Karabasan

#1
Image

Yavaş yavaş kendine gelmeye başladığında gözünü alan parlaklığı ve alnından damlayan ter damlacıklarını hissetti genç kız. Ellerini gözüne siper etmeye çalıştı ancak başına giren şiddetli ağrıdan kendini bir türlü kurtaramıyordu. İçine derin bir soluk çekmeyi denedi fakat bunu bile beceremeyecek kadar bitkindi. Nerede olduğunu hatırlamak için beynini son kan damlacıklarına kadar zorladı. Şehir merkezindeki evinin odasında, kendini yatağa atmış ve derin bir uykuya geçmemiş miydi? Böyle olduğuna emindi Livei. Ancak şu anda gördüğü ve hissettiği şey yerdeki çimler, kupkuru bir hava ve sırtında ona ağırlık yapan açık sarı bir çantaydı. Önünde uçsuz bucaksız bir orman duruyordu. Livei’ye doğru adeta “Gel, beni keşfet!” diyordu. Genç kız elini kalbine götürdüğünde onun güm güm attığını hissetti. Sanki yerinden çıkacak gibiydi. Olduğu yerde öylece kalakalmıştı. Rüya görüyor olmalıydı, rüya gördüğünden emindi. Birkaç kez kendisine tokat attı ve uyanmayı diledi ancak sırtı şimdiden terden sırılsıklam olmuştu ve bu his, oldukça gerçekçiydi. Yüreğinden gelen ufak bir dürtüyle ormana girmeye karar verdi. Normalde bu tarz şeyleri yapmadan önce birkaç kez düşünürdü ancak içinde devamlı büyümekte olan kaybolmuşluk, hayatta kalma ve merak hissi onun mantık duyusuna baskın geliyordu.

Ağaçlardan başka hiçbir şey göremediği bir yere gelene kadar yalnızca duyularıyla ilerledi. Ne yapması gerektiğine dair aklında hiçbir düşünce yoktu. Az öncesine kadar ona yardımcı olan hisleri de şimdi onu terk etmiş ve böyle bir yerde yapayalnız kalmasına sebep olmuşlardı. Genç kız içinde en ufak bir korku hissetmiyordu ancak bir şeyler hissetmesi gerektiğini düşünüyordu. Sağ avucunu yumruk yapıp tekrar kalbinin üzerine götürdü ve gözlerini kapayıp doğayı dinlemeye başladı. Bu ona pek yardımcı olmuyordu ancak biraz olsun huzuru hissetmişti. Burnuna gelen toprak ve ağaç kokusu onu sadece bir anlığına küçüklüğündeki bir anıya götürdü. Dora ile eski ansiklopedileri karıştırdıkları o ana. Babasının ne okuduklarını fark etmesi üzerine bir hışımla kitabı önlerinden çekip Livei'ye en yakın arkadaşının önünde tokat attığı o ana. Bunu nasıl unutmuştu? Ani şokla birlikte hızla gözlerini açtı ve karşısındaki canlı bitkileri fark etti. Birkaç sarmaşık kol hızla hareket ediyor ve ona doğru yaklaşıyordu. Livei sezyum elementini kulanmak üzere kendini hazırladı ancak parmak uçlarından hiçbir şey çıkmıyordu. Adeta doğumundan beri sahip olduğu güçleri onu terk etmişti. Sarmaşık kollardan bazıları hızla Livei'nin kollarını ve bacaklarını sardı. Başka bir kol boğazına sarıldı ve onu sıkı sıkıya sarmaladı. Livei boğularak öleceğini hiç tahmin etmemişti. Her şeye razıydı ancak… Boğularak mı ölecekti! Nefesi hızla kesilirken gözlerinden gelen yaşı hissetti. Yalnız bir nefesçik, tek bir nefes çekebilmeyi ne kadar çok isterdi şu anda. Her şey karanlığa bürünmeden önce gördüğü son şey, sarmaşığın arkasında küçük bir kızın siluetiydi…

Genç kız gözlerini ikinci kez yeni bir hayata açarken bu kez ellerini gözüne siper etmesi gerekmedi. Hatta tam tersine daha iyi görebilmek için onları kısmak zorunluluğunu hissetti. Ellerini boğazına götürdü ancak boğazı artık hiç acımıyordu. Ölmemişti fakat yaşıyor gibi de görünmüyordu. Ellerine baktı. Onları karanlıkta pek iyi göremiyordu ancak elleri yarı saydam değildi. Hayalete dönüşmemişti, o halde ne olmuştu? El yordamıyla etrafı bulmaya çalışırken sırt çantasının hala omuzlarında olduğunu fark etti. Kendini bitkin hissediyordu. Hayatının en uzun günün yaşıyor gibiydi, üstelik daha başına neler geleceğini bile bilmiyordu! Elleriyle etrafı yoklaya yoklaya ilerlemeye karar verdi. Ayağıyla yerlerde bir şeyler var mı diye kontrol ediyordu nitekim hiçbir şey yoktu. Ne bir fener, ne bir mum… Küçücük bir ışık belirtisi bile yoktu. Livei duvarların dümdüz ilerlemediğini fark etti. Normalde uzun bir koridorda olsaydı bu kadar çok dönüş yapması gerekmezdi. Aklına izlediği korkunç filmler geldi. İnsanların bir odaya hapsedildiği ve sonra hepsinin en akla hayale gelmez şekillerde öldürüldüğü o tarz filmlerden hep nefret etmişti. Nefret etmesine rağmen onları izlemeden de duramazdı. İğrenmekten, korkmaktan ve hatta sırf bu filmler yüzünden nevrinin dönmesinden tuhaf bir zevk duyardı. Önceleri bunun tuhaf bir hastalığın belirtisi olduğunu düşünmüştü. Zaten Hwulwo denen o kızı sürekli gördüğü için kendisine şizofreni tanısı konulmasından fazlasıyla korkuyordu. Daha önce bu sebepten doktora gitmişti ve doktor bunun yalnızca küçüklük alışkanlığı olduğuyla ilgili, hala kendi kimliğini bulamadığı ve bu konuda sıkıntı yaşadığı, eğer kendisini bulursa ve Hwulwo’yu umursamazsa onun zamanla yok olacağıyla ilgili bir şeyler saçmalamıştı. Evet, Livei bunun saçmalık olduğunu düşünüyordu. Zaten Hwulwo olmadan yaşayamazdı.

Hwulwo’yu düşünmeye başladığı anda yanındaki küçük kızıl saçlı kızı fark etti. Her zamanki gibi yüzüne o korkunç gülümsemesini yerleştirmiş, giydiği yıpranmış pelerinin arkasından genç kıza bakıyordu. Saçları yüzünü öylesine kaplıyordu ki gözlerini seçebilmek mümkün değildi. “Beni artık çok daha seyrek hatırlıyorsun Livei. Bir gün beni terk edeceğinden fazlasıyla korkuyorum.” Livei yüreğinin titrediği hissetti. Onu bu şekilde görmeye dayanamıyordu. “Çok özür dilerim Hwulwo. Son zamanlarda fazlasıyla yoğunum. Ama görüyorsun, hayatım sürekli tehlikede.” Hwulwo anlayışlı bir şekilde başını onaylarcasına salladı. “Evet evet görüyorum! Sana yardım için buradayım ben!” Yardım kelimesinin Hwulwo'nun ağzından çıktığını duymak, genç kızı gülümsetti. Daha sonra bundan pişmanlık duydu ancak bu minik kızın ona yardım edeceğine dair hiçbir umudu yoktu. “Öncelikle kendine bir silah edinmelisin. Burada kötü canavarlar olabilir, değil mi?” Livei cevap vermedi ancak küçük kızın sonuna dek haklı olduğunu kalbinde bir yerlerde hissedebiliyordu. Livei küçüklüğünden beri Hwulwo'nun onun diğer yanı olduğunu, bastırılmış duyguları olduğunu düşünmüştü ve şimdi bunun doğru olduğunu fark edebiliyordu. El yordamıyla ilerlemeyi bıraktı ve girdiği her yerde hem duvarları hem de zemini dikkatlice taradı ve silaha benzeyen ne varsa aldı. Uzun bir kaya bulmuştu, sarkıt gibiydi. Çabuk kırılabilecek bir şeye benziyordu ancak kendini savunabileceği bir şeylere sahip olduğu için mutluydu. Bu mutluluğunun bu kadar kısa süreceğini o zaman bilmiyordu genç kız. Yerdeki zeminin titremesinden ve derinden gelen uğultuları fark etmesinden bir terslik olduğunu anlamıştı. Yeni bulduğu taşa sardı kendisini ve hızla gelecek olan kötülüğü bekledi. Nedense kötülük olduğunu biliyordu çünkü iyilik zaten bu kadar gürültü çıkartmazdı.

Karşısındaki devasa yaratığı çok net göremese de ondan gelen düşmanca bakışları üzerinde hissedebiliyordu genç kız. Ne ile karşı karşıya olduğundan emin değildi. Bir aslan mıydı, kaplan mıydı, timsah mıydı? Hiçbir fikri yoktu. Livei korkması gerektiği halde kendini tam aksine oldukça dinç ve hırslı hissediyordu. Birazdan savaşacağının öngörüsü tüm benliğini doldurmuş ve vücudunu alev alev yakmıştı. Gözlerini açtığında karşısında kocaman bir ağız gördü. Kocaman dişleri ve korkutucu gözleri fark etti. Genç kız sarkıt olduğunu düşündüğü taşı eline aldı ve onu hançer gibi elinde tuttu. Bir elini hafifçe arkasına attı ve kendini tamamıyla canavarın hareketlerine konsantre etti. Bu konuda oldukça iyiydi, bu yarım akıllı hayvanın önceden yapacağı saldırıları fark etmek çok zor değildi. Zor olan onun bu güçlü pençeleri, kuyruğu ve dişleriydi. Yaratık kükrediğinde Livei hafifçe geriye savruldu ve yediği pençe darbesiyle çığlıklar atarak kendini yere serilmiş bir halde buldu. Başını çarparak yarmıştı ve akan kanı hissedebiliyordu. Elindeki kaya parçası ise çoktan çatlamaya başlamıştı. Livei yapacak bir şeyi olmadığını fark etti. Tek çaresi kaçmak ve kurtulmaktı. Kaya parçasının kırılmasını göz önüne alarak son şiddetli hamlesini yaptı ve etrafa dağılan parçacıklar eşliğinde hızla koşmaya başladı. Nereye gideceğini bilmiyordu. Hwulwo da ortalıklarda yoktu. Artık ölümle baş başaydı…

Livei’yi kaçarken onu durduran şey, yemyeşil gözleri ve altın sarısı saçlarıyla ışıl ışıl parıldayan bir kadın olmuştu. Öyle mükemmel ve öyle göz alıcıydı ki genç kız bir an için, ormanın içinde kendine ilk geldiği anda gözünü alan güneş olduğunu zannetti kadının. Eğer kadının gözleri o kadar soğuk ve karanlık olmasaydı onun gerçekten güneş olduğuna inanabilirdi. Siyah güneş… Bu kadın ancak simsiyah bir güneş olabilirdi. “Ne o güzelim? Kaçıyor musun? Bu kadar çabuk mu?” Kadının ses tonu adeta ahenkle çınlayan çanlar gibiydi. Öyle ritmikti ki insanı en güzel uykulara sevk edip ona en güzel masalları anlatabilirdi bu ses. Livei büyüden çıkması gerektiğini düşünüyordu. “Siz de kimsiniz hanımefendi?” Kadın muhteşem sesiyle öyle bir kahkaha kopardı ki genç kız bir an için yankıdan sağır olacağını düşündü. “Beni hatırlamadın mı?” Livei kadının sorusunun tesiriyle zihnine uçuşan anıları hissetti. Bu kadını tanıyordu. Onu sürekli görüyordu. Etrafında olduğunu biliyordu. Ama kimdi? Kimdi? Kadın o kadar mükemmeldi ki onun gözlerinin içine bakarsa eriyip gideceğini düşünüyordu genç kız. Arkasından yaklaşan kükreme seslerini fark etti. Az önceki yaratığın onu takip etmekte olduğunu unutmak için çok kötü bir an seçmişti Livei. Ancak kükreme sesleri tam en yakına geldiği anda bir anda kesildi. Genç kız dikkatle baktığında kadının sağ elinin işaret parmağının havada olduğunu gördü. “Çok sıkıcı, değil mi? Hwulwo'dan hiç hoşlanmam zaten.” Hwulwo mu? O yaratığa neden Hwulwo diye seslenmişti ki? Kadın hızla Livei’nin çakmak gibi yanan kızıl gözlerine döndü. “Hey, biraz eğlenmeye ne dersin?” Kadının sesi oldukça tahrik ediciydi. Öyle kur yaparak söylüyordu ki bunları Livei’nin içinden hayır demek gelmedi. Ancak kadının niyetinin iyi olmadığını anlamıştı. Daha önceden aldığı silahları kontrol etti. Birkaç taş parçasından başka işe yarar bir şeyi yoktu. Etraf oldukça karanlıktı ve her yerde gölgeler vardı. Kadın her durumda bu savaşı kazanacaktı. Livei savaşmak istemiyordu. Kadın gözlerine öyle nefretle bakıyordu ki Livei az önceki sorunun aslında cevap beklemediğini yeni fark edebilmişti.

Kadın aniden ellerini havaya kaldırdı ve genç kız için zaman aniden yavaş ilerlemeye başladı. Adeta hissizleşmişti. Etraftaki her şeyi en ince ayrıntısına kadar görebiliyordu. Kendi gölgesini fark etti. Gölgesi yerde cenin pozisyonu almış, göz altları morarmış bir halde baş parmağını emiyordu. “Korkuyorum… korkuyorum… Öleceğim… öleceğim…” Ağzından yalnızca bu iki kelime çıkıyordu. Livei bir anda dehşetle irkildi. Etraftaki duvarların, yerdeki tozların ve hatta taş parçalarının bile gölgeleri onunla konuşuyordu. “Öleceksin… öleceksin… Korkuyorsun… korkuyorsun…” Genç kız başını ellerinin arasına aldı ve gözlerini kapayıp tiz bir çığlık attı. Her şey üzerine doğru geliyordu, buna daha ne kadar dayanabilirdi ki? Aniden bir gölgenin onu sıkıca kavradığını fark etti. Diğer gölgeler de ayaklarını tutmuşlardı. Yavaş yavaş yerin içine çekildiğini hissetti Livei. Tekrar boğuluyordu, nefes alamıyordu. Ciğerlerinin soluk almak için nasıl çırpındığını hissetti. Kaçmak istiyordu ama yapamıyordu. Çığlık atmak istiyordu ama sesi çıkmıyordu.

Çalan saatin sesiyle yataktan zıpladı Livei. Nefes nefeseydi. Alnından akan boncuk boncuk terleri hissedebiliyordu. Sırtı su içinde kalmıştı. Son dönemde gördüğü kabusların en kötüsü bu olmalıydı. Etrafı kontrol etti. Odasında ve güvendeydi. Bir bardak su içmek için mutfağa yöneldi. O kadar terlemişti ki üzerini çıkartmak istiyordu. Odadan çıkarken girişteki aynayla karşılaştı. Kıpkırmızı gözleri ve kıpkırmızı saçları olan kendisiyle karşı karşıya gelmişti. Hwulwo uzun zamandır rüyasına girmiyordu. Gizemli sarışın kadın ise her zamankinden daha tehditkardı. Livei içinde bir yerlerde, bu kadının ismini dilinin ucuna kadar getirebildiğini hissediyordu ama doğru kelimeyi bulamıyordu. Başının döndüğünü fark etti. Mutfaktan suyunu aldıktan sonra unutmamak için rüyayı bir yere yazması gerektiğini düşündü. Bir kağıt parçası ve kalem bulup masanın başına geçti.

Ah... Bir dakika. Rüyasında ne görmüştü ki? Genç kız odasının duvarlarını incelemeye başladı. Çok korkunç bir rüya gördüğüne emindi ama artık ne gördüğünü hatırlamıyordu. Sinirle kağıdı buruşturup odanın bir köşesine fırlattı.
Image
► Show Spoiler

Return to “Konutlar”

cron