Livei aklında canlanan planı bir bir uygulamıştı. Eski görev arkadaşlarına ölümcül bir hasar vermek istemiyordu bu yüzden onlarla konuşmayı denemişti ancak başarılı olamamıştı. Mabi'nin onun üzerinde kullandığı stil onu çok daha stratejik bir pozisyona sokmuştu ve böylece örümcek ağını da başarılı bir şekilde atmıştı Kwær'in üzerine. Onun başladığı işi Mabi bitirerek onu radyasyon ile tamamen etkisiz hale getirmişti. Başını çevirip Dufo'ya baktığında onun da Yald'ı yaraladığını ve hareketsiz hale getirdiğini görmüştü. Peki şimdi ne olacaktı? Onları öldürecekler miydi? Bunu istiyor muydu? Neyse ki karar vermek için fazla düşünmelerine gerek kalmamıştı çünkü saniyeler içerisinde beyazlıktan başka bir şey görememeye başladılar. Tekrar bir yere gönderiliyor olmalıydılar. Bu sefer nereye gidiyorlardı? Burada olmaları bile yanlıştı. Eve dönmeliydiler. Annesini ve babasını görmek istiyordu. Friks'i görmek istiyordu. Artık tüm bu saçmalıklardan bıkmıştı. Gözlerini açacaktı ve her şey korkunç bir kabustan ibaret olacaktı. Kulağını sağır edecek kadar tiz bir ses duydu. Ellerini refleksle kulaklarına götürdü. Sıkılmıştı tüm bu oyunlardan. Artık bunların bir parçası olmaktan yorulmuştu. Hayatı boyunca mücadele etmekten de hayatta kalmaya çalışmaktan da yorulmuştu. Birazcık huzur istiyordu sadece.
Gözlerini açtığında iki adam gördü. Kutay ve Barış. Bir malikaneden ve olağanüstü bir şey gördüklerinden bahsediyorlardı. Oraya gidip ona bakmaya karar vermişlerdi. Gittiklerinde ıssız bir bölgede devasa bir malikanede, içinden tuhaf ışıklar saçılan bir yarık gördüler. İki adam polisin çektiği şeridi aşarak yarığa doğru ilerlediler. Anlam veremedikleri bu şeye yaklaşmaya çekiniyorlardı. Aralarından ismi Barış olanın ayağı takıldı ve yarığın içine doğru çekilmeye başladı. Onu tutup kurtarmak isteyen diğeri de onunla birlikte bu çekime akıldı. Yarığın içinde Barış tamamen parçalarına ayrılarak yok olurken Kutay onun yok oluşunu izledi. Nerede olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği şey bu ortamın zaman ve mekan kavramlarının ötesinde olduğuydu. Kutay kendisini farklı boyutlarda, yıldız sistemlerinde, gezegenlerde, hatta farklı zaman dilimlerinde bile bulmuştu. Zaman boyutu bile anlamını yitirmişti onun için. Evrenin varoluşuna kadar geri gidiyor ve kendini anlamlandırmakta zorlanacağı bir bilgi denizinin içinde buluyordu. Sanki evrenin tüm sırlarını öğrenirken aynı zamanda kendi konumunu da sorguluyordu. Kutay bu yolculukla değişmeye, evrenin nasıl işlediğini, her şeyin nasıl bağlantılı olduğunu öğrenmeye başlamıştı. Bu onu tamamen değiştirmişti.
Kutay kendine geldiğinde Dünya'daydı. Malikaneye girdiği yerden geri çıkmıştı. Malikane artık orada yoktu. Arkadaşı Barış'tan da eser yoktu. Binaların, yolların ve bulunduğu ortamın da yabancı olduğunu fark etmişti. Şehre gittiğinde şehrin de değiştiğini, daha modern göründüğünü fark etmişti. Ona hem çok tanıdık hem de çok yabancı geliyordu bu şehir. Bir gazetenin üzerindeki tarihe baktığında ise kendisini yarığa girdikten tam 40 yıl sonrada bulduğunu fark etmişti.
Livei kendine geldiğinde Frip'in evindeydi. Mabi, Dufo, Frip, Bok, Maxwell, Mavi, Friks, Huld ve Thomas da onlarlaydı. Livei yüz ifadelerinden onların da biraz önceki deneyime maruz kaldıklarını anlamıştı. Üstelik bir kısmı Bay Zengin ile aynı odadalarken onlarla değildi bile. Gördüğü her şeyi sanki bir film gibi izlemiş ama aynı zamanda sanki deneyimlemişti de. O ikisi Ingenium'un kurucuları olmalıydı, değil mi? Bay Zengin ve Şapkalı. İsimleri yasaklı olan, sistemde silinen, telaffuz etmeleri hatta düşünmeleri bile imkansız olan kurucular olmalıydılar. Livei ellerini yüzüne yaklaştırdı. Bedenine dokundu. Sonra oturduğu zemine ve duvarlara dokundu. Burası gerçek miydi? Ingenium'a geri mi dönmüşlerdi? Neyin gerçek neyin sahte olduğunu ayırt etmekte zorlanıyordu. "Kutay. Barış." dedi sessizce. Sonra bir kez daha, bu sefer daha yüksek sesle söyledi. "Kutay ve Barış. Kutay ve Barış. Barış ve Kutay. Şapkalı ve Bay Zengin." Eğer isimleri yasaklıysa bir şey olması gerekiyordu değil mi? Söyleyememesi veya başına bir şey gelmesi gerekiyordu. Belki de sistemin kodunu kırmayı başarmışlardı. Belki de ilk kez sisteme üstün gelmişlerdi. Eğer bu doğruysa sistemin en büyük yasağını da delebiliyor olması gerekirdi. "Artık isimlerini söyleyebiliyor muyuz? Max, Thomas bir şey biliyor olmalısınız. Orada ne yaşandı? O ikisine ne oldu?"
Gözlerini açtığında iki adam gördü. Kutay ve Barış. Bir malikaneden ve olağanüstü bir şey gördüklerinden bahsediyorlardı. Oraya gidip ona bakmaya karar vermişlerdi. Gittiklerinde ıssız bir bölgede devasa bir malikanede, içinden tuhaf ışıklar saçılan bir yarık gördüler. İki adam polisin çektiği şeridi aşarak yarığa doğru ilerlediler. Anlam veremedikleri bu şeye yaklaşmaya çekiniyorlardı. Aralarından ismi Barış olanın ayağı takıldı ve yarığın içine doğru çekilmeye başladı. Onu tutup kurtarmak isteyen diğeri de onunla birlikte bu çekime akıldı. Yarığın içinde Barış tamamen parçalarına ayrılarak yok olurken Kutay onun yok oluşunu izledi. Nerede olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği şey bu ortamın zaman ve mekan kavramlarının ötesinde olduğuydu. Kutay kendisini farklı boyutlarda, yıldız sistemlerinde, gezegenlerde, hatta farklı zaman dilimlerinde bile bulmuştu. Zaman boyutu bile anlamını yitirmişti onun için. Evrenin varoluşuna kadar geri gidiyor ve kendini anlamlandırmakta zorlanacağı bir bilgi denizinin içinde buluyordu. Sanki evrenin tüm sırlarını öğrenirken aynı zamanda kendi konumunu da sorguluyordu. Kutay bu yolculukla değişmeye, evrenin nasıl işlediğini, her şeyin nasıl bağlantılı olduğunu öğrenmeye başlamıştı. Bu onu tamamen değiştirmişti.
Kutay kendine geldiğinde Dünya'daydı. Malikaneye girdiği yerden geri çıkmıştı. Malikane artık orada yoktu. Arkadaşı Barış'tan da eser yoktu. Binaların, yolların ve bulunduğu ortamın da yabancı olduğunu fark etmişti. Şehre gittiğinde şehrin de değiştiğini, daha modern göründüğünü fark etmişti. Ona hem çok tanıdık hem de çok yabancı geliyordu bu şehir. Bir gazetenin üzerindeki tarihe baktığında ise kendisini yarığa girdikten tam 40 yıl sonrada bulduğunu fark etmişti.
Livei kendine geldiğinde Frip'in evindeydi. Mabi, Dufo, Frip, Bok, Maxwell, Mavi, Friks, Huld ve Thomas da onlarlaydı. Livei yüz ifadelerinden onların da biraz önceki deneyime maruz kaldıklarını anlamıştı. Üstelik bir kısmı Bay Zengin ile aynı odadalarken onlarla değildi bile. Gördüğü her şeyi sanki bir film gibi izlemiş ama aynı zamanda sanki deneyimlemişti de. O ikisi Ingenium'un kurucuları olmalıydı, değil mi? Bay Zengin ve Şapkalı. İsimleri yasaklı olan, sistemde silinen, telaffuz etmeleri hatta düşünmeleri bile imkansız olan kurucular olmalıydılar. Livei ellerini yüzüne yaklaştırdı. Bedenine dokundu. Sonra oturduğu zemine ve duvarlara dokundu. Burası gerçek miydi? Ingenium'a geri mi dönmüşlerdi? Neyin gerçek neyin sahte olduğunu ayırt etmekte zorlanıyordu. "Kutay. Barış." dedi sessizce. Sonra bir kez daha, bu sefer daha yüksek sesle söyledi. "Kutay ve Barış. Kutay ve Barış. Barış ve Kutay. Şapkalı ve Bay Zengin." Eğer isimleri yasaklıysa bir şey olması gerekiyordu değil mi? Söyleyememesi veya başına bir şey gelmesi gerekiyordu. Belki de sistemin kodunu kırmayı başarmışlardı. Belki de ilk kez sisteme üstün gelmişlerdi. Eğer bu doğruysa sistemin en büyük yasağını da delebiliyor olması gerekirdi. "Artık isimlerini söyleyebiliyor muyuz? Max, Thomas bir şey biliyor olmalısınız. Orada ne yaşandı? O ikisine ne oldu?"