Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#11
Ae'nin hikayenin bana nasıl geldiği konusunda laf edince güldüm hafifçe. Sonrasında bana kardeşi gibi olduğumu söylediğinde sevindim, her şeyin daha iyiye gideceğini düşünüyordum. Benden bir şey saklamayacaktı, dürüst olacaktı ve ben de her şeyi öğrenecektim. En azından böyle düşünüyordum. Sonrasında ise buraya gelmemem gerektiğini ve buradan sağ çıkamayacağımı belirtiyordu. Açık bir tehditti. Benim için umduğu hayat ise, Djurat'ta dövüş sanatlarıyla ilgilenip beni seven insanlarla takılmam, gezegende ne olup bittiğini bilmeden ot gibi yaşamamdı. İşte, tam da bu yüzden baş kaldırmıştım zaten. Kendi kaderimi kendim belirlemem gerekiyordu, oysa insanların umduğu ise benim hiçbir şey bilmeden yaşamamdı. Bundan nefret ediyordum, Max'a da bu yüzden düşman olmuştum. Şimdi ise Ae, kaderim hakkında atıp tutuyordu. Ben böyle bir kaderi istemiyordum.

Ae'nin sinirine karşılık sakince bekledim. Teklifini kabul edecek kadar iki yüzlü bir adam değildim, bu konuda doğru söylüyordu. Kendimi öldürteceğini söylüyordu, benim de merak ettiğim buydu. Ae gerçekten beni öldürebilir miydi? Bok'un - ılık göt - Mavi Yıldız'ı iyi yönetemediğini, şimdi çok daha iyi durumda olduklarını ve içinde hiçbir Dünyalının olmadığı bir plan kurduklarını söylüyordu. Onlara katılmamı istiyordu ancak böyle bir şeyi kabul etmeyi düşünmüyordum. Bu yolda ölmek, çok daha mantıklı bir seçim olurdu. "Sana bana teklif sun demedim Ae. Vezir Elion'un kim olduğunu sordum." Gözlerinin içine baktım. Buradan sonrası ikimiz için de büyük bir dürüstlük oyunu olacak ve sadece birimiz sağ çıkacaktı muhtemelen.

"İhanet etmeyeceğim insanlar var Ae. Bunlardan birisi de sensin. Bu yüzden sana dürüst davranacağım. Kaderimin iplerini elime geri almaya karar verdiğimde, dostlar edindim. Bazı olaylara sessiz kalmadım, dostlarımı kurtarmak için elimden geleni denedim. Kaderimi kendim yazacağıma dair kendime söz verdim. Şimdi ise, sen bana Mavi Yıldız'a katıl yoksa seni öldüreceğim diyorsun. Sence, kaderimi sen mi çiziyorsun ben mi? Senin teklifini kabul etsem, kendi kaderimi kendim mi belirlemiş olacağım yoksa bana zorla çizdiğin kaderi mi kabullenmiş olacağım?"

Bir süre gözlerinin içine baktım. Sonra sakince doğruldum yerimde.

"Öldür beni. Götün yiyorsa. Götün yemiyorsa da aç kapıyı siktir olup gideyim. Ha öldüreceksen bari Vezir Elion'un kim olduğunu anlatta, içimde kalmasın en azından."
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#12
Ne kontrolcü herifti bu Max, her şeyden haberinin olmasını istiyordu. Livei tepkisi karşısında gözlerini devirdi. Observer olduğu günlerden kalma alışkanlıklarını hala sürdürüyor olması içini ferahlatıyordu gerçekten. Daha önce hiç görmedikleri bir şeyin vaadiyle bilgisayarın başına geçip Thomas ile kurcalamaya başlamışlardı. O esnada Bok ona dönerek sorusuna yanıt vermişti. Ae'nin tam bir götveren ve güvenilmez bir piç olduğunu söylemişti. Aslında tam olarak böyle söylememişti ancak Livei alacağı mesajı almıştı. Mabi'yi onu görmeye tek başına göndermek bir hataydı. Livei umuyordu ki Mabi kimliğini ve amacını saklayıp Ae'den bilgi almayı başarabilirdi. "Fiziksel olarak evet, gücünden şüphem yok. Duygusal olarak? Emin değilim." dedi endişeyle baş parmağının tırnak ucunu ısırarak. Ae'nin ona fiziksel olarak üstün gelemeyeceği barizdi, böyle bir şeye yeltenmezdi bile. Ancak üstün gelebileceği başka konular vardı. "Belki de onu bir kontrol etmeliyiz, başına bir şey gelebilir."

Max'in seslenmesiyle ona döndü. Bilgisayar ekranında bir küre vardı. Bu küre... içinde bulundukları gezegenleriydi. Kıtaların haritaları, kendi haritaları... Her şey oldukça net görülüyordu. Livei büyük bir şaşkınlık ve hayranlıkla ekranı incelerken Max de onlara açıklama yapıyordu. Ingenium gezegenindeki tüm kontrollerin bu ekrandan yapıldığını söylemişti. "Yani... Observerlar bilgisayar başına geçip bu sisteme mi giriyorlar? Siz de mi öyle yapıyordunuz? Bizim karşımıza hiçbir zaman fiziksel olarak çıkmadılar mı? Hepsi... bir bilgisayar programı mı?" Bir an soluklandıktan sonra devam etti. "Anlayamıyorum. Nasıl? Bunu nasıl yapıyorlar?" Bu durum gerçekten Livei'nin aklının anlayabileceği boyutları aşan bir şeydi. Ne kadar açıklama yapılırsa yapılsın anlamlandıramıyordu. Bir bilgisayar üzerinden onların her şeyini kontrol edebiliyorlardı. Nasıl? Böyle bir teknolojiye nasıl sahip olabilirlerdi?

Bir süre sonra Bok aklına bir şey gelmiş gibi elini cebine atmış ve Güney Tihami'den ele geçirdikleri USB bellek denen cihazı çıkartıp Max'e vermişti. Kendi kaçırdıkları bilgisayarı açmayı başaramadıkları için burada açıp denemek istediğini söylemişti. Livei başıyla onaylayarak destek verdi. Kendisi az kalsın o cihazın varlığını unutacaktı. Korumak için ellerinden geleni yaptıklarına göre önemli bir şey olmalıydı. Max bunun daha önce hiç görmediği yeni bir türden olduğunu söyleyerek cihazı bilgisayarın girişlerinden birine yerleştirdi. Bulut özelliğinden filan bahsetmişti ancak Livei bu adamın kendi dilini konuşmasına rağmen ne dediğini asla anlayamıyordu. Max cihazı taktıktan sonra ekranda bir dosya belirmişti. En üstte kocaman bir başlık vardı. Düşmüş veritabanı ve Zengin CO yazıyordu. "Zengin CO mu? Düşmüş de ne demek?" diye şaşkınlıkla bakışlarını aşağı doğru kaydırmaya devam ederken kanının damarlarından adeta çekildiğini hissetti. "Bir dakika... Tanrılar aşkına! Bunlar... Bu kişileri tanıyorum. Bunların bir kısmı Tihami Savaşı esnasında patlamada hayatını kaybeden polis memurları. Gedhilfeli olanlar ise benim polis arkadaşlarım. En alttaki isim Hae Tumi savaş esnasında uranyum patlamasına sebep olan kişi. Ölüsünün taşlaşmış hali hala bölgede duruyor olmalı." Ciğerlerine kocaman bir nefes çekti. "Neler oluyor? Bu da ne demek Max? En yakın arkadaşım Meinsu da bu listede ve o ölmedi diye biliyorum. Entegre etmek, teşvik etmek... Tüm bunlar ne anlama geliyor?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#13
Mabi: Ae’nin karşısında, soğuk ve sert bir yüz ifadesiyle oturuyorsun. Gözlerin, Ae’nin gözlerindeki her bir kıvılcımı, her bir öfke patlamasını yakalamaya çalışıyor. Ae ise, masanın diğer tarafında, elleri yumruk, yüzü kızarmış bir şekilde sana bakıyor. Odadaki hava, elektriklenmiş gibi; her an bir şeylerin patlayacağı, kontrolün kaybolacağı bir atmosfer hakim. Ae, derin bir nefes alıyor ve gözlerini sana dikerek konuşmaya başlıyor: "Seni buraya getiren şey ne, Mabi? Kaderini mi değiştirmek istiyorsun, yoksa sadece bir ölüm mü arıyorsun?" Ae’nin sesinde alaycı bir ton var, kelimeleri zehir gibi akıyor. "Bak." diyor, [color=408080]"Seni buraya getiren şey neyse, unut onu. Burada, senin kaderin benim ellerimde."[/color] Ae ayağa kalkıyor, masanın etrafında yavaşça dolaşmaya başlıyor. Her adımında, odadaki gerilim biraz daha artıyor. "Biliyorsun, Mabi." diye devam ediyor Ae, "Seni burada görmek, bana bazı şeyleri hatırlattı. Senin gibi insanlar, genellikle kendi sonlarını hazırlarlar. Ve sen de, kendi sonunu hazırlamak üzere buradasın." Ae, Mabi’nin yanına gelip duruyor, ona yakın bir şekilde eğiliyor. "Seni öldürebilirim, Mabi. Hemen şimdi, burada, bu odada. Ve biliyor musun? Kimse seni hatırlamayacak. Sen, sadece bir başka isimsiz ceset olacaksın." Ae’nin gözleri, Mabi’nin gözlerine saplanmış durumda, sözleri bir bıçak gibi kesiliyor. Hemen ardından masasına dönüyor ve döndüğü gibi bir anda işaret parmağını sana doğrultuyor. Kurşun kullanıcısı olduğunu bildiğin Ae sana bir mermi gönderecekmiş gibi görünüyor. Hızlı davranman gerekiyor, kuvvetli reflekslerini kullanıp kaçmazsan sonuçları çok kötü olabilir. Ae'nin son sözlerini duyabiliyorsun. "Seni seviyorum, Mabi."

Livei: Gözlerini Max ve Thomas'a çeviriyorsun. İkisi de gözlerini fal taşı gibi açmış, ekrana bakıyorlar. Thomas'ın şok içinde olduğunu anlayabiliyorsun. Max ise pişmanlık duyuyor gibi görünüyor. Max yavaşça sana dönüyor ve "Şöyle anlatayım..." diye başlıyor. "Benim Dünya'dan ayrılmama yakın başlatılmış bir program vardı. Bu program, umutsuz olan, ölmek üzere olan veya hayatta amacı olmayan element kullanıcılarını Dünya'nın tarafına çekmek ve onları Ingenium'a karşı kullanmak üzerineydi. Adını "Düşmüş Projesi" koymuşlardı." Bok sertçe Max'e doğru yürüyor ve "Biliyordun ve bu insanlara yardım etmedin mi?" diye soruyor. Max ise "Bu insanların plana dahil olduğunu bilmiyordum, bu insanlar veritabanımda bile değildi. Anlaşılan ele geçirmeye karar verdikleri insanları veritabanından siliyorlar. Belki de planı başlatmadan birkaç ay önce yaptılar bunu." diye cevap veriyor. Sana dönüyor ve sorduğun soruya cevap veriyor. "Teşvik derken muhtemelen kişiyi teşvik etmekten bahsediyorlar. Eğer belli manipülasyon yöntemleriyle kişiyi kendi saflarına katılmaya teşvik edebilirlerse entegrasyon süreci başlıyor. Entegrasyon sürecinde kişiye Dünya'nın nasıl işlediği anlatılıyor ve element kullanıcılarından oluşturulmuş bir orduya entegre ediliyorlar. Teşvik edemediklerini ise ya öldürüyorlar, ya da hücrelere tıkıyorlar." Bok hemen araya giriyor ve önemli bir soru soruyor. "Pardon da bu adamlar zaten bizim her hareketimizi izleyebiliyorlar. Neden kendilerine aynı deneyleri yapıp element kullanıcısı olmuyorlar? Eğer bizi yenmek için tek dertleri buysa ulaşmaları en kolay olan şey bu değil mi?" Max ise "İşte orada henüz benim de anlamlandıramadığım bir husus devreye giriyor. Dünya gezegeninde doğmuş olan hiçbir insan element kullanıcısı olamıyor. Daha önce denendi ve hep başarısız oldu." diyor. Biraz duraksıyor ve düşündükten sonra "Ingenium gezegeni Dünya ile tam olarak aynı özelliklere sahip olacak şekilde oluşturuldu. Buna rağmen bazı farklılıklar var. Anlam veremediğimiz, normalde sadece bilim kurgu romanlarında görebileceğimiz şeylerin gerçekleştiğini görüyoruz Ingenium gezegeninde. Bu da kodunun Dünya ile tam olarak aynı olmadığını gösteriyor." diyor. Bok ise "Dünya zaten koddan oluşan bir gezegen değil. Az buz bilen bir Ingenium bireyi olarak konuşuyorum, ancak hesaplayarak bu sonuca varırsınız, o hesap işi de yaş olmuş anladığım kadarıyla." diyor. Max de "Evet, belki de bu şekilde Dünya'nın birebir aynısını asla oluşturamayacağımızı öğrenmiş olduk." diyerek konuyu sonlandırıyor. Tekrar sana dönüyor ve "Arkadaşın Meinsu'ya gelirsek ölmemiş olma ihtimali var. Zaten Düşmüş Programı'na ölmüş birinin katılması mümkün değil. Muhtemelen kendini boşlukta hissettiği bir anda onu aldılar ve manipüle ettiler. Maalesef teşvik tamamlandı yazıyor."

Hepiniz bilgisayara odaklanmışken yan odanızdan bir ses geliyor. Bir anda kapının oynamaya başladığını fark ediyorsunuz. Bok kapıya doğru yavaşça yaklaşıyor. Duyduğun sesleri anlamlandıramıyorsun. Mekanik diyesin geliyor, ama tam olarak mekanik de değil. Yapılabilecek en iyi tanım, sanki hiç var olmaması gereken bir ses gibi. Kapı bir anda açılıyor ve inanılmaz güçlü esen bir rüzgar ile Bok yere yığılıyor. Kapının ardında gördüğünüz kişi ise Hae Tumi. Max ve Thomas şok içinde olanlara bakarken sen dikkatle gözlerini Hae'ye kilitliyorsun. Hae olduğu belli ama ten rengi koyulaşmış ve her iki üç saniyede bir bozulma yaşıyor. Bedeni adeta parça parça ayrılıyor gibi görünüyor. En son buna benzer bir görüntüyü vazo olayını yaşadığında görmüştün. Sürekli olarak bozulma ve karalanma yaşayan Hae, size doğru yavaşça yürüyor. Nefes nefese kalmış gibi görünüyor, elleri ise simsiyah. Ağzını açıyor ve duyduğunuz şey neredeyse anlaşılmıyor. Fazla mekanik.

"₭ɄⱤ₮₳Ɽł₦ ฿Ɇ₦ł"
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#14
Ae'nin gözlerindeki öfke patlaması, yüzünün kızarması gerçekten hoşuna gitmediğinin bir işaretiydi. Her an bir fırtına kopacak ve çok kötü şeyler yaşanacaktı, ancak biraz daha zamanı var gibi duruyordu. Ae derin bir nefes aldıktan sonra sadece ölüm mü aradığımı, yoksa kaderimi değiştirmek isteyip istemediğimi mi sorguluyordu. Aslında, kaderimi değiştirmek istiyordum ve kaderimde ölmek varsa, bunu kabullenmeyecektim. Yine de, kaderimin onun elinde olduğunu söylüyordu. Gerilim biraz daha artmıştı, benim gibi insanların genellikle kendi sonlarını hazırladığını söylüyordu. Ben de bunun için buradaymışım. Dikkatlice dinledim onu, her bir kelimesini sindirmeye çalıştım. Sonumuzun böyle olmasını istemiyordum. Burada beni hemen öldürebileceğini söylüyordu, beni kimsenin hatırlamayacağını da ekliyordu. Bu doğru değildi. Ae'nin sözlerine inanmıyordum. İşaret parmağını bana doğrulttuktan sonra beni sevdiğini söylüyordu. Sakince yerimde durdum. Oturduğum koltukta biraz daha yayıldım, kafamı iki yana salladım onun söylediklerini reddedercesine.

"Beni sen hatırlayacaksın Ae. Kimse hatırlamasa da, sen hatırlayacaksın."

Dedikten sonra gözlerimi ona çevirdim. Ben konuştuğum sürece o kurşunu ateşlemeyeceğini biliyordum. En azından öyle düşünüyordum, karşı taraflarda olsakta, beni şuan tehdit etse de bir yandan ona güveniyordum. Beni öldürecekse bile, sözlerimin bitmesini bekleyecekti. "Ae, ihanet etmeyeceğim insanlardan birisinin sen olduğunu söylemiştim. Şuan istesem, sen daha tepki veremeden senin kolunu kırabilirim, belki de daha fazlasını yaparım. Hatta bu konsolostukta ki tüm sahte arkadaşlarını teker teker indiririm. Ama yapmayacağım." Dedim. "Benim istediğim hayat, sevdiklerimin yanımda olduğu bir hayat. Hep bunu hayal ettim, hala bunu hayal ediyorum. Frip'ten birkaç çocuk sahibi olurum belki, onlara amcalık yapardın. Beraber içerdik, sıçardık, 70 yaşına gelir birbirimizi bastonla kovalardık. Yan yana olurduk. Bu Mavi Yıldız saçmalığının seni ne kadar değiştirdiğini görmüyor musun? Biz seninle aynı evde kaldık, beraber zorluklara göğüs gerdik. Şimdi beni öldürmekle tehdit ediyorsun. Aynı yolun yolcusu olmamıza rağmen, sen sikindirik bir örgüt yüzünden beni öldürmek istiyorsun. Oysa ben istemiyorum. Seni sadece yanımda istiyorum ve gelmezsen bile, elimde seni öldürecek bir güç olsa bile bunu yapmazdım. Yoluna bakmanı isterdim, birgün tekrardan bir araya geleceğimize inanırdım. Kanlı bıçaklı düşmanlar olsakta, o gün sana sarılırdım. Seni özlerdim çünkü." Fazla duygusallaştığımın farkına vardığımda bir süre sessiz kaldıktan sonra gözlerinin içine tüm kararlılığımla baktım.

"Sana kendi kaderini çizmen için bir fırsat veriyorum. Beni öldüreceksen, gözümü bile kırpmayacağım. Gördüğün gibi burada duruyorum ve son kez senin gözlerinin içine bakıp, ellerinde son nefesimi vereceğim. Ancak öldürmeyeceksen Ae, benim yanımda ol. Beraber, hayatlarımızı kuralım."

Tercihi ona bırakmıştım ve gerçekten öldürecekse hiçbir şey yapmayacaktım. Ancak beni öldürmeyeceğinden adım gibi emindim. Ona içten içe güveniyordum, en kötü ihtimalle beni buradan postalayacağından emindim. Umarım, Ae benim tanıdığım Ae'dir. Yoksa gerçekten son nefesimi vermek zorunda kalacağım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#15
Şaşkınlığın getirdiği kısa süreli sessizliğin ardından Max bu Düşmüş Projesi hakkında bildiklerini anlatmaya başlamıştı. Bu proje Dünya'nın ölmek üzere olan veya umutsuz vaziyetteki Ingenium bireylerini Dünya yandaşı askerlere çevirme projesiydi. Livei'nin Shisha sayesinde uzun zamandır haberinin olduğu bir projeydi. Yalnızca içindeki isimleri ve adını bilmiyordu. Max aynı zamanda teşvik ve entegrasyon süreçlerinin neler olduğundan bahsetmişti. Onları manipüle ederek kendi saflarına katıyorlar, katamadıklarını ise öldürüyor veya deneylere maruz bırakıyorlardı. Livei bir süre duyduklarını sindirmeye çalışırken Bok olaya müdahil olmuştu ve sorgulamaya başlamıştı. Gözlerini yeniden ekrana çevirdi. Meinsu Selsei. Teşvik tamamlandı, entegre ediliyor. Yani en yakın arkadaşı çoktan manipüle edilmişti ve Dünya saflarına katılmaya hazırdı artık. Max bu esnada Dünyalıların bir sebepten ötürü element güçleri kullanamadıklarına değinmişti. Yani her türlü güce ve teknolojiye sahiplerdi ancak elementlere hakim olamıyorlar mıydı? Bu oldukça tuhaftı. "Dünya koddan meydana gelmediyse nasıl meydana geldi o halde?" Ingenium yapay bir gezegense, bir gezegeni doğal yapan şey neydi? Kendileri yapay insanlarsa doğal insan nasıl olunuyordu? "Anlamıyorsun Max, mesele Meinsu değil. Bu insanların büyük bir kısmı kesinlikle öldüler. Hae Tumi'nin uranyum patlaması esnasında onun çok yakınında duran isimlerdi bunlar. O patlamadan sağ çıkmalarına imkan yok. Bir şeyler yanlış." Başını sağa sola salladı. "Biz gerçek miyiz Max? Etten kemikten, nefes alan varlıklar mıyız yoksa bilgisayar başında yazdığınız birkaç kod parçası mıyız? Bizi yaşadığımıza inandıracak şekilde kodladığınız için mi yaşıyor gibi hissediyoruz? Bizden sakladığınız bir şeyler var, öğrenmemizi istemediğiniz bir şeyler var. Sürekli cevapsız kaldığı için doldurulamayan bir boşluk var. Kendimi çok yapay hissediyorum. Sanki yaşamıyorum. Etrafımdaki her şey sahte, birilerinin uydurması. Sanki... gerçek değilim."

Tam o esnada dışarıdan garip sesler duymuşlar ve kapının kolunun oynadığını fark etmişlerdi. Bok yürek yemiş gibi kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı. Livei ona eliyle durmasını ve beklemesini işaret ettiyse de dinlememişti. Kapının arkasından gelen sesler hayatı boyunca hiç duymadığı, tarif etmesinin mümkün olmadığı seslerdi. Livei tam kapının ardında kim olduğunu yüksek sesle soracaktı ki kapı ardına kadar bir fırtına ile birlikte açılmıştı. Bok rüzgarın etkisiyle yere düşmüştü. Livei gördüğü yüz karşısında o kadar şaşırmıştı ki Bok'un düşmesine odaklanamadı bile. Hae Tumi. Bu kesinlikle oydu. Uranyum patlamasını yapan, orada ölen, heykeli hala Tihami'de olan Dushalı polis memuru. Buna imkan yoktu. O bir hayaletti, ölüydü. Hayatta kalması mümkün değildi. Yüzü onu canlıyken son gördüğü ve gazetelerde gördüğü halinden farklıydı. Görüntüsü de her birkaç saniyede bir bozuluyordu. Sanki birisi koduyla uğraşıyormuş gibiydi. Mavi'yi kurtarmaya gittiği zamanki gibiydi. Ya da observerların ona kendini gösterdiği andaki gibi. Vazo olayı gibi, şapkalıyı ilk gördüğü andaki gibi...

Hae kendilerine doğru zorlukla yaklaşıyordu. Sanki acı çekiyor gibiydi. Zar zor nefes alıyordu. Elleri zift gibi siyahtı. Ağzını açmış ve sanki yardım ister gibi yakarmıştı ancak sesi o kadar makinemsi ve garipti ki ne dediği anlaşılmıyordu. Livei yalnızca genç adamın kurtarılmak istediğini duymuştu. Elleri heyecandan titreyerek zorlukla konuşabildi. "Ama sen öldün... bu imkansız. Senin ölmüş olman gerekiyordu. Nasıl buradasın?" Bunlar pek de cevap beklemeyen soru cümleleriydi. Şaşkınlıkla dile getirilmişlerdi. "Seni nasıl kurtaracağız? Söyle bize bir şekilde."
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#16
Mabi: Ae'nin gözlerindeki öfke ve alaycı ifade, odanın kasvetli atmosferinde daha da belirginleşiyor. Sen, Mabi olarak, karşındaki bu adamın, bir zamanlar en yakın arkadaşın olan bu adamın, sana yabancılaşmasının acısını yüreğinde hissediyorsun. Ae'nin parmağındaki gerilim, her an tetiği çekecekmiş gibi, odanın sessizliğinde bile hissediliyor. Senin sözlerin, onun içinde bir şeyleri harekete geçiriyor gibi; gözlerindeki öfke bir an için yerini şaşkınlığa bırakıyor. "Beni sen hatırlayacaksın Ae. Kimse hatırlamasa da, sen hatırlayacaksın." Bu cümlelerin, Ae'nin yüzündeki ifadeyi yumuşatıyor, ama sadece bir anlığına. O da biliyor, bu oyunun sonunda sadece bir kişi ayakta kalabilir. Ve o, bu kişinin kendisi olmasını istiyor. Ae, bir an için gözlerini kapatıyor ve derin bir nefes alıyor. Gözlerini açtığında, onlarda bir kararlılık var. "Seni seviyorum, Mabi." diyor ve bu sefer, sözleri daha samimi, daha gerçek. Ve sonra, beklenmedik bir şey oluyor. Ae, yavaşça silahını kendi göğsüne doğrultuyor. Gözlerin, inanamaz bir şekilde ona kilitleniyor. Bu, senin beklediğin bir son değil. "Ben de seni hatırlayacağım, Mabi." diyor Ae. "Ama bu yükü daha fazla taşıyamam. Bu dünya, benim için çoktan bitmişti. Sen ise, yaşamaya devam etmelisin." Ve o, tetiği çekiyor. Bir patlama sesi, odanın dört bir yanına yayılıyor. Ae, yere yığılıyor, gözlerindeki yaşam ışığı sönüyor.

Şok içinde donup kalıyorsun. Arkadaşının, bir zamanlar omuz omuza savaştığın kişinin, şimdi cansız bedeninin başında diz çöküyorsun. Gözlerinden yaşlar süzülüyor, ama içinde garip bir şekilde bir huzur da var. Ae'nin son sözleri, odada yankılanıyor. Senin hayatın, şimdi tamamen senin ellerinde. Çok geçmeden arkandaki kapının açıldığını fark ediyorsun. İçeriye Djurat polisleri dalıyor ve bu sahneyi gördükleri anda seni kollarından tutup ayağa kaldırıyorlar. "Sayın Ae'yi öldürmüş!" diye bağırıyor içlerinden biri. Djuratlı polisler ellerini kelepçeliyor ve seni odadan çıkarmaya çalışıyorlar. Direnirken son kez Ae'nin olduğu tarafa bakıyorsun. Kan izleri orada ama Ae'nin bedeni yok olmuş. Halisünasyon mu gördüm diye kendini sorguluyorsun ama gördüklerin gerçek. Eninde sonunda seni odadan çıkarıyorlar.

Kollarındaki kelepçelerin soğukluğu bile, içindeki şoku ve acıyı hafifletmiyor. Ae'nin son bakışları, son sözleri, kafanda yankılanıyor. Gözlerinden süzülen yaşlar, yüzünü ıslatıyor, ama sen bu duyguyu hissetmiyorsun bile. Djurat polislerinin sert tutuşları altında, koridorlardan geçiriliyorsun. Her adımda, Ae'nin yere düşüşü, o son patlama sesi, zihninde tekrar ediyor. Koridorlar, soğuk ve kasvetli; duvarlarda asılı olan eski savaş resimleri ve Djurat'ın büyük zaferlerini anlatan tablolar, bu trajedinin ne kadar da yersiz olduğunu hatırlatıyor. Polislerin adımları, metalik zeminde yankılanıyor ve sen, bu seslerin arasında, kendi kalp atışlarını bile duyamıyorsun. Hücreye vardığında, kapının ağır gıcırtısı ve ardından duyulan kapanma sesi, senin için yeni bir gerçekliğin başlangıcını işaret ediyor. Hücre, dar ve boğucu; tek bir yatak, bir tuvalet ve duvarda bir pencere var. Pencereden sızan solgun ışık, hücrenin içindeki her şeyi hayalet gibi gösteriyor. Polisler, seni içeri itiyor ve kelepçelerini çözmeden çıkıp gidiyorlar. Kapı, arkalarından kapanıyor ve sen, yalnız kalıyorsun. Duvarlara yaslanıp yavaşça yere kayıyorsun. Ellerin, kelepçeler yüzünden hareket edemiyor, ama bu senin için önemli değil. Şu an, tüm dünya durmuş gibi. Ae'nin ölümü, senin suçsuzluğun, her şey bir yana, senin en yakın arkadaşını kaybetmenin acısıyla karışıyor.

Livei: Hae Tumi'nin varlığı, odanın atmosferini tamamen değiştiriyor. Sanki zaman yavaşlamış, herkesin nefesi kesilmiş gibi. Max ve Thomas şaşkınlık içinde, bu imkansız görünen duruma anlam vermeye çalışıyorlar. Bok, yere düşmesinin şokunu atlatmaya çalışırken, sen ise Hae'ye odaklanmış durumdasın. Hae'nin varlığı, bir hayaletin bu dünyada dolaşması gibi, hem ürkütücü hem de merak uyandırıcı. Hae'nin bedeni, kodları bozulmuş bir ekran gibi dalgalanıyor, parça parça ayrılıp yeniden bir araya geliyor. Bu, onun varlığının bu düzlemde tam olarak sabitlenemediğini gösteriyor. Sesindeki mekanik tonlar, onun acı çektiğini, belki de yardım istediğini ima ediyor. Ancak bu sesler, anlaşılır bir dilin ötesinde, bir tür dijital çığlık gibi. Soruların, Hae'nin dikkatini çekiyor. Hae, sana doğru bir adım atıyor ve ağzını açıyor. Çıkardığı sesler, bir radyo frekansının bozulmuş sinyalleri gibi, anlamlandırılması güç. Ancak içgüdülerin Hae'nin yardım istediğini söylüyor. Hae'nin gözlerinde bir tür bilinç, bir tür anlayış görebiliyorsun. Bu, Hae'nin sadece bir hayalet olmadığını, daha fazlası olduğunu gösteriyor. Hae'nin gözleri, senin gözlerine kilitleniyor ve bir an için, dalgalanma duruyor. Hae'nin dudaklarından çıkan sesler, yavaş yavaş anlaşılır bir hale geliyor.

"Kod... bozuldu... beni... geri... getirin..."

Hae'nin bedeni, bir kez daha dalgalanmaya başlıyor ve bu sefer daha şiddetli. Hae'nin bedeninin bu düzlemde tutunmaya çalıştığını ancak bir tür dijital kirlilikten etkilendiğini anlıyorsun. Bu, onun varlığını tehdit ediyor, onu bu dünyadan silmeye çalışıyor gibi. Max, Hae'nin dalgalanan varlığını dikkatle incelerken, aniden bir şeyin farkına varıyor. Cebinden bir cihaz çıkarıyor. Max, cihazı Hae'nin üzerine tutuyor ve bir dizi karmaşık düğmeye basıyor. Cihaz, garip, senkronize olmayan sesler çıkarıyor ve Hae'nin bedenindeki dalgalanmalar bir ritme bürünüyor. Max "Bu... bu mümkün olmamalı." diyor şaşkınlıkla. "Hae'nin varlığı, zamanın farklı bir diliminden sızıntı yapıyor. Bu bizim zamanımızda olmaması gereken bir şey. Ama nasıl?" Bu sırada, Hae'nin bedenindeki dalgalanmalar azalmaya başlıyor ve o, daha kararlı bir form kazanıyor. Max'in saati, Hae'nin varlığını bu düzleme sabitlemeye yardımcı oluyor gibi görünüyor. Ancak bu durum, herkes için daha büyük soruları da beraberinde getiriyor. Hae yavaş yavaş düzeliyor ve kendine geliyor. Tam olarak normal görünüşüne ulaştığında ilk olarak gözlerini Max'e çeviriyor, gözleri faltaşı gibi açılıyor ve bir anda cebinden bir takviye tüpü çıkarıyor. Kendine batırmak üzere. Onu durdurman gerekiyor gibi görünüyor.

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#17
Ae'yi tanıdığımdan beri, onun sertliğini hep görmüştüm. Etrafına karşı olan sertliği, bana karşı olan sertliği, duygularını açmak istemiyor oluşundan ötürü böyle olduğunu düşünüyordum. Belki de, bu yüzden birbirimizi tamamlıyorduk. Ben duygularımı çok rahat bir şekilde açabiliyorken, o açmıyordu. Onun yerine daha sert, daha soğuk bir karakteri vardı. Benim tam zıttımdı ve biz, bu zıtlıklarla birbirimizi tamamlıyorduk. En azından ben böyle düşünüyordum. Az önce ona tüm duygularımı açmış olmam ve başbaşa olmamız, belki de onu da rahatlatır diye düşünüyordum. Bizim yanımızda yer almayacaksa bile, birbirimizi öldürmemiz gerek yoktu, bir gün bir barış olduğu zaman denk gelebilirdik. Ae tekrardan beni sevdiğini söylediğinde amacıma ulaştığımı sanıyordum, onu yanıma çekebildiğimi sanıyordum ancak onun kafasındaki planlar daha farklıydı. Silahı kendi göğsüne daralttığında gözlerim fal taşı gibi açıldı, oraya doğru uzanmak istedim ancak ağzından çıkan kelimeler birer birer kulağımın içine doğru hücum ederken uzanamadım. Silahın çıkarttığı pat sesi benim için tüm sessizliği başlatan ilk ses olurken, kalbimin kırıldığını hissettim.

Kalbimi çok kırdın Ae.

Seni yanımda istiyordum.

Omuz omuza savaşmak...

Dostumla birlikte olmak...

Gözyaşlarımı yanaklarımda hissederken gözlerimi onun cansız bedeninden ayıramıyordum. Ne ona doğru gidebiliyordum, ne de ondan kaçabiliyordum. Sadece, sadece bakmakla yetinebilmiştim. Arkamdaki kapı açılmış, içeriye Djurat polisleri dalmıştı. Beni ayağa kaldırıp, Ae'yi öldürmekle suçlamışlardı. Sesimi çıkartmadım, zira hala bir sessizliğin içinde boğuluyor gibi hissediyordum. Ae... Kan izleri yerinde duruyordu ancak Ae'nin bedeni yok olmuştu. Beni odadan çıkartmakla uğraşıyorlarken, gerçekten cesedin orada olup olmadığını kontrol ediyordum. Ancak yoktu. Neden orada değildi bilmiyorum. Ae, neredesin?

Zihnimin her bir köşesinde, Ae'nin son sözleri ve onun gördüğüm son görüntüsü yankılanıyordu. Onu kurtaramamak, canımı yakıyordu. Silahına uzanamamak, her şeyin çok ani gelişmesi. Keşke, keşke buraya gelmeseydim diye düşünmeden duramıyorum. Siktiğimin Mavi Yıldız'ı, siktiğimin Max'i, siktiğimin Vezir Elion'u. Damarlarımda akan kan gibi, öfkenin vücuduma yaptığı baskıyı hissetmeden duramıyordum. Yaşanan olaylar, gerçekten Ae'yi kaybetmeme değer miydi? Beni bir hücreye attılar, işlemediğim bir suç yüzünden. Bunların yaşanmasının sebebini biliyorum. Mavi Yıldız, buna sebep olan şey oldu. Bu konsoloslukta duran herkes, bunun sebebi oldu. Ae, böylesine salak bir adam değildi. Ae, her ne olursa olsun benim kalbimi kıracak birisi değildi.

Herkesi katledeceğim.

Ae'yi bu yola sürükledikleri için, onları cezalandıracağım. Öncelikle kas stilimi kullanıp şu kelepçelerden kurtulmam gerek. Sonrasında yine kas stilimle hücrenin parmaklıklarını ya bükeceğim, ya da hücre kapısını tüm gücümle sağa doğru çekerek zorla açacağım. İnsanlar gelmeden, atom enerjimi yenilemek adına şırınga kullanacağım. Buraya girip beni durdurmaya kalkacak olan ilk kişiler içinse mükemmel bir sürprizim var; Nötron Patlaması.

Hiçbirine acımayacağım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#18
Hae sesini duyurmak için çabalıyor, bir şekilde onlardan yardım istiyordu. Kendisine doğru bir adım ilerlemiş ve bir şeyler söylemişti ancak genç kızın tek duyduğu şey birkaç bozuk frekans dalgasıydı. Livei'nin ona nasıl yardım edeceği konusunda en ufak bir fikri bile yoktu. Sadece tek bir şeyden emin olmuştu, Hae yaşıyordu. Bu adam bir observer ya da hayalet değildi. Kesinlikle bilinci yerindeydi ve aklı başındaydı. Bakışlarını bir Hae üzerinde bir de diğerleri üzerinde gezdirip duruyordu. Max ve Thomas da en az onun kadar şaşkın görünüyorlardı. Bok ise ayağa kalkmak için uğraşıyordu. Gözlerini yeniden Hae'ye çevirdiğinde onun da kendisine bakmakta olduğunu fark etti. Bir anda bozulma yavaşladı ve Hae'nin ağzından çıkanlar anlamlı kelimelere dönüşmeye başladı. Kod bozuldu beni geri getirin demişti oldukça net olarak. "Kod mu? Neyden bahsediyor o?" dedi telaşla Max'e dönerek.

Bunun ardından Hae'nin bedeni daha da şiddetli bir şekilde bozulmaya başlamıştı. O dakikadan sonra olanlar Livei için biraz daha anlam kazanmaya başlamıştı. Hae bir şekilde onların tarafına geçmeye çalışıyordu. Aynı yerde değildiler. Bu nasıl mümkün olabilirdi hiçbir fikri yoktu ancak onun bu düzlemde kalmak için çaba gösterdiğini anlamıştı. Bir şey ya da birisi onu buradan ayırmaya çalışıyor gibiydi. Sanki onu... silmeye çalışıyordular. Bu ihtimal Livei'nin zihninde alarmlar çalmasına sebep olmuştu. Hae'nin varlığı Ingenium'un ardındaki sırrı çözmeleri için kilit önemde olabilirdi. Onu silmelerine izin veremezdi. "Ona yardım etmeliyiz!" diye bağırdı telaşla. Max bir şey fark etmiş gibi cebinden bir cihaz çıkarıp Hae'nin bedenine doğru bastırmış ve cihazın tuşlarına basmaya başlamıştı. Her ne yapıyorsa işe yarıyordu. Hae'nin dalgalanmaları stabil hale gelmeye başlamıştı. İşin ilginç tarafı bu durumu Max de büyük bir şaşkınlıkla karşılamıştı. Hae'nin başka bir zaman diliminden onların zamanına sızıntı yaptığını, bu zaman diliminde olmaması gerektiğini söyledi. "Çünkü sabahtan beri size aynı şeyi anlatmaya çalışıyorum. Hae öldü. Kendini patlattı. Bu mümkün değil. Ne yani geçmişin Hae'si ile mi görüşüyoruz biz şu anda?" Dünya yine hangi absürt deneyleri gerçekleştirirken buna sebep olmuştu acaba?

Cihaz adamın üzerinde durdukça Hae'nin dalgalanmaları azalmaya başlamıştı. O cihaz onun bedenini bir şekilde bulundukları düzleme kilitliyor olmalıydı. Hae onların tarafına geçmeye başladıkça ten rengi, saçları, gözleri ve yüz ifadesi de normalleşmeye başlamıştı. Daha az acı çekiyor gibi görünüyordu. Tam olarak onların yanına geldiğinde ise ilk olarak gözlerini Max'e çevirmişti. Şaşırmış mıydı yoksa korkmuş muydu, yüzünde Livei'nin anlam veremediği bir ifade vardı ancak önemli olan bu değildi. Önemli olan şey elini yavaşça takviye tüpüne doğru uzatıyor olmasıydı. "Hayır hayır ikinci sefer olmaz!" Livei hızla adamın üzerine koşacak ve elindeki takviye tüpüne sağlam bir tekme çakarak onu uzaklaştıracaktı. Sonra kendini adamın üzerine atarak ellerini sıkıca kavrayacaktı. "Sakin ol dostum! Güvendesin. Onlar bizden. Seni kurtardık. Soluklan ve kendine gel."
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#19
Mabi: Kas stilini kullanarak, bileklerindeki kelepçelerin metalini büküyorsun. Soğuk demir, senin iraden karşısında adeta eriyip şekil değiştiriyor. Kelepçeleri kırıp atıyorsun ve özgürlüğüne kavuşuyorsun. Şimdi sıra hücre kapısında. Derin bir nefes alıp, kaslarını topluyorsun ve kapıya doğru bir hamle yapıyorsun. Kapı, senin gücün karşısında dayanamıyor ve gıcırtılar eşliğinde açılıyor. Koridora adımını atıyorsun ve şırıngayı çıkarıyorsun. İçindeki atom enerjisini damarlarına enjekte ediyorsun ve bedenin, yenilenmiş güçle doluyor. Alarm sesleri, tesisin her yanını sarıyor. Adımların, metalik zeminde yankılanırken, senin kalp atışlarınla uyum içinde hızlanıyor. Nötron Patlaması için enerjini topluyorsun, bu güçle gelen herkesi etkisiz hale getireceksin. Ancak, seninle yüzleşmeye gelenler sadece Djurat polisleri değil. Mavi Yıldız'ın ajanları da var ve onlar, senin gücünün farkındalar. Sana karşı özel olarak hazırlanmış bir birlik. Koridorda ilerlerken, karşına çıkan ilk Djurat polisini kolayca yere seriyorsun. Ancak, Mavi Yıldız ajanları daha dirençli. Onlarla mücadele ederken, her hareketin, her darben, senin içindeki öfkeyi ve intikam arzusunu daha da alevlendiriyor. Ajanların biri, senin üzerine atılıyor ama sen onu havada yakalayıp, duvara fırlatıyorsun. Diğeri, senin arkandan sessizce yaklaşmaya çalışıyor ama sen, onun nefesini bile hissedebilecek kadar keskin bir duyuya sahipsin. Onu da etkisiz hale getiriyorsun.

Sonunda, Mavi Yıldız'ın en güçlü ajanıyla yüz yüze geliyorsun. O, seninle dövüşmek için buraya özel olarak gönderilmiş. İkiniz arasındaki mücadele, tesisin koridorlarını savaş alanına çeviriyor. Her çarpışma, duvarlarda çatlaklar oluşturuyor ve zemin sarsılıyor. Ama senin öfken, seni durdurulamaz kılıyor. Ajanın her hamlesini önceden seziyor ve ona göre hareket ediyorsun. Nihayet, onu da yere seriyorsun ve önünde artık hiçbir engel kalmıyor. Mavi Yıldız'ın merkezine doğru ilerliyorsun. Her adımın, seni Ae'nin intikamına bir adım daha yaklaştırıyor. Kapıları tek tek kırıyorsun, korumaları birer birer deviriyorsun. Ve sonunda, Mavi Yıldız'ın komuta merkezine ulaşıyorsun. Burası, tüm bu oyunların yönetildiği yer. Ve sen, burada hesap sormaya hazırsın. Mavi Yıldız'ın komuta merkezine adımını attığında, beklediğin kaos ve direniş yerine sakinlikle karşılaşıyorsun. Beklenmedik bir sessizlik hakim. Gözlerin, odanın içinde dolaşıyor; burası, tüm bu oyunların yönetildiği yer olmalı, ama şaşırtıcı bir şekilde, her şey düzenli ve sessiz. Aniden, odanın en uzak köşesindeki koltukta oturan bir figür dikkatini çekiyor. Dönüp sana bakıyor ve gözlerinde tanıdık bir parıltı var. Bu, Ae. Ama nasıl olabilir? Gözlerin, inanmaz bir şekilde ona kilitleniyor. Ae, gülümseyerek ayağa kalkıyor ve yavaşça sana doğru yürüyor.

"Seni şaşırttım mı, Mabi?" diyor. Sesindeki ton, hem alaycı hem de samimi. "Ölümüm, seni buraya getirecek kadar güçlü bir motivasyondu. Ve işte buradasın." Aklın karışıyor. Gördüğün şey bir halüsinasyon olamaz; Ae, canlı canlı karşında duruyor. Ama o ölmüştü, sen onun bedenini yerde yatarken görmüştün. Ae'nin gülümsemesi genişliyor. "Mavi Yıldız sadece bir isim, Mabi. Biz, çok daha fazlasıyız. Seni test etmek, senin gerçek gücünü görmek istedik. Ve sen, beklentilerimizi aştın." Bu sözler, senin içinde bir öfke fırtınası yaratıyor ama Ae hala sakin. "Evet, bir test. Ve sen kazandın, Mabi. Şimdi, Mavi Yıldız'ın gerçek yüzünü gösterme zamanı." Ae, bir düğmeye basıyor ve odanın duvarları hareket etmeye başlıyor. Gizli paneller açılıyor ve ardından, senin hayal bile edemeyeceğin teknolojilerle dolu bir oda ortaya çıkıyor. "Biz, galaksiyi şekillendirenleriz, Mabi. Ve senin gibi özel bireyler, bizim en değerli varlıklarımız." Şaşkınlık içinde, bu yeni gerçeklikle yüzleşiyorsun. Ae'nin ölümü, bir yalan mıydı? Yoksa bu, onun ölümünden sonra mı gerçekleşti? Ve en önemlisi, Mavi Yıldız'ın sana sunduğu bu yeni dünya düzeninde yer almak istiyor musun? Ae, sana uzattığı eliyle, seni bu yeni dünyanın bir parçası olmaya davet ediyor. Karar senin.

Livei: Hae'nin elinden takviye tüpünü fırlatıyorsun ve o, odanın diğer ucuna doğru yuvarlanıyor. Hae'nin gözlerindeki şaşkınlık ve korkuyu görüyorsun ve onu sakinleştirmek için elinden geleni yapıyorsun. Ses tonunu olabildiğince yatıştırıcı tutmaya çalışıyorsun. Hae'nin gözlerindeki korku yavaş yavaş yerini şaşkınlığa ve ardından anlayışa bırakıyor. Max ve Thomas, bu beklenmedik gelişmeye şaşkınlıkla tanık oluyorlar, sen ise Hae'nin ellerini sıkıca tutuyorsun, ona bu dünyada yalnız olmadığını hissettirmeye çalışıyorsun. Hae'nin nefesi yavaş yavaş düzene giriyor ve gözleri artık daha odaklı. "Neredeyim?" diye fısıldıyor, sesi hala biraz bozuk ama anlaşılır. Max, cihazı hala Hae'nin üzerinde tutuyor, onun varlığını bu düzleme sabitlemeye devam ediyor. "Bir tür zaman sızıntısı içindesin." diye açıklıyor Max, cihazı dikkatle ayarlayarak. "Seni buraya getiren şeyi tam olarak anlamıyoruz, ama seni burada tutmaya çalışıyoruz." Hae'nin gözlerine dikkatle bakıyorsun, onun cevabını beklerken, odada bir gerilim hissediliyor. Hae, bir an için gözlerini kapatıyor ve derin bir nefes alıyor. Gözlerini açıyor ve kararlılıkla konuşuyor. "Beni buraya siz getirmediniz." diyor ve bu sözler, odadaki herkesi şaşırtıyor. "Beni buraya getiren şey... benim gelecekteki benliğim." Hae'nin bu beklenmedik açıklaması, zamanın karmaşık dokusunun içinde daha da büyük bir gizemi işaret ediyor. Max, Thomas ve sen, birbirinize bakıyorsunuz, bu bilginin ağırlığı altında ne yapacağınızı düşünüyorsunuz. Hae devam ediyor, "Gelecekte, bir hata yapacağım. Ve o hatayı düzeltmek için, geçmişe, yani buraya, bir mesaj göndermem gerekiyor." Hae'nin ifadesi, bu itirafın ağırlığı altında değişiyor. "Benim yaptığım hata, tüm zaman çizgisini bozacak ve bu yüzden, şimdi buradayım. Sizden yardım istemek için."

Bu bilgi, odadaki herkesin kafasında yeni sorular yaratıyor. Eğer Hae, gelecekteki bir hata için geçmişe mesaj gönderebiliyorsa, bu, sizin şu anki zaman çizginizin de tehlikede olduğu anlamına mı geliyor? Ve eğer öyleyse, bu hatayı düzeltmek için ne yapmanız gerekiyor? Max, cihazı elinde çevirirken düşünceli bir ifadeyle cevap veriyor, "Eğer Hae'nin söyledikleri doğruysa, belki de geleceği değiştirmek için bir şansımız var. Ama bu, çok dikkatli olmamız gerektiği anlamına geliyor. Her adımımızı hesaplamalıyız." Max, cihazıyla Hae'nin varlığını sabitlemeye devam ederken, sen ve Thomas, Hae'nin gelecekteki hatası hakkında daha fazla bilgi almaya çalışıyorsunuz. Hae, yavaşça ve dikkatlice konuşmaya başlıyor. "Gelecekte, Ingenium'un sırlarını çözmeye çok yaklaşıyorum. Ancak bu bilgi, yanlış ellere düşüyor ve felaketlere yol açıyor. Benim yaptığım hata, bu bilgiyi koruyamamak. Hatta bu bilgiyi o yanlış ellere bizzat, bilinçli bir şekilde teslim etmek." Max, cihazıyla birkaç ayar daha yapıyor ve Hae'nin varlığı giderek daha stabil hale geliyor. "Bu cihaz, Hae'nin varlığını kısa bir süre için sabitleyebilir, ama bu yeterli değil." diyor Max. "Hae'nin günümüzdeki benliğiyle iletişim kurmamız gerekecek. Belki de o bize ne yapmamız gerektiğini söyleyebilir." Thomas, bu durumun tehlikelerine dikkat çekiyor. "Gelecekle bu şekilde oynamak, zaman çizgisinde tahmin edilemez sonuçlara yol açabilir. Her ne yapacaksak, son derece dikkatli olmalıyız." Hae ise "Mevcut ben ile iletişim kuramazsınız. Çünkü mevcut ben yok. Yani en azından ben öyle biliyorum. Hae öldü." diyor.

Re: [Ana Kurgu] Dağın Ötesi

#20
Ölüm, çok ağır bir olay. Arkada bıraktığın her şey ilerlemeye devam etse de, arkasında seni görüyor. Ae öldükten sonra kendimi çok ileride hissettim. Ben ilerlemeye devam ettikçe, Ae arkamda bir yerlerde kalacaktı. Onunla yan yana olmayacaktım, hiçbir zaman yanıma gelmeyecekti. O sadece arkamda duran, anılarımda ışıl ışıl parlayan bir insan olarak kalacaktı. Onu çocuklarıma, belki torunlarıma anlatacaktım ama kimse beni ondan dinlemeyecekti. Dünya meselesi öyle bir boyuta ulaşmıştı ki, sevdiğim bir insan yanımda olmak yerine beni kaybetmeyi, bana dostumun acısını yaşattırmayı tercih etmişti. Bu durumun verdiği öfkeyle hücre kapısını gücümle açmış ve koridora doğru adımlamıştım. Buna sebep olan her şeyi ve herkesi öldürmeye kararlıydım. Bütün Mavi Yıldız üyelerini, Ae'yi benim elimden herkesi, her sebebi, her şeyi yok etmeye hazırlandım.

Bana karşı hazırlanmış olan özel birliğe karşılık, her bir attığım yumruk, her bir tekme, her bir darbem daha da yaklaştırıyordu beni almak istediğim intikama. Yere yığdığım her bir adamın Ae'nin ölümünde rolü vardı. Hepsini etkisiz hale getirdikten sonra, Mavi Yıldız'ın en güçlü ajanıyla yüz yüze geldim. Benimle dövüşmek için buraya özel olarak gönderilmiş birisi. Diğerlerine göre daha dirençli, beni daha da eğlendiren bir düşman olmuştu. Onu yere serdiğimde, zafer nidaları atmak için son bir adım kalmıştı. Mavi Yıldız'ın merkezi. Kırdığım her bir kapıda heyecanım daha da artıyor, zafere daha da çok yaklaştığımı hissediyordum. Komuta merkezine giriş yaptığım anda, beklemediğim kadar sessizdi burası. Tüm oyunların yönetildiği yerin burası olduğunu düşünüyordum, ancak koltukta oturan kişi asıl oyunları yöneten kişiydi.

Ae'nin kendisi.

Ae, alaycı ve samimi bir şekilde ölümünün beni buraya getirecek kadar güçlü bir motivasyon olduğunu söylüyordu. Bu gerçekten Ae'ydi ve sırf beni test etmek için onun ölümüyle yüzleştirmişti. Ben, boktan bir test için onun ölümüyle sınanmıştım. Ben, ona içimi açmama rağmen o beni ölümüyle yüzleştirerek test etmişti. Bu testi kazandığımı ve onların beklentilerini aştığımı söylüyordu.

Beni bir denek gibi kullanmıştı.

Oysa ben ona içimi açmıştım.

Onunla kurduğum hayallerimi ona anlattım.

O beni test etti.

Etrafımda çıkan teknolojik aletlere göz gezdirdim. Sonrasında Ae'nin uzattığı eline bakıp gülümsedim. Elini sıktım samimi bir şekilde. "Ae, sen öldükten sonra şunu anladım ki, sen nereye gidersen ben orada olacağım. Bu gerçekle beni yüzleştirmen, bir bakıma iyi oldu diyebilirim. Çünkü bundan sonra senin yanında, Mavi Yıldız'da yer alacağım." Dedikten sonra aklımdaki planı uygulamaya geçtim. Kalsiyum Kas stilimle elini tuttuğum bileğimi ve boynumdaki kasları güçlendireceğim. Sonrasında sıkıca tuttuğum elimle Ae'yi aniden kendime doğru çekerek kafa atacağım. Kendime doğru çektiğim sırada, Uranyum Nötron Patlamasını kullanarak savunmasını daha da düşüreceğim. Tekniklerim başarılı olduğu anda, Kalsiyum Kemik Bıçakları stilimi Ae'nin boğazına ve vücuduna saplayacağım, bu sefer onu öldüren kişi ben olacağım. Onu öldürmeyi başarabilirsem, birileriyle iletişime geçebileceğim bir cihaz aramam gerekiyor.

Bundan sonra, Mavi Yıldız'ın başında Ae yok.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image
Locked

Return to “Doslol Dağı”

cron