Parçalara ayırdığın gömleğini Friks'in yaralarına bastırıyorsun, en azından kanı durdurmayı umuyorsun. Bu karmaşık, kaotik günün ortasında yaşadığınız bu akıl almaz durum senin için her şeyi gittikçe daha da ağırlaştırsa da bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyorsun. Aslında şu ana kadar bayılman gerekirdi. Ama unutma, insanoğlunun sınırsız bir evrim potansiyeli vardır. Sen kanamayı durdurmaya çalışırken bir anda tanıdık bir ses duyuyor ve arkana dönüyorsun. Bok geri dönmüş. Gözleriyle sizi ararken bir anda yaşananları görüyor ve hemen yanına doğru koşuyor. "Bu nasıl oldu? Nasıl olabilir?!" Friks'in yaralarına bakıyor ve hemen dışarı çıkıp bağırıyor. Yardım için gelen birkaç insan hemen Friks'in yaralarına dokunuyorlar ve bir anda yaralar kabuk bağlamaya başlıyor. Hemen yaraları sarıyorlar ve Friks'i ayağa kaldırıp en yakın hastaneye doğru götürüyorlar. Sen ve Bok da peşinden gidiyorsunuz. Bok yolda sana birkaç cümle kuruyor ve bir anda her şeyi değiştiriyor. "Livei, sana söyleyecektim, şimdi hatırladım. Adamı Gedhilfe'ye ışınladım, sizin eski karargahın oraya. Bir baktım sizinkiler orada, elleri kolları bağlı. İçlerinde Mavi de vardı. Nasıl olabilir bu? Mavi burada, bizimleydi. Nasıl orada bağlı olabilir? Kim yaptı bunu?" Bok'un söyledikleri gittikçe buğulaşmaya başlıyor.
6 Ay Önce
Laboratuvarın içi, en son teknoloji cihazlar ve karmaşık düzeneklerle doluydu. Sessizlik, zaman zaman duyulan cihaz sesleriyle bölünüyordu. İki adam, laboratuvarın ortasında durmuş, ciddi bir konuşma yapıyordu. Birinci adam, orta yaşlarda, gri saçları hafifçe dalgalandırılmış, geniş omuzlu ve otoriter bir duruşa sahipti. İkinci adam ise daha genç, hızlı düşünen ve dinamik hareketler sergileyen biriydi. "Thrao... Ingenium gezegeninden." dedi ilk adam düşünceli bir ifadeyle. "Onu orduya katmak için mükemmel bir fırsattı, ancak kaçmayı başardı." İkinci adam başını salladı, "Evet, becerikli biri. Ama unutma, onunla ilgili tüm verileri topladık. Fiziksel özellikleri, zihinsel kapasitesi... Her şeyi." Bu sırada laboratuvarın kapısı açıldı ve içeri üçüncü bir adam girdi. Bu adam, diğer ikisinden daha resmi görünüyordu; üniformasının her düğmesi özenle iliklenmişti. İki adam hemen duruşlarını düzeltti ve düğmelerini ilikledi. "Raporunuz?" diye sordu yeni gelen adam. "Bilgileri topladık." dedi ilk adam. "Thrao hakkında her şeyi. Ancak fiziksel olarak onu ele geçiremedik." Üçüncü adam gülümsedi ve sakin bir ses tonuyla "Önemli değil." dedi, mutlu görünüyordu. "Snapshot'ını oluşturduk zaten. Onun bir kopyasını yaratacağız, Ingenium gezegeninden getirdiğimiz DNA örnekleriyle." İkinci adam heyecanla, "Bu, onu tam olarak taklit edebileceğimiz anlamına mı geliyor?" diye sordu. "Tam olarak." diye onayladı üçüncü adam. "Fiziksel özellikleri, yetenekleri, hatta hatıraları bile. Ancak bu sefer onun kontrolü bizde olacak. Thrao'nun yeteneklerini ordumuz için kullanabileceğiz, ama bu sefer hiçbir risk almadan." Laboratuvarın duvarlarındaki monitörler, DNA zincirlerinin karmaşık görüntülerini göstermeye başladı. Üç adam, ekranları dikkatle inceledi. Planlarını hayata geçirmek için gerekli tüm bilgiler buradaydı. İnsansı bir form yaratmak için genetik bilgiler, stratejik yetenekler ve öğrenilmiş beceriler bir araya getiriliyordu. "Bu yeni Thrao, bizim için ne tür görevlerde kullanılacak?" diye sordu ilk adam. "İlk etapta keşif ve casusluk." dedi üçüncü adam. "Ancak yeteneklerini tam anlamıyla geliştirdiğimizde, daha zorlu operasyonlarda da ondan yararlanacağız. Thrao'nun kaçışı bize pahalıya mal oldu, ancak şimdi çok daha güçlü bir araç elde edeceğiz."
Laboratuvarın loş koridorları, gizem ve tehlike hissiyle doluydu. Hae, elindeki ağır silahı sıkıca tutarak ilerliyordu. Zihni, görev ve ihanet arasında bölünmüş haldeydi. Thrao'ya güvenmek, başından beri riskli bir hamleydi. Ingenium'dan getirilen bu gizemli kişi, insanlığın bilmediği sırlar taşıyordu, ancak şimdi bu sırlar bir tehdit haline gelmişti. Hae, laboratuvarın derinliklerine doğru ilerledikçe, hava daha da soğuk ve elektriklenmiş hissediliyordu. Her adımda, Hae'nin kendi iç çatışması artıyordu. Nihayet, Thrao'yu gördüğünde, tüm düşünceleri anlık bir kararlılığa dönüştü. Silahını Thrao'ya doğrulttu ve gözlerindeki öfke, acımasız bir kararlılığa işaret ediyordu. Thrao, Hae'nin silahına rağmen, sakin ve kontrollü duruyordu. Onun bu soğukkanlı tavrı, Hae'nin kızgınlığını daha da alevlendirdi. Hae, boğuk bir sesle konuştu: "Sana güvenmemiz hata oldu, Thrao. Ama artık... son." Bu sözlerle, Thrao sessizce başını salladı. Aniden, Hae harekete geçti. Yanındaki gaz maskeli adam, Hae'nin beklenmedik hareketine hazırlıksız yakalandı. Hae, adamın üzerine atılarak onu yere serdi ve şaşırtıcı bir çeviklikle onun saatini ele geçirdi. Saat, sadece bir zaman göstergesi değil, aynı zamanda son derece gelişmiş bir ışınlanma cihazıydı. Thrao, bu hareketliliği izlerken, yüzünde hafif bir şaşkınlık ifadesi vardı. Hae, Thrao'ya döndü ve derin, anlamlı bir sesle, "Beni ve burada olanları unutma, Mavi!" dedi. Bu sözler, bir veda niteliğindeydi, sanki Hae, Thrao'nun belleğinde kalıcı bir iz bırakmaya çalışıyordu. Hae, saatini çalıştırdı ve anında Thrao, mavi bir ışık hüzmesi içinde kayboldu. Laboratuvar, bir anda sessizliğe büründü. Hae, bu ani ve dramatik olayın ardından derin bir nefes aldı. Etrafta yatan gaz maskeli adam ve cihazlar arasında, Hae'nin yüzünde karışık bir ifade vardı. Thrao'nun kayboluşu, onun için sadece bir görevin sonu değil, aynı zamanda bir dönüm noktasıydı.
Laboratuvarın derinliklerinde, bilinçaltı ve gerçeklik arasında bir yerde, yeni oluşturulan Thrao'nun snapshot'ı uyanmaya başladı. Bilincinin uyanışı, sanki uzun ve karmaşık bir rüyadan çıkıyormuş gibi hissettirdi. Gözlerini açtığında, kendisini beyaz, steril bir odada buldu. Üzerinde sade bir laboratuvar önlüğü vardı, etrafında ise yüksek teknolojili cihazlar ve monitörler parlıyordu. Odaya giren laboratuvar çalışanları, Thrao'ya doğru ilerledi. Onların yüzünde, karışık bir heyecan ve merak ifadesi vardı. Bir tanesi, Dr. Leila, Thrao'ya yaklaştı ve nazik bir ses tonuyla konuşmaya başladı: "Merhaba, ben Dr. Leila. Seninle tanışmak için sabırsızlanıyorduk. Sen, Ingenium'dan gelen Thrao'nun bir kopyasısın. Seni burada yaratmak, bizim için büyük bir başarı." Thrao, bu sözlere şaşkınlıkla karşılık verdi. Kendisinin bir kopya olduğu fikri, onun zihninde karmaşık duygular uyandırdı. Ancak laboratuvar çalışanlarının sakin ve ikna edici tavrı, onun kafasındaki şüpheleri yatıştırmaya başladı. Dr. Leila devam etti: "Bizim amacımız, senin yeteneklerini Dünya için kullanmak. Burada, insanlığın yararına olacak çok önemli projeler üzerinde çalışıyoruz. Senin bilgin ve becerilerin, bu projelerde bize büyük yardımcı olacak." Thrao, bu sözler üzerine düşünmeye başladı. İçgüdüsel olarak, bir yerlerde bir yanlışlık olduğunu hissetse de, Dr. Leila ve diğer bilim insanlarının güven veren tavırları, onun inancını kazandı. Kendisinin bir kopya olduğu ve Dünya için çalışmanın daha mantıklı olduğu fikri, giderek onun zihninde yer etmeye başladı. Laboratuvar çalışanları, Thrao'ya çeşitli testler ve eğitimler düzenleyerek onu manipüle etmeye devam ettiler. Bu süreçte, Thrao'nun Ingenium'daki anıları ve kişiliği, yavaş yavaş arka planda kalmaya başladı. Yeni Thrao, Dünya'nın çıkarları için çalışan, kendisini laboratuvarın bir parçası olarak gören bir varlık haline geldi. Bu süreç, Thrao'nun yeni bir kimlik kazanmasıyla sonuçlandı. Artık o, sadece Ingenium'dan gelen bir varlık değil, aynı zamanda Dünya'nın hedeflerine hizmet eden, kendi varoluş amacını bu hedeflere adayan bir bireydi. Laboratuvarın soğuk ve hesaplı dünyası, Thrao'nun yeni gerçekliği haline gelmişti.
Dün
Gedhilfe'nin dar, karmaşık sokakları, antik bir labirenti andırıyordu. Gizli geçitler ve köşeler, bu sokaklara gizemli ve tehlikeli bir hava katıyordu. Yeni Thrao, bu sokaklarda hayalet gibi dolaşıyordu, amacı net ve kararlıydı: Gerçek Thrao'yu bulmak ve onun yerini almak. Kimse tarafından görülmeden, bir gölge gibi hareket ediyordu. Nihayet, bir ara sokakta, hazırlıksız ve şaşkın bir şekilde Gerçek Thrao'yu tespit etti. Gerçek Thrao, bu ani buluşmadan dolayı şaşkına dönmüştü ve tamamen hazırlıksız yakalanmıştı. Yeni Thrao, hiç tereddüt etmeden hızla harekete geçti ve Gerçek Thrao'ya saldırdı. Gerçek Thrao, bu ani ve şiddetli saldırı karşısında neye uğradığını şaşırmış bir haldeydi. Kendini savunmak için elinden geleni yapmaya çalıştı, ancak Yeni Thrao'nun üstün gücü ve hızı, onu kolayca alt etti. Saldırının hemen ardından, Yeni Thrao hızla hareket ederek, Thrao'nun patronunun evine yöneldi. Eve vardığında, içeride bulunanlar Yeni Thrao'nun beklenmedik ve şiddetli saldırısı karşısında dehşete düştüler. Hiçbiri, karşılarında duranın Gerçek Thrao olmadığını anlayamamıştı. Yeni Thrao, hiçbir zorlukla karşılaşmadan, hızla ve etkin bir şekilde herkesi etkisiz hale getirdi. Daha sonra, tüm tutsakları Thrao'nun eski karargahına götürdü. Herkesi sırayla bağlayarak, tutsak etti ve bir odaya kilitledi. Gerçek Thrao'yu ise, evin görüş hizasından uzak bir arka odaya bıraktı. Oda karanlık ve kasvetliydi, yalnızca bir dar pencereden sızan hafif bir ışık vardı. Gerçek Thrao, bu kasvetli odada yalnız ve çaresiz bir şekilde, kendi düşünceleriyle baş başa kalmıştı.
Şimdi
Hastaneye doğru yürürken başınızdan geçenleri Bok'a anlatıyorsun. Bok, yaşananları hayretle dinliyor ve biraz düşündükten sonra fikrini söylüyor. "Snapshot. Friks'e saldıran gerçek Thrao değildi. Olmasına imkan yok." Hastanenin kapısına geldiğinizde Bok sana dönüyor ve "Livei, ben Mavi'yi buraya getireceğim. Sen de o sırada Friks'e göz kulak ol, tamam mı?" diyor ve hemen ardından ışınlanıyor. Yerlilerle birlikte hastaneye giriyorsun ve Friks'in başında beklemeye başlıyorsun. Hala uyanmamış olan Friks'in masum yüzüne bakıyorsun ve gülümsüyorsun. Çok geçmeden Bok, Mavi ile birlikte yanınıza dönüyor. Mavi'nin gözlerinin dolu olduğunu görüyorsun. Mavi, sana doğru koşuyor ve sarılıyor. Gözyaşlarının omzuna aktığını hissediyorsun. "Onu bulacağım." diyor, sesini zar zor duyabiliyorsun. "O orospu çocuğunu bulacağım." Birkaç dakika içinde Friks'te hareketlenme görmeye başlıyorsunuz. Bir anda ayağa kalkmaya çalışırcasına uyanıyor. Önce Bok'u görüyor, sonra gözlerini sana ve yanında duran Mavi'ye çeviriyor. Bir anda kolundaki damarların kabarmaya başladığını görüyorsun. O anda Friks yatağın hemen yanında duran kesici aletlerden birini alıyor ve kolundan vurulduğu yere saplıyor. Çıkan kanı sertleştiriyor ve hızla Mavi'ye doğru yönlendiriyor. Friks'in sinir krizi geçirdiğini hepiniz anlıyorsunuz, kendinde değil. Mavi kanın etkisiyle duvara çakılıyor, yerliler de odadan dışarı kaçıyorlar. Friks kalkmaya çalışırken avazı çıktığı kadar bağırıyor. Aynı zamanda ağladığı için sesi boğuk çıkıyor. "SENİ ÖLDÜRECEĞİM! PİŞMAN OLACAKSIN LAN, PİŞMAN OLACAKSIN LAAAAAAN!"
6 Ay Önce
Laboratuvarın içi, en son teknoloji cihazlar ve karmaşık düzeneklerle doluydu. Sessizlik, zaman zaman duyulan cihaz sesleriyle bölünüyordu. İki adam, laboratuvarın ortasında durmuş, ciddi bir konuşma yapıyordu. Birinci adam, orta yaşlarda, gri saçları hafifçe dalgalandırılmış, geniş omuzlu ve otoriter bir duruşa sahipti. İkinci adam ise daha genç, hızlı düşünen ve dinamik hareketler sergileyen biriydi. "Thrao... Ingenium gezegeninden." dedi ilk adam düşünceli bir ifadeyle. "Onu orduya katmak için mükemmel bir fırsattı, ancak kaçmayı başardı." İkinci adam başını salladı, "Evet, becerikli biri. Ama unutma, onunla ilgili tüm verileri topladık. Fiziksel özellikleri, zihinsel kapasitesi... Her şeyi." Bu sırada laboratuvarın kapısı açıldı ve içeri üçüncü bir adam girdi. Bu adam, diğer ikisinden daha resmi görünüyordu; üniformasının her düğmesi özenle iliklenmişti. İki adam hemen duruşlarını düzeltti ve düğmelerini ilikledi. "Raporunuz?" diye sordu yeni gelen adam. "Bilgileri topladık." dedi ilk adam. "Thrao hakkında her şeyi. Ancak fiziksel olarak onu ele geçiremedik." Üçüncü adam gülümsedi ve sakin bir ses tonuyla "Önemli değil." dedi, mutlu görünüyordu. "Snapshot'ını oluşturduk zaten. Onun bir kopyasını yaratacağız, Ingenium gezegeninden getirdiğimiz DNA örnekleriyle." İkinci adam heyecanla, "Bu, onu tam olarak taklit edebileceğimiz anlamına mı geliyor?" diye sordu. "Tam olarak." diye onayladı üçüncü adam. "Fiziksel özellikleri, yetenekleri, hatta hatıraları bile. Ancak bu sefer onun kontrolü bizde olacak. Thrao'nun yeteneklerini ordumuz için kullanabileceğiz, ama bu sefer hiçbir risk almadan." Laboratuvarın duvarlarındaki monitörler, DNA zincirlerinin karmaşık görüntülerini göstermeye başladı. Üç adam, ekranları dikkatle inceledi. Planlarını hayata geçirmek için gerekli tüm bilgiler buradaydı. İnsansı bir form yaratmak için genetik bilgiler, stratejik yetenekler ve öğrenilmiş beceriler bir araya getiriliyordu. "Bu yeni Thrao, bizim için ne tür görevlerde kullanılacak?" diye sordu ilk adam. "İlk etapta keşif ve casusluk." dedi üçüncü adam. "Ancak yeteneklerini tam anlamıyla geliştirdiğimizde, daha zorlu operasyonlarda da ondan yararlanacağız. Thrao'nun kaçışı bize pahalıya mal oldu, ancak şimdi çok daha güçlü bir araç elde edeceğiz."
Laboratuvarın loş koridorları, gizem ve tehlike hissiyle doluydu. Hae, elindeki ağır silahı sıkıca tutarak ilerliyordu. Zihni, görev ve ihanet arasında bölünmüş haldeydi. Thrao'ya güvenmek, başından beri riskli bir hamleydi. Ingenium'dan getirilen bu gizemli kişi, insanlığın bilmediği sırlar taşıyordu, ancak şimdi bu sırlar bir tehdit haline gelmişti. Hae, laboratuvarın derinliklerine doğru ilerledikçe, hava daha da soğuk ve elektriklenmiş hissediliyordu. Her adımda, Hae'nin kendi iç çatışması artıyordu. Nihayet, Thrao'yu gördüğünde, tüm düşünceleri anlık bir kararlılığa dönüştü. Silahını Thrao'ya doğrulttu ve gözlerindeki öfke, acımasız bir kararlılığa işaret ediyordu. Thrao, Hae'nin silahına rağmen, sakin ve kontrollü duruyordu. Onun bu soğukkanlı tavrı, Hae'nin kızgınlığını daha da alevlendirdi. Hae, boğuk bir sesle konuştu: "Sana güvenmemiz hata oldu, Thrao. Ama artık... son." Bu sözlerle, Thrao sessizce başını salladı. Aniden, Hae harekete geçti. Yanındaki gaz maskeli adam, Hae'nin beklenmedik hareketine hazırlıksız yakalandı. Hae, adamın üzerine atılarak onu yere serdi ve şaşırtıcı bir çeviklikle onun saatini ele geçirdi. Saat, sadece bir zaman göstergesi değil, aynı zamanda son derece gelişmiş bir ışınlanma cihazıydı. Thrao, bu hareketliliği izlerken, yüzünde hafif bir şaşkınlık ifadesi vardı. Hae, Thrao'ya döndü ve derin, anlamlı bir sesle, "Beni ve burada olanları unutma, Mavi!" dedi. Bu sözler, bir veda niteliğindeydi, sanki Hae, Thrao'nun belleğinde kalıcı bir iz bırakmaya çalışıyordu. Hae, saatini çalıştırdı ve anında Thrao, mavi bir ışık hüzmesi içinde kayboldu. Laboratuvar, bir anda sessizliğe büründü. Hae, bu ani ve dramatik olayın ardından derin bir nefes aldı. Etrafta yatan gaz maskeli adam ve cihazlar arasında, Hae'nin yüzünde karışık bir ifade vardı. Thrao'nun kayboluşu, onun için sadece bir görevin sonu değil, aynı zamanda bir dönüm noktasıydı.
Laboratuvarın derinliklerinde, bilinçaltı ve gerçeklik arasında bir yerde, yeni oluşturulan Thrao'nun snapshot'ı uyanmaya başladı. Bilincinin uyanışı, sanki uzun ve karmaşık bir rüyadan çıkıyormuş gibi hissettirdi. Gözlerini açtığında, kendisini beyaz, steril bir odada buldu. Üzerinde sade bir laboratuvar önlüğü vardı, etrafında ise yüksek teknolojili cihazlar ve monitörler parlıyordu. Odaya giren laboratuvar çalışanları, Thrao'ya doğru ilerledi. Onların yüzünde, karışık bir heyecan ve merak ifadesi vardı. Bir tanesi, Dr. Leila, Thrao'ya yaklaştı ve nazik bir ses tonuyla konuşmaya başladı: "Merhaba, ben Dr. Leila. Seninle tanışmak için sabırsızlanıyorduk. Sen, Ingenium'dan gelen Thrao'nun bir kopyasısın. Seni burada yaratmak, bizim için büyük bir başarı." Thrao, bu sözlere şaşkınlıkla karşılık verdi. Kendisinin bir kopya olduğu fikri, onun zihninde karmaşık duygular uyandırdı. Ancak laboratuvar çalışanlarının sakin ve ikna edici tavrı, onun kafasındaki şüpheleri yatıştırmaya başladı. Dr. Leila devam etti: "Bizim amacımız, senin yeteneklerini Dünya için kullanmak. Burada, insanlığın yararına olacak çok önemli projeler üzerinde çalışıyoruz. Senin bilgin ve becerilerin, bu projelerde bize büyük yardımcı olacak." Thrao, bu sözler üzerine düşünmeye başladı. İçgüdüsel olarak, bir yerlerde bir yanlışlık olduğunu hissetse de, Dr. Leila ve diğer bilim insanlarının güven veren tavırları, onun inancını kazandı. Kendisinin bir kopya olduğu ve Dünya için çalışmanın daha mantıklı olduğu fikri, giderek onun zihninde yer etmeye başladı. Laboratuvar çalışanları, Thrao'ya çeşitli testler ve eğitimler düzenleyerek onu manipüle etmeye devam ettiler. Bu süreçte, Thrao'nun Ingenium'daki anıları ve kişiliği, yavaş yavaş arka planda kalmaya başladı. Yeni Thrao, Dünya'nın çıkarları için çalışan, kendisini laboratuvarın bir parçası olarak gören bir varlık haline geldi. Bu süreç, Thrao'nun yeni bir kimlik kazanmasıyla sonuçlandı. Artık o, sadece Ingenium'dan gelen bir varlık değil, aynı zamanda Dünya'nın hedeflerine hizmet eden, kendi varoluş amacını bu hedeflere adayan bir bireydi. Laboratuvarın soğuk ve hesaplı dünyası, Thrao'nun yeni gerçekliği haline gelmişti.
Dün
Gedhilfe'nin dar, karmaşık sokakları, antik bir labirenti andırıyordu. Gizli geçitler ve köşeler, bu sokaklara gizemli ve tehlikeli bir hava katıyordu. Yeni Thrao, bu sokaklarda hayalet gibi dolaşıyordu, amacı net ve kararlıydı: Gerçek Thrao'yu bulmak ve onun yerini almak. Kimse tarafından görülmeden, bir gölge gibi hareket ediyordu. Nihayet, bir ara sokakta, hazırlıksız ve şaşkın bir şekilde Gerçek Thrao'yu tespit etti. Gerçek Thrao, bu ani buluşmadan dolayı şaşkına dönmüştü ve tamamen hazırlıksız yakalanmıştı. Yeni Thrao, hiç tereddüt etmeden hızla harekete geçti ve Gerçek Thrao'ya saldırdı. Gerçek Thrao, bu ani ve şiddetli saldırı karşısında neye uğradığını şaşırmış bir haldeydi. Kendini savunmak için elinden geleni yapmaya çalıştı, ancak Yeni Thrao'nun üstün gücü ve hızı, onu kolayca alt etti. Saldırının hemen ardından, Yeni Thrao hızla hareket ederek, Thrao'nun patronunun evine yöneldi. Eve vardığında, içeride bulunanlar Yeni Thrao'nun beklenmedik ve şiddetli saldırısı karşısında dehşete düştüler. Hiçbiri, karşılarında duranın Gerçek Thrao olmadığını anlayamamıştı. Yeni Thrao, hiçbir zorlukla karşılaşmadan, hızla ve etkin bir şekilde herkesi etkisiz hale getirdi. Daha sonra, tüm tutsakları Thrao'nun eski karargahına götürdü. Herkesi sırayla bağlayarak, tutsak etti ve bir odaya kilitledi. Gerçek Thrao'yu ise, evin görüş hizasından uzak bir arka odaya bıraktı. Oda karanlık ve kasvetliydi, yalnızca bir dar pencereden sızan hafif bir ışık vardı. Gerçek Thrao, bu kasvetli odada yalnız ve çaresiz bir şekilde, kendi düşünceleriyle baş başa kalmıştı.
Şimdi
Hastaneye doğru yürürken başınızdan geçenleri Bok'a anlatıyorsun. Bok, yaşananları hayretle dinliyor ve biraz düşündükten sonra fikrini söylüyor. "Snapshot. Friks'e saldıran gerçek Thrao değildi. Olmasına imkan yok." Hastanenin kapısına geldiğinizde Bok sana dönüyor ve "Livei, ben Mavi'yi buraya getireceğim. Sen de o sırada Friks'e göz kulak ol, tamam mı?" diyor ve hemen ardından ışınlanıyor. Yerlilerle birlikte hastaneye giriyorsun ve Friks'in başında beklemeye başlıyorsun. Hala uyanmamış olan Friks'in masum yüzüne bakıyorsun ve gülümsüyorsun. Çok geçmeden Bok, Mavi ile birlikte yanınıza dönüyor. Mavi'nin gözlerinin dolu olduğunu görüyorsun. Mavi, sana doğru koşuyor ve sarılıyor. Gözyaşlarının omzuna aktığını hissediyorsun. "Onu bulacağım." diyor, sesini zar zor duyabiliyorsun. "O orospu çocuğunu bulacağım." Birkaç dakika içinde Friks'te hareketlenme görmeye başlıyorsunuz. Bir anda ayağa kalkmaya çalışırcasına uyanıyor. Önce Bok'u görüyor, sonra gözlerini sana ve yanında duran Mavi'ye çeviriyor. Bir anda kolundaki damarların kabarmaya başladığını görüyorsun. O anda Friks yatağın hemen yanında duran kesici aletlerden birini alıyor ve kolundan vurulduğu yere saplıyor. Çıkan kanı sertleştiriyor ve hızla Mavi'ye doğru yönlendiriyor. Friks'in sinir krizi geçirdiğini hepiniz anlıyorsunuz, kendinde değil. Mavi kanın etkisiyle duvara çakılıyor, yerliler de odadan dışarı kaçıyorlar. Friks kalkmaya çalışırken avazı çıktığı kadar bağırıyor. Aynı zamanda ağladığı için sesi boğuk çıkıyor. "SENİ ÖLDÜRECEĞİM! PİŞMAN OLACAKSIN LAN, PİŞMAN OLACAKSIN LAAAAAAN!"