Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#21
Hae mesajı almış olmalıydı ki birkaç dakika içerisinde sakinleşmişti. Tamamen kendine geldikten sonra nerede olduğunu sorgulamıştı. Livei durumu açıklayacak kadar beyin hücresine sahip olmadığı için onun yerine Max durumu açıklamıştı. Hae ise herkesten çok daha fazla şey biliyor gibiydi. Buraya kendileri tarafından getirilmediğini söylemişti. Onu buraya getiren şeyin gelecekteki benliği olduğunu söylemişti. Gelecekteki... ölü benliği mi? Neler olduğunu anlıyorlar mı diye Livei gözlerini Thomas ve Max ikilisi üzerinde gezdirip duruyordu ancak ex-observer takımında bugün iş yok gibiydi. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Hae hiçbir şey olmamış gibi ikinci bombayı bırakmıştı. Gelecekte bir hata yapacağı için geçmişe mesaj bırakmaya gelmişti. Yaptığı hata o kadar büyük olacaktı ki tüm zaman çizgisini bozacaktı. Bu yüzden yardımlarını istiyordu. Livei gerginlikle yutkundu.

Max olanları duyduktan sonra her adımlarını temkinli atmaları gerektiğini, geleceği değiştirmek için bir fırsatları olabileceğini söylemişti. Livei ise neler olduğunu asla anlamıyordu. Geçmiş neydi, gelecek neydi, şu an neydi? Her şey birbirine karışmıştı. Hae gelecekte Ingenium sırlarını çözmeye çalıştığından ve cevaba çok yaklaştığından bahsetmeye başlamıştı. Sonrasında ise bu bilgiyi koruyamadığını ve bilginin yanlış ellere düştüğünü söylemişti. O kadar üstü kapalı konuşuyordu ki söylediklerinden güven testi mi uyguluyordu yoksa onlara hazmetmeleri için zaman mı veriyordu belirsizdi. O esnada Max elindeki cihazın Hae'yi bu zamanda tutmak için yeterli olmadığını dile getirmişti. Onun şu anki benliği ile iletişime geçmek zorundaydılar. Hem de onu hatasından döndürmeleri gerekiyordu. Ancak kaçırdıkları bir nokta vardı. Livei'yi sabahtan beri çileden çıkaran şey: HAE ÖLÜYDÜ! Bunu nihayet tekrar gündeme getiren kişi ise Hae'nin kendisiydi.

"Ay sonunda nihayet birisi söyledi bunu ya! Çıldıracağım gerçekten şurada. Size ne diyorum ben? Hae öldü. Ö-L-D-Ü. Rahmetli oldu. Göçtü. Aramızdan ayrıldı. Kaç farklı şekilde anlatabilirim bunu ben artık!?" Derin bir of çektikten sonra Hae'ye döndü. "Sevgili Hae, seni çok iyi hatırlıyorum. Tihami Savaşı esnasında kendini patlattığın için ölmüştün. Seninle birlikte yakın çevrendeki onlarca vatandaşı da yok ettin. O halde gelecekteki sen nasıl bir hata yapabilirsin? Bir geleceğin yok ki? Yoksa ölmedin mi? Dünya ne işler çeviriyor? Koruyamadığın bilgi neydi? Bizimle daha açık konuşmalısın ki sana nasıl yardım edeceğimizi bilelim. Biz de Ingenium'u kurtarmak için savaşıyoruz. Yoksa gezegenimiz yok edilecek. Ki sanırım sadece gezegenimiz değil, tüm zaman çizgisi de tehlikede - artık bu ne demek oluyorsa. Ölü insanların yaşıyor gibi görünmelerinin sebebi bu bozulma mı? Bizim yalnızca gezegenimiz bir kodlama ürünü değil, tüm zaman akışımız ve zaman çizgimiz de mi kodlamadan ibaret? Bu yüzden mi istedikleri gibi değiştirebiliyorlar?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#22
Mabi: Mabi, senin hikayen, intikam ve güçle dolu bir yolculuk. Ae'nin uzattığı eli sıkarken, geçmişin gölgeleri seninle birlikte yürüyor. O an, tüm yaşadıkların, Ae ile geçirdiğin anlar, bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyor. Onunla ilk karşılaştığın gün, paylaştığınız gülüşmeler, birlikte kurduğunuz hayaller... Ve sonra, o karanlık gün, Ae'nin ölüm haberi. O an, dünyanın altüst olduğunu hissetmiştin. Şimdi ise, Ae canlı canlı karşında, ama bu sefer bir düşman olarak. Kaslarını gererek, onun elini sıkıyorsun. Bu sadece bir el sıkışma değil, aynı zamanda bir savaş ilanı. Kalsiyum kaslarını güçlendiriyorsun, her bir lif, intikam ateşiyle dolu. Ae'nin elini sıkıca kavradığında, onun şaşkınlık dolu bakışlarına tanık oluyorsun. Bu, senin zaferin olacak. Aniden, Ae'yi kendine doğru çekiyorsun. Uranyum Nötron Patlaması tekniğini kullanarak, onun savunmasını kırıyorsun. Ae, şaşkınlık içinde, ama senin hızına yetişemiyor. Kafan, onun yüzüne sert bir şekilde çarpıyor. Çarpmanın etkisiyle, Ae geriye doğru sendeliyor. Ae'nin yüzünde şimdi kan var. Gözlerindeki şaşkınlık, acıya dönüşüyor. Ama sen durmuyorsun. Kalsiyum Kemik Bıçakları tekniğini kullanarak, onun boğazına ve vücuduna hızla saplıyorsun. Her bir hareketin, intikamının derinliklerinden geliyor. Ae, yere düşüyor. Gözleri, inanamaz bir şekilde sana bakıyor. "Neden?" diye fısıldıyor, sesi zayıf ve kırık. Sen, ona soğuk bir bakış atıyorsun. Ae'nin gözleri, yavaşça kapanıyor. Son nefesini verirken, senin yüzünde bir zafer ifadesi var. Bu, senin intikamın. Ae'nin bedeni, yavaşça soğuyor. Sen, onun üzerinde duruyorsun, galibiyetinle baş başa.

Etrafına bakıyorsun. Mavi Yıldız'ın komuta merkezi, şimdi sessiz ve hareketsiz. Ae'nin ölümüyle, buranın kontrolü artık sende. Bir cihaz arıyorsun, iletişim kurabileceğin bir şey. Mavi Yıldız'ın geleceği, artık senin ellerinde. Mabi'nin intikamı tamamlandı. Şimdi, yeni bir başlangıç var önünde. İstersen Mavi Yıldız'ı yeniden şekillendirecek, kendi düzenini kuracaksın. Ya da Mavi Yıldız'ı sona sürükleyecek ve ateşe vereceksin. Ae'nin ölümüyle, eski düzen sona erdi. Yeni bir çağ başlıyor, ve sen, bu çağın öncüsüsün. Ae'nin cansız bedeninin üzerinde dururken, etrafındaki sessizlik, bir anda hareketlenmeye başlıyor. Mavi Yıldız'ın diğer üyeleri, komuta merkezine doğru ilerliyorlar. Onların adımları, metal zeminde yankılanıyor. Bu sesleri duyuyor ve anında harekete geçiyorsun. Hızla etrafına bakınıyor ve en yakın çıkışa yöneliyorsun. Gölgeler arasında, bir hayalet gibi kayboluyorsun. Mavi Yıldız üyeleri, komuta merkezine ulaştıklarında, sadece Ae'nin bedeniyle karşılaşıyorlar. Sen ise çoktan gözden kaybolmuş durumdasın.

Çıkış olduğunu düşündüğün bir kapıdan geçerken bambaşka bir odaya girdiğini fark ediyorsun. Gizli odanın kapısını açtığında, karşısında şaşırtıcı bir manzara buluyor. Oda, eski ve unutulmuş bir laboratuvar gibi görünüyor. Tozlu raflar, eski bilgisayarlar ve karmaşık cihazlar. Ancak dikkatini çeken şey, odanın ortasında duran, büyük bir kapsül. Kapsülün içinde, Ae'ye tıpatıp benzeyen bir figür yatıyor. Şaşkınlık içinde yaklaşıyorsun ve kapsülün camına dokunuyorsun. İçerideki figür, Ae'nin bir klonu.

Livei: Hae'nin sözlerini dinlerken, kafanda birçok soru işareti beliriyor. Her şey o kadar karmaşık ve anlaşılmaz ki, bir an için durup düşünmek zorunda kalıyorsun. Ancak bu karmaşanın ortasında, beklenmedik bir gerçekle yüzleşiyorsun. Max, cihazıyla meşgulken dikkatin laboratuvarın duvarındaki eski bir fotoğrafa kayıyor. Fotoğraf, Ingenium gezegenindeki bir laboratuvarı gösteriyor ve orada çalışan bilim insanları arasında, genç bir Hae'nin de olduğu görülüyor. Fotoğrafı dikkatle incelerken, bir şey fark ediyorsun. Fotoğraftaki Hae, şu anki Hae'den farklı görünüyor. Bu fark, sadece yaşlanma ile açıklanabilecek bir şey değil. Bu gözlemi Max ve Thomas'a bildiriyorsun. Max, cihazını bir kenara bırakıp fotoğrafa yakından bakıyor ve sonra bir şeylerin farkına varıyor. "Bu... bu imkansız." diyor Max şaşkınlıkla. "Bu fotoğraftaki Hae, bizim bildiğimiz Hae değil. Bu, onun bir 'snapshot'ı olmalı." Thomas'ın gözleri bir anda şaşkınlıkla açılıyor ve gözlerini Hae'ye çeviriyor. Hae ise "Bu terimin ne demek olduğunu olabilecek en kötü şekilde öğrendim. Ben de gerçek, yani en azından asıl Hae değilim." diyor. Hae, açıklamaya devam ediyor. "Ingenium gezegeninde, insanların zamanda belli başlı kısımlarının "snapshot"ları alınıyor ve bu snapshotlar, ölmeden hemen önceki halleriyle Dünya gezegeninde ikinci bir benlik olarak var oluyor. Bu, ölen insanların aslında ölmeden önceki son hallerinin, bir nevi kopyalarının Dünya'da yaşamaya devam ettiği anlamına geliyor. Bu snapshotlardan ne kadar alınabileceği, ne sıklıkla alınabileceği ve tam olarak gerçek kişinin ne kadarını içerdiği hakkında tüm bilgiler gizli."

Hae, gözlerini Max'e çeviriyor. "Sen. Sen bir Dünyalısın. Bu insanlarla birlikte çalışıyorsun ve bu teknolojinin varlığını onlara açıklamadın mı?" Max, şaşırıyor ve "Bu teknolojiyi sen ne kadar biliyorsan ben de o kadar biliyorum. Konumuzla alakalı olduğunu düşünmedim." diye cevap veriyor. Hae de Max'e doğru yürüyor ve bir anda Max'in yakasından tutuyor. "Bu kadar önemli bir teknolojiden haberdardın. Bu yeterli bir sebep değil mi açıklamak için? Gerçekten Ingenium gezegeninin tarafında mısın?" diye soruyor sertçe. Max ise telaşlanıyor ve "Bak, bir hata yaptım. Hatamı telafi edeceğim. Ben de sizler gibi bir insanım. Mükemmel değilim. Ben her zaman haksızlığa uğrayanın yanında olacağım, buna söz veriyorum." diyor. Hae, Max'in yakasını bırakıyor ve "Yani bir gün Ingenium Dünya'dan intikam almaya karar verir ve aynı zulmü yaparsa onlara geri döneceksin, öyle mi?" diye soruyor. Max cevap veremeden sana dönüyor ve "Sana bir tavsiye Livei, hiçbir Dünyalıya güvenme. Hiçbirine." diyor. Hemen ardından yere bakıyor ve konuşmaya devam ediyor. "Gerçek ben, hayır, asıl benin ölmüş olduğunu bilmek gerçekten kafa karıştırıcı ve üzücü bir duygu. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Acaba yaşasaydı nasıl bir insan olurdu? Sanırım benim gibi. Ama belki de benim yaşadıklarımın hiçbirini yaşamayacağı için çok farklı bir insan olacaktı."

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#23
Sevgili dostum Ae.

Seni sevdim. Bir arkadaş olarak, seni gerçekten sevdim. Seninle hiçbir zaman unutamayacağım anılar yaşadım. Hiçbir zaman aklımdan çıkmayacak güzel günlerdi. Seni bırakmayı hiçbir zaman istemedim, seninle yollarım ayrılsın istemedim. Ben sadece, olayların akışına kapıldım ve kendimizi farklı yerlerde bulduk. Buna gerek yoktu. Sen ve ben Ae, biz bütün Dünya'yı, bütün Ingenium'u karşımıza alırdık. Bize ne oldu? Bunu yapmak hiç istemedim. Sana söyledim, sana söyledim! Sana beni öldürmeni söyledim, öldürmeyeceksen bile benimle gelmeni söyledim. Mavi Yıldız'ı, Mutlak Son'u arkamızda bıraksak, sadece ikimiz olsak bile tüm dünyaya göğüs gererdik. Kalbimi çok kırdın. Bana olan ihanetin değil, benim sana olan sevgimi kullanman beni çok kırdı. Senin öldüğünü gözlerimle gördüğümde, o anıların hayal olarak kalacağını düşünmek çok büyük bir yüktü. Sonrasında ise, beni test ettiğini söyledin.

Seni hiçbir zaman unutmayacağım. Seni çocuklarıma anlatacağım, senle olan tüm güzel anılarımı kalbimde saklayacağım. Ama sen seçimini yaptın ve bu seçimin sonuçları ağır. Bu ağırlığın altında kalacak olansa, ben değilim.

Ae'nin cansız bedenine son bir bakış attım kelimeler zihnimden akarken. Mavi Yıldız'ın kontrolünü elime almayı başarabilirdim. Mutlak Son ve Mavi Yıldız'ı birleştirebilir, muazzam bir güç elde edebilirdim. Ae artık yoktu, onun yerine geçecek olan kişi olabilirdim. Ancak ben bir piyon değilim, ben yönetecek olanım. Şimdilik buna çok fazla odaklanamadan, gelen adım sesleri kulağıma ilişti ve hızlıca yakınımda bulunan çıkışa ilerledim. Ortadan kayboldum ve bambaşka bir odada kendimi buldum. Oda eski bir laboratuvar gibi özüküyordu, tozlu raflar, eski bilgisayarlar ve hiç bilmediğim karmaşık cihazlar. Odanın ortasında duran kapsülün içinde ise, Ae'ye benzeyen birisi duruyordu. Bu, onun klonuydu.

Bu klonla ne yapacağımı bilmiyordum. Gerçek Ae'yi öldürmüşsem bile, klonunu ortaya çıkartmak benim için bir problem yaratabilirdi. Yine de, şansımı denemeye karar verdim. Kapsülden çıktığında gücünü toparlayamayacağını düşünüyordum, bir aksilik olursa klonunu da yok etme şansı yakalayabilirdim. Gerçek Ae'yi yanıma çekememişsem bile, klonunu çekme ihtimalini düşünmek bir nebze de olsa aklıma yatıyordu. İçerideki klonu dışarı çıkartmanın bir yolunu bulmalıydım, kapsülün etrafındaki cihazları incelemeye çalışacaktım. Eğer bir şekilde onu çıkartmanın yolunu bulabilirsem, onu güzelce yere yatıracağım ve iki elini birleştirip bileklerinden iki elimle sıkıca kavradıktan sonra dizimi göğsüne bastıracağım. Herhangi bir şekilde bana karşı saldırıya geçmesini istemiyorum. Konuşacağız ve tüm üstünlük bende olacak. Eğer ters bir hareket yaparsa...

Üzgünüm Ae ama seni ikinci kez öldüreceğim.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#24


Livei tabi ki de bu deliliğin ortasında sorduğu hiçbir şeye yanıt alamamıştı. Hatta kimse onu bir tarafına takmıyor gibiydi. Bu yüzden pes ederek soru sormaktan vazgeçti. Kimsenin bir şey bildiği veya bilse bile gerçeği söyleyeceği yoktu. O esnada gözüne laboratuvarın duvarına asılı eski bir fotoğraf çarpmıştı. Yaklaşıp fotoğrafı incelemeye başladı. Çalışan bilim insanlarını gösteren pek de ilgi çekici olmayan bir fotoğraftı aslında ancak Livei'nin gözü birisinde takılı kalmıştı. Neredeyse Hae olduğundan emin olduğu birisinde... Bir miktar farklı görünüyordu ancak aynı kişi olduğuna yemin edebilirdi. Ama bu nasıl olabilirdi ki? Fotoğrafı Max'e gösterdi. Max her zamanki gibi durumun imkansızlığını dile getirmişti. Sanki şu anda her şey çok mantıklı ve imkanlıymış gibi.

Fotoğraftaki Hae'nin bizim bildiğimiz Hae olmadığını, bir "snapshot" olduğunu söylemişti. "Snap ne?" Thomas bu kelimeyi duyar duymaz şaşkınlıkla kaşlarını germiş, Hae ise acıyla yüzünü buruşturmuştu. Kendisi dışında odadaki herkes bu kelimenin ne anlama geldiğini biliyor gibiydi. Hae, o fotoğraftakinin kendisi olmadığını söylemişti. Sonrasında ona tek gerçek cevabı veren sevgili dostu ve yeni kankisi Hae versiyon 2.0 olduğu için tüm bedeniyle ona dönerek söyleyeceklerini dikkatle dinlemeye çalıştı. Söylediklerinin ne anlama geldiğini çözebilmek için cümle cümle deşifre etmesi gerekiyordu ne yazık ki. Söylediğine göre Ingenium'da insanların snapshot denen bir şeyleri alınıyordu, görüntü kaydı gibi bir şeydi ancak tam olarak öyle de değildi. Onların tüm bedenlerini, akıl ve düşüncelerini ölmeden önceki anlarında kopyalıyorlardı. Yani onlardan bir ikinci kendilerini oluşturuyorlardı. Hatta belki de üçüncü, dördüncü... Kaç tane gerekiyorsa o kadar oluşturuyorlardı. Ölen insanların bu kopyaları Dünya gezegeninde yaşamaya devam ediyordu. "Hassiktir."

Livei duyduklarının şokuyla sarsılırken ve öğrendiklerini sindirmeye çalışırken Hae ve Max birbirlerine girmişti. Hae adeta adamın yakasına yapışarak bu teknolojinin varlığını bilmesine rağmen neden kendilerine açıklamadığını sorgulamıştı. Max ise gerekli bulmadığını söylemişti. Hae ona hiçbir Dünyalıya güvenmemesi gerektiğini söylemişti. Haklıydı da. Neticede Dünya'da doğmuştu bu insanlar. Kendi çıkarlarını gözeteceklerdi. Kendi çıkarına işlemeyen hiçbir şeye dokunmayacakları aşikardı. Yine de şimdiye kadar epey yardımcı oldukları da su götürmez bir gerçekti. "Max'in bize yalan söylediğine hiç denk gelmedim ama doğruyu kırpıp kesip biçmekte üstüne yok anlaşılan. Bu kadar hayati ve önemli bir şeyden haberdar olmamız gerekiyordu Max. Bu bilgiyi bilseydik pek çok şey anlam kazanırdı." dedi başını onaylamaz şekilde sağa sola sallayarak. Hae'ye döndü. "Gerçek seni pek yakından tanıma fırsatım olmadı, üzgünüm. Anlatabileceğim çok bir şey yok." Dedikten sonra devam etti. "Tüm bunlar çok tuhaf. Sen bir kopyasın yani. Ama yaşıyorsun. Nefes alıyorsun. Ölen eski benliğinden farklı anıların var. Bizi biz yapan şey anılarımız değil midir? Bu durumda sen... ondan farklı bir insansın. Bu çok garip. Ne yani benim de mi bir kopyam var Dünya'da? Benden ayrı nefes alan, yaşayan bir ben mi var? Ya da şu anki benim kesin ölümümden sonra yaşamaya başlayacak... Ama ben ölmüş olacağım. O kim olacak o zaman? Benim dostlarıma ve sevdiklerime de mi sahip olacak? Anlamıyorum..." Tam bir zihinsel krizin içindeyken aniden aklına bir şey gelmiş gibi yerinden sıçradı. "Hassiktir. HASSİKTİR. SHISHA! SHISHA DA BİR KOPYA!" Hemen Bok'a doğru koştu. "Öldüğünü sandığını ve gözlerini aniden Dünya'da açtığını söylemişti, hatırlıyor musun? O zaman o da bir kopya olmalı. Snap bilmem ne. Gerçek Shisha ölmüş olmalı!"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#25
Mabi: Etrafına bakıyorsun, laboratuvarın eski ekipmanları arasında bir çekiç buluyorsun. Ağır ve sağlam, tam da ihtiyacın olan şey. Çekiç elinde, kapsüle doğru ilerliyorsun. Kapsülün camına odaklanıyorsun, içindeki figürün hareketsizliği seni daha da kararlı kılıyor. Derin bir nefes alıp, tüm gücünle çekici kapsülün camına fırlatıyorsun. Cam, çarpmanın etkisiyle çatlıyor ve ardından gürültüyle kırılıyor. Kırık cam parçaları etrafa saçılıyor. Kapsülün içindeki figür, Ae'nin klonu, yavaşça hareket etmeye başlıyor. Gözlerini açıyor ve seni şaşkınlıkla izliyor. Bu, senin için bir fırsat. Hızla hareket edip, klonun yanına varıyorsun. Onu dikkatlice yere yatırıyorsun ve iki elini birleştirip bileklerinden sıkıca kavrayarak dizini göğsüne bastırıyorsun. Bu şekilde, herhangi bir saldırıya karşı hazırlıklı oluyorsun. Klon, senin kontrolün altında, şimdi onunla konuşma zamanı.

Klon, senin sıkı tutuşun altında, hareketsiz ve şaşkın bir şekilde yatıyor. Gözleri, senin üzerinde, bir anlam arar gibi dolaşıyor. Bu laboratuvar, eski ve unutulmuş bir yer gibi görünse de, içinde barındırdığı sırlar, senin için yeni bir keşif alanı oluşturuyor. Kapsülün içinden çıkan bu klon, Mavi Yıldız'ın ve Ingenium'un derinliklerinde yatan gizemleri açığa çıkarabilecek potansiyele sahip. Etrafındaki ekipmanlar, zamanın tozunu taşıyor; eski bilgisayarlar, karmaşık cihazlar ve tozlu raflar, bir zamanlar bu odanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu odanın duvarları, geçmişin sessiz tanıkları gibi, senin ve klonun arasındaki bu kritik anı izliyor. Klonun yavaşça hareket etmeye başlamasıyla, senin dikkatin daha da keskinleşiyor. Her bir hareketi, her bir soluk alışı, senin gözlerinin önünde. Bu klon, Ae'nin bir kopyası olabilir, ama onun zihninde ne tür bilgiler saklı olduğunu keşfetmek, senin için büyük bir merak konusu. Klonun gözlerinde, bir tür bilinç var gibi görünüyor; belki de senin sorularına cevap verebilecek, belki de seni Mavi Yıldız'ın daha derin sırlarına götürebilecek bir bilinç. Bu laboratuvarın sessizliği, senin ve klonun arasındaki gergin bekleyişi sarıyor. Her an, yeni bir keşif, yeni bir gerçek ortaya çıkabilir. Sen, klonun üzerindeki kontrolünü sürdürürken, zihninde bir plan oluşmaya başlıyor. Bu klonu nasıl kullanabileceğini, Mavi Yıldız'ın sırlarını nasıl çözebileceğini düşünüyorsun. Bu, sadece bir başlangıç; önünde, keşfedilecek çok daha fazla şey var. Klon sonunda ağzını açmaya hazırlanıyor ve bir anda...

Livei: Max, kendisine söylediklerine karşılık olarak üzgün bir ifade takınıyor. "Sonuna kadar haklısın..." demekle yetiniyor. Bok'a kurduğun yeni teoriyi anlatırken bir anlığına gözlerine bakıyorsun. Büyük bir korkunun Bok'u sardığını hissedebiliyorsun. "Evet, hatırlıyorum. Shisha'nın öldüğünü sandım ve sonra... Dünya'da uyandım. Bu... bu çok kafa karıştırıcı." Bok, kendi varoluşunu sorgulamaya başlıyor. "Peki, bu durumda ben kimim? Gerçek ben miyim, yoksa sadece bir kopya mı?" Bok'un bu sorusu, odadaki herkesin zihninde yeni sorular yaratıyor. Bu sırada, Hae, Bok'a dönüyor ve "Bu teknoloji, insanların ölümlerini aşmalarını sağlıyor. Ama bu, onların gerçekten ölümsüz olmaları anlamına gelmiyor. Her kopya, kendi bağımsız yaşamını sürdürüyor. Bu, Ingenium ve Dünya arasındaki ilişkiyi tamamen değiştiriyor." diyor.

Bu konuşmaları dinlerken, kendi varoluşunu ve geleceğini düşünüyorsun. Eğer Dünya'da bir kopyan varsa, bu yaşamını nasıl etkiler? Kendi ölümünden sonra, bir başkası yerine yaşamaya devam edecek mi? Bu düşünceler zihnini meşgul ederken, laboratuvarın dışından gelen sesler dikkatini dağıtıyor. Kapı açılıyor ve içeriye kıyafetlerini tanımlayamadığın polisler giriyor. "Burada ne oluyor?" diye soruyorlar. Max ağzını açacakken bir anda...

Livei ve Mabi: Aniden, ikiniz için de zaman ve mekanın anlamı değişiyor. Gözlerinizi açtığınızda, kendinizi tamamen yabancı ve bilinmez bir yerde buluyorsunuz. Etrafınızı saran atmosfer, hem gizemli hem de büyüleyici. Gökyüzü, alışılmadık bir renk paletiyle boyanmış gibi; turuncu, mor ve yeşilin pastel tonları birbiriyle dans ediyor. Yıldızlar, gökyüzünde rastgele dağılmış değil, adeta bir ressamın fırçasıyla titizlikle yerleştirilmiş gibi parlıyor. Bu gökyüzü, evinizden çok farklı, adeta başka bir evrenin parçası gibi. Etrafınıza bakıyorsunuz. Ayaklarınızın altındaki toprak, yumuşak ve elastik, her adımda hafifçe esniyor. Toprağın rengi, koyu mavi ve mor karışımı, üzerinde yürüdükçe parıldayan minik kristallerle kaplı. Etrafınızda yükselen bitkiler, evinizdekilerden tamamen farklı. Yaprakları saydam ve ışık saçan, sanki içlerinde küçük yıldızlar barındırıyorlar. Bazıları, hafif bir melodi çıkararak rüzgarla dans ediyor, adeta çevrelerindeki havayı müzikle dolduruyor. Bu garip ve büyüleyici dünyada, birbirinize bakıyor ve nerede olduğunuzu anlamaya, etrafınızda yaşananları anlamlandırmaya çalışıyorsunuz.

Birden, hafif bir rüzgar esiyor ve etrafınızdaki bitkilerin yaprakları hışırdamaya başlıyor. Rüzgar, bir melodiye dönüşüyor, sanki doğa size bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibi. Bu melodinin rehberliğinde yavaşça ilerlemeye başlıyorsunuz. Her adımınızla, bu yeni dünyanın sırlarını keşfetmeye bir adım daha yaklaşıyorsunuz. Bu dünya, size hem tanıdık hem de tamamen yabancı geliyor. Burada ne aradığınızı ve neden buraya getirildiğinizi bilmiyorsunuz ama içinizdeki merak ve keşfetme arzusu, sizi bu bilinmezliğin derinliklerine doğru çekiyor. Çünkü siz de biliyorsunuz ki insanoğlunun sınırsız bir evrim potansiyeli vardır. Bir anda etrafınızdaki tüm dünya siyah beyaz oluyor. Bu siyah beyazın içerisinde bir tek ikiniz renkli kalıyorsunuz. Önünüzde üç figür beliriyor. Bir adam, uzun bir şapkası var. Bir kadın, güzel bir elbise giyiyor. Bir kız çocuğu, kadının kucağında. Mutlu bir aileye benziyorlar. Bir anda adam ve çocuk yok oluyor. Kadın, cebinden sivri bir cam parçası çıkarıyor ve kendi boğazını kesiyor. Siyah beyaz alanın zemini kan kırmızı ile doluyor. Sonrasında çocuğu görüyorsunuz. Az önceki gibi değil, bir hayli kilo vermiş. Sağlıksız derecede kilo vermiş. Çocuk gözlerini yavaşça kapatıyor. Sonrasında ise adamı görüyorsunuz. Bu acı dolu manzaraya göz atıyor. Şapkasını çıkarıyor ve yere fırlatıyor. Karısının cansız bedeninin yanında duran sivri cam parçasını eline alıyor. Karısıyla aynı kaderi paylaşmak istediğini anlıyorsunuz fakat bir ses duyuyor. Sesi duyduğu anda camı yere fırlatıyor, arkasını dönüyor ve gözyaşları gözlerinden aka aka koşuyor, uzaklaşıyor. Tüm bunların ardından tüm figürler yok oluyor. Etrafınızdaki siyah beyaz dünya renklerini tekrar kazanıyor. Bu sefer, karşınızda siyah beyaz bir insan figürü beliriyor. Adamın şapkası var, şık bir takım elbise giymiş. Size doğru yürüyor ve size düşündürücü bir soru soruyor.

"İnsan nedir?"

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#26
Livei, Shisha'nın durumunu hatırlamanın heyecanıyla Bok'a durumu açıklarken Bok'un da birebir aynı hikayeye sahip olduğunu tamamen unutmuştu. Yaptığı hatayı Bok'un gözlerinin şaşkınlıkla büyümesinden sonra fark etti. "E-Evet... Doğru. Sen de..." Onun bildiği Bok ölmüştü. Bir zamanlar sevdiği ve onun tarafından sevildiği, dokunduğu, kokladığı o beden... O Bok ölmüştü. Karşısındaki Bok Dünya'da üretilmiş bir kopyaydı. Sadece onun anılarına sahipti. Ama o değildi. Ancak bir yandan da tam olarak o'ydu. "Sen benim konserde tanıştığım Bok değil misin yani? O öldü mü?" Anlamıyordu. Anlatılan her şey absürt geliyordu. "Ölümü yenmek istemiyoruz ki. Bizi ölümde bile rahat bırakmıyorlar mı yani? Rızam dışında yaşatılmak ya da kopyalarımla yaşamımı sürmek istemiyorum ben. Bu çok zalimce. Çok ahlaksızca!" Dünya'da bir kopyası vardı. Belki orada yaşamını sürdürüyordu. Belki de uyuyordu. Gerçek bedeni öldükten sonra o gözlerini açacaktı. Kendisini Dünya'da bulacaktı. Zihnindeki yarım yamalak anılarla varlığını sorgulayacaktı. Yanlış ellere düşecekti. Yanlış kararlar alacaktı. Çünkü asla var olmaması gerekendi o. Bir insandan nasıl iki tane olurdu ki?

Tam o esnada laboratuvarın dışından ayak sesleri onlara doğru gelmeye başlamıştı. Üniformalarının hangi ülkeye veya kuruluşa ait olduğunu bilmediği yetkililer içeri girmiş ve burada ne aradıklarını sormuştu. Livei olanların şokundan ağzını açacak halde değildi. Max tam öne atılmış bir şey söyleyecekti ki-

Gözlerini açtı. Fark ettiği ilk şey tamamen başka bir mekanda olduğuydu. Diğer şey ise Mabi'nin de onunla olduğuydu. Büyüleyici bir manzaranın karşısındaydılar. Sıcacık pastel renkler etraflarını sarmıştı. Gökyüzü Livei'nin en çok sevdiği günbatımı anındaki gibi kırmızı, turuncu, pembe renklerine bürünmüştü. Burası kesinlikle onların evleri bildikleri gezegenleri değildi. Dünya'ya daha önce gelmişti ancak bu kadar güzel göründüğünü hatırlamıyordu. Ayaklarının altındaki yumuşak toprak, klasik kahverengi değil mor ve mavi karışımı bir renkteydi. Minik kristal parçaları ile parıldıyorlardı. Tüm ağaçlar, yeşillikler, çiçekler, etraflarındaki her şey dans ediyor ve ışık saçıyor gibiydi. Etrafı incelemeyi ve nerede olduğunu anlamayı bıraktığında gözlerini Mabi'ye çevirdi. "İyi misin? Çok kötü şeyler oldu Mabi, sana anlatmam lazım. Ama neredeyiz?" Esen rüzgar saçlarını dağıtıyor ve geriye doğru savuruyordu. Rüzgarın sesi adeta bir melodi tutturmuş gibiydi. Buraya onları bir observer ya da şapkalı figür getirmiş olmalıydı. Daha önce yapmadığı şeyler değildi. Çıkış yolunu bulmak için yürümeye başladılar.

Meraklı gözlerle etrafı kuşkuyla süzerken ilerlemeye devam ettiler. Bir anda bütün renkler soldu ve her şey siyah beyaz oldu. Ellerini kaldırıp kendi bedenine baktı ancak renkleri hala duruyordu. Mabi'nin de altın sarısı saçları hala ahenkle dans ediyordu. Geriye kalan her renk yok olmuştu. Önlerinde üç insan vardı. Uzun şapkalı adam ona bir yerlerden tanıdık gelmişti. Şapkalı olmalıydı bu. Yanında onun yaşlarında olduğunu tahmin ettiği güzel bir kadın vardı. Kadının kucağında ise küçük bir kız çocuğu vardı. Gülümsüyorlardı. Sonra adam ve çocuk aniden silikleşerek yok oldu. Bunun hemen ardından kadın cebinden çıkarttığı sivri bir aletle boğazını kesti. Yere düşmesiyle birlikte siyah beyaz renklerle dolu zemin kıpkırmızı kan rengine bürünmüştü. Çocuk ortaya çıkmıştı ardından. Çok zayıf ve sağlıksız görünüyordu. Bir hastalığı vardı belli ki. Gözlerini kapatmıştı. O da mı ölmüştü? Şapkalı adam yanlarına gelmişti. Yüzünde acı dolu bir ifade vardı. Şapkasını yere fırlattı. Karısının kendisini öldürmekte kullandığı alete eli gitmişti fakat durdu. Yapmadı. Bir ses duymuştu. Sesi duyduğu anda fırlatmıştı keskin şeyi elinden. Ağlayarak koşarak uzaklaşmıştı. Tüm figürler tek tek silikleşerek yok olurken Livei gerginlikle nefesini tuttuğunu fark etti ve ciğerlerine derin bir soluk aldı. Tüm renkler yeniden biraz önce oldukları hallerine dönmüştü. Ancak şapkalı figür önlerindeydi. O hala siyah beyazdı, renklerini geri kazanamamıştı. Belki de geri kazanacak bir rengi kalmamıştı. Üzerinde şık bir takım elbise vardı, onu daha önce gördüğü zamanlardaki haline benziyordu. Yüzünde aynı gaddar, soğuk ifade vardı. Onlara doğru yürürken ağzından tek bir cümle çıkmıştı. Bu bir soru cümlesiydi. İnsanın ne olduğunu soruyordu.

"İnsan..." dedi Livei olayların akışına kendini kaptırmış bir şekilde düşünürken. "Buna pek çok yanıt verilebilir. İnsan düşünen, duyguları olan, seven ve aile kuran bir varlıktır. Neden içine doğduğunu bilmediği bu dünyada kendi hayatına bir anlam üretmeye çalışır. İnsan her bireyi özel ve biricik olan bir canlıdır. İnsan gelişir, büyür, güçlenir, hata yapar, öğrenir, ders çıkarır. İnsan ölümlü bir canlıdır ama asla tamamen yok olmaz. Sevdikleriyle yaşatılmaya devam eder. Ailesiyle. Bütün nesli tükenmedikçe..." Derin bir soluk aldı. "İnsan benim. İnsan Mabi. İnsan Bok. Shisha, Ae, Thrao, Friks, Max... Hepimiziz. Ve de sensin..." Yüzünü seçebilmek amacıyla şapkalı adama doğru bir adım attı. "O senin ailendi, değil mi? Dünya gezegeni ölmeye başladığında mı kaybettin onları? Bu yüzden mi Ingenium? İkinci bir şans için mi? Ölümü yenmek için mi? Aileni geri getirmeye mi çalışıyorsun? Ve biz de tekerine çomak sokuyoruz, değil mi?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#27
Elime aldığım bir çekiçle kapsülün önüne gittiğimde içerideki "Ae"ye tekrardan baktım. Onu oradan çıkarmak, en mantıklı hareket gibi gözüküyordu. Kapsülü elimdeki çekiçle kırdıktan sonra klon Ae'nin yavaş yavaş kendisine gelmesini izledim. Önce gözlerini açtı ve şaşkınlıkla beni izledi, ne olduğunu anlamışa benzemiyordu ve bende bu durumdan yararlanarak hızla yanına ulaşmıştım. Onu tam istediğim gibi sıkıca tutmuş, anlamsız bakan bakışlarının altında göğsüne bastırmıştım dizimle. Karşımdaki klon Ae, bir çok sırrı ortaya çıkaracaktı. Buradaki oda, neredeyse çoğu gizemi çözecek bir sürü materyale sahipti. Klon yavaşça hareket etmeye başladığında keskin bakışlarımı üzerinde tuttum. Ae, daha önce bana bir kere ihanet etmişti ve bunu bir kez daha kaldıramazdım. Karşımdaki klon bana anlamsız bir şekilde bakıyor olsa da kendimi tehlikeye atamazdım. Klon ağzını açmaya tam hazırlanırken, zaman ve mekan değişmeye başladı. Tekrardan, işlerime el koyuldu...

Livei, yanımdaydı. Gökyüzü değişik bir renkteydi, belki böyle bir durumda olmasam bu manzarayı saatlerce izleyebilirdim. Livei'nin bana dönüp iyi olup olmadığımı sormasının ardından çok kötü şeyler olduğunu söylemesi moralimi iyice bozdu. "İyi olmaya çalışıyorum. Ae'yi öldürdüm. Sizde ne oldu?" diye sordum. Dürüst davranmanın zamanı diye düşünüyordum. Buranın ortamı, oldukça ilginçti. Toprağın rengi bile pek alışık olmadığım, hatta belki de hiç görmediğim tonlardaydı. Hafif bir rüzgar esintisi yavaşça suratıma vururken, melodinin rehberliği eşliğinde ilerlemeye başladık. Kendimi tamamen bu atmosfere ve çevreye bırakmıştım. Olayların akışına kapılmıştım, daha fazla eylem yapmaya ihtiyaç duymuyordum sanki.

Etrafım siyah beyaz olduğunda gözlerim hızlıca dolaşmaya başladı bir şeyler görmek için. Bir adam, uzun şapkalı ve bir kadın gözümüze ilişti. Kız çocuğu kadının kucağında dururken, çocuk ve adam bir anda yok oldular. Kadın cebinden sivri bir cam parçası çıkardı ve kendi boğazını kesti. Siyah beyaz zemini renge bulayan şey kadının kanı oldu. Çocuk, sağlıksız bir derecede kilo vermiş ve adam ise şapkasını çıkarıp yere fırlatıyordu. O da sivri cam parçasını alıp kendi canına kıymayı düşünürken, duyduğu bir sesle bu eylemden vazgeçmiş ve koşmaya başlamıştı. Siyah beyaz dünya bu görüntülerden sonra renge bürünmüş ve karşımızda bir insan figürü belirmişti. Adamın şapkası vardı ve şık bir takım elbise giymişti. Bize doğru yürüyerek, insanın ne olduğunu soruyordu.

Benim söze girmemden önce Livei söze girmişti. İnsanın ne olduğunu anlatmaya başlamış ve yanımızda duran kişilerin insan olduğunu belirtmişti. Sonrasında ise, anladığım kadarıyla kadını kastederek Dünya gezegeni ölmeye başladığında mı kaybettiğini sormuştu. Ingenium'u bu yüzden mi yarattığını, ikinci bir şans için mi, ölümü yenmek istediği için mi, ailesini geri getirmek istediği için mi yaptığını soruyordu. Hatta, bu eylemine karşılık bizim onun planlarını alt üst ettiğimizi, bu yüzden de bize karşı çıkıp çıkmadığını sorguluyordu. Aklım hala Ae'deyken konuşma isteğim pek fazla yoktu. "Livei yeteri kadar cevap verdi. Bizi buraya neden getirdiğini anlat. Önemli bir konuşmanın ortasındaydım ve senin bu tarz sorularınla ilgilenmiyorum." Diyerek cevap verdim. Bir an önce Ae'nin yanına dönmem gerekiyor. Onu tekrardan Mavi Yıldız'a kaptırmadan önce...
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#28
Adam, Livei'nin cevabını ve Mabi'nin kısa sözlerini dinledikten sonra havaya bakıyor ve tekrardan size dönüp derin bir iç çekiyor. "Anladım." diyor ve Livei'nin kendisine doğru adım atmasına karşılık bir adım geri atıyor. "Evet, tekerime çomak sokuyorsunuz. Ama bu sizin suçunuz değil. Sizinle neredeyse hiç dürüst olmadım ve olmayacağım da, en azından kısa bir an için size gerçeği yansıtabilirim." Bir anda etrafınızda bir simülasyon oluşuyor. İkinci Kıta'da gördüğünüz projektörler sanki etrafınıza belli başlı görüntüler yansıtıyorlar. Adam konuşmaya devam ediyor. "Her şey insanlığın yapay zekaya verdiği önemin artması ile başladı. Benim ve arkadaşlarımın gençliğinde mesleklerimiz birer birer elimizden alındı ve yapay zeka geliştikçe hem fiziksel, hem de sanatsal meslekler önemini kaybetmeye başladı. İnsanlığın insan olduğu için yarattığı eserlere kattığı o doğallıktan eser kalmadı. Bu yapay zeka dünyada genel olarak AI adı ile tanınıyor. Artificial Intelligence, yani yapay zeka. Bir gün, ki keşke o günü yaşamış olmasaydık, bir gün bir şirket yıllar süren uğraşlar sonucunda onu keşfetti. AGI." Etrafınızda beliren simülasyonda bilgisayarlı bir ortam görüyorsunuz. Bir grup insan bilgisayarın başında kutlama yapıyor. Sonrasında bambaşka bir ortama geliyorsunuz. Haberlere çıkmışlar, herkes bu ekibi kutlamakla meşgul. "Artificial General Intelligence. Yapay genel zeka, genelleştirilmiş insan bilişsel yeteneklerinin yazılımda temsil edilmesidir. Böylece AGI sistemi alışılmadık bir görevle karşılaştığında bir çözüm bulabilir. Bir AGI sisteminin amacı, bir insanın yapabildiği herhangi bir görevi yerine getirmektir. Yapay zeka, makine ve bilgisayar bilişiyle ilgilenen çok çeşitli teknolojileri ve araştırma yollarını kapsarken, yapay genel zeka, bir insanınkine eşit zeka seviyesine sahip yapay zekadır. Bu buluşun ardından insanların sadece evde oturacağı ve bu yapay genel zekaları geliştireceği bir sistem oluşturuldu. Bu sistemde insanların tek görevi yapay genel zekaları daha üst düzeye taşımaktı." Etrafınızda bu sefer evlerinde bilgisayar başında oturan insanlar görüyorsunuz. Bu insanlar mutlu görünmüyor.

"Başta aslında her şey yolundaydı. AGI her ne kadar bizimle eşit bir kapasiteye sahip olsa da onu tek bir tuş ile kapatabilecek insanlar vardı. Ve bunu engelleyemeyecek şekilde programlanmışlardı. Sonra bu aynı ekip yapay genel zekanın çok daha ileri gidebileceğine inandılar. Bu yolda ilerlemeye başladılar. Böylece her şeyi yok olmanın eşiğine getirebilecek düzeyde bir tehlikeye sahip olan o sonuca vardılar. ASI, yani Artifical superintelligence. Yapay süper zeka, bilişsel beceriler ortaya koyarak ve kendi düşünme becerilerini geliştirerek insan zekasını aşabilen bir yapay zeka biçimiydi. Daha da ileri gittiler ve bu teknolojiye vücut vermeye karar verdiler. Bazı insanlar ile anlaşıldı ve öldükten sonra vücutlarının bağışlanmasını, ölü vücutlarının kabuk olarak bu yapay süper zekalar için kullanılmasını kabul ettiler. Yapay süper zekanın kapasitesi insan üstüydü. Bir süre sonra insanlara ihtiyaç duymadığına, hatta insanların gezegen için bir virüs olduğuna karar verdi." Şapkalı adam size doğru yürümeye başlıyor. O sırada etrafınızda çok ağır ve kanlı bir savaşın görüntülerini görüyorsunuz. Aklınıza gelebilecek en kötü şeylerin tasviri gözlerinizin önünde. "Savaşı kazandık. Çünkü insanlar her zaman kazanır, değil mi? Değişmeyen kural. Size bunu nasıl başardığımızı uzun uzun anlatmayacağım, bir anlamı da yok zaten. Ama yapay zekanın rahatlığını yaşamış olan insanların tekrar ondan yoksun olan bir dünyaya dönmesi çok zordu, o yüzden bunu o insanlara yapamayacağımızı biliyorduk. Tabii işin özünde başka bir şey de vardı." Gözlerinizin içine bakıyor. "Bu savaşı kazandık ama sonucunda dünya gezegenini yaşanması mümkün olmayan radyoaktif bir atık haline getirdik." Adam, yüzünde hiçbir duygu göstergesi olmadan sizinle konuşmaya devam ediyor. "Başka gezegenlere gitmek bizim teknolojimizle bile zor ve pahalı bir iş. Kendi gezegenimizi oluşturmak zorundaydık. Bu konuşmalar başlayınca işin içine daha teorik, daha felsefi sorular da girdi. Biz, yani insanlar olarak biz, nerede yanlış yaptık da buralara geldik? Neyi yapmamalıydık? Neyi yapsak çok daha iyi şeyler olurdu? İyi bir geleceğin varlığı mümkün mü ki? Ne olursa olsun kendi cehennemimizi mi oluşturacağız? İşte bu soruları cevaplayabilmek için Ingenium projesini başlattık. Sizin bir suçunuz yok. Siz sadece bu projede var olması gereken ve bu proje bazında yok olması gereken insanlarsınız. İnanın bana, insansınız, şüpheniz olmasın. Ama ne yazık ki görevinizi tamamladınız. Sizden özür dilemeyeceğim, size pişman olduğumu da söylemeyeceğim, günahlarımızı ödemenin hiçbir yolu olduğunu düşünmüyorum. Lütfen kazanamayacağınız bir savaşın parçası olmayın ve-"

Şapkalı adamın sözleri gök gürültüsüne benzer bir ses ile bölünüyor. Hemen arkasında masmavi bir ışık oluşmaya başlıyor. Bu ışık giderek artarak her yeri kaplıyor. Uçsuz bucaksız açık gökyüzüne dönüşerek serin ve tertemiz bir hava sağlıyor. Ardından beyaz bir ışık oluşuyor. Su gibi akarak göğe yükseliyor ve bulutlara dönüşüyor. Gözünüzün önünde yıldız gibi parlıyor. Bu ışığın içinden bir kişi çıkageliyor. Laboratuvar önlüğünü andıran ve bulutlarla aynı renkte bir ceket giymiş, gök ile aynı renkte gömlekli ve pantolonlu, uzun saçları dalga dalga ve bakımlı gür sakal ile bıyığı var. Attığı ilk adımla zeminde ipince elle çizilmiş gibi kusursuz bir dalgalanma meydana geliyor. Size ulaştığında bastığınız zeminde ıslaklık hissediyorsunuz. Berrak suların üzerindesiniz şu an. Kollarını iki yana açıp derin bir nefes alıp veriyor. Bu kadar basit bir eylemde bile yaşam kavramını dorukta sezebiliyorsunuz. Şapkalı adama dönüyor. Tek koluyla ona omuz hizasından sarılıyor. Yumuşak bir ses tonu ile konuşuyor onla. "Teşekkür ederim. Bundan sonrasını ben devir alacağım. Senden ricam dinlenmen. Son günlerde kendine çok yüklendin. Beni endişelendirme, olur mu?" Şapkalı başıyla onaylıyor ve yokluğa doğru uzaklaşıyor. Şapkalı gittikten sonra adam size dönüyor. Gözlerinizin içine baktığında beyninizde çağrışımlar havada uçuşuyor. Temizlik, berraklık, serinlik, özgürlük, kurtuluş, ululuk, yükseliş ve daha nice çağrışım tek bir merkeze doğru sarmal şekilde toplanırlen aklınızda, adam sevinçle gülümsüyor. "Sonunda burada olabilmek beni o kadar sevindiriyor ki! Size bir bakayım. Ne kadar güzelsiniz! Yakından çok daha umut vaadediyorsunuz bana! Keşfinizin zirvesinde sizlere kendimi tanıtmama izin verin. Ben Bay Zengin, Zengin CO'nun kurucusuyum. Ingenium projesi benim ve onun ortak ürünü. Açıkçası, sizden daha fazlasını karşımda bekliyordum. Hatta hepinizin burada olması beklentisi içerisindeydim. Sanıyorum ki, dikkat dağıtıcı unsurlara kurban gittiler. Onlara da uğrayacağım ne de olsa. Şimdilik, sizinle başlayacağım. Sorunuz?"

Bay Zengin
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#29
Şapkalı, onlara karşı hiçbir zaman dürüst olmadığını ve olmayacağını ifade ederek konuşmaya başlamıştı. Güzel bir başlangıçtı. Adamın arayı yumuşatmak istediği kesindi. Şapkalı anlatırken etraflarındaki dünya da onun anlattıkları ile şekilleniyordu. Dünya'da yaşananları izlemeye başlamışlardı. Yapay zekanın ortaya çıkışı ve yükselişi, kutlamalar, yapay zekanın insanlara karşı ayaklanışı, dehşet verici bir savaş, insanlığın zaferi... Kazandıklarını söylemişti ama buna kazanmak denebilir miydi? Yuvaları yok olmanın eşiğine gelmişti. Üzerinde yaşayabilecekleri bir gezegenleri yoktu artık. Kimyasal bir çöplüğe dönüşmüştü. Kaderlerinde bir tek, insan soyunun tükenişini kabullenmek veya durumu düzeltmek için çaba göstermek kalmıştı. Onlar da hayatta kalma içgüdüsü tetiklenen her canlı gibi bu ihtimale sığınmışlardı. Aslında fazlasıyla birbirlerine benzediklerini fark etmişti Livei, işin sonunda herkes insandı ve insan kalmaya çalışıyordu. Şapkalı onlara kazanamayacakları bir savaşın parçası olmamaları gerektiğini söylüyordu ancak farkında değildi kendisiyle çeliştiğinin

Bu esnada şiddetli bir gürültüyle inledi her yer. Hemen ardından da oldukça parlak mavi bir ışık kaplamıştı tüm göğü ve yeri. Gökyüzü temizlenmiş, berrak mavi bir hale gelmişti. Hemen ardından beyaz bir ışık oluşmuş ve bulutları oluşturmuştu. Önlerinde bir yıldız ışığı parlamaya başlamıştı ve bu ışığın içinden üzerinde laboratuvar önlüğü bulunan, uzun dalgalı saçları ve gür sakalı olan bir adam çıkıvermişti. Livei'nin gözü bu adamı bir yerden ısırıyordu ama nereden olduğunu hatırlamaya çalıştıkça beyni zonkluyordu. Adamın attığı her adımda yer titreşiyordu. Sanki suyun üzerinde yürüyor gibiydi. Göğsüne derin bir nefes çektikten sonra Şapkalı'ya dönmüş ve omzuna elini atarak dinlenmesi gerektiğini, kendini çok zorladığını, bundan sonrasını kendisinin devralacağını söylemişti. Ne? Hemen ardından Şapkalı hiçliğe doğru kaybolmuştu.

Adam gözlerini kendilerine çevirdiğinde bütün zihni pozitif duygular ve çağrışımlarla dolup taşmıştı. Kendini feraha çıkmış gibi hissediyordu. Sanki uzun zamandır burnu tıkalıydı da şimdi rahatça nefes alabiliyordu. Adam onlara kocaman gülümseyerek kendini tanıtmıştı. Kendisine "Bay Zengin" diyordu. Zengin CO'nun kurucusu olduğunu söylemişti. Bu biraz önce bilgisayarda gördükleri ismin aynısıydı. Ingenium projesinin Şapkalı ile ortak ürünleri olduğunu söylemişti. Aralarında çok daha fazlasının olmasını beklediğini söylemişti. Sonra da herhangi bir soruları olup olmadığını sormuştu. Livei tam ağzını açıp cevap vereceği esnada uzaktan onlara doğru yürümekte olan birisini fark etti. Siyah saçlı, ince ve uzun bir figürdü. Bir dakika... Livei onu tanıyordu. "Dufo!?" Şaşkınlıkla adama doğru haykırdı. Evet, bu kesinlikle Dufo'ydu. Adının Bay Zengin olduğunu ifade eden şahıs onu da gülümseyerek karşılamıştı ve sorularını sormasını rica etmişti. Livei kollarını iki yana açarak adama dostane bir tavırla gülümsedi. "Bay Zengin, sizi tebrik ederim. Deneyiniz başarılı oldu. İnsan ırkı olarak bir üst seviyeye evrimleştik. Bizi siz evrimleştirdiniz. Felaket anında duruma adapte olarak bizleri ortaya çıkardınız. Biz sizin üstün versiyonununuz. Bizi öylece yok etmeyeceğinizi biliyorum. Bunun için fazla kıymetliyiz. Sizin aksinize biz ölüme meydan okuyoruz. Snapshotlarla kaldığımız yerden hayatımıza devam ediyoruz. Biz elementlere hükmediyoruz. Sizin teknolojik aletlerinize bile ihtiyaç duymadan vücudumuzu kullanarak bu güçlere sahip olabiliyoruz. Biz gezegenimizi koruduk ve geliştirdik. Medeniyet kurduk. Kültürlerimizi geliştirdik. Aileler kurduk. Çoğaldık. Her yeni nesil bir öncekinden daha da kuvvetli oldu. İlerlemeye de devam ediyoruz. Teknoloji size ait olabilir ama gelişen biziz. Ve henüz gezegenimizi sizinki gibi bir çöplüğe çevirmedik. Siz araya girip politikalarımızı kurcalamamış olsaydınız ülkeler arası savaşlar bile çıkmayacaktı. Bunca kan dökülmeyecekti. Belki de burada cidden virüs sizsinizdir. Hatta belki de tüm bunları yapmamalıydınız. Bizi bu kadar geliştirmemeliydiniz. Çünkü kontrolünüzün dışına çıktık. Ama artık bunun bir önemi yok. Artık vadeniz doldu, aradan çekilmeniz gerekiyor. Görevinizi tamamladınız. Huzurla emekli olabilirsiniz."
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#30
► Show Spoiler
Genç delikanlının onun peşini bırakmayan makus talihine karşı ilk ve belki de son defa meydan okumasının ardından çok geçmemişti. Bunu yapmasının tek sebebi artık herkesin ondan bir şeyler beklemesi, her beklentinin karşılanması için onun zarar görmesi ve bunun sebebi olan şeyin sürekli ona daha çok zarar görmesi için vesvese vermesi... Genç adamı hayatında hiçbir şekilde yapmayacağı bir şeyi yapmaya itmişti. Bu yüzden tüm varlığıyla savaşmayı isteyen delikanlının karşısındaki o şey; bunu beklemediği halde karşılık vermekten kendini alıkoymamıştı.

Karanlığın suretinin verdiği cevaplar karşısında daha da kinlenen ve daha öfkelenen genç delikanlı bir an önce tüm gücünü toplayıp karşısındakine tüm varlığıyla cevap vermek istiyordu. Konuştukça şekil değiştiren ve sinirlenen yaratığın çevresine de etkisinin farkındaydı genç delikanlı. Ancak bu olaydan sonra denizin içerisindeki küçük balık olmayı kabul etmeyecekti. Kendisi, o büyük balığı hatta denizin kendisini yenmeyi ve alt etmeyi hedefleyen bir hırsa sahip olmuştu bu kararı verirken.

Karşısındaki şeyin sözlerini dinledikçe içinde daha da bir şeyin kabardığını hissediyordu. Hislerinin hedeflediği saldırıya destek verdiğini de fark ediyordu. Kendiyle bir bütün olmuş ve bundan sonra ne olacağını umursamayan bir adam vardı artık. Etrafına baktıkça da her şeyin o şey tarafından şekillendiğini ve geriye kalanın sadece kendisi olduğunu fark ediyordu. En başından beri hayatın içerisinde olduğu gibi genç delikanlı yalnız, bir başına yetersiz olduğunu anlayabiliyordu. Ancak bu sefer her şeye rağmen hareket etmesi gerektiğini biliyordu.

Karşısındaki şeyin son söylediği cümleleri aklına kazımıştı genç delikanlı. Kendisine ait olanı gördüğünü hissetmişti. Konuşması bittiği anda ise içerisinde hiçbir pişmanlık bulunmayacak, karşısındaki şey için sadece üzüntüsünü ve onun için yapabileceği hiçbir şey kalmadığından dolayı bütün dileğini ona bir son verme hakkına kullanmayı istiyordu.

Bütün içindeki birikmişliği bu hamlesine yatıran genç delikanlı karanlığın içerisinde kaybolduğunu hissediyordu..

Tekrar gözlerini açtığında her şeyin bittiğine emindi genç adam ama bitmemişti. Devam ediyordu... Belki de devam etmesi her şeyin bittiğine dair bir kanıttı, kim bilir? Şu an nerede olduğunu bile kestiremiyordu ama kötü bir yerde olmadığının farkındaydı. Etrafına baktığında çok fazla şey görüyordu ve bunların ne olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği, öncekinden bir şeylerin çok farklı olduğuydu. Bir süre sonra başka bir noktada bir grup insan görüyordu. Dikkatlice baktığında Livei ve Mabi'nin orada olduğunu görüyordu. Onlara elini uzattığı sırada orada buluyordu kendini. Arkadaşlarını görünce bir şeylerin doğru olduğunu görüyordu ama karşısındaki kişiye baktığı zaman çok farklı hislere sahip oluyordu. Adam ise onu bekliyormuş gibi konuşuyordu delikanlıyla. Delikanlı ise hiç duraksamadan konuşmaya başlamıştı:

"Şu an neredeyiz? Az önce olanları hiçbiriniz hissetmediniz değil mi?Bir anda buraya gelmeyi düşünürken kendimi burada buldum. O şey, o korkunç varlık nerede?" diyordu endişeli bir şekilde. Bu kadar şey yaşandıktan sonra kimsenin o denli bir gücü fark etmemesinin imkanı yoktu. Bu yüzden ilk sorduğu şey ölümüne mücadele verdiği o garip şeydi.
Image
► Show Spoiler
Locked

Return to “Doslol Dağı”

cron