[Mabi Chüimimuta] Arka Sokaklar

#1
Uyanıyorsun, gözlerin yavaş yavaş küçük dairenin perdelerinden süzülen ışığa alışıyor. Kollarını esnettikçe her gün yanında taşıdığın yükün ağırlığını hissedebiliyorsun. Sen gizli bir polissin ama aynı zamanda iki dünya arasında ipte yürüyen bir ikili ajansın. Bu pozisyonda olmak kolay değil ama gerekli olduğunu biliyorsun. Attığın her adıma, söylediğin her söze ve tanıştığın her insana dikkat etmelisin. Önündeki güne hazırlanırken içini huzursuzluk kaplıyor. Sahi, gece bir güzel vakit geçirdiğin Frip nereye gitti? Muhtemelen bir planı vardır, değil mi? Neyse, önümüzdeki göreve odaklanalım. Dikkat çekmemeye özen göstererek Gedhilfe halkına uyum sağlayan kıyafetler giyiyorsun. Apartmandan çıkıyorsun, sokağa çıktığında serin hava yüzüne çarpıyor. Etrafındaki dünya hareketli ve sen onun sadece küçük bir parçasısın, bir fark yaratmaya çalışıyorsun. Seldshuts Sokağı'na doğru ilerliyorsun. Sokağa doğru ilerlerken, şehrin içinde dolaşan rüzgarın yanından uluyarak geçtiğini hissedebiliyorsun. Tepedeki gökyüzü karanlık ve bulutlu, güneş kalın ve gri bir battaniyenin arkasına gizlenmiş. Kendini sert rüzgardan korumaya çalışarak ceketine daha sıkı sarılıyorsun. Sokaklar ıssız, tek ses, rüzgar onları binalara çarparken ara sıra dalların sürtünmesi. Sokakta yürüyorsun, ayak seslerin kaldırımda yankılanıyor. Karanlıkta parıldayan binaların ışıklarını, adeta gece gibi olan sabahın içinde bir işaret olarak görebiliyorsun. Rüzgar uğuldamaya devam ediyor ve sanki elementlerin kendileri seni yaklaşan tehlikeye karşı uyarıyormuş gibi hissediyorsun. Bu düşünceyi bir kenara itiyor ve Seldshuts Sokağı'na, Jükum ve Thomas'la buluşacağın yere odaklanıyorsun.

Sonunda Seldshuts Sokağı'na varıyor ve Jükum ve Thomas'ın seni beklediğini görüyorsun. Thomas yüzünde aciliyet belli eden bir ifadeyle sana doğru yürüyor. "Yakınlarda birini gördüm Monsieur, şüpheli görünüyorlardı." diyor ve kişiyi ayrıntılı olarak tanımlamaya başlıyor. Dikkatlice dinliyor, her ayrıntıyı aklına kazıyorsun. Özellikle kimin izlediğinden asla tam olarak emin olamadığın bir yerde uyanık olman gerektiğini biliyorsun. "İnce yapılı ve koyu saçlı, ortalama boydaydı. Siyah bir palto giyiyordu ve omzuna bir sırt çantası asıyordu." Thomas duraksıyor ve daha fazla ayrıntıyı hatırlamaya çalışırken kaşlarını çatıyor. "Gözleri deliciydi, sanki tam içime bakıyor gibiydiler. Ve hareketlerinde bir şeyler vardı, sanki her zaman bir şeyler arıyorlardı." Thomas başını sallıyor ve "Yanılıyor olabilirim ama doğru gördüysem üstünde Dünya'dan olan bir dilde yazı olan bir tişört giyiyordu. Burada bulunması mümkün olmayan bir tişört." diyor. Jükum gözlerini sana doğrultuyor ve sessiz kalmaya devam ediyor. Birlikte yapacağınız ilk araştırmada ilk sözü senin söylemeni istiyor gibi görünüyor.
Off Topic
Esenlikler dilerim, bu konuda GM olarak ben, yani Barisu ile ilerleyeceksiniz. Pasiflik süresi 7 gündür.

Re: [Mabi Chüimimuta] Arka Sokaklar

#2
İki dünya arasında sıkışıp kalmak. Bu durumun bu kadar yük verici olduğunu düşünemezdim. Henüz fiziksel olarak bir yük taşımasam da, neler yapacağımdan kimsenin haberi olmasa da, psikolojik olarak çok büyük bir yük içerisinde olduğumu hissedebiliyorum. Herkese güvenemem, ki benim gibi biri için çok zorlayıcı bir durum. Şimdiye kadar kimseden şüphe duymamış, şiddeti her zaman ikinci plana atmaya çalışmış birisi için. Genellikle gülümseyerek, konuşarak işlerimi halletmeye çalışırdım. Ancak artık, şiddetin bir çözüm olduğunu düşünmeye başladım. Şiddet bir araçtır diyorlar, bu büyük bir yalan. Şiddet, en büyüğü sizdeyse gerçek bir çözüm. Karşımdaki adamların şiddet dozu benimkinden büyük. Onlar bunu bana karşı bir çözüm olarak kullanabilirler. Ellerindeki teknoloji, ellerindeki bilgi, hepsi uygulayabileceği şiddetlerin boyutunu arttırıyor. Bu noktada, benim şiddetim ne boyutta?

İçimdeki huzursuzluğu dindirmek çok zor. Üstelik Frip'te bu sabah yanımda yok. Nerede olduğuna dair bir fikrim yok. Onu ele vermemek için Parça grubuna yalan söylemek durumunda kaldım. Onları daha tanımıyorum, güvenip güvenmeyeceğim konusunda emin değilim. Aslında, her zaman olduğu gibi güvenimin bir kısmını verdim, özellikle maskemi çıkartarak. Yine de temkinli olmak zorundayım. Bu yolda bir süre sonra tek kalacağımın bilincindeyim. Yaratacağım olayların boyutu bu kadar basit derecede kalmayacak. Bunu biliyorum, ancak konuştuğum insanlar anlıyor mu emin değilim. Yaşanacak şeyleri tek kelimede özetlemeye kalksaydım kimse yanımda kalmazdı. Bu yüzden hiçbirine söyleyemem. Ancak şunu biliyorum ki, saat kazandıktan sonra büyük bir katliam yaşanacak. Kimileri, yarattığım ceset çöplüğüne karşılık beni ulusal bir düşman ilan edecek, kimileri ise kahraman. Bunlar umurumda bile değil. Tek istediğim, Ingenium'u kendi kaderine bırakmak. Saatçi lavukların elinden bu gezegeni alacağım.

Seldshuts Sokağı'na doğru ilerlemeye başladım. Soğuk hava yüzüme doğru vururken, yürümeye yeri izleyerek devam ediyordum. Bir yandan sert rüzgardan korunmaya çalışıyordum. Belki de şuan izleniyorum, bilmiyorum. Bu saatçilerin nereden çıkacağı hiçbir zaman belli olmuyor. Yürüdükçe, sanki her şey beni uyarıyormuş gibi hissetmeye başlıyordum. Tehlikeye karşı önceden uyarılan birisi gibi. Başına gelecekleri bile bile yola çıkmasına rağmen, hala daha uyarılan bir adam. Ancak irademi sağlam tutmak zorundayım. Neler kaybedeceğimi bilmiyorum, ancak neleri kaybettireceğimin bilincindeyim. Kendi hayatımı bu uğurda feda etme noktasına kadar eminim. Bu uyarıları görüp kaçmayacağım. Saatçileri teker teker katletmeden, onları durdurmadan, bir adım geri bile atmayacağım.

Seldshuts Sokağı'nda Jükum ve Thomas'ı görmemin ardından düşüncelerimden biraz da olsa kurtuldum. Thomas yüzünde bir aciliyetle yanıma gelip, yakınlarda birilerini gördüğünü ve şüpheli olduklarını söylüyorlardı. Adamı ayrıntılı olarak anlatmasını detaylıca dinledim, siyah paltolu, omzunda sırt çantası olan, ince yapılı, koyu saçlı ve ortalama boyda birisi. Gözleri delici, sanki Thomas'ın içine bakıyor gibi. Hareketleri ise, sürekli bir şey arıyor gibi. Yanılıyor olma ihtimali bulunsa da, üzerinde Dünya'dan olan bir dilde yazı olan tişört giyen birisi. Burada bulunması mümkün olmayan bir tişört. Jükum sessizce beni beklerken gülümsedim. Ancak bu sefer gülümsememde bir mutluluk yoktu. Bu sefer, belki de hayatımda ilk kez, gülüşümde intikam hırsı vardı.

"Nereye doğru gittiğini göster." Derken parmaklarımı teker teker kıtlatmaya başladım. "Onu bulduğumda, kolunu kıracağım. Herhangi bir şekilde saate olan ulaşımını sınırlandıracağım. Yine de takip ettiğimizi belli etmeyelim. En ufak bir hatasında, en ufak bir açığında onu yakalayacağım, kollarını kıracağım, ardından onu sorgulayacağız. Belki, bir saat kazanmama da yardım etmiş olur. Yolu göster Thomas, gidelim." Dedim. Bu sefer maskemi cebime sıkıştırdım, onu takip ettiğimi anlamasını istemiyorum. Onu nasıl mı sorgulayacağım? İşte bu işin en bana uymayan tarafı bu belki de. Parça'nın üssünde, onu sabaha kadar ıslata ıslata döveceğim. Belki bir sopayla, belki muştamla, belki çıplak yumruklarımla. Sorgulayacağım kısmı dışında, yöntemim belli değil.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mabi Chüimimuta] Arka Sokaklar

#3
► Show Spoiler
Thomas seni kalabalık caddelerden, insan kalabalığının arasından sıyırarak geçiriyor. Arka planda mallarını satan satıcıların ve müzik çalan sokak sanatçılarının seslerini duyabiliyorsun. Sen ve Thomas işlek caddelerde ilerliyorsunuz, arabalardan ve yayalardan kaçınıyorsunuz. Siz yürüdükçe, etrafınızdaki binalar yavaş yavaş yüksek, hareketli gökdelenlerden daha kısa, köhne yapılara dönüşüyor. Kendinizi kıvrımlı sokaklar ve arka sokaklardan oluşan bir labirentte bulana kadar sokak daralıyor ve daha darmadağın oluyor. Kalabalık azalıyor ve kalabalık caddelerin sesleri kayboluyor, yerini ıssız ara sokakların ürkütücü sessizliği alıyor. Bir huzursuzluğun içine yerleştiğini hissedebiliyorsun ama tam olarak nereye gittiğini biliyormuş gibi görünen Thomas'ı takip etmeye devam ediyorsun. Thomas, görünüşte sonsuz bir dizi dönüş ve virajdan dönerek başı çekiyor. Arnavut kaldırımlı sokakların karmaşık desenlerinden eski tuğla binalardaki soyulan boyaya kadar çevrenizdeki yoğun ayrıntılardan etkileniyorsun. Sonunda, Thomas bir çıkmaz sokakta duruyor ve eliyle uzak uçta bulunan, başka bir sokağa bağlanan kapıyı işaret ediyor. "Burası." diyor. "Şüpheli kişinin oraya gittiğini gördüm." Kapıya yaklaştığınızda kalbin hızla çarpmaya başlıyor. Karşı tarafta sizi nasıl bir tehlike bekliyor olabilir? Ancak kapı koluna uzandığında kapı açılıyor ve taze ürünler ve el yapımı ürünler satan satıcılarla dolu hareketli bir pazar sokağını ortaya çıkarıyor. Arka sokağın sizi tehlikeli bir hırsız inine değil, dost canlısı yüzler ve canlı sohbetlerle dolu hareketli bir pazar yerine götürdüğünü fark ederek Thomas ve sen şaşkın bir bakış atıyorsunuz.

Sen ve Thomas, şüpheli kişinin herhangi bir işareti için satıcıların ve müşterilerin yüzlerini tarayarak kalabalık pazarın derinliklerine iniyorsunuz. Thomas sessizce hareket ediyor, her kişiyi ve durumu keskin bir gözle analiz ediyor ve yüksek alarmda olduğunu belli ediyor. Sen tezgahların arasından geçerken, Thomas eğilip kulağına fısıldıyor. "Onu henüz göremiyorum, gözlerini dört aç." Hareketli pazar yerinin ezici görüntü ve seslerine rağmen tetikte kalmaya çalışarak başını sallıyorsun. Tam rahatlamaya ve canlı atmosferin tadını çıkarmaya başladığınız anda, bir çığlık havayı deliyor. İnsanlar her yöne koşmaya başlayınca panik kalabalığa yayılıyor. Sen ve Thomas, kalabalığı yararak çığlığın kaynağına ulaşmaya çalışıyorsunuz. Çarşının merkezine ulaştığınızda, elinde bıçak sallayan, karanlığa bürünmüş bir figür görüyorsunuz. Figür hem satıcılara hem de müşterilere saldırıyor gibi görünüyor ve neden olduğu kaos ve yıkım hızla yayılıyor. Tam harekete geçmek istediğiniz anda saldırıya uğrayan insanlardan biri "Yokluk bize saldırıyor! Yardım edin!" diye bağırıyor. Thomas gözlerini kısıyor ve etrafına bakmaya devam ediyor. Hızla sana dönüyor ve "Monsieur, bu insanlar bu adamı görmüyorlar!" diye bağırıyor. Adam bıçağı size doğrultuyor ve "Hadi, kurtarın herkesi." diyor. Adam etrafındaki insanları bıçağıyla çizmeye devam ederken adamla karşı karşıya duruyorsunuz. Acilen bu adamı durdurmanız gerek.

Re: [Mabi Chüimimuta] Arka Sokaklar

#4
Thomas'la insanların arasından sıyrıla sıyrıla geçmeye başladık. Sokak sanatçılarını duydukça, insanların kalabalıkta birbirine karışan sesleri kulaklarıma dolmaya başladıkça iradem daha da kuvvetlendi. Belki burada ki kimse benim kim olduğumu bilmiyordu, ne yapacaklarımı bilmiyordu. Ancak ben onlar için neleri tehlikeye attığımı biliyordum. Yürüdükçe, sanki etrafım deforme oluyor gibiydi gözümde. Binalar boktan birer yapıya dönüşüyor, insanlarsa yürümemi engelleyen küçük yapılara bürünüyordu. Bir huzursuzluk, insanlardan kopup sessizliğe büründüğümde içime oturmaya başladı. Ancak ayaklarım kesinlikle geriye doğru bakmadı, ileriye doğru yürüyen, ne yaptığını bildiğini düşündüğüm Thomas'ı takip etmeye başladı bana sadık kalarak.

Thomas çıkmaz bir sokakta bir kapıyı işaret edip buradan gittiğini söylediğinde başımla onayladım onu. Kapıya yaklaşmaya başladığımda, sanki kalbim bana uyarı verir gibi delicesine çırpınmaya başladı. Elimi kalbime koydum kısa bir süreliğine. "Üzgünüm, ne kadar uyarsan da bana boyun eğmek zorundasın. Henüz yapmak istediklerimi yapamadım. Eğer bir gün bana ihanet etmek istersen kalp, bu kadarı bana yetti dersen şunu unutma; seni bile yerinden sökerim. Sökerim ve yoluma kalpsiz bir adam olarak devam ederim. Bu yüzden, bana sadık kal." İçimden geçirdiğim cümlelerimi kalbime ilettikten sonra kapı kolunu çevirdim. Arka sokak kalbimin uyarısı aksine, bizi güler yüzlü insanların olduğu bir pazar yerine çıkarmıştı.

Thomas şüpheli kişinin yüzünü taramaya devam ederken ilerlemeye devam ettik. Thomas'ın yüksek alarmda olduğunu belli etmesi beni gerse de ses etmeden ilerlemeye devam ettim. Onu henüz göremediğini, ancak gözlerimi dört açmamı söylüyordu. Burada yavaştan bir şey bulamayacağımızı düşündüğüm, hafiften huzur dolmaya başladığım bir anda yakaladı beni çığlık. İnsanlar kaçışmaya başlarken, onları hedefine fırlamış bir ok gibi yararak ilerlemeye başladım çığlığın kaynağına. Çarşının merkezinde, elinde bıçak sallayan, karanlığa belirmiş figürü gördüğümde gülümsemem arttı. Sonunda, birini yakalama imkanı bulmuştum. Saldırıya uğrayan insanlardan biri yokluk bize saldırıyor dediğinde hafifçe duruldum. Yakalanabilir miydim? Burada, yokluğa saldırsam, beni yakalayabilirler miydi?

Thomas insanların bu adamı görmediğini söylediğinde, ellerimi cebime attım. Ardından adamın insanları doğramaya devam etmesini gördüm. Cebimde muştalarımı giydim hızlıca. "Thomas, insanları kaçırt. Ne yap, ne et kaçırt. Yoklukla dövüşen birini görmeleri hoş olmayacak." Kalsiyum Takviye stilimi kullanarak hızla yerimden fırlayacağım. Amacım, elementimden aldığım avantajla reflekslerimi kullanmak. Bana doğru bıçağı salladığı anda hızla kenara çekilip bileğinden yakalayacak ve ardından dirseğine çok sert bir diz atarak kolunu kıracağım. Ardından durmadan, hemen diğer koluna geçeceğim ve Kas stilimi aktive ederek kolunu öyle bir ters düzlemde çekeceğim ki omzu ya kırılacak ya da çıkacak. Geri adım atmayacağım ve planımı tıkır tıkır işleteceğim.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mabi Chüimimuta] Arka Sokaklar

#5
Thomas lafınla birlikte hızla öne çıkarak kaçan kalabalığın dikkatini çekiyor. "Git! Ben onları oyalarım, sen bir çıkış yolu bul!" diye bağırıyor sana. Elbette senin amacın bu değil, çıkıştan çok giriş bulman gerekiyor. Thomas'ın dikkat dağıtmasıyla gizemli figüre odaklanabiliyorsun. Kalbin gümbür gümbür atıyor, pazar yerinin kenarında dönüp duruyorsun, adama daha net bakmaya çalışıyorsun. Yaklaştıkça, figür aniden dönüyor ve bıçağı sallayarak Thomas'a saldırıyor. Thomas geri sıçrayarak saldırıdan sıyrılıyor ve ardından çılgın adam peşinde koşarken ondan koşarak uzaklaşıyor. Yakından takip ederek hem Thomas'ı hem de saldırganı görüş alanınızda tutmaya çalışıyorsun. Kovalamaca seni Thomas'ın ayak seslerinin duvarlarda yankılandığı kıvrımlı arka sokaklardan geçiriyor. Aniden Thomas tökezliyor ve düşüyor, çılgın adam hızla yaklaşıyor. Arkadaşını savunmaya hazır olarak ileri atılıyorsun ama yaklaştıkça figürün gölgelerin içinde kaybolduğunu, tamamen yok olana kadar gittikçe daha yarı saydam hale geldiğini görüyorsun. Thomas'ın kalkmasına yardım ediyorsun, ikiniz de nefes nefesesiniz ve terliyorsunuz. "O şey neydi?" diye soruyor, sesi titriyor.

Adam bir anda tekrar beliriyor ve seni boğazından tutup yakalıyor. Boğazını tutarken havaya kaldırıldığını hissediyorsun. Thomas da yakalanıyor ve kurtulmak için çaresizce mücadele ediyor. Aniden, ikiniz de karanlığa gömülüyorsunuz, boşluk sizi tamamen yutuyor. Kendinizi garip, gerçeklik dışı bir yerde buluyorsunuz. Hava kötü niyetle dolu ve ayaklarınızın altındaki zemin kaygan ve dengesiz. Adam önünüzde duruyor, gözleri karanlık, meşum bir ışıkla parlıyor. Thomas hızlı tepki veriyor ve adama saldırmak için ileri atılıyor. Ama adamın Thomas'ın darbelerinden kolayca kaçması sizi şaşırtıyor, hareketleri akıcı ve zarif. Adamın karşısında ikiniz de güçsüzsünüz, gücü şimdiye kadar karşılaştığınız her şeyin çok ötesinde.

Image

Gözlerini açtığında kendini karanlık, yoğun bir ormanda yalnız buluyorsun. Tepedeki gölgelik bulutlarla kaplı ve hafif bir yağmur yağmaya başlıyor. Yağmur damlaları yapraklara ve toprağa vurarak çevrenin karanlığı ve durgunluğuyla tezat oluşturan yumuşak, yatıştırıcı bir ses çıkarıyor. Orman sanki canlı ve açmış gibi seni içine çekmeye çalışıyor. Ağaçlar yüksek ve kıvrımlı, dalları seni tuzağa düşürmeye çalışan boğumlu parmaklar gibi uzanıyor. Karanlık yaklaşıyor gibi görünüyor ve önündeki birkaç metreden fazlasını görmeni zorlaştırıyor. Yağmurun huzur verici sesine rağmen, havaya nüfuz eden bir huzursuzluk hissi var. Rüzgarın fısıltılarını, ağaçların hemen ötesinden seninle konuşuyormuş gibi görünen sesleri duyabiliyorsun. Üzerine çöken ormanın ağırlığını hissedebiliyorsun ve ezici bir şekilde kaybolmuş ve yalnız kalmışsın hissine kapılıyorsun. Ormanda ilerledikçe her şeyin yavaşladığını fark ediyorsun. Yağmur damlalarının düşmesi daha uzun sürüyor ve fısıltılar daha belirgin hale geliyor. Her hareketini takip eden bir şeyin seni izlediğini biliyorsun. Bunaltıcı karanlıktan kaçmak için koşmaya başlıyorsun ama ağaçlar etrafını sararak yolunu kapatıyor. Bu garip, karanlık ormanda kapana kısılmışsın ve çıkış yolunu asla bulamayacağını hissediyorsun. Yağmur yağmaya devam ediyor ve fısıltılar, duyabildiğin tek şey onlar olana kadar yükseliyor. Karanlık daha çok üzerine geliyor, seni tamamen tüketmekle tehdit ediyor. Tamamen kaybolmuş, tamamen yalnız ve tamamen karanlık, bulutlu ormanın insafına kalıyorsun.

Image

Gözlerini kapatıyorsun ve tekrar açtığında kendini bilmediğin bir yerde buluyorsun. Her yerde yüksek yapılar var ve yanlarında garip, parlak ekranlar yanıp sönüyor ve değişiyor. Hepsi bir amaçla hareket eden bir insan deniziyle çevrilisin ve kendini tamamen yersiz hissediyorsun. Etrafına bakıyorsun ve yüksek yapıların, bir tür parıldayan malzemeden yapılmış gibi görünen geniş, düz yüzeylerle süslendiğini görüyorsun. Daha önce gördüğün hiçbir şeye benzemiyorlar ve parlak, titreşen bir ışıkla parlıyorlar. Sanki canlıymış gibi yüzeylerinde hareket eden görüntüleri görebiliyor ve onların varlığından hem büyüleniyor hem de korkuyorsun. Etrafına bakmaya devam ettikçe, ekranların her yerde olduğunu görüyorsun. Binaların kenarlarından sarkıyorlar, kaldırımlarda duruyorlar ve mağazaların vitrinlerinde yanıp sönüyorlar. İnsanlar onları görmezden geliyor, ikinci bir bakış atmadan yanlarından geçiyorlar ve önemli bir şeyi kaçırıyormuş gibi hissetmekten kendini alamıyorsun. Anlayışının ötesinde, her şeyin yeni ve tuhaf olduğu bir yerde olduğunu fark ediyorsun. Kendini başka bir dünyaya taşınmış gibi hissediyorsun ve için bir merak ve korku duygusuyla doluyor. Burayı anlamaya, paravanların ve yüksek yapıların ardında neler olduğunu görmeye ve eve dönüş yolunu bulmaya kararlısın. Hadi, yapabileceğin bir şey var mı, bir bak bakalım. Artık özgürsün.

Re: [Mabi Chüimimuta] Arka Sokaklar

#6


Thomas, lafıma karşılık oyalayacağını söylemiş ve emrimi ikiletmemişti. Yaklaştıkça figür Thomas'a bıçak sallamaya başlıyordu. Bir an önce bu adamı durdurmam gerekiyordu. Thomas için değil, insanlık için. Bu adamı konuşturmalıydım. Adam Thomas'ı kovalamaya başladığında ben de peşlerine düştüm. Bu işin kolay olacağını zannediyordum, özellikle bu adam neredeyse delirmiş durumdayken çok daha rahat olmalıydı. Kovalamaca bizi ara sokaklara kadar sürüklerken Thomas'ın tökezleyip düşmesiyle göz bebeklerim büyüdü. Gözlerim açıldı, o an hiçbir şey düşünmeden sadece Thomas'ı koruyabilmek için ileriye doğru atıldım. Yaklaştıkça figür yavaş yavaş yok olmaya başlıyordu, tamamen yok olmaya yakınken yarı saydam bir hale geliyordu. Thomas'ın kalkmasına yardım ettim, sorusuna tam karşılık verecekken, hiç beklemediğim bir şey yaşandı.

Adam bir anda tekrardan belirdi ve beni boğazımdan yakaladı. Boğazımı tutup beni havaya kaldırmaya başladığında, aynı şeyin Thomas'ında başına geldiğini görüyordum. Verdiği mücadeleye karşılık hiçbir şey alamamıştı, aynı şekilde bende. Geriye dönen tek şey, bir karanlıktı. Boşluk bizi tamamen yutmaya başlarken, gerçeklik dışı bir yerde, havanın kötü niyetlerle dolduğu bir yerde buluyordum kendimi. Altımızdaki zemin kaygan ve dengesizken, daha önce hiç yaşamadığım bir öfke içimde dolaşmaya başlıyordu. Adam karşımızda dururken hiçbir şey yapamamak, onlarla mücadele edecek güce sahip olmadığım gerçeğiyle her an karşılaşmak beni öfkelendirmeye başlıyordu. Daha önce hiç böyle hissetmediğimi hatırlıyorum. Babam gibi olmamak için, tüm sinirimden, tüm öfkemden kurtulduğumu hatırlıyorum. Ancak şimdi, belki de hiç istemediğim kadar babama benziyordum. Onun etrafına hissettirebildiği o öfkeyi içimde hissediyordum. Bu adamlar, çıktığım bu yol, kendimden tiksinmeme sebep oluyordu. Olmadığım bir adama dönüşüyor olmak, beni utandırıyordu.

Thomas benim gibi düşüncelerle boğuşmak yerine, hızlı davranıp öne atılmıştı saldırmak için. Lakin adam, öyle akıcı ve zarif bir şekilde kaçmıştı ki öfkem daha da hissedilir boyuta ulaşıyordu. Bu adamın gücüne denk değildim, ne ben, ne de Thomas. Gözlerimi tekrardan açtığımda, kendimi bir ormanın içinde yalnız bir şekilde buldum. Bu sefer yanımda Thomas yoktu. Hafif bir yağmur yaşadığım duruma eşlik etmeye başladığında, öldüğümü düşünmeye başladım. O adam, bir anlık saldırıyla beni öldürmüş olabilir miydi? Dahası, cennette miydim? Orman sanki canlıymış ve açmış gibi beni içine çekmeye çalışıyor, ağaçlar ise beni bir tuzağa düşürmek ister gibi uzanıyordu. Havadaki huzursuzluğu hissettikçe kendimi daha da ölmüş olduğuma inandırmaya başlıyordum. Her hareketimi takip eden bir şeyin beni izlediğini bilmek, ağaçların ardından benim hakkında konuşan seslerin fısıltılarını duymak, ya deliriyordum ya da gerçekten ölmüştüm. Ancak ölmüş olduğuma daha fazla inanmak istemedim, belki de ölümden kaçmak istedim. Bu yüzden, bu bunaltıcı karanlıktan koşmaya başladım.

Henüz yapmam gereken çok şey vardı. Ne hayallerime ulaşabilmiştim, ne de bir şeyler yapabilmiştim. Fısıltılar duyabildiğim tek şey olana dek koşturmaya başladım kaçamadığım bu karanlıktan ve ormandan. Bir kaç küçük Mabi Mabi'ler istiyordum hayatımda, Ingenium'u kendi kaderine terk etmek istiyordum. Bu dünyada belki de asla tanınmayacak bir kahraman olabilmek, bildiğim gerçeklerin ardından müdahale etmek istiyordum. Ben, mücadele etmek istiyordum. Lakin güçlerine asla erişemeyeceğim insanlarla nasıl mücadele edecektim ki? Karanlık ve orman daha fazla üstüme gelmeye başladığında, gözlerimi kapattım. Ölümden kaçabileceğimi sanıyordum...

Gözlerimi tekrardan açtığımda, hiçbir zaman ait olmadığım bir yerde buldum kendimi. Her yerde yüksek yapılar vardı ve yanlarında garip, parlak ekranlar vardı. Bu ekranlar yanıp sönüyordu. Burası bana ait bir yer değildi. İnsanlar bir amaçla hareket ederken, etrafıma bakıyordum. Yüksek yapılar bir tür değişik geniş, düz yüzeylerle kaplanmış ve süslenmişti. Sanki canlıymış gibi yüzeylerinde hareket eden görüntülerin varlığı beni büyülese de, korkutmayı başarmıştı. Baktığım her bir saniye, gördüğüm her bir yeni şeyde nefes nefes kalmaya başlıyordum. Ekranlar her yerdeydi, bu dünyayı ele geçirmiş gibiydi, her yerde duruyorlardı. Bunlar benim anlayışımın ötesindeydi, insanların umurunda olmayan bu ekranlara bakmaktan alamıyordum kendimi. Daha fazla nefes nefese kalmaya başlamışken, kalbim sanki yerinden çıkacakmış gibi atıyor ve canımı acıtmaya başlıyordu. Eve dönmek zorundaydım...

Elimle kalbimin olduğu yeri sıkmaya başladım. Bir yandan sol elimle insanları ittirmeye, kalabalığı yarmaya ve buradan çıkmaya çalıştım. Benim burada ne işim vardı? Ben, buraya ait değildim. Kendimi bulduğum ilk sokağın tekine attım ve sırtımı duvara yaslayıp yere çöktüm. Derin derin nefesler almaya çalışırken düşündüm. Boktan bir polis memuruydum. Djurat'ta yaşayan, boktan bir polis memuru. Gözyaşlarım istemsizce akmaya başladı yaşadığım korku ve geçirdiğim bunca şeyden sonra. Usta Karımla basit bir hayat yaşayıp ölebilecekken, neden buradaydım? Neden bunlarla uğraşıyordum? Belki de Frip'le bir hayat yaşayıp, küçük Mabi Mabi'lere bakıp yaşlanıp ölebilecekken, neden ben?

Ağlamam iyice artmaya başladığında, dizlerimi göğsüme çekip kafamı arasına yasladım ve kollarımla kapadım kendimi. Maxwell... Neden tanıştım onunla, neden dinledim onu? Boktan bir polis memuruydum ben, boktan bir yaşayıp, siktir olup gidecektim bu dünyadan. Şimdi ne oluyor? Maxwell denen heriften sonra, öğrenmemem gereken gerçekler öğrendim. Müdahale etmek istedim, bunu durdurmak istedim. Neden? NEDEN BUNU YAPTIM? SADECE BASİT BİR ADAM OLARAK NEDEN KALAMADIM? INGENIUM'U NEDEN KADERİNE TERK ETMEK İSTEDİM? İKİ ÜÇ TANE SAATÇİ ADAMIN DÜNYAMI MAHVETMESİNE NEDEN İZİN VERMEDİM? SÖYLE MABİ, SÖYLE! KENDİNİ O ADAMLARLA BİR Mİ TUTTUN? O ADAMLARIN GÜCÜNE ERİŞEBİLECEĞİNİ Mİ SANDIN?

Düşüncelerim arasında delirmek üzereyken iki elimi saçlarımın arasına sokup çekmeye başladım. Kafamı susturmak istiyordum ancak susamıyordum. Sanki ikinci bir kişi beynimin içindeymiş gibi hissediyordum. Ağlamam iyice arttıkça, bir karar verdim. Bu saatçileri yok edeceğim. "Bana istediklerini yapamayacaklar..." Dedim kendi kendime. "Saatçilerin hepsini öldüreceğim ve özgür bir adam olacağım. Yaptığım hareketlerin ardından, boktan bir dünyaya ışınlanmayacağım. Bu tehdidi başkalarının yaşamasına izin vermeyeceğim. Hepsini... Hepsini birer birer öldüreceğim... Ingenium'u arındıracağım..." Düşüncelerim istemsizce ağzımdan çıkmaya başlarken, ağlamamın yanına gülmeler eklendi. Mental olarak kendimi iyi hissedemiyordum. Bu kadar şey yaşamışken, hepsinde dik durmuşken, belki de yalnız olduğum ilk anda salmıştım kendimi. Böylesine bir duygu boşaltımı da iyidir bazı zamanlarda.

"Maxwell ile... Diğer saatçiler ile... Hepsiyle hesaplaşacağız. Hepsini katledeceğim. Onlardan daha güçlü olacağım. Daha güçlü... Daha... Güçlü..."
Bir süre daha oturduğum yerden kalkmamaya ve ağlamaya devam etmeye karar verdim. Ağlarken ki gülüşlerimi durduramasam da, biraz kendi kendime kalmaya ihtiyacım var. En azından, var olduğunu öğrenmiş oldum.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mabi Chüimimuta] Arka Sokaklar

#7
Düşüncelerin içinde kaybolmuşken göz kapatıp açıncaya kadar etrafındaki dünyanın değiştiğini fark ediyorsun. Aniden, kalın bir sis çöküyor ve her şeyi görüş alanından gizliyor. Bir zamanlar üzerinde beliren yüksek yapıları zar zor görebiliyorsun ve bir zamanlar parlak olan ekranlar artık loş ve sisin arasından zar zor görülebiliyor. Etrafına baktığında, sokaktaki insanların kaybolduğunu, yerlerini yüzlerinde garip maskeler takmış birkaç figürün aldığını görüyorsun. Maskeler, içlerinden çıkıntı yapan tüpler ve filtrelerle daha önce gördüğün hiçbir şeye benzemiyor. Hem merak ediyor hem de dehşete kapılıyorsun, onların bu kadar garip mekanizmalar giymelerine neyin sebep olabileceğini merak ediyorsun. Az önce oturduğun yer ise artık olmadığı için hareket etmekten başka çaren kalmıyor. Yürümeye devam ettikçe, etrafındaki yapıların her yüzeyini kaplayan reklam panolarının çoğaldığını görüyorsun. Şimdi yeni, uğursuz mesajlarla yanıp sönüyorlar, bir tür yaklaşan kıyamet uyarısı gibi. Okuduğun kelimeleri anlayamıyorsun ancak ekranlarda titreşen görüntülerde korku ve aciliyeti hissedebiliyorsun. Kaldırıma adımını attığın anda caddeye dizilmiş büyük çantalarda bir şey fark ediyorsun. Yaklaştıkça, onların ceset olduklarını ve uzuvlarının doğal olmayan pozisyonlarda büküldüğünü fark ediyorsun. Böyle bir trajediye neyin sebep olabileceğini merak ederek dehşete düşüyorsun. Yürümeye devam ediyor ve şehrin sokaklarında dolaşan metal makineleri fark ediyorsun. Bu makinelerin parlak kırmızı gözleri var ve tekerlekler üzerinde hareket ediyorlar. Sanki mekanik kollarıyla çevreyi tarıyorlar ve bip sesleri çıkarıyorlar. Gökyüzünde, yanıp sönen ışıklara sahip küçük uçan nesneler görüyorsun. Hızla hareket ediyorlar ve şehri yukarıdan izliyor gibi görünüyorlar. Yüzlerinde garip mekanizmalar olan insanlar bu makinelerden çekiniyor ve onlardan kaçınmaya çalışıyor gibi görünüyor. Bu mekanizmalar, ağzı ve burnu kapatan, metal ve camdan yapılmış maskelere benziyor.

Bir anda gözlerin kararıyor ve tekrar gözlerini açtığında kendini doğal olmayan bir enerjiyle vızıldayan garip makineler ve ekipmanlarla dolu bir odada buluyorsun. Oda, her geçen an titreşen ürkütücü bir parıltıyla aydınlatılıyor. Çevrendeki insanlar tüm vücutlarını ve yüzlerini örten garip takım elbiseler giymişler. Aniden ortaya çıkmandan korkmuş gibi görünüyorlar, çılgınca hareket ediyorlar. Olan bitene anlam vermeye çalışırken, sanki içindeki hücreler yeniden düzenleniyormuş gibi, vücudunda garip bir hisse kapılıyorsun. Aniden yakıcı bir acı tüm vücudunu kaplıyor ve ıstırap içinde haykırmana neden oluyor. Yakınında büyük bir kolu çeken bir figür görüyorsun ve ağrı dayanılmaz bir boyuta ulaşıyor. Etrafındaki oda dönmeye ve bulanıklaşmaya başladığında acı içinde kıvranıyorsun. Tekrar bilincini yitiriyor ve yokluğa karışıyorsun.

Gözlerini açıyor ve kendini küçük metal bir kafeste buluyorsun, etrafını saran birkaç insan sanki bir denekmişsin gibi seni inceliyor. Hareket etmeye çalışıyorsun ama ellerinin ve ayaklarının metal kısıtlamalarla kafese sımsıkı bağlı olduğunu fark ediyorsun. Konuşmaya çalışıyorsun ama boğazındaki ani bir acı sana ve Thomas'a saldıran gizemli figürü hatırlatıyor. Kafesini çevreleyen insanlardan biri uyanık olduğunu fark ediyor ve diğerlerine sesleniyor. Kısa süre sonra, laboratuvar önlüğü giyen bir adam odaya giriyor ve ardından garip kıyafetler giymiş birkaç kişi geliyor. Laboratuvar önlüklü adam seni büyük bir saygı ve misafirperverlikle karşılıyor. "Hoş geldin Mabi Chüimimuta. Işınlanma sürecinde çektiğin fiziksel hasar için özür dileriz. Ben Doktor Carlson. Seni uzun zamandır izliyoruz. Seninle tanışmak büyük bir zevk." Adam konuşurken odadaki diğer insanların dikkatle sana baktıklarını, tabletlerine notlar aldıklarını ve kendi aralarında mırıldandıklarını fark ediyorsun. Soru sormaya çalışıyorsun ama adam elini kaldırarak seni susturuyor. Çok gizli bir deney yürüttüklerini ve senin bunun çok önemli bir parçası olduğunu açıklıyor. Bağlamalardan kurtulmaya çalışıyorsun ama nafile. "Senin yüksek potansiyele sahip bir element kullanıcısı olduğunu biliyoruz. Yeteneklerini en yüksek seviyeye ulaşabileceğin özgür bir ortamda kullanmayı hak ettiğini düşünüyoruz. Bu nedenle seni buraya getirdik. Senden tek bir isteğimiz var. İnsanlığın koruyucusu olmanı istiyoruz." Adam karşında duruyor ve gülümsüyor. Sen ise hapsolmuş durumdasın.

Re: [Mabi Chüimimuta] Arka Sokaklar

#8


Boktan bir polis memuruyum. Bu işlere neden bulaştım? Neden, neden bir kahraman olmak istedim? Benden başkası yok muydu? Bizi zorla bir yerlere götüren, aklımızla oynayan, zihnimizi parçalayan bu insanlara karşı direnmeyi neden kabul ettim? Bilmiyorum. İçimden bir şeyler yapmak geldi, yapmak zorunda hissettim kendimi. Ancak yorgun hissediyorum. Yolun henüz başındayım, yüreğimi bile söküp atacak kadar yüksek iradesi olan ben, zihinsel sağlığıma yenilmek üzereydim. Belki de, rahatlamam gerekiyordu. Şimdiye kadar hiç bunu düşünmemiştim. Tek isteğim karşı çıkmaktı, karşı koyabilmek, savaşmak. Ancak savaş açtığım insanlar çok güçlü insanlar. Sadece fiziksel olarak güçlü değiller, hepimiz onların oyuncağıyız. Beni oradan oraya, buradan buraya yolluyorlar. Zihinsel sağlığım yenilmek üzere olsa da, içimde bir şeyler kaynamaya başlıyor. Hissediyorum, beni ayakta tutan şey onlara duyduğum öfke oluyor. Öyle bir öfke ki, hayatımda böylesini hiç hissetmemiştim. Belki de tüm zihnimi ve gözlerimi kapatmama neden olabilecek bir öfke. Bir sürü kişinin kanının döküleceği büyük bir nefret.

Düşüncelerim arasında boğulmama izin vermeyen bu dünyaya aniden sis çökmüş ve görüşüm kısıtlanmıştı. Büyük yapılar gözükmez bir hal almaya başlamış ve ekranlar sadece minik ışıklar yayan varlıklar olmuştu. Sokaktaki insanlar kaybolmuş, garip maskeler takmış birkaç figür yer almıştı onların yerine. Daha önce böyle bir maske gördüğümü hatırlamıyorum. Hem merak duygumu arttırıyor, hem de korkmamı sağlıyordu. Onları görmek beni hiç düşmek istemediğim bir dehşete düşürüyordu. Güçlü olmalısın Mabi. Oturduğum yer var olmadığı için yürümeye başlamıştım, reklam panoları çoğalmaya başlıyordu. Uğursuz mesajlarla yanıp sönen bu ekranlar kıyametin habercisi gibiydi. Peki hangi kıyamet? Benim başlatacağım bir kıyamet mi, yoksa üstüme çökecekleri kıyamet mi? Ekrandaki kelimeleri anlamasam da titreşen yazılardan korku ve aciliyet belli oluyordu. Belki de, onlar da harekete geçmişti. Bu mesajların benim için olduğunu düşünmüyordum. Benim burada olmamla, onlar için yanıyordu sanki. Kıyamet, bendim belki de.

Kaldırımda gördüğüm cesetler, uzuvlarının doğal olmayan bir şekilde bükülmesi midemi kaldırmayı başarmıştı. Böylesi bir olaya neyin sebep olduğunu bilmiyordum. Sonumuz, böyle mi olacaktı? Yürümeye devam etmiştim, onların başında durmayı tercih etme şansım yoktu. Şehrin sokaklarında dolaşan metal makinelerin parlak kırmızı gözleri vardı ve tekerlekler üzerinde hareket ediyorlardı. Bu şehri bu hale getiren, bu metaller miydi? Hızla hareket eden bu metaller şehri yukarıdan izliyor gibi duruyordu, yüzlerinde garip maskeler olan kişiler ise bu makinelerden çekiniyor, onlardan kaçıyordu. Belli ki, diğer insanları bu hale getirenler bu metaller olmalıydı. Daha fazla gözlem yapamadan, tekrardan gözlerim kararmıştı. Tekrardan...

Gözlerim görme yetisine tekrar kavuştuğunda kendimi değişik enerjilerle vızıldayan garip makineler arasında bulmuştum. Oda titreşen bir aydınlatmayla oldukça ürkütücü bir profil sunuyordu. Çevremdeki insanlar ise tüm vücutlarını örten takım elbiseler giymişti. Aniden ortaya çıkmış olmam onları ürkütmüş gibiydi, hızla ve aceleyle hareket etmeye başlamışlardı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan vücudumda bir şeyler hareketleniyordu, doğal olmayan bir şeyler. Tabi, bu hissiyatın devamı büyük bir acıyla devam etti. Öyle bir acı ki, ne olduğunu anlayamadan yıkılmama sebep olmuştu, bu noktada görebildiğim tek şey büyük bir kolu çeken figürdü. Acı her saniye daha da büyük boyutlara ulaşırken, oda dönmeye başlamış ve bulanıklaşmıştı. Kaç kere gözüm karardı, kaç kere mekan değiştirdim bilmiyorum ancak bu acıdan kurtulmak için bu sefer gözlerimin kararmasını ben arzulamıştım. Tam da arzuladığım gibi, aniden bilincimi kaybetmiştim.

Gözlerimi açtığımda, bu sefer hiç olmak istemediğim bir yerdeydim. Bir kafesin içinde, beni inceleyen insanların arasındaydım. Hareket etmeye çalışsam da, beni zincire vurmuşlardı. Kafese kilitlenmekle kalmamış, üstüne tüm hareket eylemlerim kısıtlanmıştı. Konuşmaya çalışsam da başaramamıştım, kafesimi çevreleyen insanlardan birisi uyanık olduğumu görüp diğerlerine haber vermişti. Sonrasında beyaz önlükle bir adam girmiş, onu takip eden garip kıyafetli birkaç kişi daha gelmişti. Önlüklü adam saygılı ve misafirperver davransa da, gösterdikleri tutum bana bunun samimi olmadığını özetliyordu. İsmimi bilen bu adam, ışınlanma sürecinde yaşadığım fiziksel hasar için özür diliyordu. Kendisini Doktor Carlson olarak tanıtıyor ve beni uzun zamandır izlediğini söylüyordu. Gülümsemiştim, bu lavukların hepsi aynıydı. Adam konuştukça diğerleri tabletlerine notlar alıyor, kendi aralarında konuşuyorlardı. Soru sormak için ağzımı açmamla birlikte Carlson'ın beni susturması bir olmuştu.

Zincirlerden kurtulmaya çalışsam da kurtulamamıştım, bu noktada Carlson'ı dinlemekten başka şansım yoktu. Benim yüksek potansiyele sahip bir element kullanıcısı olduğumu bildiğini, yeteneklerimi ise en yüksek seviyeye ulaşabileceğim özgür bir ortamda kullanmayı hak ettiğimi düşündüklerini söylüyordu. Bu nedenle burada olduğumu, insanların koruyucusu olmamı istediğini söylüyordu. Adamın suratına baktım. Ortamdaki hiçbir şey samimi gelmiyordu. Kullandığı kelimeler de buna dahil. "Hangi insanlık?" diye sordum adamın gözlerinin içine bakarak. "Senin insanlığın mı, benim insanlığım mı? Hanginizin koruyucusu olmamı istiyorsun?"

Gülümsedim adama doğru. Bu lavuk beni tatmin etmediği sürece ona yardım etmeye niyetim yoktu. Bu yüzden onun konuşmasına izin vermeden konuşmaya devam ettim. "Sence Carlson, hangisi umurumda gibi duruyor? Oradan oraya kaçırılan, benim yaşadığımın belki de binlercesini yaşayan, her gün gizlice izlenen, aramızda görünmez bir şekilde dolaşanlar tarafından tehdit altında olan halkımı korumak mı, yoksa metal şeyler tarafından gebertilmiş, sokaklarda cesetleri yatan ve canlı bir şekilde dolaşanların ise metal şeyler tarafından kaçtığı bir halkı korumak mı? Bir tahminde bulun bakalım, hangisi umurumda?" Keskin bir şekilde bakmaya başladım Carlson'a doğru. Gözlerimdeki nefret okunabilirdi, ancak ben Ingenium'u koruyacaksam, her kapıyı kapatmamam gerekiyordu. Bu yüzden tekrardan söze girdim. "Seninle bu durumda anlaşma yapmam, tek derdim Ingenium'u korumak ve saat kullanan herkesi katletmek."

Derin bir nefes aldıktan sonra tekrardan gözlerinin içine bakmaya başladım. "Ingenium'u kurtarabileceksem, seninle anlaşma yapabilirim. Ancak şunu bil ki, beni prangalara vurarak kendine çekmeyi başaramazsın. Birincisi, ben bir insanım, senin sikik bir deneyin değil. Yanındaki kıyafetlerini siktiklerimi dışarı yolla, benim zincirlerimi çöz. Kafesimde uslu uslu oturacak ve seni dinleyeceğim. Belki bir anlaşmaya varabiliriz. Ancak bu yanındaki not alan, deneymişim gibi garip garip izleyen orospu çocukları olduğu sürece seninle bir nebze konuşmam. Ya beni burada öldürürsün, ya beni geri yollarsın ve bir gün senin boynunu kırmamı heyecanla beklersin, ya da benden ne istediğini zincirlerimi çözüp baş başa konuşarak anlatırsın. Bu üçünden başka hiçbir alternatifin yok, ben ölene kadar burada böyle durabilirim." Biraz es verdim sözlerimi iyice sindirmesi için. Ardından son sözlerimi söyledim. "Madem İnsanlığın koruyucusu olabilecek güvenin var, seninle baş başa konuşurken sana bir şey yapmayacağımın güveni de olmalı. Bu güveni birbirimize sağlamadıkça, seninle hiçbir şekilde iş yapmaya niyetim yok. Bu kadar basit ve son sözlerimdir. Üstüne herhangi bir söz, herhangi bir alternatif kabul etmeyeceğim ve konuşmayacağım." Bu hıyarlara sert bir şekilde istediğimi belirtmek, en mantıklısıydı. Zaten sonum ya ölüm olacak, ya da geri gönderilecektim. En kötü ihtimalle, Ingenium halkını korumak için çok farklı bir anlaşmaya varacaktım. Bilmiyorum.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Mabi Chüimimuta] Arka Sokaklar

#9
Doktor Carlson gülümsüyor ve teker teker odada kendisi dışında bulunan herkesin çıkmasını emrediyor. Odadan tüm görevliler çıktıktan sonra içinde bulunduğun metal kafesin kapağını açıp seni tutan zincirleri çözecek butona basıyor. Kafesin kapağı açık bir şekilde oturmaya devam ediyorsun. "Çok haklısın. Ortak bir güven paydasında buluşamazsak ilerleyemeyiz. O halde bu şekilde konuşmaya devam edelim." diyor ve kendisi de kafesin içine girip yere oturup bağdaş kuruyor. "İki insanlık arasında bir seçim yapman gerekmiyor Mabi. İki taraf da aynı insanlara sahip, sadece farklı amaçlara hizmet ediyorlar. Ben bu iki birbirinden ayrılmış insan topluluğunu bir araya, senin gezegeninde, Ingenium üzerinde bir araya getirmeyi amaçlıyorum. Ekip arkadaşlarımız hep birlikte barış içinde yaşayabilmemiz için gayret gösteriyorlar. Dışarıda gördüğün manzaralar, o maskeler, o robotlar... Maalesef isteyerek değil, zorunda olduğumuz için kullandığımız ekipmanlar. Şöyle ki Mabi, dünyamız ölüm döşeğinde ve dünyamızın ölmesi demek bizim de ölmemiz demek. Size, sizin gücünüze ihtiyacımız var ama amacımız sizi kenara atmak değil. Sizlerle barış içinde, herkese yetecek kadar doğal maddenin olduğu bir sistem kurmak istiyoruz. Senin ise bu sistemin koruyucuları olacak olan ekibin lideri olmanı istiyoruz. Yürüttüğümüz operasyonun en büyük ismi olan Bay-" Bir anda kapı çalıyor ve maskeli adamlardan biri içeri giriyor. "Liderimiz geldi." diyor ve o anda Doktor Carlson ayağa kalkıp "Üzgünüm Mabi, seni biraz bekleteceğim." diyor ve kapıya yöneliyor. Odada tek başınasın.

Büyük, loş odada dururken, çevreni tam olarak algılamak için bir dakikanı ayırıyorsun. Havadaki garip, keskin koku aşırı güçleniyor ve havanın ağırlığını burnun ve ağzın üzerinden hissedebiliyorsun. Bu laboratuvarın duvarlarının ötesinde yatan tehlikeleri, kıyamet tarafından tüketilen bir dünyada bir sığınak olduğunu hissedebiliyorsun. Masa ve sandalyelerin sıraları üzerine satırlar odayı dolduruyor, ancak daha önce gördüğün gibi değiller. Tablolar şık ve parlak, metalik bir malzemeden yapılmış, sandalyeler verimlilik için aerodinamik inşa edilmiş. Odanın merkezine, telleri ve tüpleri ondan çıkıntılı büyük bir makine hakim. Ne yaptığından emin değilsin ancak amacının önemini tahmin edebiliyorsun. Duvarlara daha yakından bakarken, birçok ekranı, canlı resimler gibi sürekli bir bilgi ve veri akışı gösterdiğinizi fark ediyorsun. Laboratuvarda çalışan insanlar beyaz laboratuvar önlükleri giyiyor ve hızlı ve verimli bir şekilde hareket ediyorlar. Araçları ve ekipmanları sana tanıdık değil ve hepsi çok karmaşık görünüyor. Dışarıdaki kaosa ve yıkıma rağmen, laboratuvar bir umut ışığı gibi. Buradaki insanlar insanlığı kıyametin tehlikelerinden korumak için hayati bir iş yapıyorlar. Türünün hayatta kalmasını tehdit eden hastalıklar ve tehlikelerle mücadele etmek için yeni teknolojiler ve tedaviler geliştiriyorlar. En azından böyle olduğunu düşünmeni sağlayan metinleri ekranlardan okuyabiliyorsun.

Laboratuvarın etrafında dolaşırken, etkileşime girebileceğin birkaç şey olduğunu fark ediyorsun. İlk olarak, üzerinde verileri olan bir grafik gösteren ekranlardan birine yaklaşıyorsun. Yaklaştıkça, ekranın altında görüntülenen verileri değiştirmene izin veren düğmeler olduğunu fark ediyorsun. Bir düğmeye basıyorsun ve grafik farklı bir veri kümesi görüntülemeye başlıyor. Ekranlarda bulunan farklı grafikleri ve veri setleri saatler harcayabileceğin kadar detaylı. Ardından, yakınlarda bir dizi kapı fark ediyorsun. Ağır metal bir malzemeden yapılmış ve yanlarında dijital bir tuş takımı var. Meraklı bir şekilde kapılara yaklaşıyorsun ve onları açmaya çalışıyorsun ancak kilitleniyorlar. Tuş takımının üzerinde küçük bir ekran olduğunu fark ediyorsun ve kapıların kilidini açmak için bir kod girebileceğini görüyorsun. Kodu bilmiyorsun ama kapıların ötesinde olanın ne olduğunu merak ediyorsun. Keşfetmeye devam ederken, duvarlara monte edilmiş birkaç televizyon ekranı fark ediyorsun. Haber yayınlarından bilimsel derslere kadar farklı kanallar gösteriyorlar. Ekranların yanındaki duvara bağlı uzaktan kumandada bir düğmeye basarak kanalı değiştirebiliyorsun. Şu anda televizyonda bilimsel bir belgesel var. İstersen bunu inceleyebilirsin. Son olarak, üzerinde bir dikdörtgen bir cihaz ve mikroskop içeren bir iş istasyonuyla karşılaşıyorsun. Cihaz televizyon ekranına benziyor. Mikroskop üzerinde örnek bir slayt var ve örneğe daha iyi bakmak için odağı ayarlayabiliyorsun. Cihazda mikroskoptan verileri analiz etmeni sağlayan bir program açık. Ayarları ve parametreleri farklı sonuçlar elde etmek için ayarlayabiliyor ve bulgularını daha sonra incelemek için kaydedebiliyorsun.

Re: [Mabi Chüimimuta] Arka Sokaklar

#10
Doktor Carlson isteğime önem gösterip, kendisi dışındaki herkesin odadan çıkmasını emretmişti. Herkes çıktığında beni de kısmen özgürlüğüme kavuşturmuştu. Kafesin kapağı açılsa da içeride oturmaya devam ettim, dışarı çıkmak yerine onu içeriye almıştım. İstesem belki de onu burada öldürebilirdim ancak böyle bir şey yapmayacağım. Adam bana iki insanlık arasında bir seçim yapmama gerek olmadığını, benim gezegenimde iki insanlığı bir araya getirmek istediğini amaçladığını söylüyordu. Ekip arkadaşları dediği kişilerin barış içinde yaşayabilmemiz için çaba gösterdiğini söylüyordu. İnanmıyordum. Madem öyleydi, neden beni böyle zoraki bir yolla buraya getirmişlerdi? Neden saatçi lavuklar bize saldırıyordu? Doktor Carlson konuşmasına devam etti. Dışarıda gördüğüm ekipmanların isteyerek değil zorla kullandıklarını söylüyorlardı. Dünyaları ölüm döşeğindeydi ve bize ihtiyaçları vardı. Bizlerle barış içinde yaşamak istiyorlardı. Peki bunu başarabilecekler miydi? Bizden kat kat ileride olan bu insanlar bizi gözlemleme süreci içindeyken, nasıl bir anda içimize geleceklerdi?

Tam liderlerinin ismini söyleyecekken, liderin kendisi gelmiş ve beni bekleteceğini söylemişti. Ben de sorun etmeden kafa selamı vermiştim. Odada tek kaldığımda, odayı incelemek için iyi bir fırsat yakaladım. Havadaki keskin kokuyu hissedebiliyordum. Duvarlarda birçok ekran vardı, canlı resimler gibiydiler. Bir sürü bilgi ve veri akışı gösteriyordu. Laboratuvarda çalışan herkes aceleci bir şekilde çalışıyor gibiydi. Kullandıkları ekipmanların hiçbirini tanımlayamıyordum. Hepsine yabancıydım. Sanki, kıyamet büyük bir karanlıkla dünyaları üzerine çökerken, burası ışık yayan tek yer gibiydi. Metinlerden anladığım kadarıyla, kendilerini tehdit eden hastalıklara ve tehlikelere karşı sürekli bir üretim içindeydiler.

Sadece bakmakla yetinmemiş, biraz da etkileşime girmiştim eşyalarla. Üzerinde grafikleri gösteren ekranlardan birine yaklaştım ve düğmelerin görüntüleri değiştirmeme izin verdiğini anlamam çok uzun sürmedi. Bir düğmeye bastım, farklı bir veri kümesi karşıma gelirken bunlar saatler verebileceğim kadar detaylı işlerdi. Sonrasında yakınlardaki kapılara yöneldim. Dijital bir tuş takımına sahip olan bu kapılar kodla açılıyordu. Kapıların ötesinde ne olduğunu merak ediyordum. Kumandayla değiştirilebilen ekranda haber yayınlarından bilimsel derslere kadar, her şey mevcuttu. Bilimsel bir belgesel ekranda duruyorken bu sefer dikkatimi çeken mikroskoplu bir aletti. Cihaz televizyon ekranına benzese de, mikroskopla örneğe daha iyi bakabiliyordum. Ayarları ve parametreleri ayarlayabileceğimi fark ettim. Ancak ellemek istemiyordum. Bunun yerine odadan çıkmaya karar verdim. Madem birbirimize güveniyoruz, bu bir problem olmamalıydı. Doktor Carlson ve Lider denen kişiyi aramaya karar vermiştim. Odadan çıkacak, kocaman vücudumu iyice bir hindi gibi göğsümü kabartarak daha irileştirecek ve ikisini arayacaktım.
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image
Locked

Return to “Seldshuts Sokağı”

cron