Kendini evin kapısından içeri attığında daha önce hiç hissetmediği kadar yorgun hissettiğini fark etti Livei. Bacakları onu taşımıyordu adeta. Yalnızca bir gün içerisinde, bir asırlık olay yaşamıştı. Kraliyet şatosundan ayrıldıktan sonra Madam'ın yanına gidecek kadar bile enerjisi yoktu. Dhæcho'dan aldığı kitapları yatak odasındaki çalışma masasının üzerine bıraktıktan sonra kendini yatağa yüzükoyun fırlattı. Kütüphaneye gittiği andan itibaren yaşadığı her sahne zihninde tekrar tekrar oynayıp duruyordu. Hwulwo'yu yeniden görmüştü. Bunu düşünmek bile sırtından bir ürperti geçmesine sebep oluyordu. Kralın söylediği her cümle, Dyoch, Dhæcho, Deinzei olayları... Cebine sıkıştırdığı kağıt aklına geldi aniden. Kendini yatakta sırtüstü pozisyona getirdikten sonra buruşmuş kağıdı yeniden ellerinin arasına aldı ve havaya kaldırdı.
"Seldshuts Sokağı, Yarın, akşam 11:00. Mavi bandana."
Her bir kelimeyi, hatta her bir harfi tekrar tekrar okuyordu. Gitmeli miydi? Bu olayın peşini böylece bırakırsa hayatı boyunca bir tatminsizlik duygusu ile yaşayacağını düşünüyordu. Bu insanlar terör eylemleri gerçekleştiriyor olabilirlerdi, evet, ve Livei de buna kesinlikle karşıydı ancak tüm bunların altında yatan başka bir motivasyon olduğunu hissediyordu. 57 Gedhilfe vatandaşı hayatını kaybetmişti. Düşününce P.Ö. 973'lü yıllardan beridir yok sayılan ve görmezden gelinen bir öfkenin sonucuydu tüm bu eylemler. Katledilen Deinzeililer vardı. Kimse onları bilmiyordu, tanımıyordu. Kral tüm bu terör eylemleri yüzünden onlara kişisel bir nefret besliyor olabilirdi ancak söylediği her şey fazlasıyla bencil değil miydi? Onlar fazla bir şey istemiyorlardı. Haklarını istiyorlardı. Fark edilmek istiyorlardı. Böylece yok olup gitmek istemiyorlardı. Haksızlığa uğrayan taraf gerçekten kimdi? Kim doğruydu? Kim yanlıştı? Doğru neydi? Yanlış neydi?
"Yani anlayacağın artık amacım, amacımız onları kucaklamak değil, bitirmek. Bu sebepten ötürü acılarının dinmesi veya saldırganlıklarının bitmesi gibi amaçlarla uzlaşmaya gitmeyi düşünmüyorum artık."
Livei içine çöken huzursuzluktan kaçmak istercesine doğruldu yattığı yerden. Ailesinin ona bugüne değin vermiş olduğu ve aşılamış olduğu tüm ahlaki değerleri düşündü. Onlara karşı gelen bir şey yapmıyordu. Kendini kötü hissetmesine gerek yoktu. Doğru olduğuna inandığı yoldan ilerleyecekti. Sonuçta bu onun hayatıydı. Nasıl sonlandıracağına o karar verecekti. Biliyordu ki öncesinde olayların içine bilerek karışmadığı için affedilmiş olsa da bundan sonrasında gerçekleştireceği eylemleri kendi rızası ile yapıyor olacaktı ve affedilmesi mümkün olmayacaktı. Kralın karşısında bir sonraki getirilişinde suçlu bulunacaktı. Bu yazan adrese, belirtilen saatte giderek hayatının yönünü ve akışını tamamen değiştirecekti. Livei'nin önünde iki seçenek vardı. Ya her şeyi rafa kaldıracaktı ve krala olan sadakatini sürdürecekti ya da bu terör örgütünün içine karışıp onlardan biri olacaktı. Hiçbir seçeneğinden geri dönemezdi. Birinciyi seçerse huzurlu hayatına devam ederdi ancak öğrendiği ve şahit olduğu şeylerin vicdan azabı onu sonsuza dek yiyip bitirirdi. İkinciyi seçerse ise neler olacağı tam bir belirsizlikti. Livei kralı seviyordu, krala sadakati sonsuzdu ancak bu insanların da haklı olduğu büyük bir pay olduğunu yadsıyamazdı. Belki bu belirtilen adrese giderek onların sesinin duyulmasına yardımcı olabilirdi. Daha onurlu bir amaca hizmet edebilirdi. Gedhilfe'nin kendi çocuklarını dışlayıp öldürmesini öğrendiğinden beridir bu ülkeye hizmet eden bir polis memuru olarak kendisini kirlenmiş hissediyordu. Belki terör eylemlerine engel olabilirdi. Polis olmanın avantajını kullanıp bu insanları daha barışçıl yöntemlere ikna edebilirdi.
Gözleri çalışma masasının üzerinde duran kitaplara kaydı. Bu işe dahil olacaksa her şeyi öğrenmek zorundaydı. Yarın akşam saat 11'e kadar vakti vardı. Bu iki kitabı tamamen okuyup bitirebilirdi. Onun gibi iyi bir okuyucu için bu çocuk oyuncağıydı. Her şeyi öğrenmeliydi. Ne yapacağına buna göre karar vermek istiyordu. Yavaşça çalışma masasına doğru yürüdü ve sandalyesine oturdu. Kütüphanede okumaya başladığı kitabı eline aldı. Aynı kitap olduğundan emin olmak için birinci bölüme kısaca göz attıktan sonra ikinci bölümü açtı ve son okuduğu cümleyi bulmaya çalıştı. "Tabii asıl dokunmamız gereken nokta, Jondri Vodhis'in tam olarak nereye sürüldüğüdür. Bildiğiniz gibi, bu da tarihte belirtilmemiştir. Bunun sebebi ise insanı şok edecek kadar zalimdir. Ozæf ailesi ve Gedhilfeliler-" Devamını okumaya başladı.
"Seldshuts Sokağı, Yarın, akşam 11:00. Mavi bandana."
Her bir kelimeyi, hatta her bir harfi tekrar tekrar okuyordu. Gitmeli miydi? Bu olayın peşini böylece bırakırsa hayatı boyunca bir tatminsizlik duygusu ile yaşayacağını düşünüyordu. Bu insanlar terör eylemleri gerçekleştiriyor olabilirlerdi, evet, ve Livei de buna kesinlikle karşıydı ancak tüm bunların altında yatan başka bir motivasyon olduğunu hissediyordu. 57 Gedhilfe vatandaşı hayatını kaybetmişti. Düşününce P.Ö. 973'lü yıllardan beridir yok sayılan ve görmezden gelinen bir öfkenin sonucuydu tüm bu eylemler. Katledilen Deinzeililer vardı. Kimse onları bilmiyordu, tanımıyordu. Kral tüm bu terör eylemleri yüzünden onlara kişisel bir nefret besliyor olabilirdi ancak söylediği her şey fazlasıyla bencil değil miydi? Onlar fazla bir şey istemiyorlardı. Haklarını istiyorlardı. Fark edilmek istiyorlardı. Böylece yok olup gitmek istemiyorlardı. Haksızlığa uğrayan taraf gerçekten kimdi? Kim doğruydu? Kim yanlıştı? Doğru neydi? Yanlış neydi?
"Yani anlayacağın artık amacım, amacımız onları kucaklamak değil, bitirmek. Bu sebepten ötürü acılarının dinmesi veya saldırganlıklarının bitmesi gibi amaçlarla uzlaşmaya gitmeyi düşünmüyorum artık."
Livei içine çöken huzursuzluktan kaçmak istercesine doğruldu yattığı yerden. Ailesinin ona bugüne değin vermiş olduğu ve aşılamış olduğu tüm ahlaki değerleri düşündü. Onlara karşı gelen bir şey yapmıyordu. Kendini kötü hissetmesine gerek yoktu. Doğru olduğuna inandığı yoldan ilerleyecekti. Sonuçta bu onun hayatıydı. Nasıl sonlandıracağına o karar verecekti. Biliyordu ki öncesinde olayların içine bilerek karışmadığı için affedilmiş olsa da bundan sonrasında gerçekleştireceği eylemleri kendi rızası ile yapıyor olacaktı ve affedilmesi mümkün olmayacaktı. Kralın karşısında bir sonraki getirilişinde suçlu bulunacaktı. Bu yazan adrese, belirtilen saatte giderek hayatının yönünü ve akışını tamamen değiştirecekti. Livei'nin önünde iki seçenek vardı. Ya her şeyi rafa kaldıracaktı ve krala olan sadakatini sürdürecekti ya da bu terör örgütünün içine karışıp onlardan biri olacaktı. Hiçbir seçeneğinden geri dönemezdi. Birinciyi seçerse huzurlu hayatına devam ederdi ancak öğrendiği ve şahit olduğu şeylerin vicdan azabı onu sonsuza dek yiyip bitirirdi. İkinciyi seçerse ise neler olacağı tam bir belirsizlikti. Livei kralı seviyordu, krala sadakati sonsuzdu ancak bu insanların da haklı olduğu büyük bir pay olduğunu yadsıyamazdı. Belki bu belirtilen adrese giderek onların sesinin duyulmasına yardımcı olabilirdi. Daha onurlu bir amaca hizmet edebilirdi. Gedhilfe'nin kendi çocuklarını dışlayıp öldürmesini öğrendiğinden beridir bu ülkeye hizmet eden bir polis memuru olarak kendisini kirlenmiş hissediyordu. Belki terör eylemlerine engel olabilirdi. Polis olmanın avantajını kullanıp bu insanları daha barışçıl yöntemlere ikna edebilirdi.
Gözleri çalışma masasının üzerinde duran kitaplara kaydı. Bu işe dahil olacaksa her şeyi öğrenmek zorundaydı. Yarın akşam saat 11'e kadar vakti vardı. Bu iki kitabı tamamen okuyup bitirebilirdi. Onun gibi iyi bir okuyucu için bu çocuk oyuncağıydı. Her şeyi öğrenmeliydi. Ne yapacağına buna göre karar vermek istiyordu. Yavaşça çalışma masasına doğru yürüdü ve sandalyesine oturdu. Kütüphanede okumaya başladığı kitabı eline aldı. Aynı kitap olduğundan emin olmak için birinci bölüme kısaca göz attıktan sonra ikinci bölümü açtı ve son okuduğu cümleyi bulmaya çalıştı. "Tabii asıl dokunmamız gereken nokta, Jondri Vodhis'in tam olarak nereye sürüldüğüdür. Bildiğiniz gibi, bu da tarihte belirtilmemiştir. Bunun sebebi ise insanı şok edecek kadar zalimdir. Ozæf ailesi ve Gedhilfeliler-" Devamını okumaya başladı.