Re: [Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Küllerinden Doğuş

#21
Koridordan çıktığım sırada, Jükum kolumdan tutarak kendisiyle gelmemi söylemişti. Kapıdan çıktıktan sonra derin bir nefes aldım. Ciğerlerime doldurduğum temiz havanın ardından Jükum'un yere oturmamı işaret etmesiyle yanına oturdum. Bana öğüt verircesine konuşmasını sineye çekerek dinlemeye başladım. Benim durumumda kim olsa bu derece sinirli davranırdı. Sonrasında gördüğüm insanlar hakkında bilgi vermeye başladı. Deinzei adlı bir azınlıktan gelen insanlar, Gedhilfe'nin ortak kurucularındanmış, ancak Ozæf ailesi ile olan anlaşmazlıkları sonucunda öldürülmüşler. Hatta, katledilmiş ve tarihten silinmişler. Kendileri için kraliyetin böylesine düşman olmasının sebebi buymuş. Haksız bir sebep olmadığı kanısına vardım o anda. Böylesine bir şey benim başıma gelseydi, sanırım ben de büyük bir tepki verirdim. Verdikleri tepkilerde haklılardı.

Jükum tekrardan içeri girmemi ve konuşmayı kendisinin yapmasını, orta yol bulacaklarını söyledi. Ben de onunla birlikte içeriye girdim. Jükum konuşmaya başlayarak özür diledi ikimiz adına, ardından ise Frip'i anlatmaya başladı. Sorgulayabildiği ve düşünebildiği yaşlardan beri kraliyete düşman olduğunu ve benimle birlikte plan yaptığını anlattı. Kendisinin de Frip'e kefil olduğunu ve ardından başlarına bir şey gelirse yüzümüze bakmak zorunda olmadıklarını söyledi. Shira ise, bir süre sessiz bekledikten sonra özür diledi ve duygularının mantığının önüne geçtiğini söyledi. Benden ise hem kendi adına, hem Huld adına özür diledi, sonrasında ise sorgulanabilir bir davranış gördüğümüzde harekete geçmemizi rica etti. Huld sessiz kaldı, ancak Shira'nın sözlerine karşı çıkan bir şey de söylemedi.

Jükum ise Shira'ya dönerek herkese eşit güven duygusuna sahip olmanın bencillik olmadığını, herkesin güvende hissedeceği bir ortam için herkesin emek harcaması gerektiğini söyledi. Jükum bana dönüp sorun kalmadıysa Frip'i almaya gidebilir miyiz diye sorduğunda, "Bir dakika." diyerek cevap verdim. Shira'nın yanına yaklaştım. Aramızda bir ya da iki adım mesafe kaldığında durdum. "Sizin hakkınızda bilgi sahibi değildim. Özür dilerim. Jükum dışarıda anlattı. Verdiğiniz tepkinizde haklısınız. Sizin yerinizde olsaydım, aynı tepkiyi verirdim, belki daha ağır bir tepki. Ancak bana güvenin. Dostlarını satan birisi değilim. Dostlarımı satacak birisi olursa, boynunu kıracak birisiyim. Ben, bir dostu için siktiri boktan dünyayı karşısına alan biriyim. Kefil olduğum durum tersine dönerse, sizlere bir şey olursa ne olacağını anlamışsınızdır sanırım." Sonrasında elimi uzattım sıkması için. "Dost muyuz?"
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Küllerinden Doğuş

#22
Livei: Adamı başarılı bir şekilde bayıltıyor ve Örümcek Ağı ile sarıyorsun. Bok'a dönüyor ve planını söylüyorsun. Bok ise başka bir şeye odaklanmaya devam ederken sana cevap veriyor. "Şu an için yapılabilecek en mantıklı şey bu, gidelim." diyor. Bir anda odadaki pencerelerden biri ardına kadar açılıyor. Dışarıdaki fırtınanın sıcaklığı odayı kavururken pencere de art arda duvara çarpmaya devam ediyor. Bok adama dönüyor ve adama doğru koşmaya başlıyor. Hızlıca gaz maskesini alıyor ve bayılmış olan adamın yüzüne takıyor. "O dış dünyada hayatta kalamaz." diyor ve pencereye dönüyor. "Bu camlar bu kadar kolay açılabilen şeyler değiller. Yalnız değiliz." Bok bir süre düşünüyor ve ardından "Livei, eğer hemen eve dönmek istersen bunu hemen ayarlayacağımdan emin olabilirsin. Ama algılarım doğruya işaret ediyorsa şu an bildiğim ve daha önce geldiğim bir yerdeyiz. Sana göstermek istediğim bir şey var. Eğer istersen-" diyor ve bir anda sözü camın sertçe kapanmasıyla kesilliyor. Bulunduğunuz odanın ışıkları gittikçe soluyor ve bir anda odanın ortasında bir figür beliriyor. Bu figür gördüğün diğer observerlara benzemiyor. Hatlarından erkek olduğu çok belli, aynı zamanda upuzun bir silindir şapkası var. Dikkatli baktığında takım elbisesinin hatlarını görebiliyorsun. Adam önce Bok'a dönüyor. "Size başından beri ne diyorum ben? Size başından beri boyunuzdan büyük işlere girmemeniz gerektiğini söylemiyor muyum?" Adam tek bir hareketiyle Bok'un sağ kolunu kökünden kopartıyor. Bok acı içinde bağırıyor ve yere düşen kolunun üstüne düşüyor. Yerler kan ile dolarken adam sana dönüyor. "Senin kadar soru soranıyla ilk defa karşılaşıyorum. Senin için her şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum. Belki o zaman beni rahat bırakırsın. Dünyada sizin gezegeninizde de olduğu gibi doğanın bir düzeni vardır. Vahşi doğada avcılar avları yerler. Bir geyik bir aslanı avlayamaz. Geyiğin av olacağı aslanın avcı olacağı gibi baştan belli olmuştur. Bu senaryoda biz aslanız, siz de geyiksiniz. Neyi neden nasıl yaptığımızı sorgulamanın bir anlamı yok. Bu sizi ilgilendirmez. Sizin tek göreviniz kendi çapınızda yaşamaya devam etmek. Biz de sizi izlemeye devam edeceğiz. Gün gelince harekete geçeceğiz. O gün ne olacağını bilmenin de bir anlamı yok. Bizi durduramazsınız. Av avcısını avlayamaz." Adam sana doğru yaklaşıyor. "Arkadaşın sahip olduğu yeteneklerle kolunu tekrardan onaracak ve kan kaybını önleyecektir. Bunu engellemeyeceğim. Yaptığım şeyin bir güç gösterisi olduğunu da inkar etmeyeceğim. Hatta bonkör bir adamım, sorguladığınız adamımı da götürebilirsiniz. Sizi durdurmayacağım. Fakat bilmenizi isterim ki bu son uyarınız. Eğer planlarımı biraz daha kurcalarsanız size hayal edemeyeceğiniz kadar dehşet verici bir sonu yaşatacağım. Unutma küçük kız." Adam sana olabilecek en yakın konuma gelince yüzünün hatlarını yavaş yavaş görebilmeye başlıyorsun. "Sen bu hikayenin ana karakteri değilsin." Adam göz açıp kapayıncaya kadar yok oluyor ve sizi baş başa bırakıyor. Bok adamın dediği gibi kolunu göz açıp kapayıncaya kadar onarıyor ve yerdeyken sana bakıyor. "Livei. Çabuk bir karar ver. Kalacaksak çok dikkatli olmalıyız."

Mabi: Shira elini sıkıyor ve gülümseyerek "Dostuz." diyor. Ardından Jükum ile dışarı çıkıyor ve Frip'in yanına gidiyorsun. Eve varmanız ve olanları Frip'e anlatmanız uzun sürmüyor. Frip seni takip etme kararı aldığını tekrar belirtiyor ve sizinle birlikte tekrar Lujein'in evine geliyor. Teker teker herkese Frip'i tanıtıyorsun ve geriye kalan tek şey Livei ve Bok'un dönmesini beklemek oluyor.
Off Topic
Bu tur sadece Livei Nyawodz ilerleyecektir. Bir sonraki GM turundan itibaren Mabi Chüimimuta yazmaya devam edecektir.

Re: [Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Küllerinden Doğuş

#23
Bok hala başka bir şeye odaklanıyor gibiydi. Yapılabilecek en mantıklı şeyin bu olduğunu söyleyerek planını onaylamıştı. Livei tam adamı alıp kavrayacakken pencerelerden birisi rüzgarın etkisiyle sonuna kadar açıldı. Dışarıdan içeriye kavurucu bir sıcak hava dalgası dolmuştu. Bok hızlıca adama doğru koşarak gaz maskesini yüzüne yerleştirmişti ve onların bu havada yaşayamayacaklarını söylemişti. Bu gezegene ne olmuştu böyle? "Bize bir şey olmuyor mu?" dedi merakla. Gerçi, kendi gezegenlerini yok edip onları öldüren bir şeye karşı geliştirilmiş bu deneyde, denekleri bu tehlikeye dayanıklı olarak üretiyor olmaları mantıklıydı. Bok yalnız olmadıklarını belirtince omuz silkti. Ne zaman yalnızdılar ki? Sonrasında hemen eve dönmek isterse bunu yapabileceğinden ancak burada biraz daha kalmak isterlerse ona göstermek istediği bir şey olduğundan söz etmişti. Bok buraya daha önce gelmiş olabileceğini ima etmişti. Burası Ingenium'dan kaçırdıkları denekleri tuttukları bir bölge olabilir miydi?

O anda cam sertçe kapanmıştı. Böyle bir şeyin olması mümkün değildi, rüzgar bunu yapamazdı. Odanın ışıkları kararmaya ve ortam loşlaşmaya başlamıştı. Odanın en ortasında bir figür belirmişti. Bu figür diğerlerinden farklıydı. Silindir şapkası olan bu figürü daha önce gördüğünden emindi. Tihami Savaşı sonrası görmüştü onu. Eidhæn'in de gördüğü figür bu olmalıydı. Takım elbiseli bir erkekti. Onun da bu observer gibi sıradan bir insan olduğuna kalıbını basabilirdi. Figür ilk olarak Bok'a dönmüştü ve azarlar bir tonda başlarından büyük işlere bulaşmamalarını söylemişti. Demek ki Bok vasıtasıyla onunla konuşan adam da buydu. Tam o anda adam eliyle bir hareket yapmış ve Bok'un sağ kolunu tamamen yerinden kopartmıştı. Bok'tan şimdiye kadar hiç duymadığı şiddette bir feryat işitmesiyle Livei aklını kaybettiğini hissetti. "BOK'U RAHAT BIRAK OROSPU ÇOCUĞU!" Kopan kolunun üzerine düşen Bok'tan kendi ayaklarına doğru kocaman bir kan gölü ilerlemeye başlamıştı. "NİYE YAPIYORSUN BUNU NİYE? SORUNUN NE SENİN? OROSPUUUUU!!!"

Adam Livei'nin haykırışlarına hiç kulak asmadan bu kadar çok soru sormasıyla dalga geçmiş ve ona her şeyi açıklayacağını söyleyerek oldukça üst perdeden, onları küçük gören bir konuşma yapmıştı. Kendilerinin "aslan" olduğunu, onların "geyik" olduğunu ve bir geyiğin bir aslanı avlamasının imkanı olmadığını söylemişti. Arada bir fark vardı ki bir aslan yalnızca mecbur kalınca avlanırdı. Kendilerini "aslan" zannettikleri için bütün aslanlardan özür dilemeleri gerekliydi. Ayrıca geyikler kendi potansiyellerini bilselerdi aslanlar tarihe karışırdı. Bunu bildikleri için bu benzetmeyi yapmış olmalıydılar. Livei apaçık farkındaydı ki koşulları eşit olduğu takdirde kendi ırkı bu Dünyalı ırktan daha üstündü. Daha güçlü ve yetenekliydi. "Kendi sanal ortamınızın güvenliğine sığınarak konuşmak kolay tabi! Gelin eşit şartlarda karşılaşalım. Derdimizi öyle çözelim. O zaman kim kimi avlıyor görürüz. Sana yemin ediyorum ki yedi ceddini acıdan bağırtarak gözlerinin önünde geberteceğiz. Seni de sike sike öldüreceğiz. Bunu yaz. Ben ana karakter değilim evet, bizler hepimiz ana karakterleriz. Ve bu yaptıklarınızın intikamı alınacak. Her şey için tek tek hesap vereceksiniz. Tek tek. Ektiklerinizi biçtiğiniz o hesap günü geldiğinde gözlerinin önüne yansıyan son şey bizim yüzümüz olacak!"

Bok, figürün söylediği gibi güçlerini kullanarak bir şekilde kolunu geri birleştirmişti. Zamanı manipüle etmiş olmalıydı. Livei endişeyle Bok'un yanına çömeldi ve kolunu inceledi. "İyi misin?" Ne kadar iyi olabilirdi ki? Biraz evvel resmen kolu kökünden koparılmıştı. Livei öfkeden elinin ayağının titrediğini hissedebiliyordu. Ancak bir o kadar da çaresiz hissetmişti. Bu hiç adil değildi. Onların yarattığı ve kontrol ettiği bir evrende onlara karşı mücadele etmeye çalışmak... Zordu. Her şey çok zordu. Boşa kürek çekiyorlar gibi hissediyordu. Ancak bunu diğerlerine daha bu sabah anlatmıştı. En azından denedik diyeceklerdi. Sonunda başarılı olma ihtimalleri sıfıra yakındı zaten, beklentilerini fazla yüksek tutmamaları lazımdı. Livei, Bok'un sorusunu yanıtlamadan önce suratında tarif edilmesi güç bir ifadeyle birkaç dakika adama baktı. "Neden bizi öldürmüyor? Madem işine karışıyoruz, bizi öldüremez mi? Yani bunu yapabiliyorsa... Öldürürse eğlencesi kaçar tabi. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor bizimle. Gaddar şeytanın teki olmalı. Çok yazık. Binlerce insanın kanı ellerinde olarak ölecek. Ölmeyeceğini mi sanıyor? Herkes ölür. Herkesin günü gelir." Kendi kendine bir süre mırıldandıktan sonra Bok'un gözlerine baktı. "Sana güveniyorum. Bana ne göstermek istiyorsun?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Küllerinden Doğuş

#24
Livei: Bok kendini toparlamaya çalışırken senin dediklerini de dinliyor gibi görünüyor ama tam olarak da odaklanamıyor. Kendisine bir soru yönelttiğinde ise yavaşça doğruluyor, ayağa kalkmaya çalışıyor ve "Bana tutun." diyor. Ona tutunduğun anda göz açıp kapayıncaya kadar başka bir yerde buluyorsun kendini. Bok yine kollarının arasında. Etrafına bakıyorsun ve kapalı bir alanda olduğunu fark ediyorsun. Memleketindeki tavernalara benziyor. İlk adımını atar atmaz atmosferin sıcaklığından etkileniyorsun. Tepedeki ahşap kirişler, eski bir barın içindeymiş izlenimi veriyor ve antika lambaların loş aydınlatması rahat ambiyansa katkıda bulunuyor. Duvarlar, tavernanın zengin tarihini ima eden çeşitli eski tarz posterler ve fotoğraflarla süslenmiş. Barmenler cana yakın ve bilgili, her zaman bir öneride bulunmaya veya bir hikaye anlatmaya istekli görünüyorlar. İçecek menüsü standına bakıyorsun, her biri özenle ve detaylara dikkat edilerek hazırlanmış çeşitli biralar, şaraplar ve kokteyller içeren kapsamlı bir menü. İster köpüklü bir bardak birayı, ister bir kadeh şarabı tercih et, zevkine uygun bir şeyler bulacağın kesin. Bir samimiyet duygusu için bir araya toplanmış masalar ve kabinler ve ayakta durmayı tercih edenler için yüksek masalar ile çeşitli şekillerde oturma alanları mevcut. Sandalyeler ve kabinler, zengin, koyu deri ile döşenmiş ve alan boyunca ahşap vurgular tavernanın mirasına bir selam çakıyor. Bok ile yavaşça oturma yerlerine doğru ilerliyorsunuz. Etrafındaki insanların eğlendiğini görebiliyorsun. Genellikle kahverengi veya turuncuya kayan kızıl saçlı insanlar var. Bok seni oturturken konuya giriyor. "Şu an Dublin'deyiz. Birleşik Krallık adlı ülkenin içinde bulunan bir şehir. Eskiden İrlanda'ya ait olduğunu duymuştum. Dünya tarafından kaçırıldığımda buraya gelmiştim. Ingenium gezegeninden getirdikleri insanları tuttukları üs Dublin'de yer alıyor. İlk olarak da bu tavernaya gelmiştim. Hatta sana diyeyim, burada gördüğün insanların arasında muhtemelen Ingenium gezegeninden Dünya için çalışmaya ikna olmuş insanlar vardır. Hatta bizim gibi ajan olanlar da olabilir." Etrafına bakıyorsun. Herkes eğleniyor gibi görünüyor. "Propagandanın insanları ne kadar etkileyebileceğini hiç düşündün mü? Gerçekten düşündüğünde kulağa çılgınca geliyor. Yani, biz farkında bile olmadan inançlarımızı ve tutumlarımızı şekillendirebiliyor. Bu yüzden ne tükettiğimize ve onu nasıl yorumladığımıza dikkat etmeliyiz. Propaganda sinsice de olabilir. Haber, eğlence ve hatta eğitim şeklinde gelebilir ve bu da fark edilmesini zorlaştırır. Ve korkularımız ve güvensizliklerimizle oynadığında, düşüncelerimizi ve duygularımızı farkında bile olmayabileceğimiz şekillerde manipüle edebilir. Etrafındaki insanları görüyor musun?" Tekrar göz gezdiriyorsun. "Sadece Ingenium kökenli olanları düşünme. Burada gerçekten Dünya'nın iyi bir şey yaptığını düşünen yüzlerce Dünyalı insan var. Düşünüyorum da Livei... Bizi niye var etmiş olurlarsa olsunlar, hala propagandanın etkisinin sürüyor olması ve bizim gezegenimizi de kasıp kavuruyor olması beni çok ama çok üzüyor. İnsanlık tarihinde hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor. Hala manipülatif, iğrenç yaratıklarız." Etrafı bir süre daha gözledikten sonra Bok ayağa kalkıyor, elini uzatıyor ve tekrardan eve dönmeniz gerektiğini söylüyor. Öncelikle bundan önce bulunduğunuz yere gidiyorsunuz, yakaladığınız adam hala orada. O adamı da alıyor ve evinize doğru yolculuğa çıkıyorsunuz.

Mabi & Livei: Livei ve Bok bir anda evin ortasında beliriyor ve onlarla birlikte bir tane de baygın adam beliriyor. Herkes kontrol etmek için etraflarını sarıyor ve o sırada Bok kendini açıklamaya başlıyor. Baştan sona yaşadıklarını, Dünya'ya ilk gittiğinde neler olduğunu ve az önce Livei ile birlikte yaşadıkları olayları anlatıyor. Dünyalı adamın kimliğini, silindir şapkalı figürü anlatıyor. İlk olarak Thrao yorum yapıyor. "Bu adamı sorgulamamız gerekiyor. Öğrenebileceğimiz çok şey vardır eminim." Hemen ardından Bok cevap veriyor. "Adamın düşüncelerini göz önünde bulundurursak pek mümkün olmayacak. Sırları anlattığı anda ailesiyle birlikte öldürüleceğini düşünüyor." Shira bir soru soruyor. "Peki bunun garantisi var mı?" Bok ise cevaplıyor. "Bunu bilemeyiz. Dünya'nın nasıl çalıştığı hakkında bilgimiz çok kısıtlı. Daha bilgi sahibi biri olsa adamla anlaşmak da daha kolay olurdu." Bir anda tanıdık bir ses duyuyorsunuz. "Sanırım ben yardımcı olabilirim." Arkanıza dönüyorsunuz ve karşınızda Maxwell Fahrner'ın ta kendisi var. "Olabilecek en klişe girişi yaptım, kusura bakmayın." Adam hala baygın, eski bir dostunuz önünüzde, onu tanımayan bir yığın insan yanınızda, onunla tartışmalı bir geçmişe sahip olan Bok ise tam karşısında. Acilen ortamı kontrol altına almanız gerekiyor gibi görünüyor.

Re: [Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Küllerinden Doğuş

#25
Livei ve Bok geri geldiklerinde bir kişi daha onlarla birlikte geldi. Baygın bir adamı gördüğümde istemsizce kontrol etmeye gittim. Yaşadıkları her şeyi, Dünya'ya ilk gittiklerinde neler olduğunu ve Livei ile yaşadıklarını anlattılar. Oldukça zorlu bir işin peşine düştüğümü anladım. Ancak bir sıkıntı yoktu benim açımdan. Silindir şapkalı figür ise, anladığım kadarıyla baş düşmanımız olacaktı. Her ne kadar Thomas'ı kurtarsam da, başka şeyleri rayına sokmaya çalışsam da muhtemelen silindir şapkalı figür bizim son düşmanımız olacaktı. Hatta, arada yapacağımız eylemler önemsiz bile kalabilirdi. Her şey, kimin yeneceğine bağlıydı. Ya o kazanacaktı, ya biz.

Thrao bu adamı sorgulamamız gerektiğini söylerken, Bok söze girmiş ve bunun pek mümkün olmayacağını, sırları anlattığı anda ailesiyle birlikte öldürüleceğini düşündüğünü söylüyordu. Shira ise bunun garantisi olup olmadığını sorgularken, Bok bunu bilemeyeceğini, daha bilgi sahibi birisi olsa adamla anlaşmanın daha kolay olacağını söylüyordu. Tam söze girmeyi planlarken, tanıdık bir söz yardımcı olabileceğini söylediğinde arkamı döndüm. Maxwell karşımda duruyordu. Benim de bu adamın yardımına ihtiyacım vardı. Thomas'ı kurtarmak için gerekli her şey bu adamın bilgi dahilinde olabilirdi.

"Maxwell." Dedim sakince. Sonrasında gülümsedim. "O saat denen şeyle, bizi dinleyip gözlüyor muydun?" Ceketimin kollarını sıvamaya başladım. Sonrasında ise, bacaklarımda kas stilini kullanarak hızla yanına fırlamak için harekete geçtim. Amacım, bir anda arkasına geçerek boyun kilidine almak olacak. "Sanırım değil. Yardımcı olacaksın."
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Küllerinden Doğuş

#26
Bok ona tutunmasını istemişti ve kendilerini bir anda bambaşka bir mekanda bulmuşlardı. Buraya gelirken önceden gittikleri gibi karanlık bir yolda yürümemişlerdi. Bok hala yerdeydi ve kendisi de yanındaydı. Başını kaldırıp etrafını inceledi. Sıradan bir tavernaya benziyordu. Havası normalden bir tık fazla sıcaktı ancak mekanın ahşap dekorasyonu, posterler, bar masası, içkiler ve geri kalan her şeyiyle sıradan bir tavernaydı burası. İnsanları farklı görünüyordu elbette, Ingenium'dan olmadıkları belliydi. Saçları açık kahve ve turuncu arasındaydı. Gedhilfe'deki insanlardan biraz daha açık ve sıcak tonluydu saçlarının renkleri. Barmenleri Gedhilfe'deki barmenlerden daha canayakın ve ilgiliydi. Menüsü göz alabildiğine farklı çeşitlerle içecek seçenekleriyle doluydu. Hayatında hiçbir barda böyle zengin menü gördüğünü hatırlamıyordu. Bok ile birlikte oturma yerlerine ilerlediler. Otururlarken Bok buranın neresi olduğunu açıklamıştı. Dublin denilen bir şehirdeydiler. İrlanda'yı duyduğu anda nerede olduklarını anladı. "Bo'ek'in çizimlerindeki yer..." dedi mırıldanarak. Dublin'deki bir üstte Ingenium'dan getirilen insanları tuttuklarını, kendisinin de bir zamanlar buralara geldiğini söylemişti. Bok buradaki insanlar arasında Ingeniumlular olabileceğini, ajanlar olabileceğini belirtmiş ve propagandanın hala nasıl bir kuvvetle kendisini gösterdiğinden endişelendiğini belirtmişti. "Haklısın Bok ama ne yapabiliriz ki? Bu bizim suçumuz değil. Gezegenimizi ve hatta bizi onlar var etti, elbette kendi istedikleri şekilde yönetecek ve propaganda yapacaklardı. Dünyalıların suçu da değil. Bu insanlar da, bizler de onların oyun tahtasındaki birer piyonuz. Yaptıkları her şey bizi test etmek için. Senin kolunu koparttı ve bizi tehdit etti. Korkacak mıyız, savaşacak mıyız test ediyorlar. Potansiyelimizi ölçüyorlar sürekli. Onlar için sadece buyuz, birer test malzemesi. Testleri başarılı mı başarısız mı gidiyor bilmiyorum ama bu oyunu taşıyanlar biz olmamıza rağmen kimse bizi umursamıyor. Bu durumda dengeleri değiştirmeyi arzu etmek herkesin hakkı. Biz de kendi hayatımızı düşünmek ve kendimizi korumak zorundayız."

Bok elini uzatıp eve dönmeleri gerektiğini söylemişti. Ona uzatılan eli tuttu ve kendini biraz evvelki odada buldu. Adam hala baygın bir şekilde yatıyordu. Bok'un kolunun tek bir hamleyle yerinden sökülmesini hatırlayınca ürperdi. Bir an önce evine dönmek istiyordu. Livei paket haline getirdiği adamı kaldırdı ve yeniden Ingenium'a döndüler. Kendilerini yeniden oturdukları masanın olduğu odanın ortasında buldular. Döndükleri anda onlarca meraklı göz etraflarını sarmıştı. Bok her şeyi odadakilere bir kez daha açıklarken Livei sessizce gelen tepkileri dinledi. Konu şapkalı figüre gelince baştan sona tüyleri ürpererek onu dehşete düşüren noktayı bir kere daha vurguladı. "Bok'un kolunu kökünden kopardı... Tek hamlede..." Açıklamalar bittiğinde konu adamı sorgulamaya gelmişti. Bok adamın bildiklerini anlatmayacağını düşündüğünü söylemişti çünkü Dünya'dan korkuyordu. Dünya'nın nasıl bir işleyişi olduğunu bilmedikleri için de onu konuşturmaları zor olacaktı. O esnada arkalarında tanıdık bir ses duymuştu. Onlara yardım edebileceğini söyleyen bu ses Max'e aitti. "Bu gerçekten inanılmaz klişe bir girişti. Hoş geldin." dedikten sonra odada onu tanımayan diğerlerine döndü. "Kendisi Dünyalı eski bir observer, bize yardımcı olabilir." Sonra aklına bir şey gelmiş gibi durakladı. "Bunları söylememiz uygun mu bilemedim ama... İş işten geçti artık sanırım." O esnada Mabi de söze girmiş ve onları gözlemleyip gözlemlediğini sormuştu. Ancak nedense mevzuya gider gibi kollarını sıvamaya filan başlamıştı. "Mabi... İyi misin?"
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Küllerinden Doğuş

#27
Maxwell Mabi'nin hareketlenmesiyle hızlıca kendini ışınlıyor ve Livei'nin yanına geçiyor. "Mabi, senin için ne kadar sinir bozucu olduğunu biliyorum ama maalesef beni böyle yakalayamazsın." diyor ve gülümsüyor. Hemen ardından sorusunu cevaplıyor. "Evet, sizi gözlüyordum. Yardıma ihtiyacınız olduğunu düşündüğüm için geldim. Bu size ne kadar dürüst geliyor bilmiyorum ama gerçekten size yardım etmek istiyorum." Yerde baygın yatan adama dönüyor ve "Tanıyorum onu. Lucas Serrano. İspanyol-Hiper Bölüğü'nden. Onunla Madrid'de tanışmıştık. Özel görev için transfer edildiğim zamandı. Observerlar arasında çok parlak bir adam olduğu söylenemez." diyor. Herkesin onu önden görebileceği bir yöne geçiyor ve öncelikle kendini kısaca tanıtıyor. Livei ve Mabi'ye zamanında tanıtmasından pek farklı olmayan bir şekilde kendini tanıttıktan sonra konuşmaya başlıyor. "Sizlere Observerların yönetiminin nasıl işlediğini anlatmalıyım diye düşünüyorum. Observerların bağlı olduğu bir ana ülke var. Bu ana ülkenin başka ülkelerle anlaşmaları var ve o ülkelerden de Observer getirtiliyor. Yönetim tek bir ülkeden yapılıyor, bu yönetimi yapabilecek teknolojiye sahip olan ülke de tek bir ülke zaten. Aslında ülke de denemez ama Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu ülke diyor. Ingenium'dan bir farkı yok, nasıl oluştuğunu düşünecek olursak yani." Saatine bakıyor ve tekrar konuşmaya devam ediyor. "Dünya nüfusunu kontrol etmenin birden fazla yöntemi var. Bu yöntemlerden en sinsisi ise ilaç sektörünün manipülasyonu diyebiliriz."


► Show Spoiler


"Burada, oturmuş düşüncelerimin uçurumuna bakarken, geçmişimin akıldan çıkmayan anılarını hatırlamadan edemiyorum. Bir Observer olduğum, halkını manipüle etmek için uyuşturucu kullanımını teşvik eden bir hükümetin hizmetkarı olduğum zamanların anıları. Vatandaşlarının zihinlerini kontrol etmeye, onları amaçlarını körü körüne takip edecek kuklalara dönüştürmeye çalışan bir hükümetti. Ve ben onların makinesinde sadece bir dişli çarktım, yaratmakta oldukları yeni gezegeni gözlemlemek için seçilen pek çok kişiden biriydim. İlk başta, yeni bir dünyanın yaratılışına tanık olmak bizim için büyük bir fırsat, büyük bir şeyin parçası olma şansı gibi göründü. Ama ruhumu paramparça edecek ve beni ömür boyu pişmanlıklarla baş başa bırakacak bir yolculuğa çıkmak üzere olduğumdan habersizdim. Bize verdikleri ilaçlar sadece madde değil, bizi sadık hizmetkarları haline getirecek bir silah, bir araçtı. İlk başta, gözlem becerilerimizi geliştirmenin, çevremizden daha fazla haberdar olmamızı sağlamanın bir yoluydu. Ama sonra, çok daha uğursuz bir şey oldu. Kendi vicdanımıza ihanet etmek anlamına gelse bile bizi kontrol etmenin, onların davasına bizi inandırmanın bir yolu haline geldi. Bana gözlemlediğim masum aileyi hükümet için bir tehdit olarak görmeme neden olan bir ilaç enjekte ettikleri geceyi hala hatırlıyorum. Tam bir dehşet anıydı, uyuşturucuların zihnimi çarpıttığının ve orada olmayan şeyleri görmeme neden olduğunun farkına vardım. Yine de, masum bir aileyi acı dolu bir hayata mahkum etmek anlamına gelse bile, üstlerime rapor verme, onlara duymak istediklerini söyleme dürtüsüne karşı koyamadım. Ama ilaçların gücü o kadar güçlüydü ki, hizmet ettiğim hükümetin etkisi o kadar büyüktü. Beni bir piyona, emirlerini yerine getiren bir araca çevirmişlerdi ve ellerinden kaçamıyordum. Ve sonra tekrar tekrar oynayan, bize kahraman olduğumuzu, insanlığı kurtardığımızı söyleyen reklamlar vardı. Ama gerçekte, biz onların zulmünün araçlarından başka bir şey değildik, güç oyunlarında sadece piyonlardık. Sonunda kabustan uyandığım, hizmet ettiğim hükümetin gerçek doğasını anladığım günü hala hatırlıyorum. Bir netlik anıydı, çok uzun süredir kullanılmış ve manipüle edilmiş olduğumun farkına vardım. O günden beridir günahlarımdan arınmak için var gücümle çalışıyorum." Max tekrar saatine bakıyor ve saati kolundan çıkarıp havaya kaldırıyor.

"Hükümetin propaganda makinesi, acımasız bir verimlilikle çalışan iyi yağlanmış bir motordu. Sadece kendi vatandaşlarını değil, diğer ülkelerin insanlarını da manipüle etmek için kullandıkları bir araçtı. Ve bunu yaparak, yeni gezegeni yaratma sürecinde tüm dünyanın desteğini kazandılar. Vizyonlarını kitlelere satmak için kurnaz reklamlar ve ikna edici sloganlar kullanan aldatma ustalarıydılar. İnsanların uyum içinde, savaşın ve yoksulluğun yıkımlarından uzak yaşadığı güzel bir ütopyanın resimlerini göstereceklerdi. Yeni gezegenlerinin tüm insanlık için nasıl bir umut ışığı olacağından, insanların geçmişin hatalarından arınmış olarak yeniden başlayabilecekleri bir yer olacağından bahsederlerdi. Halk da onlara inanırdı, çünkü sözleri bal gibiydi, tatlıydı, dayanılmazdı. Ancak propagandalarının ardında karanlık bir gerçek yatıyordu, halkın gözünden saklamak için her şeyi yapacakları bir gerçek. İnsanlığa yardım etme arzusundan değil, güç arzusundan yeni bir gezegen yaratıyorlardı. Yeni gezegenin kaynaklarını kontrol ederek galakside baskın güç haline gelebileceklerini, diğer uluslara şartlar dikte edebileceklerini ve onları kendi isteklerine göre esnetebileceklerini biliyorlardı. Ve böylece, bu yeni dünyayı yaratma çabalarında hiçbir masraftan kaçınmadılar. Propaganda makinesi, çabalarının yalnızca bir yönüydü. Onlar da benim gibi Observerlarını diğer uluslar hakkında bilgi toplamak, zayıflıklarını öğrenmek ve onlardan yararlanmak için kullandılar. Bu bilgiyi şantaj yapmak veya diğer ulusları davalarını desteklemeye zorlamak için kullanırlardı. Ve her şey başarısız olduğunda, yollarına çıkan her türlü direnişi ezmek için askeri güçlerini kullanarak şiddete başvurdular. Eylemlerini, insanlığın iyiliği için yapılması gereken fedakarlıklar olarak, daha büyük iyilik için gerekli olarak haklı göstereceklerdi. Ama gerçeği biliyordum, çünkü kendi gözlerimle görmüştüm. Davaları adına işledikleri vahşeti, iktidar arayışlarında yitirdikleri masum canları görmüştüm. Ve artık bunun bir parçası olamayacağımı biliyordum. Yani, yapabileceğim tek şeyi yaptım. Bildiğim hayatı, hizmet ettiğim hükümeti geride bırakarak kaçtım. Ve şimdi, bu yabancı topraklarda, onların zorbalığından uzakta otururken, doğru seçimi yapıp yapmadığımı merak etmekten kendimi alamıyorum." Saati koluna takmaya hazırlanırken aklına bir şey geliyor ki gülümsüyor, ağzındaki baklayı çıkarıyor. "Biliyor musunuz? Bundan yüzyıllar önce yazılmış iki kitap var. Biri George Orwell'in 1984 kitabı, bir diğeri de Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya kitabı. Bu iki kitap distopya türünün en büyük örnekleri sayılır. Sizin gezegeninizde de distopya türüne dair belli başlı eserler çıktığı için neyden bahsettiğimi biliyorsunuzdur. Benim gençliğimde bu iki kitap karşılaştırılırdı. 1984'ün öngördüğü geleceği mi yaşayacağız yoksa Cesur Yeni Dünya'nın öngördüğü geleceği mi? Komik olan ne biliyor musunuz? İkisini de yaşıyoruz. Sadece birbirlerini maskeleme konusunda çok iyiler." Bir süre duraksıyor. "Neyse, şimdi bu kitapları anlatıp da başınızı ağrıtmak istemiyorum."

Baygın Lucas yavaş yavaş uyanırken siz de onu sorgulamaya hazırlanıyorsunuz. Max önünüze geçiyor ve eski dostu ile konuşmaya başlıyor. "Lucas? Beni hatırladın mı?" Lucas şaşkın gözlerle Max'e bakıyor ve "Fahrner... Senin öldüğünü sanıyordum." diye cevap veriyor. Max acı bir gülümseme eşliğinde "Demek sizlere öyle duyurdular..." diyor. Lucas etrafına bakıyor ve sizleri gördüğü anda korkuyor. "Saatim-" diyor fakat Bok'u gördüğü anda saatine neler olduğunu hatırlıyor. Max'e dönüyor. "Fahrner, bırakın gideyim. Ya da beni öldürün. En azından..." Max saatine bakıyor ve küçük bir ayar yapıyor. Hemen ardından bir değişiklik hissediyorsunuz. Max "Önümüzdeki yaklaşık beş dakika boyunca herhangi bir Observer bu ev içerisinde ne olduğunu gözleyemez. Şimdi rahatça konuş." diyor. Lucas "Beni öldürürseniz en azından görevde öldü sayılırım ve ailem rahatça yaşayabilir. Şu an bu işin içinden başka bir şekilde çıkabileceğimi sanmıyorum. Beş dakika içerisinde size bilmeniz gereken şeyleri anlatamam." diyor. Max konuşmaya hazırlanacakken Lucas'ın gözlerinin dolduğunu ve ağlamaklı bir ses tonuyla ağzını açtığını görebiliyorsunuz. "Maxwell, onları riske atamam." Max bir süre sessizce Lucas'ın gözlerine bakıyor ve ardından size dönüp "Size yük olması şu an hepimiz için sorun olur. İsterseniz onu ikinci kıtaya götüreyim ve rehin olarak tutuyormuş gibi davranayım. Şu an saati olmadığı için Lucas'ı bulmaları daha zor. Onu sürekli takip edebilecekleri bir eşyaya sahip değiller. Sizin yanınızda da durabilir ama o durumda ondan bilgi alma şansımız daha kısıtlı olacak." diyor. Hemen ardından Lucas'a dönüyor ve "Güvende olabileceğin ve ailenin de bu süreçte hayatta kalacağı bir yöntem biliyorum." diyor. Tekrar size dönüyor ve "Livei, Mabi. Eğer Lucas'ı ikinci kıtaya götürmeye karar verirseniz kısa bir süreliğine de olsa benimle gelmeniz gerekiyor."

Re: [Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Küllerinden Doğuş

#28
Mabi, Maxwell'in tekrardan ışınlanmasına ve kendisine karşı laf etmesine tek bir cümleyle karşılık vermişti. "Seni bir gün öldüreceğim." Sözünün ardındaki ciddiyet, en alakasız kişi tarafından bile algılanabilir durumdaydı. Maxwell, bir saat kullanıcısıydı, yüzsüz bir insandı, yardım istediğini düşünmesine rağmen kendilerini gizlice gözetlemekten vazgeçmiyordu. Onun yaptığı bu hareketin karşılıksız kalacağını düşünüyorsa, yanılıyordu. Ingenium'u kurtarmalarına yardım etse dahi, ölümü tadacaktı. Max, yerdeki adamın Lucas Serrano olduğunu söylüyordu. Sonrasında kısa bir kendini tanıtımın ardından, Observerların yönetiminin nasıl işlediğini anlatması gerektiğini söyleyerek uzun bir konuşmanın başlangıcını atıyordu. Observerların bağlı olduğu ana bir ülke olduğunu ve yönetimin bu ülke tarafından yapıldığını söylüyordu.

Bir observer olarak, halkını manipüle etmek için uyuşturucu kullanımını teşvik eden bir geçmişe sahip olduğundan bahsediyordu. Başlarda, yeni bir dünyanın yaratılışına tanık olmak kendisi için kaçınılmaz bir fırsat gibiyse de, kendisini ömür boyu pişmanlıklarla yaşatacak bir işe dahil olduğunu bilmiyordu. Verdikleri ilaçların maddeden ibaret olmadığını, bir silah, bir araç olduğunu söylüyordu. Köleler yaratmak için kullanılan bir silah. Max, geçmişinde yaşadığı bir anıdan kesit bile vermişti. Gözlemlediği masum bir aileyi tehdit olarak görmesine neden olmuşlardı, masum bir aileyi acı dolu bir hayata mahkum edecek olsa bile içinden gelen dürtülere engel olamamıştı. Kendisi basit bir köle gibiydi. Hükümet yine de onları kahraman gibi gösteriyor, zihinlerine bunu dolduruyorlardı. Sonrasında uyanmış, günahlarından arınabilmek için yardım etmeye başlamıştı. Mabi içinse, çok geç kalınmıştı ve onun hakkındaki yargı verilmişti. Ölüm.

Saatini çıkardıktan sonra hükümetin propaganda makinesinin çok iyi çalıştığını ve diğer ülkelerin insanlarını da manipüle ettiklerini söylüyordu. Yeni gezegeni yaratma sürecinde ise, bu şekilde tüm Dünya'nın desteğini kazanmışlardı. Reklamlarla, sloganlarla, insanların barış ve uyum içinde, savaş ve yoksulluk olmadan yaşayacakları konusuna inandıracaklardı. Yeni gezegenlerin en büyük umut ışığı olarak gösterilmesini sağlayacaklardı. Halk onlara inanmıştı. Onları manipüle etmeyi başarmıştı. Ancak işin arkasında, yeni gezegenin kaynaklarını kontrol ederek galakside baskın bir güç haline gelme, diğer uluslara istediklerini yaptırabilme gücünü elde etme planı vardı. Observerlar diğer uluslar hakkında bilgi toplamak, zayıflıklarını öğrenmek ve onlardan yararlanmak için kullanılmıştı. Max, her şeye rağmen davaları adına işledikleri katliamı, katlettikleri masumları görmüştü. Bunun bir parçası olmayı reddetmişti.

Saati koluna takmaya hazırlanırken, bundan yüzyıllar önce yazılmış olan iki kitap olduğundan bahsediyordu. 1984 ve Cesur Yeni Dünya adlı iki kitap. Distopya türünün en büyük örnekleri sayıldığını ve kendisinin gençliğinde bu iki kitabın karşılaştırıldığını, hangi geleceği yaşayacaklarını tartıştıklarını söylüyordu. İkisini de yaşadıklarını ancak birbirlerini maskeleme konusunda çok iyi olduğunu söylüyordu. Sonrasında ise, Lucas yavaşça gözlerini açmaya başlamıştı. Lucas, Max'i tanımıştı. Kendisini öldüğünü düşündüğünü söylemişti, üstteki insanlar öyle duyurmuş olmalıydılar. Lucas etrafına bakmış ve korkmuştu, sonrasında hemen saatine dayanmıştı ve ardından kendisinin ya bırakılmasını ya da öldürülmesini talep etmişti. Öldürülme kısmı Mabi için iyi bir teklifti, ancak sessizce bekledi. Max, saatinde ufak bir değişiklik yaptıktan sonra beş dakika boyunca Observerların bu ev içerisinde ne olduğunu gözleyemeyeceğini söylüyordu.

Lucas ise öldürülürse en azından görevde öldü sayılacağını ve ailesinin rahatça yaşayabileceğinden bahsediyordu. Beş dakikanın bilmesi gereken şeyler için yeterli olmadığını söylüyordu. Lucas, onları riske atamayacağını söylerken Mabi suratına yumruğu patlatmamak için yumruğunu sıkıyor ve sabretmeye çalışıyordu. Max ise ortaya bir plan atmıştı. Onu ikinci kıtaya götürebileceğini ve rehin olarak tutuyormuş gibi davranabileceğini söylüyordu. Saati olmadığı için Lucas'ı bulmalarının daha zor olacağını da ekliyordu. Lucas'a dönüp ise kendisinin ve ailesinin güvende olacağı bir yöntem bildiğini söylüyordu. Sonrasında tekrardan dönmüş ve Livei ile Mabi'ye verecekleri karara göre kendileriyle gelmesi gerektiğini söylüyordu.

"Maxwell. Şuanda ne Lucas, ne ailesi, ne de hepsinin hayatı umurumda değil. Sanırım başından beri söylediğim, muhtemelen senin de duyduğun ancak ciddiyetini bir türlü kaptıramadığım bir şey var." Sıktığı yumruğunu derin bir nefesle saldı. "Arkadaşım, Dr. Johansson'un elinde. Senin de tanıdığın birisi bu Max, çünkü senin de arkadaşın. Thomas. Belçikalı. Sarışın, mavi gözlü bir adam. Senin hakkında da konuşmuştuk, hatta bana geliştirdikleri teknolojinin askeri uygulamaları üzerine çalıştığına dair söylentiler duyduğunu da söyledi." Kısa bir es verdi Maxwell'in Thomas'ı hatırlaması için. Sonrasında devam etti. "Şuanda bu ekibin bir parçası olarak Lucas'ı konuşturmayı ben de istesem de, onun güvenliği benim umurumda değil. Ailesinin güvenliği, umurumda değil. Benim umurumda olan, Thomas. Ona ulaşmadığım her bir saniye bir şeyler yaşanıyor, ne yapacaklarını bilmediğim bir şeyler. Benim acilen bir şeyler yapmam gerekiyor o laboratuvara ulaşarak.” Gözlerini kıstı ona bir şeyler olacağını düşündüğünde, yumruğunu sıkmaya başladı sinirlenerek. “Onu hapsettiler! Orada gördüğüm şeyler işkenceden ibaretti! Her geçen bir saniye onu kaybetmeye daha fazla yaklaşıyorum! Oraya gitmek zorundayım! Dr. Johansson’u öldürmek zorundayım! Ailesini siktiğimin Lucas'ıyla vakit kaybetmemeliyim!” İntikam arayışıyla birlikte öfkeyle çıkan sesi, hepsinin kulaklarında yankı yapmak istiyordu. “Max, saatini kullan. Beni oraya göndermek zorundasın. Gerekirse o laboratuvarda, Thomas’ı kurtarırken ölmeliyim. Ancak denemek zorundayım, onu kurtarmalıyım. O laboratuvara gittiğimde, oradakilerin benden korktuğunu hatırlıyorum. Nedenini anlamamıştım, ancak şimdi onlara çok iyi bir neden sunacağım.” Arkadaşını kurtarmak için, öldüreceği bir insana yalvarmaya hazırdı. “Beni göndermek zorundasın Max. Bana yardım et. Senin de arkadaşın olan, eski bir Observerı kurtarmak zorundayım.”
► Show Spoiler
Image
GERIR BIREJ
Image
Image
image

Re: [Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Küllerinden Doğuş

#29
Mabi resmen görür görmez adama yeniden saldırmıştı. Max ise kendisini genç kızın yanına ışınlayarak yine alttan alan bir tondan konuşmuştu. Bazı şeyler hiç değişmiyordu. Sonrasında onları gözlediğini ve yardım için geldiğini söylemişti. Kaçırdıkları observerı tanıyordu. İspanyol bilmem neyinden olduğunu söylemişti. Livei karmaşık Dünya kelimelerini hiç anlamadığı için her birini zihninin arka köşelerine doğru fırlatıp attı. Observerların çalışma sistemini anlatmaya başlamıştı. İnsanlara ilaç verildiğini ve bu şekilde zihinlerinin istekleri dışında kontrol altına alındığını söylemişti. Kendisinin de bu sistemin bir zamanlar kurbanı olduğunu ve gerçeği sonradan fark ettiğini söylemişti. Livei'nin duydukları korkunçtu. Kendi vatandaşına acıma ve merhamet duymayan Dünya'nın onlara duymasını beklemek aptalca olurdu. Amaçlarına ulaşmak için birkaç canı feda etmekten gocunmayan, gerekirse kitleleri manipüle eden vahşi yaratıklardı bunlar. Max'i dinledikçe kanın beynine hücum ettiğini hissediyordu.

Max onların zorbalıklarından uzakta olduğu bu topraklarda, yaptığı seçimin doğru olup olmadığını sorguladığını söylemişti. Aslında... tam olarak onların zorbalıklarından uzakta sayılmazdı. Hatta onların zorbalığının tam kucağına düşmüştü, ne demeye çalışıyordu ki? Sonrasında da birkaç kitaptan alıntı yaparak bir şeyler söylemişti ancak Livei bu kısma dikkatini tam olarak vermemişti. O esnada adının Lucas olduğunu öğrendikleri observer ayılmaya başlamış ve Max'i tanımıştı. Max'in öldüğünü sandığını söylemişti. Adam tam olarak sandıkları gibi konuşmak istemiyor ve ailesinin başına gelebilecekler hakkında fazlasıyla kaygılanıyordu. O esnada Max onlara bir teklif sunmuştu. Adamı alıp ikinci kıtaya götürebilirdi böylece ondan bilgi alabilirlerdi. Hem ailesini hem de o adamı güvende tutabileceği bir yöntem bildiğini de söylemişti. Livei bu ortamda Max'e güveniyordu. Onlara ihanet edeceğini düşünmediği gibi bu adamı konuşturacak bir yöntem de bilmiyordu. En mantıklısı Max'i dinlemek olacaktı.

Söze ilk olarak Mabi girerek olanları umursamadığını söylemiş ve kaçırılan arkadaşı Thomas hakkında ona bilgiler vermeye başlamıştı. Mabi bunu geldiği ilk dakikadan beridir dile getiriyordu ve görmezden gelinmekten ötürü çaresizlik hissetmeye başlamıştı. Livei onu anlıyordu. Mavi'nin kayıp olduğu her saniye onun için ne kadar endişelendiğini hatırlıyordu. Aynı şekilde Friks kaçırıldığında da onu bulamadığı için neredeyse aklını kaçıracaktı. Thomas Mabi için önemli birisiydi. Dünya'nın elinde bir denek olmadan önce o adamı kurtarmalıydılar. Livei onlara yardım edeceğine, patronun ailesi gibi gördüğü insanları kendi ailesi gibi göreceğine söz vermişti. Sözünü tutma zamanıydı. "Lucas'ı alıp götürebilirsin Max, sana bu konuda güveniyorum. En iyisini sen biliyorsundur diye düşünüyorum. Ayrıca Mabi haklı. Şu anda önceliğimiz zavallı Thomas'ı o pisliklerin elinden kurtarmak olmalı. Sonrasında diğer işlerimize bakarız. Eğer Mabi'yi göndereceksen beni de onunla birlikte gönder, yardımım dokunur. Herkes gelmek zorunda değil, tercihi size bırakıyorum." dedi diğerlerine dönerken.
Image
► Show Spoiler

Re: [Livei Nyawodz & Mabi Chüimimuta] Küllerinden Doğuş

#30
Max söylediklerinizi tek tek dinliyor ve sonunda titrek bir sesle "Arkadaşlar... Sizi gönderemem." diyor. Hemen ardından "Ben bu riski alamam. Ya bu süreçte size bir şey olursa? O zaman sadece kendinizi değil çevrenizdekileri de tehlikeye atmış olursunuz. Sizi takip edebilirler, ailenizi, çevrenizi ve birlikte çalıştığınız insanları bulabilirler." diyor. Tam durmak üzereyken Lucas sözünü kesiyor ve "Bir dakika Thomas mı? Bizim Thomas'ımız mı?" diye soruyor. Max, Lucas'a dönüp "Muhtemelen öyledir. Onu en son Belçika'da görmüştüm." diyor. Lucas ayağa kalkmaya çalışıyor ve "Onu nerede tutuyor olabileceklerini biliyorum." diyor. Max hemen onun sözünü kesiyor ve "Tamam, bunu şu anda bilmemize gerek yok." diyor. Mavi ayağa kalkıyor ve "Söyle Lucas." diyor kısaca. Lucas devam ediyor. "Onu Birleşik Krallık, Dublin yakınlarındaki Avrupa üssünde tutuyor olmalılar. Sizi oraya götürebilirdim ama artık saatim yok." diyor ve Max'e dönüyor. "Maxwell, ne yapacaksın?" Max kara kara düşünürken Bok konuşmaya başlıyor. "Ben daha önce Dublin'e gittim, sizi oraya götürmem mümkün." diyor. Max tekrar söze giriyor. "Arkadaşlar, anlamıyorsunuz. Yakalanırsanız hepimiz tehlike altına gireriz." diyor. Thrao ise "O zaman sen de git Max? Seninle giderlerse muhtemelen bir problem çıkmaz." diyor. Max ise "Aksine bu büyük bir krize yol açar. Ben zaten kırmızı bültenle aranan bir suçluyum orada. Oraya adım atmam bile izimi bulmaları için yeter de artar." diyor. Bok Max'in yanına gidiyor ve "Ben sanırım sizinle aynı güçlere sahibim, sadece bir saate ihtiyacım yok. Saptanmamızı engellemenin bir yolunu bulabilirim ve yakalanma riskimiz olursa hemen bizi buraya geri getiririm." diyor. Max ise bir süre düşündükten sonra "Nasıl engelleyeceksin? Saatin böyle bir işlevi var ama bu sunucularla alakalı bir durum." diye cevap veriyor. Bok ise "Bulacağım bir yolunu Max ya. Şu Thomas denen arkadaşı kurtarmadan bir yere gitmeyecekler, şu an boşu boşuna zaman kaybediyoruz." diyor. Max iç çekiyor ve "Tamam ulan, ne yaparsanız yapın. Ben de Lucas'ı götüreceğim." diyor. Böylece Livei, Mabi ve Bok üçlüsü olarak yolculuğa hazırlanıyorsunuz. Öncelikle Lucas'tan nereye gitmeniz gerektiğini daha detaylı olacak şekilde öğreniyorsunuz. Ardından herkesle vedalaşıyorsunuz ve Bok'a tutunuyorsunuz. Bok gücüne odaklanıyor ve bir anda hepiniz için etraf kararıyor.

Kendinizi İrlanda'ya doğru giden bir arabada buluyorsunuz. "Dublin'e Hoş Geldiniz" yazan bir tabela görüyorsunuz ve kısa süre sonra tamamen çimen ve ağaçlarla kaplı bir yol görüyorsunuz. Etrafta ev hatta araba yok. Bok "Buraya savaştan beri dokunulmamış gibi görünüyor. Bu garip. Dublin Dünya'daki en güvenli yerlerden biri, en azından bana öyle söylendi." Böylece, üçünüz sessizce yola devam ediyorsunuz, ta ki Bok arabayı durdurup "Bu taraftan." diyene kadar. İleriyi işaret ediyor ve "Oraya gitmeliyiz." diyor. Tepesinde bir kule olan dev bir bina görüyorsunuz. Yanda "Avrupa Uzay Ajansı" yazıyor. Bok "İçeri girelim." diyor ve kapıya doğru yürümeye başlıyor. Kapıya yaklaştığınızda, subay üniforması giyen bir adam çıkıyor. Bok "Afedersiniz, müdürünüzle görüşebilir miyim?" diye soruyor ve adam arkasını dönüp "Senin için ne yapabilirim?" diyor. "Avrupa Uzay Ajansı'na girmek istiyoruz" diyorsunuz. Bok "Burada çalışan belli bir kişiyle konuşacağız." diyor. Adam gülümsüyor ve başını sallıyor. İçeri giriyor ve 50'li yaşlarının sonlarında bir adamla geri dönüyor. "Merhaba, benim adım Frank ve ESA'nın yöneticisiyim. Bir iş görüşmesi için mi buradasınız?" diye soruyor. Bok elini sıkıyor ve "Evet. Buraya Thomas adında bir adamla konuşmaya geldik, izin verirseniz." diyor. Adam "Thomas? Kim o?" diye soruyor. Bok "Ajansın bir üyesiydi ve ona birkaç soru sormak istiyoruz." diyor. Müdür kafası karışmış görünüyor ve "Bu mümkün değil. Onu yıllardır kimse görmemiş." diyor. Bok "Yaşadığına ve burada çalıştığına dair haber aldım." diyor. Adam "Bunu bilemezsin, bildiğimiz kadarıyla ölmüş olabilir." diye cevap veriyor. Bok derin bir nefes alıyor ve "Efendim, üzgünüm ama..." diyor, bir an duraksıyor, sonra "Size iki seçenek sunacağım. Ya daha fazla sorun yaşamadan içeri gireriz ya da durumu polise anlatırım." Müdür başını sallıyor ve "Tamam, içeri gelin." diyor. Biraz kafanız karışıyor, Bok nasıl bu kadar kolay bir şekilde sizi içeri soktu diye düşünmeden edemiyorsunuz. Adamın Dünyalı olmadığınızı anlamamasından tut devlet sırrı içeren bir yere bu şekilde girebilmeniz hiçbir anlam ifade etmiyor. Yine de yolunuza devam ediyorsunuz. İçeri girdiğinizde sağlı sollu birçok odanın olduğu uzun bir hol karşınıza çıkıyor. İlk oda bilgisayarlar ve çeşitli elektronik eşyalarla dolu. İkinci odada, üzerinde bir dizüstü bilgisayar bulunan bir masa ve etrafta birçok kağıt var. Üçüncü odanın yanında birkaç sandalye ve bir masa var. Dördüncü odada kitaplar ve diğer malzemelerle dolu bazı raflar var. Beşinci odada bir yataktan başka bir şey yok. Altıncı odada ekranlı büyük bir makine var. Yedinci odada bir sürü kağıtla dolu büyük bir masa var. Bok, yöneticiden, onunla göz temasını sürdürürken onları Thomas'a götürmesini istiyor. Şimdi altıncı odadasınız. Duvarlar, özellikle tavan kirli görünüyor. Bok "Nerede o?" diye soruyor ve müdür "Orada." diyerek büyük ekranı işaret ediyor. Büyük ekranın önünde bir sandalye görüyorsunuz, orada Thomas olduğunu varsaydığınız bir adam oturuyor. Bir şeye odaklanmış görünüyor ve sizi fark etmiyor. Bok ona doğru yürüyor ve "Afedersiniz ama biraz sohbet edebilir miyiz?" diyor. Adam büyük ekrana bakmaya devam ediyor. Ekrana bir bakıyorsunuz ve insanları saatlerle gösteren bir film görüyorsunuz. Propaganda videosuna benziyor. Bok, Mabi'ye dönüyor ve "Gücüm bitmeden ve müdür çıldırmadan muhtemelen onunla konuşmalısın." diyor.
Locked

Return to “Konutlar”

cron