Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#41
Livei aklında canlanan planı bir bir uygulamıştı. Eski görev arkadaşlarına ölümcül bir hasar vermek istemiyordu bu yüzden onlarla konuşmayı denemişti ancak başarılı olamamıştı. Mabi'nin onun üzerinde kullandığı stil onu çok daha stratejik bir pozisyona sokmuştu ve böylece örümcek ağını da başarılı bir şekilde atmıştı Kwær'in üzerine. Onun başladığı işi Mabi bitirerek onu radyasyon ile tamamen etkisiz hale getirmişti. Başını çevirip Dufo'ya baktığında onun da Yald'ı yaraladığını ve hareketsiz hale getirdiğini görmüştü. Peki şimdi ne olacaktı? Onları öldürecekler miydi? Bunu istiyor muydu? Neyse ki karar vermek için fazla düşünmelerine gerek kalmamıştı çünkü saniyeler içerisinde beyazlıktan başka bir şey görememeye başladılar. Tekrar bir yere gönderiliyor olmalıydılar. Bu sefer nereye gidiyorlardı? Burada olmaları bile yanlıştı. Eve dönmeliydiler. Annesini ve babasını görmek istiyordu. Friks'i görmek istiyordu. Artık tüm bu saçmalıklardan bıkmıştı. Gözlerini açacaktı ve her şey korkunç bir kabustan ibaret olacaktı. Kulağını sağır edecek kadar tiz bir ses duydu. Ellerini refleksle kulaklarına götürdü. Sıkılmıştı tüm bu oyunlardan. Artık bunların bir parçası olmaktan yorulmuştu. Hayatı boyunca mücadele etmekten de hayatta kalmaya çalışmaktan da yorulmuştu. Birazcık huzur istiyordu sadece.

Gözlerini açtığında iki adam gördü. Kutay ve Barış. Bir malikaneden ve olağanüstü bir şey gördüklerinden bahsediyorlardı. Oraya gidip ona bakmaya karar vermişlerdi. Gittiklerinde ıssız bir bölgede devasa bir malikanede, içinden tuhaf ışıklar saçılan bir yarık gördüler. İki adam polisin çektiği şeridi aşarak yarığa doğru ilerlediler. Anlam veremedikleri bu şeye yaklaşmaya çekiniyorlardı. Aralarından ismi Barış olanın ayağı takıldı ve yarığın içine doğru çekilmeye başladı. Onu tutup kurtarmak isteyen diğeri de onunla birlikte bu çekime akıldı. Yarığın içinde Barış tamamen parçalarına ayrılarak yok olurken Kutay onun yok oluşunu izledi. Nerede olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği şey bu ortamın zaman ve mekan kavramlarının ötesinde olduğuydu. Kutay kendisini farklı boyutlarda, yıldız sistemlerinde, gezegenlerde, hatta farklı zaman dilimlerinde bile bulmuştu. Zaman boyutu bile anlamını yitirmişti onun için. Evrenin varoluşuna kadar geri gidiyor ve kendini anlamlandırmakta zorlanacağı bir bilgi denizinin içinde buluyordu. Sanki evrenin tüm sırlarını öğrenirken aynı zamanda kendi konumunu da sorguluyordu. Kutay bu yolculukla değişmeye, evrenin nasıl işlediğini, her şeyin nasıl bağlantılı olduğunu öğrenmeye başlamıştı. Bu onu tamamen değiştirmişti.

Kutay kendine geldiğinde Dünya'daydı. Malikaneye girdiği yerden geri çıkmıştı. Malikane artık orada yoktu. Arkadaşı Barış'tan da eser yoktu. Binaların, yolların ve bulunduğu ortamın da yabancı olduğunu fark etmişti. Şehre gittiğinde şehrin de değiştiğini, daha modern göründüğünü fark etmişti. Ona hem çok tanıdık hem de çok yabancı geliyordu bu şehir. Bir gazetenin üzerindeki tarihe baktığında ise kendisini yarığa girdikten tam 40 yıl sonrada bulduğunu fark etmişti.

Livei kendine geldiğinde Frip'in evindeydi. Mabi, Dufo, Frip, Bok, Maxwell, Mavi, Friks, Huld ve Thomas da onlarlaydı. Livei yüz ifadelerinden onların da biraz önceki deneyime maruz kaldıklarını anlamıştı. Üstelik bir kısmı Bay Zengin ile aynı odadalarken onlarla değildi bile. Gördüğü her şeyi sanki bir film gibi izlemiş ama aynı zamanda sanki deneyimlemişti de. O ikisi Ingenium'un kurucuları olmalıydı, değil mi? Bay Zengin ve Şapkalı. İsimleri yasaklı olan, sistemde silinen, telaffuz etmeleri hatta düşünmeleri bile imkansız olan kurucular olmalıydılar. Livei ellerini yüzüne yaklaştırdı. Bedenine dokundu. Sonra oturduğu zemine ve duvarlara dokundu. Burası gerçek miydi? Ingenium'a geri mi dönmüşlerdi? Neyin gerçek neyin sahte olduğunu ayırt etmekte zorlanıyordu. "Kutay. Barış." dedi sessizce. Sonra bir kez daha, bu sefer daha yüksek sesle söyledi. "Kutay ve Barış. Kutay ve Barış. Barış ve Kutay. Şapkalı ve Bay Zengin." Eğer isimleri yasaklıysa bir şey olması gerekiyordu değil mi? Söyleyememesi veya başına bir şey gelmesi gerekiyordu. Belki de sistemin kodunu kırmayı başarmışlardı. Belki de ilk kez sisteme üstün gelmişlerdi. Eğer bu doğruysa sistemin en büyük yasağını da delebiliyor olması gerekirdi. "Artık isimlerini söyleyebiliyor muyuz? Max, Thomas bir şey biliyor olmalısınız. Orada ne yaşandı? O ikisine ne oldu?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#42
Dufo, hızlı bir şekilde düşmanına doğru hareket ederken ben de karşımdaki kişiye saldırmakta hiç çekinmedim. Artık, böyle şeylerden çekinmiyor olmak ne kadar değiştiğimi kanıtlamama yetiyordu. Livei'yi Kwaer'in arkasına ışınladıktan sonra onu zincirlerimle sarmış, acı içinde bırakmıştım. Onu orada öldürmem gerekiyordu. Yaptığım hiçbir hareketten, acı çekmesinden pişman değildim. Ölmesi gerektiğinden şüphem yoktu. Etrafımdaki beyaz ışık tüm görüşümü kapatıp zihnimi etkisiz hale getirmeseydi, eminim ki nefes almıyor olacaktı. Ancak, söz sahibi olmadığım bir gelecekte beyaz bir ışık tarafından sarılmış, tüm görüşümü kaybetmiş ve zihnimi bulanık hale getirmişti.

Görüşümü tekrardan kazandığımda duyduğum iki sesle birlikte gördüklerimi dikkatlice izlemeye başladım. Barış ve Kutay adında, belki de başka bir hikayenin ana kahramanları olan iki arkadaşı izliyordum. Eski püskü bir malikanede bir şeyler gördüklerinden, orayı keşfedeceklerinden bahsediyorlardı. Kutay, dünya dışı bir şey gördüğünden bahsediyordu. Bunun üzerine malikeneye giden ikili, bir delik bulup içeri giriyor ve deliğin bir çukura doğru çıktığını görüyorlardı. Dipsiz bir kuyu gibi görünen, kocaman bir çukur. Çukurun derinliklerinde ise, göz kamaştırıcı bir manzara duruyordu. Mavi ve mor ışıklar, yıldız gibi görünüyordü. Sanki, başka bir Dünya'ya açılan bir kapıymış gibi duruyordu.

İkili, dengelerini kaybedip çukura düşüyorlar ve zaman ve mekanın ötesinde bir yolculuk geçiriyor gibi uruyordu. Barış'ın vücudu sanki parçalara ayrılıyor, bu parçalar da yavaşça yok oluyordu. Barış, evrenin kendisi tarafından emilmiş ve tamamen bir hiçe dönüşüyordu. Kutay ise, kendisini farklı bir boyuttta buluyordu. Evrenin kendisinde tekrardan vücut bulmuş ve sınırsızca ilerliyordu. Yeni bir yıldız sistemi, yeni bir galaksi keşfediyor, evrenin nasıl oluştuğunu bile öğreniyordu. Evrenin sırlarını birer birer öğreniyordu. Evrenin sonsuzluğunu ve varlığının bu sonsuzluk içerisindeki yerini keşfediyordu. Belki de hiç deneyimlememesi gereken bilgileri zihnine aktarıyordu.

Evrenin sırlarını tamamen keşfettikten sonra, kendini Dünya'da buluyordu. Etrafında o malikane yoktu, Barış yoktu, binalar da tanıdık gelmiyordu. Şehirde her şey değişmişti, eskiden bildiği gibi değildi. Tarih, bildiği tarihten 40 yıl sonrasıydı. Bu çarpıcı görüntüler bittiğinde, kendimi Frip'in evinde, bizimkilerle birlikte buldum. Herkes, bizim gördüğümüz her şeyi görmüştü. Aramızda ilk konuşan ise Livei oldu. Onların isimlerini zikrettikten sonra Max ve Thomas'a bir şeyler bilip bilmediklerini soruyordu. Thomas'ın gözlerinin içine baktım.

"Thomas, kardeşim. Bildiğin ne varsa anlatman gerekiyor. Belli ki, iki farklı hikaye birbirleriyle çarpışıyor ve ortada sadece bir grup sağ kalacak. Onlar biz olmalıyız. Onların yazdığı hikaye, bir yerde bize karışmadan sonlanmalı." Dedikten sonra gözlerimi kapattım. "Acıktım..." Biraz dinlenmek istiyordum. Belki geceyi biraz daha aksiyon dolu geçirebilirdim. Tabi, Frip'le yalnız kalınca. Hepimizin stres atmaya ihtiyacı var değil mi? Sürekli şiddete başvuracak değiliz ya...
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#43
Herkes endişeli, herkes birbirine bakıyor. Herkes birbirinin konuşmasını istiyor. Herkes bir diğerini dinlemek, daha çok anlamak, daha çok öğrenmek istiyor. Bu yolculuğun hepinizin üstünde ağır bir yük olduğu bariz bir gerçek. İlginçtir, hiçbiriniz bundan kurtulmak istemiyorsunuz. Aksine daha da ileri gitmek, daha fazlasını öğrenmek, daha çok şey yapmak istiyorsunuz. Bu kararlılığınıza karşılık olarak hikayenin başlangıcını öğrenme şansınız oldu. Ama hala her şey net değil. Netleştirmek de sizin elinizde. Aranızdan ilk önce Livei ve Mabi soru sorarken daha bu sorular cevaplanamadan Bok söze giriyor. "Gerçek ben değilim." Herkes bir anda ona bakıyor. "Gerçek ben olmadığımı öğrendim daha doğrusu. Yani anladım. Her şey anlaşılıyor şimdi. İrlanda'da yaşadıklarım, Dünya gezegeninden kaçışım... Her şey şimdi oturdu. İnanamıyorum..." Livei zaten tahmin ediyordu ve Bok'un daha önceki sözlerini duymuştu, ama onun dışındakiler şaşkınlık içerisinde Bok'a bakıyor. Bok bir anda Livei'ye dönüyor ve "Bir dakika. Hae nerede? Hae yok. Hasiktir, sıçtık." diyor. Hemen ardından Huld devreye giriyor. "Pardon ama o gördüklerimiz neydi? Bize neden hiçbir şey açıklamıyorsunuz?" diye sitem ediyor. Ardından Mavi de Livei'ye dönüp "Evet Livei, neydi onlar? Hikayenin bir kısmını bilmeme rağmen hiçbir şey anlamadım." diyor. Sonra da Friks araya giriyor. "Amına koyayım ya. Beyler, hikayeyi başlatan adamlar işte siktirtmeyin belanızı. Hasiktir amına koyayım ya." diyor. Frip endişeli bir yüz ifadesiyle gözlerini Mabi'ye çeviriyor. Ağzını açmaya çalışıyor ama diğerleri sürekli araya giriyor. Thomas Mabi'nin sorusunu cevaplama isteğiyle doğruluyor ama her şeyden önce Maxwell'e dönüyor. Döndüğü anda şaşıp kalıyor. Sizler de Maxwell'e çeviriyorsunuz kafanızı. Fark ediyorsunuz ki Maxwell'in gözleri fal taşı gibi açılmış, boşluğa bakıyor. Korku içinde, sanki donmuş kalmış gibi duruyor. Thomas'a dönüyor. "Siz ne gördünüz tam olarak?" diyor, sesi de vücudu da tir tir titriyor. Thomas ise şaşkın bir yüz ifadesiyle "Max... Barış... ve Kutay'ın-" derken Maxwell "DUR!" diye bağırıyor. Hemen ardından "Bir şey olmadı mı? İyi misin?" diye soruyor. Thomas ise "Putain de merde, görmedin mi Max? Bak, arkadaşlar da söyleyebiliyor artık. Bir şey olmuyor, bir şeyler değişti!" diyor, Max'in bir anda bağırmasından korkmuş gibi. Thomas teker teker neler gördüğünü Max'e anlatıyor. Max ise gördüğünüz şeyleri duyunca "Siz bunları mı gördünüz?" diye soruyor. O zaman bir şeylerin Maxwell için farklı olduğunu anlıyorsunuz. Maxwell bir anda ayağa kalkıyor ve "Sizi bu işe bulaştırmam en büyük hataydı." diyor. Kapıya doğru yürümeye başlıyor. Bir anda Thomas da ayağa kalkıp Max'i kolundan tutuyor, çeviriyor ve "Bu insanlar senden bir cevap bekliyor. Ne yaşadıysan anlat!" diyor az da olsa sinirli olduğunu belli eden bir ses tonu ile.

Maxwell geri dönüyor ve yere oturup konuşmaya başlıyor. "Öncelikle Barış ve Kutay adlı iki insan adında sahip olduğum tek bilgi Zengin Co. adlı şirketi yönettikleri, Dünya'da oluşturdukları ortam ve isimleri. Geçmişte ne yaşadılar da Dünya bu noktaya geldi bilmiyorum. Siz öğrendiniz sanırım, ilk defa sizden daha sonra öğreniyorum, işe bak." Stresli olmasına rağmen az da olsa kıkırdıyor. "Madem artık konuşabiliyoruz, size Dünya'nın şu anda bulunduğu noktayı anlatmama izin verin. Dünyamızda bugüne kadar üç tane Dünya Savaşı oldu. Üçüncüsü teknolojilerimizin hat safhada olduğu, nükleer bombaların kullanıldığı bir savaştı. Hayal ettiğimiz gibi tüm Dünya üzerinde nükleer bombalar patlamadı ama en büyük güçler daha küçük ülkeleri kukla olarak kullanarak bu alanlarda savaştılar ve iki taraftan birinin kazanmasını beklerken bu savaşların sonuçları o kadar ağır oldu ki tüm Dünya önce ekonomik olarak, sonra da ekolojik olarak battı. Nükleer bombalarla birlikte halka açıklanmamış teknolojilere sahip yeni kimyasal silahlar da kullanıldı, bu silahlar yeni hastalıkların yayılmasına sebep olurken bir yandan da iklimleri ve doğayı mahvetmeye başladı. Dünyanın en büyük güçlerinin bile ekonomisinin mahvolduğu bu dönemde ne hastalıklara bir çözüm üretilebildi, ne de çevreye verilen hasarı geri döndürmek için herhangi bir çaba gösterildi. Ben Zengin Co'nun bir süredir var olduğu bir dönemde yaşadım. Zengin Co başlangıçta bir yapay zeka firmasıydı, zamanla yeni teknolojilerini tanıttılar ve son geldikleri nokta yapay süper zeka idi. Dünya sonuna doğru ilerlerken yeni bir kıta oluşturdular. Bu oluşturdukları yeni kıtaya Hiperya adını verdiler. Kıta adeta bir yapay zeka uygulaması gibi tanıtıldı. Önce yaşamak için bekleme listeleri açtılar, sonra bu bekleme listesinde olan insanları yavaş yavaş bu kıtaya aldılar. Küçükken Dünya Savaşı'nın etkilerini görmeyeceğimiz bir sanal gerçeklik dünyası hayal ederdik. 2000'ler, 2010'ların hissiyatını alabileceğimiz bir sanal gerçeklik. Tabii bunu size anlatıyorum, sanki biliyorsunuz o yılların ne olduğunu ve ne hissettirdiğini. Oluşturdukları kıta sayesinde bu sanal gerçeklik değil, gerçeklik olarak bize geri dönmüştü. Ben de bu kıtaya ilk ayak basanlardan oldum. Kıta Dünya'nın geri kalanından ciddi bir güvenlik ile korunuyordu. Yepyeni bir toprak olduğu için yasal olarak hiçbir ülke bu topraklara sahip değildi. Bu toprağın sahibi Bay Zengin'di. Hiperya bir süre sonra adeta bir ülke gibi işlemeye başladı. Kendine ait bir bayrağı vardı, herkesin en sevdiği popüler kültür öğelerini yaşattı ve sanki Dünya'da hiçbir problem yokmuş gibi yaşayabildiğimiz bir alan oldu. Sorunsuz bitkiler, hastalıklara hızlı çözümler, ekonomik sıkıntıları yok eden iş imkanları, işlek alışveriş merkezleri ve dolu sokaklar, huzurlu doğal ortamlar, tüm mevsimleri yaşayabildiğiniz mis gibi bir iklim... Hiperya'dan başka bir yere gittiğinizde ise görebileceğiniz tek şey yıkım ve sefaletti. Zengin Co, bu projesinde o kadar başarılı oldu ki Dünya'nın kalanındakine oranla çok daha fazla nüfusları vardı. Nüfus fazlalığı olduğunda ise sisteme güncelleme geliyor, kıta büyüyordu. Yeni bölgeler ekleniyordu. Ben de bu başarılı dönemde ekiplerine katılmıştım. Ekiplerine katıldıktan kısa bir süre sonra tüm çalışanlarını bir yere topladılar ve INGENIUM projesinden bahsettiler. Dünya'nın geri dönülemez bir yıkım ile yok olacağını, Hiperya'nın da bu durumda sağ kalamayacağını ve artık yeni bir gezegende yaşamımızı sürdürmemiz gerektiğini söylediler. Ve eğer planları başarılı olursa bu yeni gezegenin kontrolü tamamen Bay Zengin'in, Zengin Co'nun elinde olacaktı. Tektipleştirilmiş bir kültür, sonsuz bir güvence. Dürüst olmak gerekirse uzun süre boyunca bu plan bana mantıklı geldi, Bay Zengin'i bir peygamber gibi, bir mesih gibi görmeye başladım. Adam tek başına Dünya'yı ve insanlığı kurtarıyordu."

Max bir süre duraksıyor ve Thomas'a bakıyor. Thomas'ın yere baktığını görüyor. "Thomas ile aynı anda gördük. Gerçeği. Bir gün ben, Thomas ve birkaç çalışan INGENIUM projesinin üst kademe bir çalışmasında görevlendirilmiştik. Bu görev sırasında Observer dediğimiz rütbe tanıtılmıştı. Bize bu meslek o kadar güzel ve onurlu bir meslek olarak tanıtılmıştı ki sanarsın Dünya'nın en iyi işini yapıyorduk. Sürekli gözümüzü boyadılar, her şeyin üstü kapalı anlatıldığını meslek hayatımıza başlayınca anladık. INGENIUM'da yaşayan insanların olduğunu öğrendik. Bu insanların hayatları olduğunu, bunun tam anlamıyla bir simülasyon olmadığını ve tüm bu insanların yaşayacağı şoku öğrendik. En kötüsü ve bizi en çok etkileyen şey ise... Sizin neden var olduğunuzu öğrenmekti." Thomas, Max'in omzuna dokunuyor ve size bakıyor. Max ise devam ediyor. "Hatta en kötüsü, bunları gördüğümüzü kimseye anlatamayacağımızı doğrulayan bir sessiz kalma anlaşması imzaladık. Her birimiz tehdit edildik. Şu anda Observer olarak çalışan herkes o göreve zorla getirildi. Onlara kızamıyorum." Dişlerini sıkmaya başlıyor. "Kızamıyorum, ama onlar gibi yerimde sayamazdım. O yüzden Dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük riskini aldım ve bu gezegene geldim. Bu gezegenin insanları için çalışacağım ve gerekirse Dünya'yı bile karşıma almaya hazırım. Zamanında tanrılaştırdığım adam az önce size geçmişini gösterirken bana ne gösterdi biliyor musunuz?" Gözlerinizin içine bakıyor ve bir anda gözyaşları akmaya başlıyor. "Kızımın öldüğünü. Kızımın farklı şekillerde, farklı yöntemlerle, bazen doğal yollarla, bazen yapay yollarla teker teker öldürüldüğünü gösterdi bana. Sanki bir saattir kızımın kanlar içindeki bedenini izliyor gibi hissediyorum." Akan gözyaşlarını siliyor ve "İş artık kişiselleşti. Sizin için de kişiselleştiğini biliyorum." diyor. Ayağa kalkıyor, her biriniz de ardından ayağa kalkıyorsunuz. "İnsanların en temel hakkı nedir biliyor musunuz? Yaşama özgürlüğü. Bu özgürlüğümüzü elimizden almak istiyorlar. Buna izin vermeyeceğiz. Hikayeyi." Thomas'ın omzuna dokunuyor. "Bitirmek." Dişlerini daha çok sıkıyor, gözlerini daha da keskinleştiriyor ve sizlere bakıp yüksek bir sesle bağırıyor. "Zorundayız!" Bir anda hepinizin gözleri kararıyor.

Önünüzde Bay Zengin'i görüyorsunuz. Son sözlerini söylüyor. "İsteğim, gerçeği kavrayarak düşman olmadığımı, aksine, dost olduğumu anlamanızdan sonra sizlere kendi ağzımla anlatmaktı ancak Kozmos hala sözlerimin arasında çırpınarak benden kurtulma derdinde. Yüksek olasılık ile yorgun, bıkkın ve zekanızın ötesinde bir konu olduğundan ilkel içgüdüleriniz beni bir tehdit olarak gösteriyor size. Bunu anlayabiliyorum. Anlayamadığım şey, neden onlara boyun eğiyorsunuz? Ben sizi güdülerinizin eseri olarak değil, onlardan öte yarattım. Bana açık açık neden karşı olduğunuzu söyleyin. Neyden korkuyorsunuz? Ne yapacağımı sanıyorsunuz da bu kadar tepki veriyorsunuz?" Bu cümleleri kurduktan sonra önce boynunu kıtlatıyor, sonra bir güzel esniyor ve derin bir nefes aldıktan sonra sizlere bakıyor. Gülümsemeye başlıyor, gülümsemesi her geçen saniye daha korkunç, daha tiksinç oluyor. İlerledikçe daha da korkmaya başlıyorsunuz. Her şey gözünüzde daha zorlaşıyor. Pes etmek istiyorsunuz. Pes etmenin eşiğine geliyorsunuz. O korku aşılayan gözler içinize işliyor. Ve bir anda etrafınızı bir ışık kaplıyor. Her şeyin normale döndüğünü, hala odada olduğunuzu fark ediyorsunuz. Maxwell sizlere bakıyor ve "Eee, arkadaşlar. Benimle misiniz?" diyor. Bunu o yaşamamış gibi görünüyor. Yine de onunla olduğunuzu belirtiyor ve yolunuza devam ediyorsunuz. Maxwell tekrardan konuşmaya başlıyor. "Sizden isteyeceğim şey biraz ağır, biliyorum ama hepinizin kendi ülkesine dönmesini istiyorum. Maalesef Mabi, seni de katıyorum bunun içine. Yanımda çalışanlardan aldığım bilgilere göre bu kıtada siyasi anlamda çok ağır şeyler bizi bekliyor. Sizi daha güvenli bir ortamda, daha güvenli yollarla bilgilendireceğim. Herkesin kendi memleketinde olması ve operasyona oradan devam etmesi şu an hepimizin yararına olur. Bunu hep birlikte aşacağız. Dünya ile uğraşırken burada kalanlar ve buralı olanların önümüze geçmemesi lazım, bilmem anlatabiliyor muyum. Hepinize güveniyorum, hepinizi seviyorum ve hoşçakalın." Öncelikle hepinizle tokalaşıyor ve arkadaşça sarılıyor, sonra da gülümsüyor ve ışınlanıyor. Thomas gözlerini Mabi'ye çeviriyor ve "Monsieur, seninle geliyorum. Birlikte hareket edersek daha doğru olur. Jükum'u bu işe katmayalım, sadece ikimiz devam edelim." diyor. Bok da Livei ve diğerlerine bakarak "Ben burada kalabilirim sanırım, malum artık Djurat'ta resmi bir vatandaşlığım da yok." diyor. Frip, Mabi'ye bakıyor ve gözyaşları içinde beline sarılıyor. Hemen ardından Bok Livei'ye dönüyor ve "Hae bir yana, bize şu saldıran iki kızıl kafayı da bulmamız gerek. Hae zaten bizimle olacak ama o ikiliden şüpheliyim. Shisha'ya da haber vereyim, Dusha'ya mı döner, buradan mı yürütür bilmiyorum. Onun da vatandaşlığı olduğunu sanmıyorum artık." diyor.

Geçtiğiniz yol, sizin üzerinizde derin izler bırakmış, bedenen ve ruhen tükenmiş hissediyorsunuz. Etrafınıza bakarken, yaşadıklarınızın ağırlığını her hücrenizde hissediyorsunuz. Birlikte, yorgun ve bitkin bir şekilde, geleceğe dair bir belirsizlik içinde ilerliyorsunuz. Bu yolculuk sizi değiştirdi, eski benliğinizden artık eser yok gibi. Ancak bu zorluklar, sizi sadece yıpratmadı; aynı zamanda daha güçlü, daha kararlı hale getirdi. Her ne kadar yorgun ve sarsılmış olsanız da, bu yolculukta kazandığınız deneyimler ve güç, sizi gelecekteki zorluklarla yüzleşmeye hazırlıyor. Önünüzdeki yolda ne tür zorluklarla karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz, ama iki şey kesin: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve hikayeyi bitirmek zorundasınız.
Off Topic
Konu sonlanmıştır.

Ödüller
Livei Nyawodz
• 250 IP
• 5000 PBF
• 5 Stat Puanı (Dağıtılabilir)

Mabi Chüimimuta
• 250 IP
• 5000 PBF
• 5 Stat Puanı (Dağıtılabilir)

Dufo Slitshut
• 200 IP
• 5000 PBF
• 5 Stat Puanı (Dağıtılabilir)
Off Topic
Bir sonraki konularınız ayrı ayrı açılacaktır. Kurgu gidişatı ve detaylar kısa süre içerisinde açıklanacaktır.
Locked

Return to “Doslol Dağı”

cron