Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#11
Parçalara ayırdığın gömleğini Friks'in yaralarına bastırıyorsun, en azından kanı durdurmayı umuyorsun. Bu karmaşık, kaotik günün ortasında yaşadığınız bu akıl almaz durum senin için her şeyi gittikçe daha da ağırlaştırsa da bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyorsun. Aslında şu ana kadar bayılman gerekirdi. Ama unutma, insanoğlunun sınırsız bir evrim potansiyeli vardır. Sen kanamayı durdurmaya çalışırken bir anda tanıdık bir ses duyuyor ve arkana dönüyorsun. Bok geri dönmüş. Gözleriyle sizi ararken bir anda yaşananları görüyor ve hemen yanına doğru koşuyor. "Bu nasıl oldu? Nasıl olabilir?!" Friks'in yaralarına bakıyor ve hemen dışarı çıkıp bağırıyor. Yardım için gelen birkaç insan hemen Friks'in yaralarına dokunuyorlar ve bir anda yaralar kabuk bağlamaya başlıyor. Hemen yaraları sarıyorlar ve Friks'i ayağa kaldırıp en yakın hastaneye doğru götürüyorlar. Sen ve Bok da peşinden gidiyorsunuz. Bok yolda sana birkaç cümle kuruyor ve bir anda her şeyi değiştiriyor. "Livei, sana söyleyecektim, şimdi hatırladım. Adamı Gedhilfe'ye ışınladım, sizin eski karargahın oraya. Bir baktım sizinkiler orada, elleri kolları bağlı. İçlerinde Mavi de vardı. Nasıl olabilir bu? Mavi burada, bizimleydi. Nasıl orada bağlı olabilir? Kim yaptı bunu?" Bok'un söyledikleri gittikçe buğulaşmaya başlıyor.

6 Ay Önce

Laboratuvarın içi, en son teknoloji cihazlar ve karmaşık düzeneklerle doluydu. Sessizlik, zaman zaman duyulan cihaz sesleriyle bölünüyordu. İki adam, laboratuvarın ortasında durmuş, ciddi bir konuşma yapıyordu. Birinci adam, orta yaşlarda, gri saçları hafifçe dalgalandırılmış, geniş omuzlu ve otoriter bir duruşa sahipti. İkinci adam ise daha genç, hızlı düşünen ve dinamik hareketler sergileyen biriydi. "Thrao... Ingenium gezegeninden." dedi ilk adam düşünceli bir ifadeyle. "Onu orduya katmak için mükemmel bir fırsattı, ancak kaçmayı başardı." İkinci adam başını salladı, "Evet, becerikli biri. Ama unutma, onunla ilgili tüm verileri topladık. Fiziksel özellikleri, zihinsel kapasitesi... Her şeyi." Bu sırada laboratuvarın kapısı açıldı ve içeri üçüncü bir adam girdi. Bu adam, diğer ikisinden daha resmi görünüyordu; üniformasının her düğmesi özenle iliklenmişti. İki adam hemen duruşlarını düzeltti ve düğmelerini ilikledi. "Raporunuz?" diye sordu yeni gelen adam. "Bilgileri topladık." dedi ilk adam. "Thrao hakkında her şeyi. Ancak fiziksel olarak onu ele geçiremedik." Üçüncü adam gülümsedi ve sakin bir ses tonuyla "Önemli değil." dedi, mutlu görünüyordu. "Snapshot'ını oluşturduk zaten. Onun bir kopyasını yaratacağız, Ingenium gezegeninden getirdiğimiz DNA örnekleriyle." İkinci adam heyecanla, "Bu, onu tam olarak taklit edebileceğimiz anlamına mı geliyor?" diye sordu. "Tam olarak." diye onayladı üçüncü adam. "Fiziksel özellikleri, yetenekleri, hatta hatıraları bile. Ancak bu sefer onun kontrolü bizde olacak. Thrao'nun yeteneklerini ordumuz için kullanabileceğiz, ama bu sefer hiçbir risk almadan." Laboratuvarın duvarlarındaki monitörler, DNA zincirlerinin karmaşık görüntülerini göstermeye başladı. Üç adam, ekranları dikkatle inceledi. Planlarını hayata geçirmek için gerekli tüm bilgiler buradaydı. İnsansı bir form yaratmak için genetik bilgiler, stratejik yetenekler ve öğrenilmiş beceriler bir araya getiriliyordu. "Bu yeni Thrao, bizim için ne tür görevlerde kullanılacak?" diye sordu ilk adam. "İlk etapta keşif ve casusluk." dedi üçüncü adam. "Ancak yeteneklerini tam anlamıyla geliştirdiğimizde, daha zorlu operasyonlarda da ondan yararlanacağız. Thrao'nun kaçışı bize pahalıya mal oldu, ancak şimdi çok daha güçlü bir araç elde edeceğiz."

Laboratuvarın loş koridorları, gizem ve tehlike hissiyle doluydu. Hae, elindeki ağır silahı sıkıca tutarak ilerliyordu. Zihni, görev ve ihanet arasında bölünmüş haldeydi. Thrao'ya güvenmek, başından beri riskli bir hamleydi. Ingenium'dan getirilen bu gizemli kişi, insanlığın bilmediği sırlar taşıyordu, ancak şimdi bu sırlar bir tehdit haline gelmişti. Hae, laboratuvarın derinliklerine doğru ilerledikçe, hava daha da soğuk ve elektriklenmiş hissediliyordu. Her adımda, Hae'nin kendi iç çatışması artıyordu. Nihayet, Thrao'yu gördüğünde, tüm düşünceleri anlık bir kararlılığa dönüştü. Silahını Thrao'ya doğrulttu ve gözlerindeki öfke, acımasız bir kararlılığa işaret ediyordu. Thrao, Hae'nin silahına rağmen, sakin ve kontrollü duruyordu. Onun bu soğukkanlı tavrı, Hae'nin kızgınlığını daha da alevlendirdi. Hae, boğuk bir sesle konuştu: "Sana güvenmemiz hata oldu, Thrao. Ama artık... son." Bu sözlerle, Thrao sessizce başını salladı. Aniden, Hae harekete geçti. Yanındaki gaz maskeli adam, Hae'nin beklenmedik hareketine hazırlıksız yakalandı. Hae, adamın üzerine atılarak onu yere serdi ve şaşırtıcı bir çeviklikle onun saatini ele geçirdi. Saat, sadece bir zaman göstergesi değil, aynı zamanda son derece gelişmiş bir ışınlanma cihazıydı. Thrao, bu hareketliliği izlerken, yüzünde hafif bir şaşkınlık ifadesi vardı. Hae, Thrao'ya döndü ve derin, anlamlı bir sesle, "Beni ve burada olanları unutma, Mavi!" dedi. Bu sözler, bir veda niteliğindeydi, sanki Hae, Thrao'nun belleğinde kalıcı bir iz bırakmaya çalışıyordu. Hae, saatini çalıştırdı ve anında Thrao, mavi bir ışık hüzmesi içinde kayboldu. Laboratuvar, bir anda sessizliğe büründü. Hae, bu ani ve dramatik olayın ardından derin bir nefes aldı. Etrafta yatan gaz maskeli adam ve cihazlar arasında, Hae'nin yüzünde karışık bir ifade vardı. Thrao'nun kayboluşu, onun için sadece bir görevin sonu değil, aynı zamanda bir dönüm noktasıydı.

Laboratuvarın derinliklerinde, bilinçaltı ve gerçeklik arasında bir yerde, yeni oluşturulan Thrao'nun snapshot'ı uyanmaya başladı. Bilincinin uyanışı, sanki uzun ve karmaşık bir rüyadan çıkıyormuş gibi hissettirdi. Gözlerini açtığında, kendisini beyaz, steril bir odada buldu. Üzerinde sade bir laboratuvar önlüğü vardı, etrafında ise yüksek teknolojili cihazlar ve monitörler parlıyordu. Odaya giren laboratuvar çalışanları, Thrao'ya doğru ilerledi. Onların yüzünde, karışık bir heyecan ve merak ifadesi vardı. Bir tanesi, Dr. Leila, Thrao'ya yaklaştı ve nazik bir ses tonuyla konuşmaya başladı: "Merhaba, ben Dr. Leila. Seninle tanışmak için sabırsızlanıyorduk. Sen, Ingenium'dan gelen Thrao'nun bir kopyasısın. Seni burada yaratmak, bizim için büyük bir başarı." Thrao, bu sözlere şaşkınlıkla karşılık verdi. Kendisinin bir kopya olduğu fikri, onun zihninde karmaşık duygular uyandırdı. Ancak laboratuvar çalışanlarının sakin ve ikna edici tavrı, onun kafasındaki şüpheleri yatıştırmaya başladı. Dr. Leila devam etti: "Bizim amacımız, senin yeteneklerini Dünya için kullanmak. Burada, insanlığın yararına olacak çok önemli projeler üzerinde çalışıyoruz. Senin bilgin ve becerilerin, bu projelerde bize büyük yardımcı olacak." Thrao, bu sözler üzerine düşünmeye başladı. İçgüdüsel olarak, bir yerlerde bir yanlışlık olduğunu hissetse de, Dr. Leila ve diğer bilim insanlarının güven veren tavırları, onun inancını kazandı. Kendisinin bir kopya olduğu ve Dünya için çalışmanın daha mantıklı olduğu fikri, giderek onun zihninde yer etmeye başladı. Laboratuvar çalışanları, Thrao'ya çeşitli testler ve eğitimler düzenleyerek onu manipüle etmeye devam ettiler. Bu süreçte, Thrao'nun Ingenium'daki anıları ve kişiliği, yavaş yavaş arka planda kalmaya başladı. Yeni Thrao, Dünya'nın çıkarları için çalışan, kendisini laboratuvarın bir parçası olarak gören bir varlık haline geldi. Bu süreç, Thrao'nun yeni bir kimlik kazanmasıyla sonuçlandı. Artık o, sadece Ingenium'dan gelen bir varlık değil, aynı zamanda Dünya'nın hedeflerine hizmet eden, kendi varoluş amacını bu hedeflere adayan bir bireydi. Laboratuvarın soğuk ve hesaplı dünyası, Thrao'nun yeni gerçekliği haline gelmişti.

Dün

Gedhilfe'nin dar, karmaşık sokakları, antik bir labirenti andırıyordu. Gizli geçitler ve köşeler, bu sokaklara gizemli ve tehlikeli bir hava katıyordu. Yeni Thrao, bu sokaklarda hayalet gibi dolaşıyordu, amacı net ve kararlıydı: Gerçek Thrao'yu bulmak ve onun yerini almak. Kimse tarafından görülmeden, bir gölge gibi hareket ediyordu. Nihayet, bir ara sokakta, hazırlıksız ve şaşkın bir şekilde Gerçek Thrao'yu tespit etti. Gerçek Thrao, bu ani buluşmadan dolayı şaşkına dönmüştü ve tamamen hazırlıksız yakalanmıştı. Yeni Thrao, hiç tereddüt etmeden hızla harekete geçti ve Gerçek Thrao'ya saldırdı. Gerçek Thrao, bu ani ve şiddetli saldırı karşısında neye uğradığını şaşırmış bir haldeydi. Kendini savunmak için elinden geleni yapmaya çalıştı, ancak Yeni Thrao'nun üstün gücü ve hızı, onu kolayca alt etti. Saldırının hemen ardından, Yeni Thrao hızla hareket ederek, Thrao'nun patronunun evine yöneldi. Eve vardığında, içeride bulunanlar Yeni Thrao'nun beklenmedik ve şiddetli saldırısı karşısında dehşete düştüler. Hiçbiri, karşılarında duranın Gerçek Thrao olmadığını anlayamamıştı. Yeni Thrao, hiçbir zorlukla karşılaşmadan, hızla ve etkin bir şekilde herkesi etkisiz hale getirdi. Daha sonra, tüm tutsakları Thrao'nun eski karargahına götürdü. Herkesi sırayla bağlayarak, tutsak etti ve bir odaya kilitledi. Gerçek Thrao'yu ise, evin görüş hizasından uzak bir arka odaya bıraktı. Oda karanlık ve kasvetliydi, yalnızca bir dar pencereden sızan hafif bir ışık vardı. Gerçek Thrao, bu kasvetli odada yalnız ve çaresiz bir şekilde, kendi düşünceleriyle baş başa kalmıştı.

Şimdi

Hastaneye doğru yürürken başınızdan geçenleri Bok'a anlatıyorsun. Bok, yaşananları hayretle dinliyor ve biraz düşündükten sonra fikrini söylüyor. "Snapshot. Friks'e saldıran gerçek Thrao değildi. Olmasına imkan yok." Hastanenin kapısına geldiğinizde Bok sana dönüyor ve "Livei, ben Mavi'yi buraya getireceğim. Sen de o sırada Friks'e göz kulak ol, tamam mı?" diyor ve hemen ardından ışınlanıyor. Yerlilerle birlikte hastaneye giriyorsun ve Friks'in başında beklemeye başlıyorsun. Hala uyanmamış olan Friks'in masum yüzüne bakıyorsun ve gülümsüyorsun. Çok geçmeden Bok, Mavi ile birlikte yanınıza dönüyor. Mavi'nin gözlerinin dolu olduğunu görüyorsun. Mavi, sana doğru koşuyor ve sarılıyor. Gözyaşlarının omzuna aktığını hissediyorsun. "Onu bulacağım." diyor, sesini zar zor duyabiliyorsun. "O orospu çocuğunu bulacağım." Birkaç dakika içinde Friks'te hareketlenme görmeye başlıyorsunuz. Bir anda ayağa kalkmaya çalışırcasına uyanıyor. Önce Bok'u görüyor, sonra gözlerini sana ve yanında duran Mavi'ye çeviriyor. Bir anda kolundaki damarların kabarmaya başladığını görüyorsun. O anda Friks yatağın hemen yanında duran kesici aletlerden birini alıyor ve kolundan vurulduğu yere saplıyor. Çıkan kanı sertleştiriyor ve hızla Mavi'ye doğru yönlendiriyor. Friks'in sinir krizi geçirdiğini hepiniz anlıyorsunuz, kendinde değil. Mavi kanın etkisiyle duvara çakılıyor, yerliler de odadan dışarı kaçıyorlar. Friks kalkmaya çalışırken avazı çıktığı kadar bağırıyor. Aynı zamanda ağladığı için sesi boğuk çıkıyor. "SENİ ÖLDÜRECEĞİM! PİŞMAN OLACAKSIN LAN, PİŞMAN OLACAKSIN LAAAAAAN!"

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#12
Son bir çabayla hem aklına mukayyet olmaya çalışıyor hem de Friks'i hayatta tutmaya çalışıyordu. Boğazında çığlık atacak derman kalmadığı için sesi çıkmamaya başlamıştı. Gözünden süzülen yaşlar yüzünden görüşü devamlı buğulanıyordu. Gözyaşları, sevdiği adamın hareketsiz bedenini ıslatıyor ve onun kanına karışıyordu. O anda bir ses duydu. Tanıdığı bir ses. Arkasına döndü. Bok. Yüzünü görmekten en çok hoşlandığı ikinci adam onlar için geri dönmüştü. Bok gördüğü manzara karşısında adeta donakaldı. İşlerin nasıl bu hale geldiğine o da anlam verememiş olmalıydı. "Lütfen ona yardım et." diye yalvardı cılız bir ses tonuyla hıçkırıklarının arasından. "Mavi onu vurdu." diyebildi son bir gayretle. Bunu duyduktan sonra Bok hemen dışarı çıkmış ve yardıma birkaç kişiyi çağırmıştı. Gelenler Friks'in vücuduna dokundukları anda yaraları kapanmaya ve iyileşmeye başlamıştı. Tabi ya, doğanın gücü! Doğanın tek gücü yıkım getirmek değildi, doğa aynı zamanda iyileştirirdi.

İkinci kıtanın vatandaşları Friks'in yaralarını sardıktan sonra onu kaldırıp hastaneye doğru yola çıkmışlardı. Bok ve Livei de arkalarından gidiyordu. Livei bayılmamak için zorlukla ayakta duruyordu. Bok ona yolda kendi başına gelenleri anlatmıştı. Karargaha gittiğini, adamı oraya götürdüğünü, kendi adamlarının elleri kolları bağlı halde orada olduklarını ve Mavi'nin de onlarla olduğunu söylemişti. Ama bu nasıl olabilirdi ki? Mavi az önce Friks'i vurmuştu ve ortadan kaybolmuştu. Karargaha ışınlanıp kendini bağlamadıysa buna imkan yoktu. Bok'un söylediklerini kafasında tartmaya çalışırken etrafındaki tüm seslerin birbirine karıştığını hissediyordu. Şokun etkisini üzerinden atmaya başlamıştı ve dışarı çıkınca da ciğerlerine temiz hava aldığı için kendisini çok daha iyi hissediyordu. Tüm olanları bir çırpıda Bok'a anlattı. O gittikten sonra neler olduğunu. Sonrasında Bok'un ağzından çıkan ilk kelimeyi duydu. Snapshot. Snapshot... Bunu nasıl daha önce düşünememişti! Mavi'yi kaçırdıkları dönemde onun snapshotunu almış olmalıydılar. Yanlarındaki Mavi gerçek Mavi değildi, bir klondu! Kopyaydı! Gerçek Mavi onlara asla ihanet etmemişti. O asla böyle bir şey yapmazdı! O başka bir Mavi'ydi. Onunla aynı anılara sahip, onun gibi görünen ama kalbi sevgiden ve sadakatten yoksun kalmış, beyni yıkanmış bir Mavi'ydi. Bunu öğrenmek Livei'yi belki de oldukça endişelendirmeliydi ancak o, o kadar rahatlamış hissediyordu ki.

Hastanenin önüne geldiklerinde Bok içeri girmemiş ve gerçek Thrao'yu getireceğini söylemişti. Livei başını sallayarak onayladıktan sonra Bok ortadan kaybolmuştu. Livei hızla hastaneden içeri girerek Friks'in kaldığı odaya daldı. Uyuyordu. Kim bilir nasıl canı yanmıştı. Kim bilir nasıl bir kabusun içindeydi. Ona böyle şeyler yaşattıkları için gebertecekti hepsini. Tek tek o bilim adamlarını bulup kendi sidiklerinde boğacaktı. Canları için yalvarmalarını dinleyip onları en acılı ve yavaş ölüme mahkum edecekti. Tek birini bile sağ bırakmayacaktı. Onun en yakın dostunu alıp kopyalayıp sevdiği adama ihanet duygusunu tattırdıkları için onların kabusu olacaktı. Yapacaktı bunu.

Arkasındaki sesle intikam dolu düşünce bulutları dağıldı. Bok ve Thrao geri dönmüşlerdi. Thrao'nun yüz ifadesindeki acıdan olanları çoktan duyduğu anlaşılıyordu. Genç kıza doğru koşup sarılmıştı. Sıcak gözyaşlarını omzunda hissediyordu. "Tanrıya şükür." dedi kulağına fısıldayarak. "Tanrıya şükür o sen değildin. Bu hayattaki en büyük korkum senin bize sırtını dönmen olurdu." dedi genç adamı göğsüne yaslayıp sıkıca sarılarak. "Bu senin suçun değildi. Bu işte yalnız da değilsin. O şerefsizi birlikte bulacağız. Hatta bununla da kalmayacağız, bu işi yapanların kökünü kurutacağız." Yine de biraz buruk hissediyordu. Her ne kadar aynı Mavi olmasa da o da Mavi'ydi. Mavi'yi öldürme fikri ona korkunç geliyordu. Dünya da onlara tam olarak bunu yaşatmak istiyordu tabi. Kendi kanlarını canlarını öldürmenin acısını... Üstelik aralarındaki en yetenekli adamlardan birini seçmişlerdi kopyalamak için. "Thrao, artık yanımızdan ayrılamazsın. Tekrar yanlış kişiye güvenmeyi göze alamayız. Hatta devamlı kısa kollu giyin de kolunda saat olmadığından da emin olalım. Bir de karargahımızın yerini biliyorlar. O adam senin anılarının tamamına sahip neredeyse. Sadece son birkaç ay eksik olmalı. Yeni bir karargah bulmalıyız. Belki de bizimkileri buraya, ikinci kıtaya taşımalıyız." Onun gözlerine baktığında oradaki sıcaklığı ve masumiyeti görebiliyordu. Ona kıyasla kopyasının soğuk gözleri ve gülümsemesi... Sırtından bir ürperti dalgası geçti.

Birkaç dakika içinde Friks hareketlenmeye başlamıştı. Livei sevinçle onun başına koştu. Gözlerini açtığı anda ilk olarak kendisine bakmıştı. Livei ona kocaman gülümsedi. Hala şokta olmalıydı. Sonrasında Bok'u gördü. Ardından gözleri Mavi'ye kilitlendi. Sonrasında her şey çok hızlı gelişmişti. Friks'in kolundaki damar kabarmaya başlamıştı. Keskin bir aletle kolunu kesip kanını akıttıktan sonra sertleştirip Mavi'ye fırlattı. Mavi de bunun etkisiyle duvara yapışmıştı. Bir anda tüm yerliler odadan kaçmıştı. Zavallıların huzuru kaçmıştı bir saat içinde resmen. Friks hem ayağa kalkmaya çalışıyor, hem Mavi'ye tehditler saçıyor hem de ağlıyordu. Livei hızla Friks ve Mavi'nin arasına girerek kollarını kaldırdı. "FRIKS SAKİN OL SENİ O VURMADI!" Yavaşça ona doğru yaklaştı. "O bizim Thrao'muz. O hiç sana böyle bir şey yapar mı? Lütfen sakinleş hayatım. Seni vuran o değildi. Sahtesi, snapshotıydı. Kopyasıydı. Dünyalılar yaptı. Thrao asla böyle bir şey yapmaz. Derin bir nefes al ve mantıklı düşün. Ciğerlerine kocaman oksijen çek. Şu an şoktasın anlıyorum ama lütfen ona zarar verme." Vücuduyla Mavi'ye siper olduğundan emin olarak ne olur ne olmaz kendini koruyucu kalkan stili yapmaya hazırladı. Eğer şoktan çıkıp sakinleşemezse Mavi'yi onun öfkesinden koruması gerekiyordu.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#13
Friks'i sakinleştirmen zorlu bir mücadele oluyor, çünkü o şok ve öfke içinde. Yavaş yavaş, nazik ve sakin bir ses tonuyla ona gerçekleri anlatmaya başlıyorsun. Zamanla, yatıştırıcı sözlerin ve sakin duruşun etkisiyle Friks sakinleşmeye başlıyor, gözlerindeki öfke yavaşça yerini anlayışa bırakıyor. Bu sırada, Mavi sessizce duruyor, duvara yapışmış halde, yüz ifadesi duygularını saklamaya çalışırken hafif bir şaşkınlıkla karışık. Gözlerindeki ifade endişe ve hüsrana işaret ediyor, ancak bunu doğrudan dile getirmekten kaçınıyor. Mavi'nin yüzünde bu duyguları okurken, karmaşık bir durumun içinde bulunduğunuzu daha iyi anlıyorsun. Friks, sakinleşmeye başladıktan sonra, Mavi'ye şüpheyle bakıyor. Mavi'nin yüz ifadesi karışık duyguları yansıtıyor. Kendini savunma ihtiyacı hissetse de, durumu kabullenmiş gibi bir hali var. Mavi, Friks'e doğru dönüp yavaşça konuşuyor. "Beni gerçekten tanıdığına inanıyordum. Ancak bu, senin beni tanımadığını gösteriyor." Friks, Mavi'nin bu sözlerine karşılık veriyor. "Seni tanıdığımı düşünüyordum, ama görünen o ki, herkes bir kopya olabilir." Bu diyalog, aralarındaki güvenin sarsıldığını ve herkesin birbirine karşı şüpheyle yaklaştığını gösteriyor. Bu duruma müdahale etmek zorunda hissediyor ve ikili arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyorsun.

Bok, durumu yatıştırmak için araya giriyor ve öncelikle Friks'e, sonra Mavi'ye ve son olarak da sana dönerek derin ve etkileyici bir konuşma yapıyor. "Arkadaşlar, biz bir aileyiz ve bu durumda birbirimize en çok ihtiyaç duyduğumuz zaman. Bu, sadece bir hata değil, aynı zamanda bir test. Gerçek güç, zor zamanlarda birlikte hareket etme yeteneğimizde yatıyor. Evet, Mavi'nin snapshot'ı bizi aldatmış olabilir, ancak gerçek Mavi burada ve hepimiz ona güveniyoruz." Bok'un bu samimi sözleri, grup arasındaki gerginliği azaltıyor. Mavi, sessizce bu sözlere katılıyor, ancak Friks'in yüz ifadesi hala tam bir ikna olmamış gibi görünüyor. Friks, Mavi'ye şüpheyle bakmaya devam ediyor, ancak Bok'un sözlerinin etkisiyle tepkisini biraz yumuşatıyor.

Khaise hızla odaya giriyor, gözlerinden yaşlar akarken, özür dilercesine ve suçluluk hissederek dizlerinin üzerine çöküyor. Bu ani gelişme herkesi şaşırtıyor. Khaise, durumun ciddiyetini anlamış görünüyor ve bu hatadan dolayı büyük bir üzüntü duyduğunu belli ediyor. Khaise, "Özür dilerim, benim hatam. Size zarar vermek istememiştim." diyerek gözyaşlarına boğulurken, Bok ona yaklaşıp elini omzuna koyarak "Senin bir hatan yok ki Khaise. Sen olsan da olmasan da bunlar yaşanacaktı, Dünya peşimize düşecekti. Lütfen kendini üzme." diye teselli ediyor. Khaise yavaşça ayağa kalkıyor ve gözyaşlarını silerken "Paul birkaç dakika içinde burada olur. Ben size yol için erzak hazırlayacağım." diyor ve odadan çıkıyor.

Bok, seni kısa süreliğine dışarı çağırıyor. Dışarı çıktığınızda Bok konuşmaya başlıyor. "Livei, sana iyi haberlerim var. Karargahtakileri evlerine yerleştirdim. Hae, onların güvenliğini sağlamakla görevli. Ona güvenebiliriz." Bu haberleri duyunca biraz rahatlıyorsun. Bok devam ediyor. "Ancak durum hala tehlikeli. Friks ve Mavi de biraz dinlenmeli diye düşünüyorum. İstersen Dünya'ya birlikte gidebiliriz, ne dersin? Sadece ikimiz. Hem sana şu ana kadar hiç göstermediğim birkaç şeyi gösteririm."

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#14
Friks'i sakinleştirmek kolay olmamıştı ancak Livei sakin ses tonunu koruyarak onun zihnini gerçeklere açmayı başarmıştı. Friks'in Mavi'ye saldırmayacağından emin olduktan sonra derin bir nefes alarak yüzünü Mavi'ye dönmüştü ve onun gözlerindeki bakışları yakalamıştı. Şaşkınlık, hüsran ve biraz da öfke dolu gözlerini... Böyle hissetmesi kesinlikle anlaşılabilirdi. İçinde bulundukları durum herkes için zorluydu. Bakışlarını yeniden Friks'e çevirdiğinde onun Mavi'ye şüpheyle baktığını gördü. Silahla beş el ateş edilmiş birisi olduğu düşünülünce onun da duyguları anlaşılabilirdi. Yine de... Bu yanlıştı. Onlar en yakın arkadaştılar, kardeşten bile yakındılar. Aralarına bu şekilde güvensizlik tohumu serilmesine izin veremezdi. Friks herkesin birer kopya olabileceği imasında bulunduğunda Livei sinirlendi. "Saçmalama Friks. Ona bak. Bana bak. Hangimizin gerçek hangimizin kopya olduğunu çok rahat anlayabiliriz. Mavi'nin kopyasına inanmamızın tek sebebi böyle bir hamleyi önceden tahmin edememiş olmamızdı. Ama onun gözlerini gördüm. O soğuk bakışlarını, seni vurduktan sonra bana dönüp gülümseyişini... Hiçbir fikrim olmasa bile hissetmiştim. Bir de ona bak." dedi parmağıyla Mavi'ye işaret ederek. "Onun gözlerine bak. Dürüstlüğünü görebilirsin. Aramızda güvensizlik oluşması için böyle yapıyorlar. Hepsi onların planı. Bizi dağıtmak, bozmak için. Buna izin veremeyiz. Ne olursa olsun birbirimize sıkı sıkıya sarılmalıyız ve güvenmeliyiz. Bizi biz yapan şey aramızdaki bu güven bağı." Bok da ortalığı yatıştırmak amacıyla araya girerek bir aile olduklarını ve şu anın birbirlerine en çok ihtiyaç duydukları an olduğunu vurgulamıştı. Onun da dediği gibi bir güven testinden geçiyorlardı ve kaybetmemeleri gerekiyordu. Böylece gergin hava biraz dağılmıştı ancak Mavi hala oldukça kırgın, Friks ise tatmin olmamış görünüyordu. Bu durum Livei'nin de tadını kaçırmış ve kalbini kırmıştı. Friks artık herkesten bu şekilde şüphe mi duyacaktı?

Bu esnada Khaise göz yaşları içerisinde hızla odaya girmiş ve dizlerinin üzerine çökerek onlardan özür dilemişti. Bok'un onu yatıştırma çabalarına Livei de destek verdi. "Üzülme Khaise, biz bu duruma alışkınız. Nereye gitsek bela bizi takip eder. Senin suçun değildi." Genç kıza doğru kocaman gülümsemiş ve bu gülümsemenin inandırıcı gözükmesi için çabalamıştı çünkü şu anda gerçekten hiç keyfi yoktu. Khaise gözünden süzülen yaşları silerken Paul'un gelmek üzere olduğunu belirtmiş ve yiyecek bir şeyler hazırlayacağını söylemişti. "Teşekkürler." dedi sakin bir ses tonuyla kız odadan çıkarken. Livei bu esnada Friks'in yanına giderek yaralarının durumunu inceledi ve saçlarını okşadı. "Friks... lütfen böyle yapma. O senin kardeşin gibi. Kendini onun yerine koy." diye fısıldadı genç adama doğru sakince. Alnına bir öpücük kondurduktan sonra Mavi'ye yöneldi ve onun da saçlarını okşadı. "İyi misin? Onun adına özür dilerim senden. Eminim biraz dinlendikten sonra aklını başına toplayacaktır. Ben sana sonuna kadar güveniyorum Mavi, böyle aptalca bir numaraya bir daha asla yenilmeyeceğim." dedikten sonra Thrao'nun omzunu onu desteklediğini belli edercesine okşadı. Havadaki gerilimden hiç hoşlanmamıştı.

Bok onu baş başa konuşmak için dışarı çağırmıştı. İyi haberleri olduğunu söylediğinde Livei'nin yüzü ışıldadı. Karargahtakiler güvenle evlerine dönmüşlerdi. Hae onlarla ilgileniyordu, ona güvenebileceğini söylemişti. Sonrasında da eklemişti. Dünya'ya onunla gitmek istiyordu, ona göstermek istediği bir şeyler olduğunu söylemişti. Livei gergince saçını kaşıdıktan sonra cevap verdi. "Onları Paul'a emanet edebiliriz sanırım. Umarım geri döndüğümüzde birbirlerini boğazlıyor olmazlar." dedi sahte bir şekilde kıkırdayarak. "Peki gidelim, tüm bu olanlardan biraz uzaklaşmak istiyorum zaten. Neymiş bakalım o bana göstermek istediğin 'şeyler'?" dedi oyuncu bir moda bürünüp biraz şımararak. "Bu arada, sana hiç teşekkür etme fırsatı bulamadım. Her seferinde hayatımı kurtarıyorsun. Sen olmasan ne yapıyor olurdum bilmiyorum. Teşekkürler Bok, her şey için." Bir an duraksadıktan sonra ekledi. "Snapshot olaylarını çok kafana takma. Sen sensin. Gerisinin önemi yok. Ben seni olduğun halinle seviyorum. Senin snapshot olduğunu düşünmüyorum. Olsan da fark etmez. Bu dünyada tek bir tane Bok Jemipech var. Tıpkı tek bir tane Thrao Krenstodz olduğu gibi. Bizi kopyalayamazlar." derken elini kalbine götürdü ruhunu kast ettiğini belli edercesine. "Gidelim o halde şu lanet gezegene."
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#15
Bok sözlerin karşılığında gülümsüyor ve "Livei, düşüncelerin benim için çok değerli. Ben de sana bugüne kadar yaptığın her şey için teşekkür ederim." Bir sigara yakıyor ve tüttürürken sana da bir dal uzatıyor. Uzaklara bakıyor ve "Tek korkum var, o da eski bedenimin ölüp ölmediğinden emin olmamak. Ya Mavi'nin başına gelen şey benim de başıma gelirse? Yani evet, Tihami'de yaşananlar eski bedenimin öldüğünü gösteriyor ama ya kurtardılarsa? Eğer kurtardılarsa bir yerlerde bana yaptıkları deneyin aynısına sahip olan bir Bok var demektir. Bu sadece bir teori, gerçekte böyle bir durum söz konusu olmayabilir ama... Ya varsa? Of ya." Biraz dinlendikten sonra sigarasını söndürüyor ve elini tutuyor. "Hadi bakalım, gidiyoruz o halde." diyor ve ışınlanmadan hemen önce "İlginç bir yere götüreceğim seni." diyerek gülümsüyor. Çok geçmeden ışınlanıyorsunuz ve bir anda bomboş bir sokakta buluyorsunuz kendinizi. Sokağın loş bir aydınlatması var, etrafta ise kimse yok. Gece vakti, sessiz ve sakin. Sokak lambalarının hafif ışığı altında, eski taş binaların silüetleri belirginleşiyor. Bok, seni sokak boyunca yürütüyor, her adımda geçmişin ve tarihin bu eski şehrin duvarlarına nasıl işlendiğini anlatıyor. "Burada, her taş bir hikaye anlatıyor Livei. İrlanda, tarihle, efsanelerle ve gizemlerle dolu bir yer." diye mırıldanıyor.

Sokağın sonuna doğru ilerledikçe, Bok birden duruyor ve sana dönerek "Burada, benim eski dostum var. İnsanların unutulmuş tarihini ve Hiperya'nın gizemlerini çözme konusunda uzman." diyor. Eski bir kitapçıya yaklaşıyorsunuz. Dükkanın vitrininde eski kitaplar, haritalar ve antik nesneler sergileniyor. Bok, dükkanın kapısını iterek içeri giriyor ve sizi karşılayan, yaşlı ve bilge bir adamla selamlaşıyor. Adam bir gaz maskesi takıyor. Dükkanın içi, antikalar ve eski kitaplarla dolu. Raflarda tozlu kitaplar ve el yazmaları, eski medeniyetlerin ve unutulmuş tarihlerin sırlarını barındırıyor gibi görünüyor. Bok içeri girdiği gibi selam veriyor. "Hop, Sean!" Adam "Vay be, hoş geldin Bok! Kahve ikram edeyim mi? Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye soruyor. Bok, durumu anlatıyor ve Sean, dikkatle dinledikten sonra "Evet, bu snapshotlar konusunda biraz araştırma yapabilirim. Ancak bu zaman alır dostum." diye yanıtlıyor. Bok ve Sean planlarını tartışırken sen etrafı inceliyorsun. Dükkanın her köşesi, geçmişin hikayeleriyle dolu. Sean, bazı kitaplar ve eski belgeler çıkarıyor ve bunların arasında, belki de sizin için önemli ipuçları olabileceğini düşünüyor.

Bok sana dönüyor ve "Sean'ın araştırmaları sürecek gibi görünüyor, biraz hava alalım mı?" diyor, Sean'la vedalaşıyor ve seni dışarı çıkarıyor. Sokağın karşısında bulunan bir tavernaya doğru ilerliyorsunuz. Taverna, eski bir binanın bodrum katında yer alıyor ve girişi, yere doğru inen mühürlü bir kapıdan oluşuyor. Kapıyı iterek içeri giriyorsunuz ve kendinizi geleneksel İrlanda müziğinin çaldığı, sıcak ve samimi bir ortamda buluyorsunuz. Tavernanın içi, ahşap mobilyalar ve eski süs eşyalarıyla dolu. Duvarlarda asılı eski resimler ve haritalar, tarihi bir hava katıyor. Müzik, konuşmalar ve kahkaha sesleriyle dolu bu mekanda, Bok ve sen kendinize bir masa buluyorsunuz. Bok, İrlanda viskilerinden sipariş veriyor ve sohbet başlıyor. Her yudumla birlikte Bok daha da neşeleniyor ve hikayelerini, eski maceralarını anlatıyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde, taverna daha da hareketleniyor ve canlı müzik başlıyor. Bok, müziğin ritmine kapılarak ayaklanıyor ve seni dansa davet ediyor. İlk başta tereddüt etsen de, Bok'un neşesi ve müziğin coşkusu seni de sürüklüyor. İrlanda halk danslarına eşlik ederken, gülüşmeler ve dönüşlerle dolu bir dansa başlıyorsunuz. Bok'un sarhoşluğu, dansın ritmine uyum sağlamasını zorlaştırsa da, enerjisi ve coşkusu eksilmiyor. Sen de çok iyi dans ediyor değilsin, çakırkeyifsin.

Tavernanın sıcak atmosferi içinde, gülüşmeler ve dans arasında, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Gece ilerledikçe, tavernanın içindeki neşe ve coşku artıyor. Bok ve sen, bu anın tadını çıkarıyor, dünyanın dertlerini ve sorunlarını bir kenara bırakıyorsunuz. Tavernanın coşkulu atmosferi altında, dans ederken, Bok sana iyice yaklaşıyor. Alkolün etkisiyle cesareti artan Bok, yavaşça yüzüne yaklaşıyor ve seninle öpüşmek için eğiliyor. Onun bu ani ve beklenmedik hareketi, seni karar vermek zorunda bırakıyor. Bok'un gözlerindeki bakış, samimi ve davetkar. Bu anda, seçimini yapmalısın. Bok ile bu yakınlaşmaya izin verip ona karşılık verecek misin, yoksa onu nazikçe geri mi çevireceksin? Seçimin, aranızdaki ilişkinin geleceğini şekillendirecek.

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#16
► Show Spoiler


Eski bedeninin ölüp ölmediğinden emin olamadığına dair kaygılıydı Bok. Onu dinlerken uzattığı sigara dalını almış ve eşlik ederken tüttürmeye başlamıştı. İnsanların tütüne neden bağımlı olduklarını anlıyordu. Nasıl da rahatlatıcı bir şeydi bu meret. Eskiden kokusunun saçına sinmesinden dahi nefret ederken şimdi neredeyse parfümü olsa sıkacaktı. Lanet olasıca Dünya olayları yüzünden sinir hastası olmamak için zararlı bir alışkanlık geliştirmişti. Dünyalılardan nefret etmek için bir sebebi daha vardı. Sigaralarını söndürdükten sonra el ele tutuştular ve Dünya'ya ışınlanmak üzere harekete geçtiler. Bok onu çok ilginç bir yere götüreceğini söylemişti. Bunu söylerken yüzünde harika bir gülümseme vardı. Bu gülümseme ona eski zamanları hatırlatıyordu, daha mutlu oldukları zamanları...

Boş bir sokağın ortasındaydılar. Gece saatleriydi. Etrafa loş ışık yayan sokak lambaları vardı. Sağlı sollu taş binalar göze çarpıyordu. Sokağın bir ucundan diğer ucuna kadar yavaş yavaş yürümüşlerdi. Bok ona İrlanda tarihinden bahsediyordu. Gizemlerinden, efsanelerinden, kültüründen. "Burayı gerçekten seviyor gibisin." dedi Livei gülümseyerek etrafı incelerken. Keşke böyle olmasaydı diye geçirmişti içinden istemsizce. Keşke bir şekilde anlaşabilselerdi. Keşke her iki tarafın mutluluğu için bir şeyler yapılabilseydi. Sokağın sonuna geldiklerinde Bok çok yakın bir dostu olduğundan bahsetmişti. Hiperya gizemleri konusunda bir uzman olduğunu belirtmişti. Livei gittikleri yerin bir kitapçı olduğunu fark ettiğinde kalbi yerinden çıkacakmışçasına heyecanlandı. Kitapçı... Eski hayatında en çok yaptığı şey kütüphaneye ve kitapçılara gitmekti. Hayatta en çok zevk aldığı aktivite oturup bir romanı baştan sona okumak ve başka dünyalara dalmaktı. Bunu o kadar uzun zamandır yapmamıştı ki... Hatta o kadar uzun zamandır ona zevk veren bir hobisiyle uğraşmamıştı ki resmen bu kitapçıdaki tüm rafları elden geçirmemek için zor duruyordu.

Dükkanın sahibi yaşlı ama sevimli görünüşlü bir adamdı. Gaz maskesi takıyordu. Dükkan resmen buram buram eski kitap sayfası kokuyordu. Ah nasıl da özlemişti Gedhilfe'deki kitapçısını! Bok içeri girdikleri anda adama Sean adıyla seslenmişti. Bu onun ismi olsa gerekti. Adam onları çok içten bir şekilde karşılamıştı. Bok snapshot durumunu anlatırken Livei de çaktırmadan dükkanda dolaşmaya ve kitapları incelemeye girişti. Şu anda nasıl küçük bir çocuk gibi mutlu olduğundan kimsenin haberi yoktu. Bok ve Sean planlar ve dosyalar üzerine konuşurlarken Livei raflardan gözüne çarpan ilk kitabı eline aldı. Kitabın üzerinde "Villette" yazıyordu. İçini açtı. Ne yazık ki Dünya dilinde yazılmıştı. Sayfalarını çevirdi. Epey kalın bir kitaptı. Ne hakkındaydı acaba? İçinde ne yazıyordu? Fazlasıyla merak etmişti. Onu bırakıp daha ince görünen başka bir kitabı eline aldı. "Le Petit Prince" yazıyordu kitabın üzerinde. Ne anlama geldiğini bilmiyordu. Bu kitabın içinde diğerinin aksine resimler vardı. El çizimi gibi görünüyordu. Küçük sarışın bir çocuk vardı. Yanında bir tilki ve cam kavanozun içerisinde bir gül resmi çizilmişti. Bunun ne anlama geldiğini merak etmişti. Ne yazıldığını anlamasa bile sayfalarda ilerlemeye devam etti. Hızlı hızlı sayfaları geçerken bir şey gördü. Bir el yazısı. Kime ait olduğunu bilmiyordu ancak Pakt dilinde yazılmıştı. Çünkü ne yazıldığını okuyabiliyordu. Kısacık bir cümleydi. "İşte sana bir sır, çok basit bir şey: İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez."

Livei bu sayfada donakaldı. Kitapların en sevdiği yönü buydu. İnsan her okuduğunda ayrı bir açıdan bağlantı kuruyordu onlarla. Her seferinde ruhunun başka bir noktasına sesleniyorlardı. Bugün burada, bilmediği dilde yazılmış bu kitaptaki bu küçük not onun kalbine bunu fısıldamayı seçmişti. İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir diye düşündü. İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Livei aslında yüreğini dinlemeyi uzun zamandır bırakmış olduğunu fark etti. Onun yüreği ne istiyordu? Ona hangi gerçeği söylüyordu? Kulaklarını yeniden açarsa tekrar fısıltılarını duyabilir miydi? Neyi görmesi gerekiyordu?

Bok'un ona seslenmesi ile adeta bir çekirge gibi yerinden hopladı. "Pardon... dalmışım." diye mırıldandı durumu kurtarmak için. Bok ona Sean'ın işinin uzun süreceğini söylemişti. Dışarı çıkmak istiyordu. Livei elindeki kitabı kapatıp yerine geri koydu ve Bok'un peşinden dükkandan dışarı çıktı. Sokağın karşı tarafına doğru ilerlerken zihni hala kitaptaki cümledeydi. "Beni buraya getirdiğin için teşekkür ederim, gerçekten çok mutlu oldum. Kitap okumayı özlediğimi hatırladım. Keşke Dünya dilini anlayabilseydim." dedi Bok'a doğru gülümseyerek. Bok onu buraya getirmek istemişti, o halde Livei'nin kitapları ne kadar sevdiğini unutmamış olmalıydı. İnce düşünceli bir adamdı, seviyordu onu. Biraz ilerledikten sonra bir tavernanın önüne geldiler. Dünya'da tavernalar olduğunu bilmiyordu. Üstelik eski bir binanın bodrum katındaydı. Değişik bir müzik çalıyordu. Daha önce hiç duymadığı türden. Bok bunun İrlanda'nın geleneksel müziği olduğunu söylemişti. Ortam oldukça sıcaktı. İnsanlar neşeliydi. Herkes içkilerini içiyor ve eğleniyor gibiydi. Livei yüzünde gülümsemeyle onları izlemekte olduğunu fark etti. Gülümsüyordu. Çok uzun zamandır otantik bir şekilde gülümsememişti.

Bok ile birlikte bir masaya geçtiler. İrlanda viskisi sipariş etmişti. Tadı oldukça keskindi ama Livei çok kısa bir süre sonra alışmıştı. Çok uzun zamandır içki de içmemişti ve kesin sarhoş olacaktı. Bok ile birlikte sohbet ederken dakikaların nasıl aktığını anlamadı. Bok ona Dünya'daki maceralarından bahsediyordu. Arkadaşlarından, öğrendiklerinden, neşeli anılarından... Onunla böyle sohbet etmeyi özlemişti. Hatta oturup böyle rahat rahat sohbet etmeyi özlemişti. Bunu en son Friks ile birliktelikleri başlamadan önce yapmıştı ve o dönemde Bok'un ayrılık acısını yaşayan depresif bir kızdı. İlerleyen saatlerde tavernada canlı müzik çalmaya başlamıştı. Kol kola girip döndükleri geleneksel bir dansı yapmaya başlamışlardı. Bok da ayağa kalkarak onu davet etmişti. Livei önce biraz çekinse ve dansı bilmediğini söylese de Bok'un elini tuttu ve ritme ayak uydurmaya başladı. Hızlı öğreniyordu. Vay be. Dans etmeyeli ne kadar uzun zaman olmuştu? Her şey çok bulanık ve uzak gelmeye başlamıştı. Sanki daha bugün Friks'i kaybetme tehlikesi atlatmamıştı. Sanki daha bugün Mavi'nin snapshotu tarafından şoka uğramamıştı. Sanki aylardır ölüm kalım mücadelesi veren kendisi değildi. Sanki hep böyleydi. Hep hayatın eğlencesine odaklanan genç bir kızdı. İçki etki etmeye başlamış olmalıydı. Dans ederken tökezleyip Bok'a çarpması, kahkahalar, bakışlar, gülümsemeler... Tehlikeli bir oyun oynuyorlardı burada.

Livei onunla ilk tanıştığı zamana doğru gitmişti zihninde. Molchut Serthad konseri. Sarhoş olup Bok'un üzerine kusması. Tanışmaları. Onun evine gitmesi. Öpüşmeleri. Düşününce Friks ile ilişkileri de böyle dank diye ortadan başlamıştı. Hayatını hep uçlarda yaşayan bir tipti. Dünya denen laneti bilmediği o basit zamanlarda eğlenmek ne kadar güzeldi. Hayatındaki en büyük kederi Bok'un onunla kalmaması ve Tihami'ye kaçmasıydı. Keşke hep öyle basit kalsaydı. Keşke en büyük derdi hala bu olsaydı. O zamana dönmek güzel olurdu. Unutmak. Her şeyi rafa kaldırmak. Birkaç dakikalığına bile olsa. Yorulmuştu. Omuzlarındaki yükün ağırlığından usanmıştı. Sürekli birilerinin canının tehlikede olmasından, sürekli birilerini korumak zorunda olmaktan... Ne kadar güzeldi o konser. Bok onu arka odaya götürmüş ve hayranı olduğu sanatçıyla tanışmasını sağlamıştı. O zamanlar saçları uzundu, bakışları daha kendine güvensiz ve ürkekti.

Müziğin sesine kendini kaptırdı. Kahkaha atmadan duramıyordu. O kadar eğleniyordu ki. Kesinlikle sarhoş oluyordu. Bu hiç iyi değildi. Bok'un ona yaklaştığını fark etti. Yüzünde tanımlamakta zorlanmadığı bir ifade vardı. Oldukça sarhoş ama dürüst bir ifade. Ne istediğini belirten bir ifade. Livei kendi yüzünde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordu ancak gözlerini kapattı ve Bok'a doğru yaklaşarak dudaklarını onun dudaklarıyla birleştirdi. Ah evet, bu dudakları hatırlıyordu. O anda o artık şimdiki Livei değildi. Bir yıl birkaç ay öncesine geri dönmüştü. Djurat'ta, Molchut Serthad konseri sonrası Bok'un evinde onunla öpüşen Livei'ydi. Demirci'nin düğününde Bok ile parkta buluşup hasret gideren Livei'ydi. Karmaşık dertleri yoktu. Sevdiğini özlemiş genç bir kızdı sadece. Parmaklarını onun saçlarının arasından geçirdi. Tanrı veya tanrılar aşkına, ne yapıyordu o? Buna pişman olacaktı. Bunu kesinlikle yapmamalıydı. Zihni bu durumun yanlışlığını çığlık çığlığa haykırıyordu ancak Livei zihnini dinleyecek kadar kendinde değildi. İçki, nostalji ve mutluluk sarhoşluğu arasında diğer her şey önemini yitirmişti. Emin olduğu tek bir şey vardı o da bu adamın çekim gücünden kurtulmasının imkansız olduğuydu. Özellikle de o böyle şansını zorlamaya devam ettikçe... Ex'ten next olur muydu?
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#17
Bok ve sen tavernanın gürültüsünden uzaklaşıp, kiralanabilir odalarından birine çıkıyorsunuz. Oda sade ve konforlu, eski dünya dokunuşlarıyla donatılmış. Yorgun ama mutlu hissediyorsun, Bok'un yanında olmanın verdiği huzur ve eski anıların canlanmasıyla dolu bir gece. Gece boyunca, ikiniz de birbirinize kendinizi bedenen hatırlatıyorsunuz. Aranızdaki bağ, eski günlerin hatıraları ve aniden yeniden alevlenen yakınlık hissiyle güçleniyor. Sabah uyandığında, pencereden sızan ilk ışıklar odanın içini aydınlatıyor. Bok'un yanında uyandığını fark ediyorsun. Başını yastığa yaslamış, huzurlu bir şekilde uyuyor. Yüzünde, gece boyunca yaşadığınız anların tatlı bir yorgunluğu var. Kendini onun kollarında güvende hissediyorsun, ama aynı zamanda kafan karışık. Dün gece olanlar, Friks ve Mavi'yle yaşadığınız olayların ağırlığı, Bok ile yeniden yakınlaşman... Tüm bunlar düşüncelerini meşgul ediyor. Ona bakarken, geçmişteki anılar ve şimdiki duygular arasındaki çizgi bulanıklaşıyor. Kalkıp pencereden dışarı bakıyorsun, sabahın erken ışıkları sokaklara yayılmış, huzurlu bir sessizlik hakim. Bok yavaşça uyanıyor, gözlerini ovuşturarak sana bakıyor ve hafif bir gülümsemeyle "Günaydın." diyor. O anda, aranızdaki bu yeni yakınlaşmanın ne anlama geldiğini ve bundan sonra neler olacağını merak ediyorsun. Bok, yataktan kalkıp yanına geliyor ve seninle konuşmaya başlıyor. "Dün gece... gerçekten özeldi. Ama şimdi ne yapacağız? Yaşadıklarımız ne anlama geliyor?" diye soruyor. Sen de bu sorulara cevap ararken, ikinizin de karşılıklı duygularınızı ve ilişkinizin geleceğini düşünmek zorunda olduğunuzu anlıyorsun.

Bok, seninle daha açık bir konuşma yapmaya çalışıyor. "Bak, dün gece sarhoştum. Ve seninle... seninle olmak, eskiden olduğu gibi hissettirdi. Ama şu anda, bu kadar karmaşanın ortasında, ne hissettiğimi tam olarak bilemiyorum." diyor. "Bunun sadece bir anlık duygu olup olmadığını, yoksa aramızda gerçekten bir şeylerin yeniden canlanıp canlanmadığını anlamaya çalışıyorum." Bok, bu konuda ciddi ve dürüst. Sen de bu durumu anlamlandırmaya çalışıyorsun, geçmişinizi ve şimdiki durumunuzu düşünerek. "Ben... Friks'e haksızlık etmek istemiyorum. Başından beri böyle bir amacım yoktu. Her şey anlık gelişti ve bilemedim, tamam mı? Belki de bunların hepsi bir hataydı. Özür dilerim." Anlaşılan Bok kendini baya suçlu hissediyor. Ne yapacaksın?

-

Gaz maskeli bir adam, geniş ve sessiz bir mezarlıkta yürüyor. Göz alabildiğine uzanan, yüzbinlerce mezartaşını kapsayan bu mezarlık, huzur ve melankolinin iç içe geçtiği bir atmosfer yaratıyor. Her bir mezartaşı, farklı bir hikaye, farklı bir yaşamın son buluşunu anlatıyor. Adamın adımları, mezarlıkta yankılanan tek ses. Mezartaşlarının arasında ilerlerken, zaman zaman durup, üzerinde isimlerin ve tarihlerin kazındığı taşlara bakıyor. Gözleri, gaz maskesinin arkasında derin düşüncelere dalıyor. Mezarlıkta hafif bir rüzgar esiyor, yapraklar hışırdayarak adama eşlik ediyor. Nihayet, belirli bir mezartaşının önünde duruyor. Bu mezartaşı, diğerlerinden farklı görünüyor; daha yeni, daha bakımlı. Adam, cebinden çıkardığı bir demet çiçeği, mezartaşının önüne özenle yerleştiriyor. Çiçekler, canlı renkleriyle gri taşın üzerinde bir tezat oluşturuyor. Her ne kadar gerçek çiçekler bırakmak istese de maalesef bu mümkün değil, bıraktığı çiçekler plastik. Bu eylemi, bir anma, bir saygı duruşu gibi yapıyor. Mezar taşına dokunuyor, parmaklarıyla taşın üzerindeki ismi okşuyor. Etrafa bakınırken, gözlerinin arkasındaki duyguları anlamak güç. Gaz maskesi, yüzünün büyük bir kısmını gizliyor, ancak maskenin arkasında, belki de hüzün, belki de özlem dolu bir bakış var. Mezarlıkta hüküm süren sessizlik, adeta onun iç dünyasını yansıtıyor gibi. Düşüncelerinde kaybolmuş, adeta zamanın dışında bir anda yaşıyor.

Bir süre mezartaşına bakıyor, sonra yavaşça elini kaldırıp gaz maskesini düzeltiyor. Maskenin lastik bantlarına dokunurken, hareketleri dikkatli ve ölçülü. Bu, onun için rutin bir eylem gibi görünse de, maskesinin altında sakladığı kimliği, yaşadığı duyguları gizliyor. Maskesini düzelten adam, mezarlıkta bir süre daha duruyor, sonra yavaşça geri dönüyor. Mezarlıkta yürüyüşü sırasında, her adımı, kaybettiği hayatı ve hatıraları hatırlatıyor. Adamın arkasından bakarken, mezarlıkta hüküm süren huzur ve sessizlik, onun yalnızlığını ve içsel yolculuğunu vurguluyor. Adam, mezarlıktan ayrıldıktan sonra, yıpranmış görünümlü, eski bir eve doğru yöneldi. Kapıyı açıp içeri girdiğinde, odaların sessiz ve unutulmuş bir hava taşıdığı hissediliyordu. Salonun ortasında, eski ahşap bir sehpa duruyordu ve üzerinde camı kırık, solmuş fotoğraflar sergileniyordu. Yavaşça bu fotoğraflara yaklaştı, maskesini çıkarıp bir kenara attı. Fotoğraflardaki yüzler, geçmişin izlerini taşıyor, unutulmuş anıları ve kayıp sevdikleri hatırlatıyordu. Gözleri bu fotoğraflara bakarken, yüzü acı ve özlemle doluyordu. Birden, derin bir hüzünle ağlamaya başladı. Gözyaşları, yüzünü yıkarken, kaybettiği her şeyin acısını derinden hissediyordu. Ancak, çok geçmeden öksürmeye başladı, gözyaşları arasında soluğu daraldı. Zorlukla elini uzatıp gaz maskesini tekrar taktı, maskenin arkasından yavaşça sakinleşmeye çalışıyordu. Maskesini taktıktan sonra, odada sessizce oturdu, gözleri hâlâ fotoğraflarda, kalbi ise kaybettiği dünyada.

-

Ne? O da neydi? Bir anlığına sanki gözlerin başkasının gözlerinden gördü.

► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#18
Her şey bir rüya gibi puslu gelişmişti. Zihni olan biteni pek anlamlandırmıyor, sadece anı yaşıyordu. Ne zaman üst kata çıkmışlardı, ne zaman bir oda kiralamışlardı farkında değildi. Bedenen de ruhen de burada değildi çünkü. Kuş kadar hafiflemiş, yükünü bırakmış ve rahatlamıştı. Kanatlarını biraz daha açarsa uçabilecekti, hissediyordu. Kendini farklı ama çok tanıdık bir bedene dokunurken buldu. Çok farklı ama çok da iyi bildiği bir vücudu kucakladığını hissetti. Çok uzak ama kendisininmiş gibi bildiği bir kokuya hapsolmuştu. Her dokunuş yeniydi ama sanki vücudu bu elleri arıyordu yıllardır. Yapbozun kayıp parçası gibi tamamlıyorlardı onu. Sanki bir ömür bunun hasretini çekmişti. Bir kıvılcımdan yangın çıkmıştı ve bu ateşlenmeden doğan kırılgan şey sanki bu hayatta arzuladığı tek şeydi. Gecenin derinliklerine doğru dalarken tüm zihni onunla dolmuştu, başka hiçbir şeye yer yoktu orada.

Gözlerini açtı. Sabah olmuştu. Pencereden günün ilk ışıkları içeri sızıyordu. Hala Dünya'da olmalıydılar. Yüzünü Bok'un huzurla uyuyan yüzüne çevirdi. Sımsıkı sarılmıştı ona derin bir uykuda olmasına rağmen. Acaba rüyasında ne görüyordu? Uzanıp yüzüne dokunmak istedi ancak vazgeçti. Acıklı bir şekilde iç çekerek yavaşça yataktan kalktı. Kıyafetleri resmen bütün odaya saçılmıştı. Dağılmış saçlarını parmaklarıyla hafifçe düzeltti. Hepsi kendi suçuydu. Tüm olanlar. Sadece Bok ile ilişkileri karmaşıklaşmamış, Friks ile geleceğini de tehlikeye atmıştı. İşin en kötü tarafı ise pişmanlık çekmiyor oluşuydu. Vicdan azabı hiç yoktu. Hissettiği şey rahatlamaydı. Rahatlamıştı. Çok uzun zamandır baskıladığı ve yok saymaya çalıştığı bir şeyi koyuvermenin rahatlığını yaşıyordu. Görmezden gelebileceğini sanmıştı, unutabileceğini sanmıştı. Bir kere başarılı oldu diye bundan sonra da direnebileceğini sanmıştı ancak en ufak zayıflığında yelkenleri indirmiş ve pes etmişti. Kendine karşı dürüst olması gerekiyordu.

Pencereye yaklaşıp perdeyi araladı. Sokaklarda kimsecikler yoktu. Her yer ölüm gibi sessizdi. Kuş seslerini bile duyamıyordu, muhtemelen kuşlar artık Dünya'da yoktular. Dışarıyı izlerken yatakta bir hışırdama duyunca başını o yöne çevirdi. Bok uyanmıştı. Gülümsedi. "Günaydın." diye karşılık verdi ona. Şimdi ne olacaktı? Ne söylemesi gerekiyordu? Bok yataktan kalkıp yanına gelmişti. O da aynı şeyi kendisine soruyordu. Şimdi ne yapacaklardı harbiden? Sağlam sıçmışlardı. Livei sadece derin ve hisli bir şekilde iç çekmekle yetindi. Sadece kendine değil, Friks'e ve Bok'a karşı da dürüst davranmamıştı bu zamana kadar. Hiç adil oynamıyordu. Kendinden utanç duymalıydı. Bok ona duygularını açmaya başlamıştı. Pişmanlık duyuyor gibiydi. Olanlardan ötürü kendini suçluyordu. Livei'nin tepkisini de ölçmeye çalışıyor gibiydi. Neticede Friks ile o da arkadaştı. Friks... Bunu öğrenince ne tepki verecekti?

Bir anlığına gözlerinin önüne bir görüntü geldi. Şapkalı... Şapkalı olduğuna emin olduğu bir adamdı bu. Bir mezarlıktaydı. Üzerinde çeşitli yazılar olan mezar taşlarını geçip birinin önünde durmuştu. Cebinden bir demet sahte çiçek çıkarıp bu mezarın üzerine koydu. Eğilip mezara doğru dokundu. Taşı okşadı. Sanki çok özlediği birisinin yüzünü okşuyormuş gibi... Kaybettiği ama geri almasının imkansız olduğu birisini... Çok acıklı bir sahneydi. Sessizce, hüzünlü bakışlarla odaklanmıştı mezar taşına. Saatler gibi geçen dakikalardan sonra kalkmıştı yerinden. Eski bir eve doğru yönelmişti. Sanki uzun zamandır kimse uğramamış gibi görünen bir evdi. Salona girdi. Masanın üzerinde fotoğraflar vardı. Maskesini çıkarttı. Gözleri dünyadaki en büyük hasret ve acıyla doluydu. Fotoğrafları inceledi uzun uzun. Sonra ağlamaya başladı. Bu uzun zamandır gördüğü en içten ağlamalardan birisiydi. Adamın acısını kalbinin derininde hissetmişti. Hıçkırıkları öksürükleri ile kesildiğinde gaz maskesini alıp geri taktı yüzüne.

Livei sıçrayarak kendine geldi. Sol gözünden bir damla yaş süzüldüğünü fark etti ve hemen koluna sildi. O da neydi öyle? Daha önce de yaşamıştı bunu. Şapkalı'nın anılarını görüyordu kendi gözlerinden. Neden oluyordu bu? Yüzünü Bok'a çevirdi. Bir cevap bekliyordu kendisinden. Yutkundu. Sevdiğini kaybetmek... Ona bir daha kavuşamayacağını bilerek yaşamaya devam etmeye çalışmak... Bu duyguya aşinaydı. Bok'un öldüğünü zannettiğinde çok derinden hissetmişti bunu. Hayat tüm rengini ve neşesini kaybetmişti. Hayatına devam etmek istedi. Unutmak istedi. Acıdan kurtulmak istedi. O esnada Friks oradaydı. En yakınındaki kişiye dayamıştı kendisini. Bu yanlıştı. Peki neden Bok geri geldikten sonra yine de Friks ile olmaya devam etti? Niye onunla evlenmek ve bir yuva kurmak istedi? Bok'u onu bırakıp gittiği için cezalandırmak mı istemişti? İnat mı yapmıştı? Çok idealist düşünmüş ve kendi doğru bildiği yoldan ilerlemek mi istemişti? "Senin suçun değil." diye başladı sakin bir ses tonuyla. "Ben o kadar sarhoş değildim, seni durdurabilirdim. Ama durdurmadım. Seni özlemiştim. Seninle olmak istedim. Geçmişe dönmek istedim." Tekrar yutkundu. Ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Belki de bir kez olsun söylenmesi gerekeni değil dürüstçe duygularını paylaşmalıydı. "Friks'e haksızlık eden benim, sen değilsin. Senden çok hoşlanıyorum. Hem de uzun zamandır. Hatta sanırım senden hoşlanmayı hiçbir zaman bırakmadım, ilk tanıştığımız geceden beri. Benim için çok özelsin. Friks'i de seviyorum ama sen hep farklıydın..." Bir kez daha iç çekti. "Bu çok alçakça. Hep sakladım ve ikinize de bir şey söylemedim. Böyle devam edebilir sanmıştım ama bilmeyi hak ediyordunuz. Friks de bilmeyi hak ediyor. Sana olan duygularımı ona dürüstçe söylemeliyim. Hataydı deyip hiç olmamış gibi davranabiliriz ancak nereye kadar? Bir sonraki hataya kadar mı? Olmuyor Bok, görüyorsun. Sana karşı koyamıyorum. Bunu baskılamaya çalıştıkça daha da ortaya çıkıyor. Seninleyken sanki odada ikimizin de farkında olduğu ama görmezden geldiği kocaman bir fil varmış gibi hissediyorum. Haksız mıyım? Böyle bir durumda ne yapmalıyım sen söyle? Aramızdaki en akıllı ve bilge kişi sensin. Ne yapmamı istersin?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#19
Bok, sözlerini dikkatle dinliyor, gözlerinde geçmişin anıları ve karışık duygular yansıyor. Bir süre sessiz kaldıktan sonra "Livei, ben de seni hep özledim. İlk tanıştığımız o gece, seninle olan her şey... Hepsini hatırlıyorum ve o anlar benim için çok değerli." diyor, gözlerinde nostalji ve hüzünle. "Ama şimdi, önümüzde çok daha karmaşık bir durum var. Hem senin, hem Friks'in, hem de benim duygularımız... Hepsi çok önemli. Gerçek şu ki, biz ikimiz birlikte olamayız. Senin ve Friks'in arasında kalmak istemiyorum. Bu adil olmaz." Bok, duygusal bir kararlılıkla konuşuyor. "Birlikte olmak istesem de, bu durumda en doğrusu ikimizin de bağımsız yollarımızı izlememiz. Hem senin, hem de Friks'in mutluluğu ve huzuru için bu en iyisi." Bok'un bu kararı, kalbinde hüzünle karışık bir rahatlama hissi yaratıyor. Bok'un bu olgun ve düşünceli tavrı, onun ne kadar bilge ve anlayışlı bir kişi olduğunu bir kez daha gösteriyor. Sana yaklaşıyor, nazikçe yanağından öpüyor ve birkaç kelime fısıldıyor. "Senin mutluluğun her şeyden önemli Livei." Ardından, sessizce odadan çıkıp seni yalnız bırakıyor. Odada dönen sessizlik içinde, kendi düşüncelerinle baş başa kalıyorsun. Bok'un kararı, karışık duygular uyandırıyor; hüzün ve kabullenme arasında gidip geliyorsun. Pencereden dışarı baktığında, sokaklar hala sessiz ve depresif.

Odadan çıktığında, tavernanın sessiz ve boş olduğunu fark ediyorsun. Sadece Bok orada, barda bir şeyler içiyor. Sen ona şaşkınlıkla bakarken Bok, sakin bir tavırla "Bu saatte normal, herkes evlerine dönmüştür." diyor ve gülümsüyor. Çok geçmeden Sean'ın dükkanına doğru ilerlemeye başlıyorsunuz. Sean'ın dükkanına vardığınızda, yaşlı adam sizi kapıda karşılıyor. "Hoş geldiniz, umarım iyi bir gece geçirmişsinizdir." diyor neşeyle. Bok, Sean'a dün gece hakkında kısaca bahsediyor ve ardından konuyu snapshot teknolojisine çeviriyor. Sean, ciddi bir ifadeyle "Snapshot teknolojisi oldukça karmaşık ve tehlikeli. Bir insanın tüm fiziksel ve zihinsel özelliklerini kopyalayabiliyor, ama aynı zamanda kişiliği ve anıları da etkileyebiliyor. Yani, tam bir kopyadan çok, bir nevi alternatif versiyon yaratılıyor." diye açıklıyor. Sean, elindeki eski belgeleri incelerken "Bu snapshot teknolojisi, insanı neredeyse kusursuz bir şekilde kopyalayabiliyor. Ancak bunun maliyeti çok yüksek, özellikle de geçmişteki anıları değiştirmek istediğin zaman. Bu yüzden çoğu zaman snapshotlar, kişinin adeta tam bir kopyası oluyor. Son teknoloji bu, mükemmel bir şekilde tasarlanmış bir sistem. Hiperya'nın bu teknolojiyi nasıl geliştirdiğine dair detaylı bilgiye ulaşmak zor, ancak belirli bir seviyede anlayışım var." diye anlatıyor. Bok ise "Peki bir insanın snapshot olup olmadığını anlamanın herhangi bir yolu var mı?" diye soruyor. Sean ise gülümsüyor ve "Tam da onun belgesini okuyordum. İşte böyle yazıyor." diyor ve belgeyi önünüze açıyor.
► Show Spoiler
Bok, belgeyi okuduktan sonra sana dönüyor ve "Bir cihazdan bahsediyor. Bu cihazı bulmak mümkün müdür acaba?" diye soruyor. Hemen ardından da Sean'a dönüyor ve "Nereden buluruz, Sean?" diyor. Sean ise ellerini havaya kaldırıyor ve "Maalesef konu Hiperya'nın mevcut coğrafyası ise benden paydos. Gidip kendi kendinize bulmanız gerekecek." diyor. Bok ise tekrar gözlerini sana çeviriyor ve "Tamam, aklımda iki farklı plan var. Ya Hae'yi devreye sokacağız ve Hiperya'ya sızacağız, ya da Ingenium'a geri dönüp Max ile görüşeceğiz. Ne yapmalıyız, ne dersin?" diye soruyor. Söyle bakalım patron, ne yapacağız?

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#20
Bok oldukça olgunca davranıp birlikte olmalarının iyi bir fikir olmadığını dile getirmişti. Haklıydı da. Onlar bir gruptu, artık hep birlikte hareket edeceklerdi. Birbirlerinin yüzüne baktıkları müddetçe açıkça birlikte olmaları oldukça tuhaf olacaktı. Evet mantıklı olan buydu fakat... Livei mantıklı olanı yapmak istiyor muydu ki? Gerçi hiç düşünmemişti. Bok ile ne kadar bir geçmişi varsa Friks ile de bir o kadar geçmişi vardı. Hayatının devam etmekte en çok zorlandığı döneminde onu sevmiş ve kollarına almıştı. Friks'in onu her şeyden çok sevdiğini biliyordu. O da Friks'i çok ama çok seviyordu. Çok değerliydi onun için. Kalbini kırmak ve onu üzmek istediği son şeydi. Her şey nasıl da karmaşık hale gelmişti. İki insanı birden sevmek mümkün müydü? Yine de açıkça itiraf edebilirdi ki Friks ile dost olmak onu Bok ile dost olmak kadar üzmezdi. Bok ile aralarındaki elektriklenme kendi kendine sönüp yok olmayacaksa bu duyguları bastırmak onu çok zorlayacaktı. "Peki." dedi onu anladığını belirten ama bir yandan da hüzünlü bir ses tonuyla. "Sen öyle diyorsan öyle olsun. Ama unutma, beni öpmek için ilk uzanan sendin, ben değil. Ve bu iki etti." dedi yarı şaka yarı ciddi bir ses tonuyla.

Bok odadan çıktıktan sonra olanların ağırlığı daha bir üzerine çökmüştü. Bok'dan kolayca vazgeçebileceğini düşünmüyordu. Bir hata, iki hata, üç hata... Nereye kadar gidecekti? Bir sonraki yalnız kalışlarına kadar mı? Bir sonraki sarhoş oluşlarına kadar mı? Hiçbir şey yokmuş gibi davranırsa Friks'i aldatmaya devam edecekti. Bedenen olmasa bile duygusal olarak. Ki zaten bedenen de aldatmıştı onu. Sarhoş oldukları için Friks onu affeder miydi? Affedilmek istiyor muydu? Aklı çok karışmıştı. Ellerini başının arasına aldı ve düşünmeye başladı. Belki de böyle olması gerekiyordu. Friks'i sevdiğini biliyordu. Ona beslediği sevgi Bok'a olan sevgisinden farklıydı. Friks'e güveniyordu. Friks ile aralarındaki dinamiğin güven temeline oturmuş, rahat ve sarsılmaz bir ilişki olduğunu düşünüyordu. Bok ile olan ise inişli çıkışlı, patlamalı ve dramatik olmuştu hep. Belki de bu yüzden kendini sürekli ona çekilirken buluyordu. Belki de ikisini de hak etmiyordu. Friks'in eski kız arkadaşının onu aldatması geldi aklına. Alt dudağını ısırdı. Bu çok aşağılıkça bir şeydi. Kendi duygularına hakim olamamak onun suçuydu. Aptaldı ve olgun davranamıyordu. Mantığını dinlediğini söylese de duygularının onu alıp götürmesine izin vermişti. Tek bir sefer izin vermişti ve bu olmuştu. Yine de... nedense kendini hala çok rahatlamış hissediyordu. Sanki doğru cevabı aradığı o bulmacadaki boşluğu doldurmuştu, cevabı bulmuştu. Ve cevap bunca zamandır tam önündeydi.

Tavernadan kendine güvenini kazanmış bir şekilde çıktı. Ne olursa olsun yediği bokun sonuçlarına katlanacaktı. Tavernanın alt katı sessizdi, barda yalnızca Bok oturuyordu. Bu saatlerde normal olduğunu söylemişti. "Bir ara buraya tekrar getirmelisin beni, sarhoşken daha konuşkan oluyorsun. Ve cesur. Ve tatlı." Oyuncu bir edayla kıkırdadı. Tavernadan çıkıp Sean'ın kitapçısına doğru ilerlemeye başladılar. Sean onlara güzel bir gece geçirdiklerini umduğunu söylediğinde Livei kızarmıştı. Evet, tahmin edemeyeceği kadar iyi bir gece geçirmişti, ahem. Konu snapshot teknolojisine geldiğinde ortamın ciddiyeti arttı. Bunun çok maliyetli, çok karmaşık ve zor bir teknoloji olduğundan bahsetmişti Sean. Tam kopyadan ziyade bir alternatif olduklarını söylemişti. Geçmişteki anıları değiştirmekten bahsetmişti... Ne yani snapshotların geçmiş anılarını da mı değiştiriyorlardı? Buna şaşırmıştı ancak şaşırmaması gerekiyordu. Bu kulağa tam olarak Dünya'nın yapabileceği tarzda bir kötülük gibi geliyordu. Bok ona bir insanın nasıl snapshot olup olmadığını anlayacaklarını sorduğunda Sean onlara bir kağıt uzattı. Üzerinde pakt dilinde bazı bilgiler yazıyordu. Birisinin snapshot olup olmadığını anlamanın en kesin yolu bazı teknolojik cihazları kullanmak gibi görünüyordu. Bok bu cihazları nasıl bulabileceklerini Sean'a sorduğunda yaşlı adam Hiperya'da olduklarını ifade etmişti. O halde oraya gidip kendileri göreceklerdi. Sadece o silahları değil, tüm teknolojiyi, her şeyi. Bu işin kökenine ineceklerdi. Yılanın başını bulacaklardı. Bok ona iki planı arasında bir seçenek sorduğunda gözlerinde keskin bir kararlılıkla yanıtladı onu. "Hiperya'ya gidelim, bu işi kökten çözmeye."
Image
► Show Spoiler

Return to “Trablo Meydanı”

cron