[Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#1
Gedhilfe'deki evinde, sabahın erken saatlerinde uyanıyorsun. Gözlerini yavaşça açtığında, etrafındaki sessizlik ve huzur, dış dünyanın kaotik gerçeğiyle tezat bir atmosfer yaratıyor. Yatağından kalkıp, televizyonu açıyorsun ve tüm kıtayı sarsan olayların haberlerini izlemeye başlıyorsun. Pisan Higenadon'un şok edici açıklamaları, Gedhilfe Krallığı'nın Pakt'tan çekilmesi, Djurat'taki Mavi Yıldız olayları... Her bir haber, senin için şok dalgaları yaratıyor, zihninde soru işaretleri oluşturuyor. Birkaç saat boyunca, bu bilgileri sindirmeye çalışıyorsun, düşünüyor ve içinde bir kararlılık oluşmaya başlıyor. Dışarıdaki dünyanın bu hali, seni hem endişelendiriyor hem de harekete geçmeye itiyor. Dışarı bakıyorsun ve evinin dışındaki sokakların, kraliyet şatosuna doğru yürüyen, meşalelerle donanmış ve öfke dolu bir kalabalıkla dolu olduğunu görüyorsun. Bu insanların yüzlerindeki ifadeler, Gedhilfe'nin içinde bulunduğu derin çıkmazı ve halkın hükümete olan öfkesini gözler önüne seriyor. Sen, bu manzarayı gözlemliyor, kendi içinde ne yapman gerektiğini düşünüyorsun. Olayların bu kadar hızlı gelişmesi ve senin başından beri önlemeye çalıştığın şeylerin birer birer gerçekleşmesi seni hem strese sokuyor hem de mental olarak yoruyor. Evinin içinde, gelecek adımlarını planlarken, kapının çalındığını duyuyorsun. Kim olduğunu bilmeden, yavaşça kapıya yöneliyorsun. Kapıyı açtığında, karşında beklenmedik bir şekilde Friks'i görüyorsun. Friks, kapı açıldığı anda hızla içeri giriyor ve endişelerini döküyor. "Livei, bizimkilere ulaşamıyorum. Patron'un evine gittim, kimse yok." diye başlıyor. Sesindeki aciliyet ve endişe, senin de dikkatini çekiyor. Friks'in yüzü, yaşanan olayların ağırlığını yansıtıyor. O, Gedhilfe'deki kaosun ve kıta genelindeki gerginliğin farkında ve bu durumun üzerindeki etkisi belirgin. "Anasını sikeyim her şey nasıl bir günde gerçekleşti? Ne oluyor lan? Bi' defa Himota nasıl öğrendi bu bilgileri amına koyayım? Kim sızdırdı? İstihbaratları bu kadar güçlü olsa bugüne kadar öğrenirlerdi, bir saçmalık var."


Image


Çok geçmeden tekrar kapı çalıyor ve bu sefer aranıza katılan kişi Bok Jemipech'in ta kendisi oluyor. O da eve hızlıca, meşaleli insanların dikkatini çekmemeye çalışarak giriyor ve konuşmaya başlıyor. "Shisha Dusha'ya döndü, ülkenin iç sorunları ile ilgili araştırma yapacağını söyledi. Hae ise bizimle Dünya arasındaki köprü olacak. Şu an onu hala Düşmüş olan insanlardan oluşturulmuş bir bölüğün parçası sanan insanlar varmış. Sadece onlara görünerek Dünya'dan bize durum bildirecek ve gerekirse onun yanına gideceğiz. Biliyorsunuz, Dünya'ya rahatlıkla gidebilmemizin tek yolu benim güçlerim. Şu an gölgelerde kalmam hepimiz için daha iyi olacaktır diye düşünüyorum." Sen, Friks ve Bok oturuyor ve ne yapacağınızı konuşmaya başlıyorsunuz. Tam kendinizi az da olsa plana odaklanabilecek gibi hissettiğinizde vücudunuzda bir basınç hissetmeye başlıyorsunuz. Bok hemen söze giriyor. "Artık bu hissin ne anlama geldiğini biliyorum. Biri bizi farklı bir alana çağırmaya çalışıyor. Bir anda-"


Image


Bok daha sözünü bitiremeden kendinizi Kraliyet Şatosu'nda buluyorsunuz. Karşınızda Deith Ozæf var. Deith Ozæf'in solunda ve sağında iki tane adam var, ikisi de ağız kısmında silindir olan büyük bir maske takıyor ve ikisinin de kolunda Max'te bulunan saatlerden var. Deith Ozæf gülümsüyor ve söze giriyor. "Kıtanın en tehlikeli üç insanı ile karşı karşıyayım, bu bir kral için bile büyük bir onur." Tahtından ayağa kalkıyor ve konuşmaya devam ediyor. "Alay etmiyorum, ciddiyim. Bugüne kadar sizi ne kadar uyarmış olsam da ne yapıp ne edip bana karşı geldiniz, başınızdan büyük işlere kalkıştınız ve günün sonunda başaramadınız. Azminiz takdir edilesi, ama sonuca ulaşamadığınız sürece bir anlamı yok." Size doğru yürüyor, aslında ona kolaylıkla saldırabilirsiniz ama öyle bir durumdasınız ki gerçekten hiçbir anlamı yok gibi. Tekrar konuşmaya başlıyor. "Azminizi ödüllendirmek istiyorum. Her şeyi olduğu gibi anlatacağım. Bundan birkaç yıl önce Dünya gezegeninin üst yetkilileri benimle iletişime geçtiler ve Ingenium projesi ile ilgili her şeyi baştan sona anlattılar. İşlerini kolaylaştıracak bir insana ihtiyaçları olduğunu ve bunun için en iyi tercihin ben olduğunu söylediler. Dünya'nın Ingenium'a hükmetmesinin avantajlarını ve bizim için olası dezavantajlarını da baştan sona anlattılar. Açıklamadıkları tek bir detay bile olmadı. Her şeyi ölçtüm, tarttım ve bu gezegenin Dünya'nın hakkı olduğuna karar verdim. Evet, bizi denek olarak kullanmış olduklarının ben de farkındayım ama iyice düşündükten sonra bir şeyi fark ettim. Bu kadar büyük bir deneyi meydana getirebilecek kadar zeki bir insan topluluğunun bizim ilkel toplumlarımızı da çok daha ileri götürebileceğini ve insan evriminin potansiyelinin ne kadar sınırsız olabileceğini görmemizin mümkün olduğunu fark ettim. Bir düşünün, bizler bugüne kadar bu gezegen için ne yaptık? Belli bir noktaya geldik ama eninde sonunda teknolojik kısıtlamalardan ötürü Dünya ile boy ölçüşemeyeceğimizin de farkındayız." Tepkinizi ölçmek için suratlarınıza uzun uzun bakıyor ve iç çekiyor. "Bakın, dostlar. Bu adamlar bizi öldürmek veya toplu katliam yapmayı amaçlamıyorlar. Geldikleri gibi burayı ateşe verecekler gibi bir durum söz konusu değil, zaten kendi gezegenlerini bu hataları yaptıkları için kaybettiler. Onlar bizim toplumlarımızın da işin içinden yararlı çıkmasını istiyorlar. Bu yüzden kendileriyle bir anlaşma yaptım. Ama yaptığım anlaşma tek taraflı değildi. Bu gezegende birden fazla kıta olduğunu biliyorum, diğer kıtalardaki siyasi iklim pek umurumda değil. Onlarla yaptığım anlaşma içerisinde Gedhilfe'nin bizim kıtamızın tamamına hükmetmesini istediğimi belirttim. Bu şartımı kabul ettiler ve buraya geldiklerinde bunun olmasını mümkün kılacaklar. Gedhilfe, hem kültürel, hem teknolojik hem de manevi olarak bu kıtanın en önemli ülkesi ve Dünya ile birlikte bu kıtanın gelişmesini sağlayabilecek tek ülke. Bunun olması için elimden geleni yapacağım, gerekirse kendimi bile feda edeceğim." Tekrardan tahtına doğru yürürken size bir soru yöneltiyor. "Ben anlatabileceğim her şeyi anlattım, azminizi tekrardan tebrik ettiğimi vurgulamak için sizi de dinleyeceğim. Söyleyin bana, neden bu fikre karşısınız? Eğer başından beri onların planlarına, benim amaçlarıma karşı çıkmasaydınız başınıza hiçbir şey gelmeyecekti. Kimse zarar görmeyecekti." Kral Deith tahtına oturuyor ve sizi dikkatle izlemeye ve dinlemeye başlıyor.
Off Topic
Pasiflik süresi 3 gündür.

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#2
Gözlerini açtı. Dışarıdan gelen uğultular ve saatin tik tak sesleri dışında hiçbir ses yoktu. Huzurlu sayılırdı. Bundan sonra sahip olabileceği maksimum huzur bundan ibaretti zaten. Gündemde yeni bir şey var mı diye televizyonunu açtı. Her zamanki haberlerden başka bir şey yoktu. Himota liderinin açıklamaları, Djurat'ta Mavi Yıldız olayları, Gedhilfe kralının açıklamaları ve Gedhilfe'nin pakttan çekilmesinin yarattığı kriz... Derin bir iç çekti ve kumandayı sıkıntıyla televizyonun karşısındaki kanepeye fırlattı. Perdesini aralayıp camdan dışarı baktığında oldukça öfkeli görünen bir kalabalığın ellerinde meşalelerle krallığa doğru yürüdüğünü ve sloganlar attıklarını gördü. Günlerdir daha farklı bir manzara gördüğü olmamıştı zaten. Bu kargaşanın ona tek faydası artık hükümetin kendisi ile uğraşmıyor oluşuydu. Perdesini büyük bir iç sıkıntısıyla örttü yeniden. Bunu durdurabilirdi. Durdurmalıydı. O kadar çabalamalarına rağmen hala her şey Dünya'nın istediği şekilde ilerliyordu. Tüm kıtayı birbirine karıştırmışlar ve ikinci bir kıtasal savaşın eşiğine getirmişlerdi. Birkaç fitilin daha ateşlenmesiyle birlikte çok sayıda masumun kanı akacaktı ve eşi benzeri görülmemiş bir zulüm yaşanacaktı. Kıta güçsüz düştüğünde de Dünya harekete geçecekti. Tek yapmaları gereken kendi kendilerini yiyip bitirmelerini ellerinde patlamış mısırla izlemekti.

Hayır. Buna izin veremezdi. Bu hikaye böyle bitemezdi. Hala nefes alıyorken devam etmeliydi. Peki ne yapabilirdi? Bu saatten sonra elinden ne gelirdi? O kimdi ki? Sıradan bir vatandaş, sıradan bir kadın. Koskoca gezegene karşı elinde ne kozu vardı? Onu kim dinlerdi? Acaba teslim mi olmalıydı? İnadına devam ettiği için hem kendini hem de sevdiklerini tehlikeye mi atıyordu? Bu düşünceler zihnini kurcalarken kapı çalmıştı. Misafir beklemiyordu ama artık o kadar umutsuz hissediyordu ki kim olduğuna delikten bile bakmadan kapıyı açmıştı. Karşısında Friks duruyordu. Şaşırdı. Friks telaşla içeri girmişti. Kapıyı kapattı. Yeşil gözlerinde telaşlı bir parıltı vardı. Endişeli görünüyordu. Diğerlerine ulaşamadığını söylemişti. Patron'un evi boştu. "Kaçmışlardır. Ya da kaçırılmışlardır. Her şey olabilir." dedi umursamaz bir şekilde saçını at kuyruğu yapmak için toplarken. Friks olanlara şaşkınlığını ifade ederken Himota'ya bilginin kimin sızdırmış olabileceğini sorgulamıştı. "Mavi Yıldız olabilir. Şu Mavi'yi kurtaran Mavi Yıldız üyesi kadın Himotalıydı. Ben Himota'nın her şeyi yeni öğrendiğini sanmıyorum. Çoktan beri biliyor olmalılar. Şu an yaşanan şey de danışıklı dövüş. Dünya için çalışıyorlar ve bir kıtasal savaş çıkması işlerine gelecek muhtemelen. Ya da Gedhilfe kıtayı yönetmek istediğini söyleyerek Himota'nın şah damarına bastı. O adamlar pek boyun eğen tipler değiller sonuçta."

O esnada kapı tekrar çalmıştı. Livei aynı umursamazlıkla kapıyı açtığında bu sefer karşısında Bok'u buldu. İki sevgilisi de evini basmışlardı, ne hoş bir sürprizdi. Eski neşesi ya da azgınlığı olsa bununla ilgili kesin aptalca bir şaka yapardı. Eve girer girmez onlara son durumdan haber vermişti. Shisha'nın ülkesine döndüğünü ve Hae'nin de onlarla Dünya arasında köprü niyetinde olduğunu anlatmıştı. Livei tamamını başını sallayarak dinledi. "Planımız ne?" Bir sonraki aşamada ne yapmaları gerektiğine dair en ufak bir fikri bile yoktu. Kendini tamamen kaybolmuş hissediyordu. Friks ve Bok ile birlikte oturup bunu konuşmanın mantıklı olacağını düşünmüştü ki birdenbire zihninde ciddi bir baskı hissetmeye başladı. Bu baskı, başlarına 94953295 kere geldiğinden ötürü artık alıştıkları bir baskıydı. Bok'un da dillendirdiği gibi, birisi onları çağırıyordu. Livei gözlerini kapattı ve bu sefer kendisini nerede bulacağını merakla beklemeye başladı.

Gözlerini yeniden açtığında kraliyet şatosundaydılar. Kralın tahtının hemen önündeydiler. Kral da yanında Observer oldukları belli olan iki adamla birlikte onlara bakıyordu. Livei sıkıntıyla iç çekti. Kral her zamanki sahte gülümsemelerinden birini takınarak kıtanın en tehlikeli üç adamıyla aynı odada bulunmaktan onur duyduğunu söylemişti. Livei umursamazca omzunu silkti. Kral tahtından kalkarak başarısızlıklarını bir kez daha yüzlerine vurmuş ve adeta onlarla alay etmişti. Bu genç kızın sinirine bir miktar dokunmuştu doğrusu, aksini iddia etmek yalan olurdu. Kral kendilerine doğru yürümeye başlarken sözlerine devam etmişti. Onlara ödül olarak her şeyi anlatacağını söylemişti ve bu olaya nasıl dahil olduğunu, kendi fikirlerini kısaca anlatmıştı. Ona her türlü bilginin artısı ve eksisiyle sunulduğunu, en mantıklı olanın Dünya'ya teslim olmak olduğunu ve Gedhilfe'ye de kıta üzerinde hakimiyet sürme sözünün verildiğini söylemişti. Kral halkı için bunun en doğrusu olduğunu düşündüğünü ve kendini feda etmesi gerekse dahi bunu gerçekleştireceğini söylemişti. Sonrasında da Dünya'nın toplu bir katliam istemediğini, amaçlarının insan ırkının potansiyelini aşması olduğunu söylemişti. Kral son olarak onları dinlemek istediğini söylemişti. Neden boyun eğmiyorlardı? Neden bu kadar karşıydılar? Livei birkaç saniye sesini toparladıktan sonra söze girdi. "Düşünme şekliniz oldukça mantıklı. Evet, mantık çerçevesinden bakıldığında sizin planınızı uygulamanın faydalarını görebiliyorum. Beni affedin ancak ben duygusal bir insanım ve duygularımın mantığımın önüne geçmesine izin veriyorum." Derin bir iç çektikten sonra modu düşmüş bir şekilde tekrar konuşmaya girdi. "Buna karşı çıkmamın birden fazla sebebi var. Birinci sebebi özgürlük. Ben herkesin özgür olması gerektiğine inanıyorum. Dünya toplu bir katliam hedeflemiyor olabilir ancak Ingenium onların hakimiyetine geçtikten sonra ne olacağını bilemeyiz. Bize nasıl davranacaklar? Denek hayvanı veya ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmek ve sürekli korku içerisinde yaşamak istemiyorum. Böyle olmayacağının garantisini bize kimse veremez, siz bile. Size verdikleri sözleri tutup tutmayacakları da malum. Zira reddemeyeceğiniz bir gerçek var. Bizimle asla düzgün bir şekilde iletişime geçmediler. Ya kaçırıldık, ya üzerimizde korkunç deneyler yapıldı ve insanlığımızı kaybettik, ya hakkımız gasp edildi, ya sevdiklerimizle tehdit edildik. Ama asla barışçıl ve insancıl bir muamele görmedik. Bu da bizi insan olarak dahi görmedikleri gerçeğini kanıtlıyor. Adım gibi eminim sizi de manipüle ediyorlar. Kendi taraflarına çekmek için çok güçlü bir isimsiniz çünkü. Bu şekilde rahatça Ingenium'un hakimiyetini ellerine alabilecekler. Yaşanan tüm bu kargaşa da sadece onların çıkarına. Bizden birkaç yüz insan ölmüş ne olacak, umurlarında değil. Yeter ki kıta bitkin düşsün. Size soruyorum biz insan değil miyiz? Biz insanca yaşamayı hak etmiyor muyuz? Bu hakkımız için çabalamak istememiz kötü bir şey mi? Tek dileğim karşımızda böyle ortak bir problem varken tüm kıtanın bir araya gelip bu ortak probleme karşı direnmesiydi. Birlik olsaydık onları dize getirebilirdik. Hiç değilse eşit şartlarda masaya oturup anlaşmaya varmayı deneyebilirdik. Anlıyorum ki bu asla gerçekleşmeyecek. Ama pes etmiş değiliz. Kanımızın son damlasına kadar direneceğiz ve mücadele edeceğiz. Sadece tek bir şey istiyorum. Öldükten sonra bari peşimizi bırakın. Rahat bir uyku uyuyalım. Snapshot ile geri getirilmek veya Kutay Zengin'in başka bir gezegen projesinin içerisinde yeniden dünyaya gelmek istemiyorum. Bırakın ölü kalalım. Bu hakkımız bile elimizden alındı." Ellerini göğsünde kavuşturduktan sonra devam etti. "Sizi de teessüf ediyorum. Çocukluğumdan beri saygı duyduğum bir isimdiniz. Sizi aklı başında, açık fikirli, hayatta dimdik bir duruşu olan bir lider gibi görüyordum. Gedhilfe halkına her şeyden çok kıymet verdiğinizi düşünürdüm hep. Örnek aldığım bir insandınız. Bu kadar güce tapınacağınızı, halkınıza sırtınızı çevireceğinizi ve omurgasız davranacağınızı düşünmezdim hiç. Keşke sizi hiç bu şekilde görmeseydim de aklımdaki idealle ölseydim. Bizi buraya öldürtmek veya Dünya'ya götürmek için çağırdıysanız şu işi çabuk bitirelim isterseniz."
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#3
Kral Deith Ozæf, sözlerini dikkatle dinliyor. Her kelime, her cümle, onun yüzünde bir duygu değişimi yaratıyor. Söylediklerin karşısında, kendisini hem üzgün hem de pasif bir öfkeye kapılmış hissediyor. Senin hayal kırıklığını ve özgürlüğe olan tutkusunu duyarken, kendi kararlarına dair bir pişmanlık ve öfke hissi içinde buluyor kendini. Yüzünde hafif bir burukluk ve düşünceli bir ifade beliriyor. Sözlerin, onun zihninde yeni sorular ve düşünceler uyandırıyor. Sitem dolu kelimelerin, onun vicdanında derin izler bırakıyor. Kral, her bir kelimeni sindirmeye çalışırken, kendi kararlarını ve bu kararların sonuçlarını yeniden gözden geçiriyor. Sözlerin, ona sadece kendi yaptığı seçimlerin değil, aynı zamanda tüm kıtanın geleceğinin de ağır bir sorumluluğunu hatırlatıyor. Sonunda ağzını açıyor. "Hiçbir Gedhilfe vatandaşının hayallerini yıkmak istemezdim. Eğer söylediklerinde ciddiysen ve bunlar gerçek ideolojilerin ise özür dilemek dışında yapabileceğim hiçbir şey yok sanırım." Bok, Kral Deith Ozæf'in sözlerini dinledikten sonra aniden araya giriyor ve krala karşı ağır bir tepki gösteriyor. "Siz nasıl bir kraldınız, sayın Deith?" diye başlıyor. "Gedhilfe halkının güvenini ve umutlarını nasıl bu kadar hafife alabiliyorsunuz? Sizin kararlarınız yüzünden bu kıta şimdi büyük bir kaosun eşiğinde. Bize verdikleriniz sadece boş vaatler ve yalanlar oldu. Siz, kendi çıkarlarınızı her zaman halkınızın iyiliğinin önüne koydunuz. Sizin yüzünüzden birçok masum insan acı çekiyor. Bu, bir kralın yapması gereken son şey." Bok'un sözleri, kralın yüzünde net bir etki bırakıyor; sinirli ve gergin bir ifade beliriyor. Bok'un sert çıkışı, kralın yaptığı hataların ve kararlarının ağırlığını daha da hissetmesine neden oluyor. Kral, Bok'a karşı çıkışıyor. "Djurat'tan gelmiş, azınlık bir ailenin şımarık çocuğu Gedhilfe'nin iç meselelerinden ne anlar? Nasıl kendine güvenip de böyle kesin yorumlar yapabiliyorsun? Gücüne mi güveniyorsun, Jemipech?"

Friks, Kral Deith Ozæf'in Bok'a yönelik sert çıkışına cevap veriyor. "Kralım, sizinle aynı Gedhilfe topraklarında doğmuş biri olarak, bu ülkenin iç meselelerini oldukça iyi anlıyorum." diye başlıyor. "Benim ailem, bu ülkenin mafya yapısının bir parçası. Peki, hiç düşündünüz mü, mafyalar neden oluşur? Bu, hükümetin yetersizliğinden, halkın ihtiyaçlarının görmezden gelinmesinden kaynaklanır. Sizin hükümetiniz, birçok Gedhilfeli'yi umutsuzluğa ve çaresizliğe itti. Halkın gerçek durumu bu, ve siz bunu görmemeyi tercih ediyorsunuz. Siz, kendi çıkarlarınızı halkın iyiliğinin önüne koydunuz ve şimdi bu yaptıklarınızın sonuçlarıyla yüzleşiyorsunuz. Kendi politikalarınızla çelişiyorsunuz, Kralım." Friks'in sözleri, Kral Deith'in düşüncelerine meydan okuyor ve hükümetin halka olan etkisini vurguluyor. Friks, kralın yaptığı hataları ve kararların halk üzerindeki etkilerini açıkça ortaya koyuyor. Kral Deith Ozæf, sözlerinizi bir an için düşünerek dinledikten sonra, derin bir nefes alarak ciddi bir konuşma yapmaya başlıyor. "Bakın, beni yanlış anlamayın. Sizleri öldürmek gibi bir niyetim yok. Bu, bir uyarıydı, bir hatırlatma. Herkesin kendi yolu var ve benimkinin Gedhilfe ve bu kıtanın geleceği için en iyisi olduğuna inanıyorum. Evet, zor kararlar aldım ve bunlar tartışmaya açık olabilir. Ancak, amacım her zaman Gedhilfe halkının refahını ve güvenliğini sağlamak oldu. Şimdi, bu yeni durum karşısında, ben de ideallerime bağlı kalarak ilerleyeceğim. Sizin de ideallerinizin peşinden gitmeniz en doğal hakkınız. İyi şanslar diliyorum. Görünen o ki, önümüzdeki günlerde kimin yolu doğru çıkacak, hep birlikte göreceğiz." Bu sözler, Kral Deith'in kararlılığını ve kendine olan güvenini yansıtıyor. Her ne kadar tartışmalı olsa da, kralın bu durumda kendi yolunda devam etme konusunda kararlı olduğu açık.

Odanın sessizliğini bir anda dışarıdan duyduğunuz tanıdık bir ses bölüyor. Cama doğru bakıyorsunuz ve sesin sokaktan geldiğini fark ediyorsunuz. Biri isimlerinizi bağırıyor. Kral size bakıyor ve "Konuşmamız bitmiştir, çıkabilirsiniz arkadaşlar." diyor. Siz de bunun üstüne son sözlerinizi söylüyor ve odadan çıkıyorsunuz. Aşağıya iniyor ve şatonun çıkış kapısına doğru hızla ilerliyorsunuz. Şatodan çıktığınız anda karşınızda Mavi'yi buluyorsunuz. Mavi size doğru koşuyor ve hepinize sarılıyor. "Sabahtan beri sizi arıyorum, neredeydiniz?" diye soruyor. Friks ise "Ulan ben de seni arıyordum, Patron'un evine gittim, senin evine gittim hiçbir yerde yoksun!" diyerek tepki gösteriyor arkadaşına. Mavi ise gülümsüyor ve "Saçma bir şekilde denk gelemedik anlaşılan. Neyse, Patronları eski karargaha götürdüm, şimdi ne yapacağız?" diye soruyor. Bok ise sana dönüyor ve "Livei, bence Dünya'ya açılmadan önce İkinci Kıta'ya gitmeliyiz. Öğrenmemiz gereken çok şey var. Ne dersin, önce Max'in yanına uğrayıp her şeyi kontrol edelim mi? Yoksa direkt Dünya'ya mı açılalım?" diye soruyor.

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#4
Konuşmasından sonra Deith Ozæf'in yüz ifadesinde bir değişim olduğunu fark etmişti. Sanki söylediklerini iyice ölçüp biçiyor ve kararlarının doğruluğunu sorgularken Livei'nin söylediklerinin haklılık payını da hesaba katıyordu. Yüreğinde ufacık da olsa bir pişmanlık duygusu oluşturabildiyse bu genç kıza yeter de artardı bile. Ağzını tekrar açtığında elinden özür dilemekten başka gelen bir şey olmadığını söylemişti. Livei omuz silkti, özür dilemek için çok geçti artık. Kralın özründen sonra Bok araya girmiş ve Livei'nin sitemine kıyasla çok daha öfke dolu bir şekilde çıkışmıştı krala. Sevgili oldukları dönemde kralın halkına olan tutumuna dair anlattıklarını da hatırlıyor olmalıydı Bok. Gerçi çok ateşli bir geceden sonra anlattığı için unutmuş olması da mümkündü. Kral, Bok'un çıkışmasından sonra sinirlenmiş ve ona hadsiz olduğunu ifade eden şeyler söylemişti. Djuratlı birisi ne anlardı Gedhilfe siyasetinden? Ama bir Gedhilfeli anlardı. Bu esnada Friks lafa girmiş ve kralın tutumunun halkı nasıl sefalete sürüklediğinden, mafya ailelerinin bu açık kapatılamadığı için doğduğundan ve halkın çaresizliğinden, umutsuzluğundan bahsetmişti. Kral düşünüyordu. Kararlarını tekrar tekrar sorguluyordu. Livei sessizce o gözlerin arkasından ne düşünceler geçtiğini merak ediyordu.

Kral derin bir nefes aldıktan sonra söze girmiş ve onları öldürme niyeti olmadığını, onları "uyarmak" istediğini söylemişti. Kararlarını değiştirmeyecekti. Doğru olduğunu düşündüğü yol buydu. Herkes kendi inandığı şey uğruna yola devam edecekti ve kral da yaptıklarından geri adım atmayacaktı. Onlara şans dilemişti. İyi bir dilekti, ihtiyaçları olacaktı. Odaya sinen kısa süreli sessizlik dışarıdan gelen bir gürültü ile bozulmuştu. Tanıdık bir ses onların isimlerini haykırıyordu. Kral çıkabileceklerini söylediğinde sırtını döndü ve hiçbir şey söylemeden odadan ayrıldı. Daha fazla konuşulacak bir şey yoktu. Artık herkes vicdanıyla baş başaydı.

Kraliyet şatosunun önünde curcuna olmasını bekliyordu ancak beklenmedik bir şekilde sakindi. Dışarı çıktıkları anda karşılarında Mavi'yi bulmuşlardı. Hemen koşup sarılmışlardı. Herkesin sesinde bir endişe vardı. Mavi, patronu ve diğerlerini eski karargaha götürdüğünü açıklamıştı. En azından orada daha güvende olurlardı. Peki şimdi ne yapacaklardı? Livei sıkıntıyla iç çekti. Sigara içen birisi olmamasına rağmen şu anda canı çok fena tüttürmek istiyordu. Hep Friks yüzündendi bunlar. İyi örnek olmadığı gibi bir de kötü alışkanlıklar kazandırıyordu ona. Çocuklarına nasıl düzgün babalık yapacaktı bu adam be? Sonra bir an için gözünün önünde dizlerinin ve ellerinin üzerine çökmüş bir Friks ve sırtına binmiş iki çocuk görüntüsü geldi. Kıkırdamamak için kendisini zor tuttu.

Bok ona dönerek Dünya'ya açılmadan önce ikinci kıtaya gitmenin mantıklı olabileceğini söylemişti. O bölge hakkında pek bir şey bilmiyorlardı. Maxlerin de ne işler çevirdikleri belli değildi. Hiçbir plan olmadan Dünya'ya gitmektense ikinci kıtada hazırlık yapmak, bazı sorulara cevaplar bulmak daha iyi olabilirdi. "Haklısın. Açıkçası Max'e de ne kadar güvenebiliriz emin değilim. Her şey ve her bilgi kontrolümüz altında olmalı yoksa kaybedeceğiz. İkinci kıtaya gidip ne işler dönüyor öğrenelim." Sürekli güven problemi yaşayarak da bir yere varamazlardı ancak bir müttefiklerini daha kaybetmeyi göze alamazdılar.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#5
Bok cevabını onaylıyor ve "O halde hepiniz yanıma gelin, hadi." diyor ve dördünüz birbirinize temas ediyorsunuz. Vücudunuza basınç gelmeden önce Friks oluşan sessizliği tepkisiyle yok ediyor. "Çok saçma amına koyayım her şey." diyor. İçinde bulunduğunuz genel durumu düşününce hepiniz kıkırdıyorsunuz. Bok ise "Oğlum sus lan, odaklanmam lazım." diyor hafiften gülerek. Çok geçmeden, Bok'un güçlerini kullanarak göz açıp kapayıncaya kadar İkinci Kıta'nın kıyı bölgesine ışınlanıyorsunuz. Bu ani geçişle birlikte kendinizi kıyıdaki sakin ve huzurlu bir manzara içinde buluyorsunuz. Yumuşak kumsalda, güneşin altında, Prui'li yerli bir kız ve erkek oturuyor. Bu genç yerliler, ilk başta sen ve arkadaşlarının beklenmedik varlıklarından şaşırıyorlar. Ancak seni gördüklerinde, yüzlerinde şaşkınlık yerini bir gülümsemeye bırakıyor. Kız yerli gözlerinin içine bakıyor ve sana doğru yürüyüp elini uzatıyor. Sonra da oldukça aksanlı ve anlaşılması zor bir şekilde konuşmaya başlıyor. "Merhaba... Sizi görmüştüm. Max ile. Ben dilinizi öğreniyorum." Gülümsüyor ve elini sıktıktan sonra arkadaşının yanına dönüyor. Bu tatlı karşılaşmanın ardından kendinizi Max'in karargahına doğru gitmek için hazırlıyorsunuz.

Prui Kabilesinin köyünün hemen dışında bulunan trene doğru ilerliyorsunuz. Tren, dağların ardında gizlenmiş Max'in karargahına giden yolculuğun başlangıcı. Tren vagonlarına bindiğinizde, tontiş ve neşeli bir adam sizlere katılıyor. Adam, orta yaşlarda ve dilinizi iyi biliyor. Kendini tanıtıyor, "Merhaba, ben Lumo. Buranın yerlilerindenim ve sizinle tanışmak çok güzel!" diye gülümseyerek söylüyor. Lumo ile aranızda keyifli bir sohbet başlıyor. Lumo, Prui kabilesinin kültürü ve geleneklerini anlatıyor. "Ah, bizim kabileden bahsedeyim mi?" diye başlıyor. "Her yılın sonbaharında büyük bir dans festivali düzenleriz. Amaç ruhları eğlendirmek, ancak genellikle kendimizi eğlendiririz. Bir keresinde, kostümüm o kadar büyüktü ki, yanımda duran kişiye çarptım ve ikimiz de yere yuvarlandık! E göbek olunca tabii!" diye gülerken devam ediyor. "Ve yemeklerimiz! Tadını sevmezseniz anlarım, bazen oldukça... ilginç olabilirler. Bir keresinde bir yabancıya özel baharatlı böceğimizi ikram ettim. Yüz ifadesini görmeniz lazımdı! Kızıl saçlı abim, vereyim mi sana da?" Lumo'nun bu neşeli ve eğlenceli anlatımı sayesinde yolculuğunuz kahkahalarla geçiyor. Lumo'nun anlattıkları, Prui kabilesinin yaşam tarzına ve kültürüne dair renkli ve eğlenceli bir pencere açıyor. Tren, dağlık manzaralar arasında ilerlerken, pencereden dışarı bakıyorsun ve bu doğal güzellikler karşısında hayranlık duyuyorsun. Yaşadığın ülke fazla şehirleşmiş olduğu için böyle doğal güzelliklere ulaşımın pek de kolay olmuyor. Trenin hızla ilerlediği bu yolculuk, size Max'in karargahına varmadan önce kısa bir mola ve rahatlama fırsatı sunuyor.

Trenden çıkarken Friks Lumo'ya dönüyor ve "Tamam yapacağız onu ama! Bak haftaya geliyorum kaçmak yok ha!" diyor. Lumo ise "Gel abi gel, asıl sen kaçma!" diyor, ikisi de hayvan gibi gülüyorlar. Trenden iniyor ve Max'in karargahına doğru yürümeye başlıyorsunuz. Karargahın kapısında bir adamın sigara içtiğini görüyorsunuz. Adam sizi görünce sigarasını söndürüyor. Adam kendine güvenen bir tavırla size yaklaşıyor ve sıcak bir gülümsemeyle kendini tanıtıyor. "Merhaba, ben Paul. Paul Brown. Burada Max'in sağ kolu olarak çalışıyorum. Sizinle de tanışamamıştık." diyor. Uzun saçlı, sarışın, beyaz tenli bir adam. "Max şu anda burada değil, ama sizinle ilgilenebilirim. Ne arıyorsunuz?" diye ekliyor. Bok ise "Aslında biz kıtanın devamını gezmek istiyoruz. İkinci Kıta'nın Prui Kabilesi tarafını biliyoruz, ama devamını ve bu kıtayla ilgili detayları bilmiyoruz. Bu kıtada neyin nerede olduğunu öğrenirsek Dünya ile karşı karşıya geldiğimizde daha rahat hareket edebiliriz." diye cevap veriyor. Paul bunun üstüne "Helikopterlerimiz mevcut, ama tahmin ediyorum ki hiçbiriniz sürmeyi bilmiyorsunuz. İsterseniz sizinle gelebilirim." diyerek teklif sunuyor. Bok ise sana dönüyor ve onayını bekliyor. Kafanla onayladıktan sonra karargaha girip en üst kata doğru ilerlemeye başlıyorsunuz. En üst kata çıktığınızda helikopter pistini görüyorsunuz ve üstünde de kocaman, krom bir helikopter duruyor. Helikopter kelimesini ilk defa duymuş olsan da uçaklarla çok benzer olduğunu anlayabiliyorsun. Teker teker helikoptere biniyorsunuz ve çok geçmeden kalkışa geçiyorsunuz.

Helikopterden bakarken, öncelikle geniş ve etkileyici dağlık alanlar görüyorsunuz. Bu devasa dağlar, çeşitli renklerdeki ağaçlarla kaplı ve yer yer bulutların arasında kayboluyor. Dağların arasında, küçük dere yatakları ve şelaleler görülüyor, doğanın büyüleyici güzelliği karşısında hayranlık duyuyorsunuz. Uçuşunuz devam ederken, birkaç farklı topluluğun hafiften şehirleşmiş alanlarına tanık oluyorsunuz. Bu bölgeler, modern dünyadan izole edilmiş gibi görünse de, kendi içlerinde gelişmiş bir yapıya sahip. Paul ise arada bir gördüklerinizle ilgili şeyler söylüyor. "Prui kabilesi dışında burada yaşayan birkaç toplum daha var. Bu toplumlar Prui'ye nazaran çok daha gelişmişler. Aisi'ler aşağıda gördüğünüz şehirlerde yaşayan, belki de kıtada bulunan en gelişmiş halk. Görünüş olarak Gedhilfelilere benziyorlar ama yaşam tarzları çok daha farklı. Kendileriyle sürekli iletişimdeyiz. Yakın zamanda cumhuriyet sistemine geçtiler. Jitmii'ler birazdan göreceğiniz karlı düzlüklerde yaşayan bir topluluk. Nikakuu Jiirkkiin adında bir liderleri var, yaşlı bir adam. İnançlı, inançlarına fazlasıyla bağlı bir halk." Daha sonra, karlı bir alana geçiyorsunuz. Bu bölge, çoğunlukla düzlükten oluşuyor ve çeşitli mağaralarla dolu. Karın beyaz örtüsü altında, bu mağaraların gizemli dünyaları saklanıyor gibi duruyor. Helikopter, bu etkileyici manzaralar üzerinde süzülürken, siz de bu yeni ve keşfedilmemiş dünyanın büyüsüne kapılıyorsunuz. Paul, mağaraların üstünden geçerken tekrar konuşmaya başlıyor. "Bu mağaralar bu kıtanın güç kaynağı gibi bir şey. Sizin kıtanızda nasıl element güçleri varsa ve bunu madenlerinizden bulduysanız bu kıtada da farklı bir güç mevcut. Bu kıtanın gücü doğa ile bağlantılı. Kimse güçlerini deney yoluyla elde etmedi, bu kıtada belli bir süre zaman geçirdikten sonra bu güçlere sahip oldular. Bu kıtada yaşayan herkes potansiyel olarak gücünü keşfedebilir ve geliştirebilir. Nasıl bir güç derseniz..." Paul, kar yağışı iyice arttığı için helikopteri yavaş yavaş indiriyor ve indirirken "İsterseniz mağaralardan birine girip görebiliriz." diyor. Herkes sana dönüyor, artık karar mercii sensin gibi görünüyor.

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#6
"O kadar haklısın ki." dedi Friks'in yorumuna kıkır kıkır gülerken. Gerçekten de her şey çok saçmaydı. Bok odağını kaybetmiş olsa da gülmeyi başarmıştı. Snapshot olayından sonra hiç oturup üzerine sohbet etme şansları olmamıştı ve onun şu anda nasıl karmaşık duygular içerisinde olduğunu tahmin bile edemiyordu. Herkesin omuzlarına ciddi bir yük binmişti ve birbirlerine iç dünyalarını soracak enerjileri kalmamıştı.

Gözlerini açıp kapattığında ikinci kıtadaydı. Kıyı tarafına ışınlanmışlardı. Kumsal, deniz, deniz kokusu, kuş ve dalga sesleri... Çok güzeldi. Huzurlu, sakin... Ona Gedhilfe'de Meinsu ile birlikte sahile gittikleri günü hatırlatmıştı. Meinsu... Dünya'ya kaybettiği değerli yoldaşlarından bir diğeri... Sahilde Pruili olduklarını tahmin ettiği bir kadın ve erkek oturuyordu. Kadın olanı gülümseyerek onlara yaklaşmış ve kendi dillerinde konuşarak selamlamıştı. Onların dilini öğreniyor olduğundan bahsetmişti. Oldukça etkileyiciydi zira bir dil öğrenmenin ne kadar zorlu ve uzun bir yol olduğunu biliyordu. Kızın elini sıktı ve onu sıcak bir şekilde selamladı. Sahilden ayrıldıktan sonra köyün biraz dışındaki tren istasyonuna doğru ilerlediler. Trene binerek Max'in karargahına gideceklerdi. Sahi... Livei'nin telefon adında bir cihazı vardı, Max'e onunla da ulaşabilirdi.

Trende adının Lumo olduğunu öğrendikleri orta yaşlı bir adamla tanıştılar. Adam dillerini oldukça iyi konuşuyordu. Ne zaman ve nasıl öğrendiğini merak etmişti Livei. Sanki onlarla birlikte yaşamış veya vakit geçirmiş gibi konuşuyordu. Yöresel söylemlerden bile haberi vardı. Friks'in kanı her zamanki gibi kaynamıştı hemen adama. Lumo onlara gelenek ve göreneklerinden anlatmaya başlamıştı. Eğlenceli festivallerinden, inançlarından, gelenek ve göreneklerinden bahsetmişti. Livei'ye en iğrenç gelen kısmı böcek yemeleriydi. Böcek... nasıl lezzetli olabilirdi ki? Bir insan neden böcek yerdi? Düşüncesi bile midesini bulandırıyordu. Tren dağların arasından geçerken başını cama çevirdi. Burası çok güzel bir bölgeydi. Tam olarak el değmemiş, bakir topraklardı. Şehirleşmenin ve modern hayatın tuzağına düşmemişti. Havası bile farklı kokuyordu. Çok güzeldi. Kısa bir zaman sonra Dünyalılar tarafından işgal edilecek olması ne üzücüydü. Burayı da muhtemelen bir cehenneme çevireceklerdi. Livei derin bir iç çekti. Yine moralini bozmanın bir yolunu bulmuştu.

Kısa bir yolculuk sonrası karargaha varmışlardı ancak Max yoktu. Karargahın önünde uzun sarı saçları olan bir adam sigara tüttürüyordu. Adının Paul olduğunu öğrendikleri bu adam Max'in sağ kolu olduğunu iddia etmişti. "Memnun oldum, ben Livei." diye kısaca kendini tanıttı adama. Paul onları helikopter ile gezdirebileceğini söylediğinde bu fikri cazip buldu. Karargahın en üst katına çıkıp helikopter denen bu uçak benzeri alete bindiler. Bir uçağa göre daha küçük ve pervaneliydi. Oldukça fazla ses çıkarıyordu. Tüm kıtaya tepeden bakıyor olmak nefes kesiciydi. Daha önce hiç böyle bir deneyim yaşamamıştı. Dağlar, ağaçlar, dereler, şelaleler... Her şey kartpostallardan fırlamışçasına güzeldi. Üstelik bunca doğal güzelliğe hiç dokunulmadan kurulmuş küçük şehirler de mevcuttu. O esnada Paul onlara burada yaşayan diğer halklardan bahsetmişti. Sadece Prui değil, Aisi ve Jitmii isimlerinde başka topluluklar da yaşıyordu burada. Aisilerin görünüş olarak Gedhilfelilere benzediğini söylemişti Paul. Yani kızıl saçlı olmalıydılar, değil mi? Bunu öğrenmek ilginçti.

Helikopter mağaraların bol olduğu karlı bir bölgeye doğru ilerlemeye başlamıştı. Bembeyaz kar örtüsü muazzam güzellikteydi. Paul bu kıtadaki insanların da güçleri olduğundan bahsediyordu onlara bu esnada. Onlar gibi deney yoluyla elde edilmiş element güçleri olmasa da doğadan elde ettikleri başka türlü güçlere sahiptiler. Livei bunun ne olduğunu çok merak etmişti. Mağaraların güç kaynakları olduğundan bahsetmişti Paul. Eğer isterlerse mağaralara girip görebilirlerdi. "Tehlikeli olmayacaksa görmeyi çok isterim." dedi Livei hevesle. Bu kıtaya dair öğrenmesi gereken çok şey vardı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#7
Helikopter, karla kaplı, mağaralarla dolu bu gizemli bölgeye yavaşça iniş yapıyor. Karın beyaz örtüsü altında, bu mağaraların sırlarını saklamış gibi duran bu yer, sizi adeta büyülüyor. İnişiniz tamamlandığında, hep birlikte helikopterden inip, bu gizemli mağaralardan birine doğru ilerliyorsunuz. İçeri girdiğinizde, sizi büyüleyici bir manzara karşılıyor: Mağaranın duvarlarından parıldayan, ışık yayan bir maden. Bu maden, mağaranın içini aydınlatıyor ve etrafınıza mistik bir hava katıyor. Mağaranın derinliklerine doğru ilerlerken, bu parlayan madenin etrafında çeşitli renklerde ışıklar oynuyor. Bu madenin ne olduğu, nasıl bir güce sahip olduğu merak uyandırıcı. Paul, bu madenin kıtanın güç kaynağı olduğunu ve burada yaşayan halkların bu güçten nasıl yararlandıklarını anlatıyor. "Bu maden, kıtamızın doğal gücünün bir simgesi. Burada yaşayan insanlar, doğayı her türlü şekilde kullanabilirler. Bu güç, atom enerjisine dayanmıyor; tamamen doğal ve kıtaya özgü bir enerji. İnsanlar burada kaldıkça, doğayla daha derin bir bağ kuruyor ve bu gücü keşfediyorlar. Bu güç, doğayla uyum içinde olduğu için, kıtamızda büyük afetler olmuyor. Doğanın dengesi korunuyor ve bu sayede halkımız huzurlu ve güvende yaşıyor." Paul, mağaranın içindeki parlayan madenlerin nasıl oluştuğunu ve sadece İkinci Kıta'da bulunmasının sebebini anlatıyor. "Bu madenler, İkinci Kıta'nın kendine özgü doğal yapısından kaynaklanıyor. Yıllar önce, bu kıta büyük doğal olaylar yaşadı; volkanik patlamalar, yer hareketleri gibi. Bu olaylar, yer altındaki elementlerin birleşerek bu özel madenleri oluşturmasına yol açtı. İşte bu madenler, kıtanın doğal gücünün kaynağı. Burada yaşayan halklar, bu gücü doğayla uyumlu bir şekilde kullanıyorlar. Bu nedenle de kıtada doğal afetler nadiren görülüyor. Doğa ve insanlar arasındaki bu uyum, her ikisinin de korunmasını ve gelişimini sağlıyor." Bok'a dönüyor ve "İşin en garip tarafı da bu güçlerin ortaya çıkmasının Dünya ile hiçbir alakası olmaması. Yazdıkları kodun bir parçası değildi, en azından öyle sanıyorlardı. Aynı şey Birinci Kıta için de geçerli. Üçüncü Kıta için de..." Kısa bir sessizlik oluyor ve hemen ardından Paul Livei'ye dönüyor ve "O halde sizi Aisi'lerin yanına götüreyim, orada da Pakt dilini öğrettiğimiz bir okul var. Oraya gidebiliriz, hem de onlarla ilgili biraz bilgi edinmiş olursunuz." diyor. Amacınız da bir bakıma bu olduğu için Paul'un teklifini kabul ediyorsunuz.

Helikoptere geri dönüyor ve Aisi'lerin bölgesine doğru hızla ilerliyorsunuz. Yolculuk sırasında, göz alıcı manzaraların üzerinden geçiyorsunuz. Çok geçmeden bir helikopter pistine iniş yapıyorsunuz ve yürümeye başlıyorsunuz. Aisi'lerin yaşadığı bölge, Gedhilfe'ye benzer yapılarla dolu ancak biraz daha geleneksel bir havası var. Sokaklar temiz ve düzenli, evlerin çoğu tahtadan yapılmış ve renkli boyalarla süslenmiş. Yürüyüşünüz sırasında, çeşitli dükkanlar, kafeler ve küçük parklar göze çarpıyor. İnsanlar sıcak ve dostça, birbirlerine selam veriyor ve günlük işlerine devam ediyor. Yürüyüşünüz, Aisi'lerin okuluna varmanızla son buluyor. Okul, geniş bir bahçe içinde yer alıyor ve binası Gedhilfe'nin mimarisine benziyor, ancak çatıları ve kapıları geleneksel Aisi motifleriyle süslenmiş. Okula girer girmez, farklı üniformalar giyen gençlerle karşılaşıyorsunuz. Üniformaları Gedhilfe'ye göre daha geleneksel bir tarza sahip. Öğrenciler, çeşitli dersler için gruplar halinde dolaşıyor ve okulun hareketli atmosferi içinde birçok etkinliğe katılıyorlar. Bu okul, Aisi gençlerinin eğitim aldığı ve Pakt dilini öğrendiği bir yer olarak hizmet ediyor, bu yüzden burada birçok genç farklı dillerde konuşuyor ve öğrenimlerine devam ediyor. Okulun bahçesinde bir süre dolaştıktan sonra, Paul sizi bir sınıfa götürüyor ve orada Aisi gençlerinin Pakt dilinde ders aldıklarını gösteriyor. Sınıfta, gençler ciddi bir şekilde dillerini ve kültürlerini öğrenirken, siz de bu kültürel etkileşimi izliyorsunuz. Paul, içlerinden bir kızı çağırıyor ve kız sizin yanınıza geliyor. Kız sizin farklı saç renklerinizi ve yüz hatlarınızı görünce hemen oralı olmadığınızı anlıyor ve "Merhaba, ben Khaise. Aisi Cumhuriyeti'ne hoş geldiniz." diyor. Paul ise "Khaise, ben küçük bir işi halledip geleceğim, o sırada bu üç arkadaşımızla tanışıp onlara tur rehberi olur musun?" diye soruyor. Khaise başıyla onaylıyor ve "Seve seve Paul bey. Lütfen benimle gelin." diyor. Bunun üstüne Paul size dönüyor ve "Sizinle bir saat içinde buluşalım, olur mu?" diyor ve yanınızdan ayrılıyor. Khaise ile birlikte binanın dışına çıkıyor ve yürümeye başlıyorsunuz. Khaise ilk olarak "Sizi tanımak isterim, neler yapmaktan hoşlanırsınız? Bana burası ile ilgili sormak istediğiniz bir şey var mı?" diye soruyor.

Khaise
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#8
Karlı bölgeye iniş yaptıklarında Paul onlara kıtanın güçleri ile ilgili daha fazla bilgi vermeye başlamıştı. Gücün atom enerjisine değil, kıtanın doğal kaynaklarına dayandığını söylemişti. Onlarınkinden çok daha farklı olan bu güç doğayla iç içeydi. Kıtada doğal felaketler olmasını da önlüyordu. "Üzerimize gelmekte olan felaketi de önleyebilir mi?" diye mırıldandı Livei sarkastik bir şekilde. Kıtada yaşamını sürdüren herkes bu güçlere sahip olabiliyordu. Güç, burada vakit geçirdikçe içlerinde uyanıyordu. Üstelik bu kodun bir parçası değil demişti Paul. Gezegeni oluştururken planladıkları bir şey değildi. Bu durumun her üç kıta için de geçerli olduğundan bahsetmişti. Demek ki kendi elde ettikleri güçler de Dünya'nın beklediği bir sonuç değildi. Bu deneye ve deneklere bu kadar önem vermelerinin sebeplerinden birisi de bu olsa gerekti. Üçüncü kıtadan bahsedilmesi Livei'nin tüylerini diken diken etmişti aniden. Onların da mı özel güçleri vardı? O kıtaya dair bildiği tek şey Bok'un halkının oralı olduğuydu. Bok bir şeyler biliyordu ancak bunu ona hiç anlatmamıştı.

Paul konuyu değiştirip onları Aisi halkının yanına götürmek istediğini söylemişti. Pakt dili öğrettikleri bir dil okulu olduğunu belirtmişti. Onlarla tanışmak çok mantıklı bir hareket olurdu. Helikoptere geri dönmüşler ve yerleşkeye doğru yol almaya başlamışlardı. Yine tadına doyum olmayan benzersiz manzaraların önünden geçiyorlardı. Livei bir süre manzarayı izledikten sonra önce Bok'a, sonra da helikopteri kullanmakta olan Paul'a döndü ve herkesin duyabileceği bir ses tonuyla sessizliği bozdu. "Üçüncü kıtaya ne oldu?" Bu artık öğrenmek istediği bir gerçekti. Orada her ne yaşandıysa iyi şeyler olmamıştı. İnsanları göç etmişti. Ne olduğunu öğrenmeye hakkı vardı.

Kısa bir yolculuğun ardından helikopter pistine iniş yapmışlardı. Bu bölge garip bir şekilde Gedhilfe'yi fazlasıyla andırıyordu. Hem mimariler, hem de insanların kılık kıyafetleri ve tipleri Gedhilfe ile oldukça benzerdi. Onlara ait süslemeler ve motifler olmasa burayı Gedhilfe'nin bir köyü zannedebilirdi. İnsanlar her şeyden habersiz günlük işlerine odaklanıyordu. Herkes birbirini tanıyor gibi dostaneydi. Gerçek olamayacak kadar dostaneydi hem de. Livei bu durumdan fazla hoşlanmamıştı. Kaosa alışkın olduğu bir dünyada bu kadar barışçıl yaşayabilmeleri ona normal gelmiyordu. Kısa bir yürüyüş sonunda Aisilerin okuluna varmışlardı. Geleneksel üniformaları olan öğrenciler dolanıyordu etrafta. Kulağına birden fazla dil çarpıyordu ancak çeviri aleti sayesinde onları ayırt edebilmesi pek mümkün olmuyordu. Paul onları okulun içerisine sokmuş ve bir dersliğe çıkartmıştı. Orada turuncu saçları olan genç bir kızı yanlarına çağırmıştı. Kız adının Khaise olduğunu söyleyerek onları selamlamıştı. "Memnun oldum, ben de Livei." dedi genç kız gülümseyerek. Khaise'nin güneş gibi parlak bir gülümsemesi ve iki tane kocaman kişiliği vardı. Aisi kadınlarının hepsinin memiktolar bu kadar tombikto muydu merak etmişti. Onları ellemek için büyük bir güdü duysa da medeni yönüne kulak asarak kendini durdurdu.

Paul bir işi olduğunu söyleyerek onları Khaise ile bırakmıştı. Bir saat içerisinde geri döneceğini söylemişti ancak Livei bundan pek emin değildi. O bir saat içinde birkaç delilik olacağına bahse girebilirdi. Khaise onları dışarıya davet ederek bir soruları olup olmadığını sormuştu. Onlara ne yapmaktan hoşlandıklarını sormuştu. Sahi, Livei ne yapmaktan hoşlanırdı? Çok uzun zamandır bir şeyi "hoşlandığı" için yapmamıştı. Hayatta kalma içgüdüleri onu sürekli uyanık tutuyordu ve devamlı bilgi toplama ve strateji kurma halindeydi. Ama eskiden sırf hoşlandığı için yaptığı şeyler vardı, buna emindi. "Kıtanıza bayıldım. Doğal güzelliği nefes kesici gerçekten. Umarım hep böyle el değmemiş ve güzel kalır. Bizim kıtamıza ya da ülkemiz Gedhilfe'ye hiç uğramış mıydınız? Mimarilerimiz epey benziyor, gördüğümde oldukça şaşırdım." dedi Livei şaşkınlığını yansıttığı ses tonuyla. "Aslında sizin hakkınızda yeterli bilgiye sahip olmamayı utanç verici buluyorum. Bunca yıl aynı gezegende yaşamışız ve birbirimizden haberimiz yokmuş. Sizi, halkınızı, yaşam tarzınızı, kültürünüzü oldukça merak ediyorum. Paul Bey bize mağaralarınızı gösterdi. Doğayla iç içe olan güçleriniz varmış diye duydum, nasıl bir şey olduğunu merak ediyorum doğrusu." Paul'un anlattığı şeyleri anlamamıştı ve bu gücün ne olduğunu kendi gözleriyle görmek istiyordu. Dünya'yı yenmelerinde kilit öneme sahip olabilirdi bu bilgi.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#9
"Dünya'nın ilk başarısız denemesiydi." Paul, gözlerini yere çeviriyor. "Üçüncü Kıta diyoruz, ama biraz ironik çünkü ilk oluşturulan kıta Üçüncü Kıta idi. İlk kod aksiliklerinin oluştuğu kıta da Üçüncü Kıta'ydı. Başta her şey güzel gidiyordu, insanlar yeni topluluklar kuruyordu, az da olsa savaş vardı, bu savaşlar kısa süren, genellikle toprak kazanmak için değil, insan kaçakçılığı gibi ciddi meseleler yüzünden çıkan savaşlardı. Gerçek Dünya'da maalesef en azından bilinen tarih içerisinde işler böyle olmamıştı. O yüzden bu kıtadaki gelişmeler Dünyalılar için de oldukça ümit vericiydi. Her şey iyi gidiyordu, fakat insanlar bir süre sonra oldukça gelişti ve madencilik yapmaya başladılar. Dünyalılar, Ingenium gezegenini kendi gezegenleriyle tam olarak aynı olacak şekilde kodladıklarını sanıyorlardı. Tek fark coğrafya idi. Fakat çeşitli hesaplama hataları sonucu Dünyada asla var olmamış şeylerin Ingenium'da var olduğunu keşfettiler. Kıtada yaşayanlar, madencilik sırasında buldukları çeşitli madenlerden özel güçler kazandılar. Bu güçler daha fazla savaş doğurdu, insanlar toprak kavgası yapmaya başladılar ve başından beri amaçlanan o ideal dünya bir anda kayıplara karıştı. Dünya gezegenindekiler önce gezegenin yapısıyla oynamak istediler, ama zaman kaybetmek istemediler ve çok daha kötü bir karar verdiler. Kıtayı doğal afetlere ve ölümcül hastalıklara boğdular. Kıtada yaşayan tek bir insan kalmayana kadar uğraştılar. Sonra da ikinci bir kıta oluşturdular. Bu kıta da şu an üstünde olduğumuz kıta. Burada amaçlarına uğramayınca daha fazla iş gücü harcamak istemediler ve üçüncü bir kıta oluşturdular. O da sizin kıtanız."

Şimdi

Khaise ilk sorunu duyunca heyecanlanıyor ve cevap veriyor. "Sizin kıtanızı ziyaret etmeyi çok istiyorum! Bizden çok daha gelişmiş bir seviyede olduğunu duydum. Hareketli resimleri gösteren bir teknolojik aletiniz varmış, çok heyecan verici! Maalesef henüz sizi ziyaret etmemiz yasak, ama bir gün belki gemi yoluyla sizi ziyaret etmem mümkün olabilir. Bana Gedhilfe'yi gezdirir misin?" diye soruyor, Gedhilfe'nin ne kadar büyük bir ülke olduğunu ve tamamını gezmenin günler süreceğini bilmeyen masum Khaise. Sonraki sorularına karşılık olarak gülümsüyor ve öncelikle halkını anlatmaya başlıyor. "Bizler yüzyıllar boyunca bu topraklarda yaşadık, önceliğimiz çiftçilik ve hayvancılık. Madenler de çok fazla olduğu için geçimini madencilik ve kuyumculuk ile kazanan çok fazla insan da var. Kültür sayılır mı emin değilim ama çocukluğumdan beri Rha'oir adlı tanrıya inandım. Her ne kadar inancımıza göre başka gezegenlerin olması ve evren gerçeği çok zıt olsa da hala inanan insanlar var. Doğduğundan beri inandığın tanrıyı bırakmak zor tabii. Gerçi ben artık inanmıyorum, sanırım..." Biraz hüzünlendiğini görüyorsun, hemen ardından da acı tatlı bir gülümsemeyle yerden bir toprak parçası alıyor. Toprak parçasını size doğru tutuyor ve "Gücümüzü şöyle özetleyebilirim." dedikten sonra toprağa odaklanmanızı rica ediyor. Toprak parçası yavaş yavaş titremeye başlıyor ve bir anda filizlenip çiçekleniyor. Gittikçe büyüyor ve bir sürü farklı renkte çiçek oluşuyor. "Bu sadece küçük bir kısmı." diyerek potansiyelinin ne kadar yüksek olduğunu belli ediyor Khaise. Kendisiyle bir süre daha geziyorsunuz ve en son Khaise sizi bir otelin kapısına götürüyor. "İsterseniz burada dinlenebilirsiniz, resepsiyondaki görevliyi tanıyorum. Siz biraz dinlendikten sonra tekrar gelir ve sizi alırım. Ne dersiniz?" diye soruyor. Bok, sana, Friks'e ve Mavi'ye dönüp "Aslında kısa bir ara vermemiz hepimizin yararına olur. Bir iki saatlik ara verelim bence." diyor. Diğerleri de ona katılınca sen de plana ayak uyduruyorsun.

Khaise sizin için otel odasını ayarladıktan sonra hepiniz odaya ilerliyorsunuz. İki tane oda var, sen Friks ile kalıyorsun, Bok da Mavi ile kalıyor. Odaya girdiğiniz anda konforlu yatağı görüyorsunuz ve Friks hemen yatağa zıplıyor. Yatağın üstünde birkaç kere zıpladıktan sonra kendini yatağa atıyor ve sana dönüp "Pek zamanı değil, biliyorum ama..." diyor ve ne istediğini belli ediyor. Sen de yavaş yavaş yatağa doğru ilerliyorsun ama çok geçmeden koridordan gelen bağırma sesleri duyuyorsunuz. Bunun üstüne hemen harekete geçiyorsunuz ve ayağa kalkıp odadan çıkıyorsunuz. Koridora vardığınız anda yüzünde gaz maskesi olan bir adam görüyorsunuz. Adam, resepsiyonda bulunan adamı bayıltmış, Bok ve Mavi de adamın tam karşısında duruyor. Adamın Dünyalı olduğu kesin, ama bu kıtada daha önce hiç karşılaşmadığınız için şaşırıyorsunuz. Adam size odaklanmışken Bok arkasından yaklaşıyor ve adamı boynundan tutup yere savuruyor. Sonra iki tarafa da bakıyor ve "Bir de bunu deneyelim bakalım." diyor. Bir anda ikisinin de vücudu basınçtan titremeye başlıyor ve yok oluyorlar. Friks önceden bulundukları yere doğru koşuyor ve "Hassiktir, Bok kendisiyle birlikte adamı ışınladı. Nereye ışınladı?" diye soruyor. Mavi ise "Bu kıtanın dışına ışınlamış olabilir, hemen olanları Khaise'ye haber vermeliyiz." diyor. Friks de başıyla onaylıyor ve önden koşmaya başlıyor. Hemen arkasından da Mavi ilerliyor. Sen de ikilinin arkasından ilerliyorsun. Oldukça uzun bir koridor. Mavi bir anda elini cebine uzatıyor ve "Bekle, Livei." diyor. Hemen ardından cebinden bir silah çıkarıyor, Dünya yapımı bir silah. Silahı Friks'e doğrultuyor ve ateş ediyor. Bir, iki, üç, dört, beş. Friks yere düşüyor, vücudundan kanlar akmaya başlıyor.





Bir anlığına her şey durmuş gibi hissediyorsun. Mavi'nin sana döndüğünü görüyorsun ama bu sanki bir saniyede değil de bir saatte yaşanıyormuş gibi geliyor. Mavi sana dönük bir şekilde gülümsüyor ve bir elini yukarı doğru kaldırıyor. Giydiği uzun kollu kazağın kolu aşağı düşüyor ve kolundaki saati ortaya çıkarıyor. "Keşke böyle olması gerekmeseydi." diyor ve yok oluyor. Uzağa bakıyorsun. Friks, yerde yatıyor. Kan revan içinde. Ona doğru koşuyorsun ama koştuğunu hissetmiyorsun bile. Aslında şu an hiçbir şey hissetmiyorsun. Her şey karanlık ve uzak. Hala yaşadığın şeyi idrak edebilmiş değilsin, belki de uzun bir süre idrak edemeyeceksin. Friks'in hareket etmeyen bedenine bakıyorsun, her şeyi düzeltmenin bir yolu olmalı. Başka şansın yok, her şeyi düzeltmelisin.

► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz - Ana Kurgu] Bir Çift Kral

#10
Khaise gerçekten çok tatlıydı. Gedhilfe'den bahsedildiğinde gözleri ışıldamıştı adeta. "Tabi ki gezdiririm! Arabayla gezeriz hem de. Eminim çok seversin." dedi kıza tatlı tatlı gülümseyerek. Gedhilfe'nin ne kadar büyük bir ülke olduğunu görünce gözleri yuvalarından fırlayacaktı. Khaise daha sonra onlara kendilerinden bahsetmeye başlamıştı. Geçim kaynaklarından, inançlarından, kültürlerinden. İnandıkları bir tanrı olduğundan bahsetmişti ancak artık ona malum sebeplerden ötürü inanmıyordu. Livei bunu çok derinden hissetti çünkü o da Frum ve Ser saçmalığına olan inancını uzun süre önce kaybetmişti. Üstelik ne kadar da sıkı bir şekilde dindardı eskiden... Khaise yerden bir toprak parçası alarak onu filizlendirmiş ve çiçeklendirmişti. Bu da onların gücünün bir parçasıydı. Epey güçlü ve etkili bir güce benziyordu. Hatta onların element güçlerinden daha bile etkileyiciydi çünkü sınırları ne ile çizilebilirdi emin değildi. Deprem oluşturabilirler miydi? Tsunami? Volkan patlaması? Bilemiyordu.

Kısa bir gezintinin ardından kız onları küçük bir otelin önüne getirmişti. Burada kısa bir mola vermeye karar verdiler. İki oda ayarlanmıştı. Birinde Mavi ve Bok, diğerinde Friks ve kendisi kalacaktı. Oda fazla büyük değildi, yatak anca sığmıştı ancak oldukça yumuşak görünüyordu. Friks içeri girer girmez çocuk gibi yatağa zıplamıştı. Sonra da ona reddedemeyeceği bir teklifte bulunmuştu. Livei kanın yanaklarına sıçradığını hissederek utangaç bir şekilde gülümsedi. Tam ona doğru yürüyordu ki koridordan gelen çığlık sesiyle yerinden zıpladı. Can't have shit in Ingenium.

Koridora doğru adeta uçtular ve gördükleri manzara karşısında donakaldılar. Yüzünde gaz maskesi olan Dünyalı olduğu belli bir adam resepsiyonisti bayıltmıştı. Bok ve Mavi de adamın karşısındaydılar. Bok adama arkadan saldırmış ve onlardan uzaklaştırmak adına olsa gerek ikisini de başka bir yere ışınlamıştı. Her şey çok hızlı bir şekilde olup bitmişti. Friks, Mavi'ye doğru koşarak nereye gittiklerini sormuştu. Mavi kıta dışına ışınlanmış olabileceklerini söylemişti. Khaise'ye haber vermeleri gerektiğini söylemişti. Friks önden, Mavi arkasından, Livei de en arkada olmak üzere hızla çıkışa doğru koşmaya başladılar.

İnsan herhalde bir tek en yakınına, dostum dediği insana sırtını böyle kolay dönebilirdi.

Livei, Mavi'nin sesi duymuştu. Beklemesi gerektiğini söyleyen sesini. Durdu. Mavi ne derse yapardı çünkü. Güveniyordu ona. Bu hayatta en çok güvendiği birkaç kişiden birisiydi. Güven kolay kazanılan bir şey de değildi üstelik. Ucuz bir ödül değildi. Livei, Mavi'nin cebinden çıkardığı nesneye kaydırdı gözlerini. Bir silah. Dünyalı silahı. Sonra Mavi'nin Friks'e bu silahı doğrulttuğunu ve tetiğine bastığını izledi.

Bir
İki
Üç
Dört
Beş

Beş kurşun. Friks'in vücuduna giren beş kurşun. Friks kanlar içinde yere yığılırken Mavi kendisine dönmüştü. Gülümsüyordu. Kardeşim dediği adamı öldürmüştü ve gülümsüyordu. Kolunu kaldırdı. Saati vardı. Dünyalı saati. Sonra yok oldu.

Livei çok yüksek sesli bir çığlık duydu. Sanki birisi ciğerleri dışarı çıkarcasına bağırıyordu. Sonra bu sesin kendisine ait olduğunu fark etti. Titreyen bacakları ile Friks'e doğru koşuyordu. Friks yerde kanlar içinde yatıyordu. Bedeni hareket etmiyordu. "NEDEN NEDEN NEDEN NEDEN NEDEN NEDEN NEDEN" Ciğerine oksijen alamadığı için zorlukla nefes alabiliyordu. Kendini Friks'in üzerine attı. "UYAN SEVGİLİM AÇ GÖZLERİNİ HADİ UYAN" Titreyen elleriyle adamın yaralarına bastırıp akan kanı durdurmaya çalıştı çaresizce. "NEDEN BÖYLE OLUYOR NEDEN NEDEN NE İSTİYORSUNUZ BİZDEN YETER ARTIK YETER YETER YETER" Şoka girmişti. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ölmüş müydü çoktan yoksa onu hayatta tutmak için bir şansı var mıydı? Ne yapabilirdi? "BOK! KHAISE! PAUL! YARDIM EDİN BİRİSİ YARDIM ETSİN NOLUR YARDIM EDİN" Ciğerindeki son kuvvetle çığlık atarak yardım istedi. "BİRİSİ YARDIM ETSİN! FRIKS UYAN LÜTFEN FRIKS!" Hala çalışan son beyin hücresi ile Friks'in tişörtünü yukarı doğru sıyırıp yara izlerini inceledi. Kan akışını durdurması gerekiyordu. Hızla kendi üzerindeki gömleği çıkarıp eliyle parçalara ayırdı ve Friks'in yaralarının üzerine sararak bastırmaya başladı.

Neden olmuştu bu? Neden yaşanmıştı? Doğru cevabı bulmaya çalışıyordu ancak asla anlam veremiyordu olanlara. Onlar en iyi arkadaş değiller miydi? Mavi'ye canları pahasına güvenirlerdi. Neden ihanet etmişti? Her türlü haklarını gasp eden Dünyalılar için değer miydi gerçekten? Dünya onu kaçırdığında mı değişmişti? Deney mi olmuştu? Beyni mi yıkanmıştı? Neden? Neden? Neden? Neden? Neden? Neden?

NEDEN?
Image
► Show Spoiler

Return to “Trablo Meydanı”

cron