçıyla gövdeye iki tane sağlı sollu yumruk rakibini havaya kaldırdı, ardından bir omuz darbesi rakibini yere yapıştırdı. Daha rakibi kalkamadan da yanına varıp hızla diz çökerek diyaframına bir yumruk geçirde ve aynı hızla yumruğunu çekip ayağı kalktı. Öğretmenin genci kazanan ilan etmesi ile dövüş bitti. Genç nefes nefese dışarıya baktı. Öğleden sonra olmuştu. Öğretmenden ve öğrencilerden öfkesine yenik düştüğü için özür diledi ve hızla ini terk etti.

"Ne utanç verici!" Yol boyunca kendi kendine söylenerek evine döndü. Muhafızların selamına karşılık vererek Şafak Yıldızı Saray'ına girdi. İmparator tahtında değildi. Bu fırsattan istifade daha da hızlanarak merdivenlerden yukarıya çıktı. Odasına girdi ve hemen soyunarak kendisini banyoya attı. Hala duygularını kontrol etmekte zorlanıyordu. hala kusursuzluktan uzaktı. Banyonun verdiği zevk ile sakinleşip mutlu bir ruh haline büründü. Banyodan çıkınca ateşi artık sönmüştü. Ruhu ferahlatan bir soğuk iken, zihni durgun bir deniz gibiydi. Kurulandıktan sonra kıyafetlerini giydi. Bir anda birisi ona arkadan sarıldı. "Oğlum gelmiş! Hiç ses etmiyorsun bir de. Kedi gibisin." "Kafamı toplamadan kimse ile görüşmek istemedim." Ana oğul sohbet etmeye başladılar. Genç gününü biraz içerlemişcesine anlattıktan sonra annesi ona bir kez daha sarıldı. "Varis muhabbetinin seni ne kadar gerdiğinin farkındayım ama kendine bu kadar yüklenme. Yüreğinin arzusuna er ya da geç kavuşacaksın. Acele etmeye gerek yok. Hayatı akışına bırak fakat yüreğinden şaşma." Beraber taht odasına geçtiklerinde İmparator toplantıyı bitirmiş ve herkes ona veda ediyordu. Herkes gittikten sonra genci gördü ve ona doğru yürümeye başladı. Aynı şekilde genç de ona doğru yürüdü ve ortada buluştular. Dakikalar boyunca birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. İmparator sadece "Bir daha sakın savaşçı olduğun için özür dileme. Bugün Pakt Bölgesi'ne gideceğiz. Hazır ol, oğul." demekle yetindi ve yolculuk için hazırlanmaya gitti.

Uzun bir yolculuğun ardından İmparator ailesi Pakt Bölgesi'ne vardı. İmparator ve karısı Konsey Binası'na yönelirken oğulları da Dinlenme Tesisi'ne doğru ilerledi. İmparator tam ağzını açacaktı ki karısı onu durdurdu. "Oğlumuzun üstüne gitme. Çok uzun yıllardır dostunu görmüyordu. Bırak da hasret gidersinler." Ah, evet. Sahi, kaç yıl olmuştu dostunu görmeyeli, sesini duymayalı, beraber olmayalı? Gerçekten de özlemişti biricik dostunu. Varis olmanın eksilerinden biriydi bu yalnızlık. Onu anlayacak tek kişi oydu. Burada olmalıydı. Gelmemezlik etmezdi sonuçta. Bu fırsat kaçar mıydı hiç? Dinlenme Tesisleri'nden içeri girdi. Ardından han yolunda ilerledi. Hanın kapısında daha ilk adımını atmıştı ki önce dostunun sesini duydu, sonra onun yüzünü gördü. Kulaklarına varan bir sırıtmayla gözleri parlayarak dostuna sarıldı. "Seni de görmek ne güzel sevgili dostum! Bizleri kavuşturan yıldızlara ve Ser'e şükürler olsun!" Sımsıkı sarıldıktan sonra han görevlisi hanımefendinin onlara gülümseyerek masaya ikişer bira koyduğunu gördü. "Gengzjots birası mı onlar? Hiç geri kalmıyorsun, değil mi?" dedikten sonra beraber masaya geçtiler. "Anlat sevgili dostum, kalkanın sağlam mı? Kılıcın keskin mi? Görüşmeyeli ne tür yaşanmışlıklar elde ettin? Verim ne durumda? Her şeyi anlatmanı istiyorum."

Re: Varis

#3
Yıllar boyu görmediği dostunun giydiği şık kıyafetlere, uzamış saçlarına bakakaldı. Onunla ilgili hatırladığı son anı belki de on beş yıl önceydi. Babaları heyecanlı heyecanlı oğullarının tanışmasını istiyordu ve ikili tanıştıkları andan itibaren oldukça canayakın davranmaya başlamışlardı. Gözlerinin önünde bulunan dostuna yıllar önce Gedhilfe kraliyet kılıç sanatını öğretmeye çalıştığı zamanı hatırladı. Ten'in kılıç kullanmakta en başta ne kadar zorlandığını, bir hafta içinde ise kendisinden yüz kat daha iyi kullandığını anımsadı. Masasına getirilen birayı kafaya diktikten sonra can dostunun sorusunu cevaplamaya yeltendi. Kendisini evinde hissettirmek için her şeyi yapabilecek bir durumdaydı. "Siyaha bürünmedik en azından gülüm, hayat geçip gidiyor işte." Himotalıların en asilinden en köylüsüne, bir yabancının kendilerinin kültürünü benimsemesine tav olacaklarını adı gibi biliyordu. Dostunun sorularına boş cevaplar vermek istemiyordu, başladı anlatmaya.

"Nereden başlasam be Ten? Eğitimimi tamamlayalı bir yıl oldu ve babam Æfgrenst'te vali olursam halk ile bir araya gelebileceğimi söyledi. Tahta geçmek istediğimi biliyor, o yüzden böyle şeyler öneriyor ama bizim ülkedeki eğitimin ne kadar yıpratıcı ve disiplinli olduğunu biliyorsun. Yani babamın teklifine pek sıcak bakmadım. Babamı da bilirsin, eğitim konusuna karışmaz ama disiplini de sevmez, o yüzden üstelemedi. Şu sıralar valilikten ziyade senin izlediğin yola benzer bir şekilde konsey toplantılarına katılmak istiyorum. Hem böylece birbirimizi de görmüş oluruz, değil mi? Belki bana da biraz Himota dili dersi verirsin, iyice paslandım o konuda."

Zarif bir kahkaha attıktan sonra yanından geçen garsona tekrar seslendi. "Biraları tazeleyelim mi?" Garson, ona döndü ve gülümseyip han mutfağına yöneldi. Tekrar arkadaşına kilitlenen Thrao ise arkadaşına farklı bir yerden soru sordu. "Eee, Ten. Kız var mı? Artık seni de bir evlendirsek diyorum. Bak biz bulamadık bari sana odaklanalım. Hiç olmadı Tihami'ye gidip ikimiz evleniriz, boş kalmamak adına." Ağır bir kahkaha patlattıktan sonra etrafına baktı ve tekrar Ten'e döndü. "Tamam, etrafta Tihamili yokmuş, uluslararası bir politik krize sebep olmadık." Eski dostuna doğru tekrardan gülümsedi ve aşk ile ilgili sorusu hakkında alacağı cevabı beklemeye başladı.

Re: Varis

#4
Sayısız yıl ve hâlâ değişmeyen o güzel kişilik. Ten, Thrao'ya derinden bağlıydı. Sevgi, saygı, heyecan ve daha nice olumlu duygu. Thrao'nun suretinin kendinden izler taşıdığına inanırdı. İçindeki ateşi andıran kızıl saçları ve kutsal doğayı andıran zümrüt gözleri. Vâris olmanın yükü ve gülümseyerek göğüs germe zorunluluğu. Ne olursa olsun üstün olma çabası ve yalnızlık. Ayrılığın bağı sıkılaştırdığı ne kadar da doğruymuş! Sanki kurak topraklardan çıkıp temiz suya varmış gibiydi Ten. Thrao'nun ağzından çıkan ilk Himota deyimi le sırıttı. Zayıf noktasını iyi biliyordu dostu. Hiçbir Himotalı kendi kültürünü benimsiyen birisine boş kalamazdı. Thrao kahkaha ile sözünün bitirip biraları tazeletirken Ten konuşmaya başladı.

"Vâlilik tarafsız bir bakış açısıyla kulağa işe yarar bir yöntem gibi geliyor fakat Himota devlet kültüründe yeri yok. Bundan dolayı, kendimi bildim bileli Pakt görüşmelerine ve İhtiyâr Heyeti toplantılarına katılıyorum. Geriye kalan bütün saatler insanî sınırlarımı zorlamakla geçiyor. Sadece bizden öncekilerden değil, herkesten üstün olmamız gerekiyor, sevgili dostum. Hem de her alanda. Karşımıza çıkanı bırak, yanımızdan geçen ve hatta uzağımızda duranlara bile ne kadar olduğumuzu hissettirmemiz gerek. Dillere ilgisi olan sen söz konusu olunca pas atmak o kadar zor olmaz, eminim."

Dostu Ten'e kız konusunu açınca onla beraber kahkaha attı. Komik olduğundan çok, ne kadar uzak olduğundandı. Tihami teklifini duyunca tek kaşı kalktı ve nahoş bir bakış takındı.

"Tabii canım, hazır kız bulamamışken bana hâllen. Sağlam meyveyi buldun, hemen kopar dalından götür eve! En kötü ne olabilir ki? Bir sonraki gün uyandığında boynuna kargı vurulmuş olması dışında yani. İnan bana burada Tihamili bulamazsın. Rahatlarını bozup Ser ve Frum'un dağına gelecek hâlleri yok."

Garsonun gelip biraları tazelemesi ile Ten önce birkaç yudum aldı. Ardından birayı havaya kaldırdı. "Kesinlikle güzel bir içki fakat Saf Zevk ile kıyaslanamaz! Hikâyesi hâlâ beni güldürür. Bilirsin, Himotalıların alkollü içeceği yoktur. İlk defa Değişim Çağı'nda bir armağan olarak çağın imparatoruna gönderildi. E, alkolün yan etkilerini bilmeyince de işler çok yanlış bir yöne ilerledi. İçen kişilerin kasları gevşeyip zihni bulanınca, imparator alkolü zehir zannedip savaş açtı. Frum ve Ser'e şükürler olsun ki, yanlış anlaşılma işler büyümeden tatlıya bağlandı. Ondan sonrası zaten Himota'nın bu içki iyi güzel ama alkol illetinden kurtulması gerek diyerek içkiyi alkolsüz şekilde yeniden icât etmesi oldu. Ne olay ama!" Bir kez daha içkisini yudumladı ve dostuna kanı kaynatan bir teklifte bulundu.

"Bak ne diyeceğim, neden senle kavuşmamımızın şerefine kozlarımızı paylaşmıyoruz? Sen ve ben; teke tek! İstersen yakın dövüş, istersen kılıç kalkan. Er meydanını boş bıraktık. Telâfi icap eder."

Yüreğinde büyük bir ateşi başlatacak kıvılcımlarla dostunun yanıtını beklemeye koyuldu. Sırf bunun için önceden hazırlanmış.
Post Reply

Return to “Dinlenme Tesisleri”

cron