Annem

#1
Daha yeni yeni kendini tanımaya başlamışken annesinden şu sözleri duydu: "Düş kurmak güzel olsa da gerçekleşmeyebilir. Ama sen genede vazgeçme küçüğüm." Karanlıkta görünmeyecek derecede kaybolmuş olan küçük elleri annesinin gözlerine gitti, "Ne diyorsun sen anne anlamıyorum. Aman neyse, tamam, denerim." dedi, annesinin gözlerindeki ıslaklığı silerken. Elleri yumru şeklini aldı; bakışları, sesi gibi katılaştı: "Koskocaman kadın oldun ama sen hala ağlaklık yapıyorsun! Seni avvvvvvy'ye söylerim!" dedi, sesi buz gibiydi. Annesi, "Küçüğüm, seni çok ama çok çok çok seviyorum." dedi, küçük kızı sarıp sarmalarken. Bir çıtırtı sesi geldi sobadan; bu, evdeki sobaya atılmış olan sonuncu cılız çıranın sesiydi. Çıranın sesini duymuşçasına pencerenin pervazına tünemiş olan bir kuş yerini terk edip, göğe doğru hızla havalandı. Bu, bir kargaydı: Tüyleri gecenin karanlığına karışırken, uzun uzun öttü; sanki gecenin üstüne çöken karabasanları kovmak istercesine.

"Eğer seni sevmemin seni bütün kötülüklerden koruyacak olduğu bilseydim, seni şimdikinden daha fazla sevmeyi Tanrı Poshota'dan dilerdim. Ve bedelini de ne şekilde olursa olsun öyle öderdim."

Küçük kız, annesinin koynunda uykuya çoktan dalmıştı. Annesi ise yanı başında onun için dualar ediyordu. Kızını sıkı sıkıya sarmalayıp, yüzünü okşarken kulağına şu sözleri fısıldadı: "Dualarım seninle. Tanrı Poshota daima seninle olsun."

"Küçüğüm.
Görüyorum, o kocaman kalbinin içinde yanan alevi.
Söndürme onu.
Söndürtme onu."

Kapı üç kez vurulmak suretiyle çalındı. Yerdeki mum o sırada söndü... Elektrik kesintisinin olması ve de mumun da bir anda sönmesinden ötürü kadın tedirgin bir biçimde yerinde durdu. Ağzını bıçak açmıyordu, nefesini kesti. Bir süre kadar yerinde öylece bekledi. Sonra cılız bir ses duyuldu: "B-b-ben köşedeki manav. K-kalan elmaları getirdim hanımefendi. Kapıyı açar mısınız?" Kızının üzerini iyicene örttü. Sağ ayağından güç alarak ayaklandı; sol ayağı topallıyordu. Mahcup bir edayla kapıya yöneldi, kapıyı hafifçe araladı. Bodur bir adam bir elinde tuttuğu gece lambası, diğer elinde tuttuğu bir poşet elma ile ona doğru hınzır bir gülümsemeyle bakıyordu; gözleri orman gibiydi, koyu yeşil gözlerinde anlaşılması güç bir kötülük seziliyordu. "Efendim, çok teşekkürler. Kapıya bırakın. Birazdan alırım, müsait değilim şimdi." Bodur adamın gülümsemesi kadının sözleriyle beraber yerini somurtuya bıraktı. "Eşinizi görürseniz söyleyin borcunu ödesin. Elmaları da vermekten vazgeçtim." Gece lambasının yaydığı ışık evin görüş açısından kaybolunca, "Sürtük!" diye bir ses yankılandı sokakta. Kadın, ay ışığının tek bir odada toplanmış olduğu odaya doğru yürüdü. Bu oda, yatak odasıydı. Eski bir yatak dışında odada yer alan tek şey annesinden kalma el örmesi bir halıydı. Halı o kadar eskiydi ki, üzerinde bir zamanlar hayaller kurduğu desenler sökülmüş ve rengi iyiden iyiye solmuştu. Yatağın altına istiflemiş olduğu defterini çıkardı: Bugüne dair ne yaşadıysa yazmaya başladı.

".....lmalar kıpkırmızıydı. Figam utanınca onlar kadar kırmızılaşır, hatta kara üzümlerin içi gibi olurdu yanakları... o bir poşet elmayı alsam Figam sabah çok çok çok mutlu olurdu. Öyle mutlu olurdu ki beni gün boyu öpüp dururdu. O beni nedense hiç öpmez. Belki de... Hayır. Doğru olanı yaptım! O elmaları kendimi vererek aldığımı öğrenseydi eğer benden nefret ederdi. O zaman kahrolurdum. Onu öyle seviyorum ki o benim kızım olduğu için sevinçten pazara çıkasım geliyorken onun benden nefret etmesi... Buna dayanamam..."

Defterin ön tarafını kapayıp, arka tarafını açtı. Oraya şiirlerini yazardı. Maddi durumlarından ötürü defterinin ön kısmını günlük, arka kısmını ise şiirleri için kullanıyordu. Günlüğünü ve şiirlerini o kadar kısa tutmaya çalışıyordu ki gün boyu yaşamış olduğu önemli olayları bile üstünkörü yazıp, geçiyordu.

"Keşke yağmur bu ülkeye değil de bana yağsaydı.
Öyle bir yağsaydı ki bana yağmur kadın denilseydi.
Adım efsaneler gibi kulaktan kulağa yayılsaydı.
Ağladığım zamanlar "Yağmur kadın o! Ondan." diye söylenseydi.

Keşke gökkuşağı benim için doğsaydı.
Bir el o...."


Kapı sesini tekrardan duydu. Derin bir iç çekerek defterini kapattı. Yatağı kaldırıp, altına defterini koydu ve oraya önceden saklamış olduğu mumlardan birisini aldı. Mutfağa doğru yöneldi. Buzdolabının raflarında elleri alelacele kibrit aradı. Birkaç yoklayış sonrasında hemencecik buluverdi; usulca kibrit çöpünü çaktı. Mumun yaymış olduğu aydınlıkla buzdolabının neredeyse bomboş oluşuna hüzünle baktı. Birkaç mum orada da vardı; onun dışında konserve bezelyeler, yarım paket yağ, margarin, birkaç kiloluk şeker ve tuz. Hızla buzdolabını kapayıp, lavabodaki bulaşıkların arasındaki bıçağı kaptı. Mumun ışığı odayı kaplarken, küçük kızın odasında sönen mumun geride bırakmış olduğu mum altlığını almak üzere oraya doğru yöneldi.
Image
► Show Spoiler

Re: Annem

#2
"Kim o?"
"Serseri kocan..."

Kadın, sıkıca tuttuğu bıçağı hemen sağ tarafta bulunan, tek ayağı kesik -bir taş yardımıyla zar zor ayakta duruyor- olan askılığın altına sürdü. Ardından üzerini düzeltip, kapıyı sonuna kadar araladı. Bir eli duvarda diğer eli ise karaciğerinin üzerinde olan kanlar içerisindeki bir adam duvarı kana bulamıştı. Duvardan akmakta olan kanlar, duvarın oyuk olan kısmında dolmaya başlamıştı.

Gülen gözler, "Hayatım, seni görmek güzel." dedi, kesik nefes alışverişleri arasında. Dudağının alt kısmı bir kesik darbesi sonucu yara almıştı ve ufak bir kan birikintisi orada toplanmıştı; üst kısmı ise kuruydu, kupkuruydu.
Güzel kadın, ne yapacağını bilmeyen bir halde: "S-sa... SANA NE OLDU? GENE Mİ BAŞINI DERDE SOKTUN?!" dedi, kapının eşiğinden ileriye doğru atılıp, ellerini adamın suratına doğru götürürken.
"Şey, aslında evet. Öyle bir şeyler oldu. A-AMA AMA onların durumu daha fena."
"Ta-ta-tamam. Gir içeri. Hemen su ısıtayım. Dikiş de atmam gerekiyor..."
"Gerek yok, düzelir birazdan. Hem bak gülüyorum. İyiyim ben."
"Sen bilmezsin."
"..."


Ev, ölü evlerinde olduğu gibi bir sessizliğe bürünmüştü. Kadın, sessiz bir biçimde adamın yaralarıyla ilgileniyordu. Adamın yaralı olan bölgelerine getirip, götürdüğü havluyu sıcak suyla dolu kovaya sokup, çıkartıyordu. Ardından havluyu boş olan bir kovaya sıkıyor ve tekrardan aynı işlemi devam ettiriyordu. Adam ise, gayet sakin bir şekilde kadınını izliyordu. Elini cebine götürdü: "Bak, sana bunu aldım." dedi, cebinden çıkardığı gül figürlü kolyeyi göstererek. Kadın, kolyeyi görmezden gelerek, "Güzelmiş. Ama gerek yoktu." dedi, yarım bıraktığı işlemini sürdürürken. Sonra, adam diğer elini de diğer cebine götürüp, "Bak bunları da kızımıza aldım." dedi, iki tane siyah, lastik saç tokasını parmaklarının arasında havada sallarken. Kadın, "Bunlar... Figa çok mutlu olacak! Çok güzeller!" dedi, tokaları avuçlarının arasına alırken. Gizli saklı alınan paralar gibi tokaları da o şekilde elbisesinin ön cebine soktu. Yüzünde güller açmıştı; ifadesiz suratı gülümsüyor, buz mavisi gözleri ışıl ışıl parıldıyordu. Köşedeki mumun alevi bile sanki kadının enerjisini almışçasına daha da bir ışığını etrafa saçmıştı.


"Hiç kendini düşünmüyorsun."
"Yanılıyorsun..."
"Dünyayı önüne sersem, gene de mutlu edemem seni."
"...."
"Ama kızımızın önüne sersem, dünyanın en mutlu kadını olursun."
"...."

Karı koca bir süre kadar gözlerini kaçırdılar. Adam, ellerini kadının çenesine götürüp, yukarıya doğru kaldırdı: "Öyle değil mi?" Kadın, gayet sakin bir şekilde: "Öyle. Çünkü o bizim kızımız." dedi, gözleri kan ve suyla karışık olan kovanın içerisine boş boş bakıyordu.

Uykulu bir ses ikilinin konuşmasını yarıda kesti; kadın, sesin geldiği yöne doğru arkasını dönerken kanlı kovayı devirdi. Kanlar, küçük kızın ayağının ucuna kadar geldi.
"Avvvvvvy!"
Image
► Show Spoiler

Re: Annem

#3
Kadın tedirgin adımlarla -sol ayağı daha da bir topallayarak- kızının yanına doğru ilerledi: "Figa? Niye uyandın ki sen? Hadi yatağa dönelim. Baban yorgun, çok çalışmış." dedi, kambur bir vaziyet alıp, elini kızının başına götürürken.
Küçük kız, "Ama, be..." dedi, annesinin elinden kurtulup babasına bakmaya çalışırken.
Kadın hemen babanın almış olduğu kara tokaları kızına gösterdi: "Bak, sana da toka almış, onları takayım sana dur." diyerek özenle kızının rasta saçlarını toplayıp taktı.
Küçük kız, şen bir gülümsemeyle ellerini beline götürüp: "Aa, güzel oldum mu şimdi ben?" dedi.
Kadın, kızının başını öpüp, derin bir iç çekerek kokladı: "Sen, zaten güzelsin. Dünya güzelim benim." Bir süre kadar öylece kaldı ama küçük kız bir adım öne çıktı. Ayakları batmıştı.
Kan ve su ile karışık birikintinin içerisinde dönerek, "Avvvvvy, sen söyle! Güzel oldum mu şimdi ben?" dedi, ayaklarındaki ıslaklığa aldırmadan.
Adam, dudaklarının arasına bir sigara yerleştirip, çok sakin bir ifadeyle: "Bilmem ki. Sabah görmem lazım seni." dedi. Sigara alev aldı.
Küçük kız, "Niyeymiş ki o?" dedi, annesi küçük kızın elinden tutup, banyoya doğru sürüklemeye çalıştı.
Adam sigarasından derin bir nefes aldı. Hüzünle karışık bir ses tonuyla: "Yorgunum, elektrik de yok. Gözlerim pek iyi görmüyor." dedi, kül tablasını aradı gözleri. Bulamayacağını anlayıp, işaret parmağının ucuyla külü yere silkti.
Küçük kız, hafiften yüksek bir şekilde seslendi: "Sen hep yorgunsun be avvvvvy."
Adam artık acıdan mı yoksa başka bir şeyden dolayı mı olduğu anlaşılmayacak bir şekilde sesini katılaştırdı: "Şımarma, git uyu hadi."
"Tamam be. Sabah bi' yere kaybolayım deme. Bozuşuruz yoksa."
"H-HOOOOR..."
Kadın telaşlı bir halde, "Bak uyudu baban. Hadi gidelim." dedi, kızını banyoya doğru bu sefer sürükleyebilmişti.
"Üfff. Hep böyle yapıyorsun. Mızıkçı."

Kadın, küçük kızın ayaklarını usul usul yıkarken, küçük kız gıkını çıkartmıyordu. Küçük kızın gözlerinden uyku akıyordu. Kadın, "Küçüğümmm." diyerek bir kere daha öptü; ama bu sefer gözlerinden. Banyodaki yıkıma işleminden sonra kadın, kızını yatağına götürüp, yatırdı. Üzerini güzelce bir örttü.
Küçük kız uykulu bir halde sayıkladı: "Anne, şey: Ufak şekerler de bezelyeli mi?"
"Evet, yarın sana yapayım mı?."
Annesinden gelen yanıttan sonra gözlerini araladı: "Ama bezelyenin tadı berbatt."
"Bezelyeli ufak şekerlerin tadı güzel olur ama."
Küçük kız merakla:"Olur mu cidden?" dedi, gözleri bir açılıp, bir kapanıyordu.
"Bilmiyorum ki ama neden olmasın..."
"O zaman elma şekeri de yapsan olmaz mı? Elmaların tadı çok güzel. Bezelyeli şekerden daha güzel olur elma şekeri."
"Onu da yaparım benim güzel kızıma. Ama sabah bana ufak sopalar bulman lazım."
"Niyeymiş ki o..?"
"Elma şekerinin ucuna sopa takıyorsun, öyle yiyorsun. Kuralı böyle."
"Aaaa, tamam uyuyom ben. Erken kalkalım. Hadi git sende uyu."
"Gidiyorum, güzel kızım uyu sen."

Bu sefer küçük kızın yanından ayrılırken ne bir öpücük ne de bir duygu belirtisi gösterdi. Dokunsalar ağlardı. Öyle bir ağlardı ki, bu sefer gerçekten şiirindeki gibi yağmur kadın olabilirdi. Ama istemedi.


"Uyudu mu?"
"Evet, uyudu. Bana sabah için para bırakman gerekiyor."
"Ne kadar?"
"Birkaç kilo elma ve birkaç kilo şeker alacak kadar."
"Yeter mi?"
"Yeter, sanırım."
"Neyin var?"
"Bir şeyim yok. Dikiş atılacak kesik göremedim. Uyuyalım bizde artık, geç oldu."

Kadın, kovaları toplayıp, banyoya kaldırırken elektrik geldi. Halı, neredeyse yerdeki kanın tamamını içine çekmişti. Sinekler saklandıkları yerden çıkıp, lambaya hücum etti. Kadın, işlerini bitirdikten sonra yatağına döndü. Ve manava olan borçlarını düşünmeye başladı: 'Tanrı Poshota biliyor ya. Kızım istemeseydi eğer sabah ilk olarak borcumuzu kapatırdım. Tanrım gene de sen affet beni.' Adam ışığı söndürdü ve böylece düşünceler yerini karanlığa bırakmış oldu.
Image
► Show Spoiler

Re: Annem

#4
"Elma şekeri, ne kadar güzelse o kadar güzeldi annem. Annem Dusha! Tohumunu attığı 'tarlanı' sulayan kadındı. Tanrı Poshoto ve Tumi onunla olsun."

Mezarlıktan ayrılmadan önce annesinin ölüm yıl dönümünü bu sözlerle andı kadın. Şehir merkezine doğru yürürken gözleri bir manav aradı. Manavdan birkaç kilo elma alması gerekiyordu. Kızına söz vermişti. Yabancı bir manav görür görmez, içeriye girdi. Ona küçümseyici gözlerle bakanlara aldırış etmeden en güzel elmalardan seçmeye başladı. Alışverişini bitirir bitirmez eve doğru yürümeye başladı. Terlemişti. "Evde şeker vardı. Kalan parayı da başka gün Figamın ihtiyaçları için harcarım." diye düşündü, alnındaki terleri silerken.

Kapının önünde üstü başı dağınık, kanlar içerisindeki kızını gördü: Elindeki elma poşetini fırlatıp, ona doğru koştu. "Küçüğüm sana ne oldu böyle? Kim yaptı!" Ağlıyordu. Küçük kız, "Düştüm anne. Ağlama." dedi, gözleri yere bakıyordu. Anne, "Yalan söylüyorsun bana!" dedi, kızına sıkıca sarıldı; onu tüm kötülüklerden korumak istercesine. Küçük kız, annesine, "Anne, elmaları niye attın sen salak mısın?" diyerek annesinden bir hamlede kurtulup, elmalara doğru koştu ve yerden toplamaya başladı. Kırmızı elmalar küçük kızın ellerinde daha da bir kırmızılaşmıştı: Tişörtünü bohça niyetine kullanarak elmaları tişörtünün içine doldurmaya başladı: Kanlar elmalardan damlıyor ve böylece beyaz tişörtü kırmızılaşıyordu.
Kadın az önce duyduğu hakaret sonrası yere oturmuş bir haldeydi: Elleriyle suratını kapatmıştı. Hıçkırık sesini duydu küçük kız.
"Anne özür dilerim."
Kadın, hiçbir şey söylemiyordu.
Küçük kız, pantolonunun ceplerinden irili ufaklı sopalar ve dallar çıkartıp, "Bak, bissürü sopa buldum." dedi. Eli beline gitti, belindeki lastiği gevşetti ve böylece başka sopalarda yere düşmüş oldu.
Kadın, hala hiçbir şey söylemiyordu. Üzerine daha da çok ağlıyordu.
Küçük kız, annesinin yanına oturdu. Küçük kızın elleri, kadının ellerine doğru gitti ve annesinin ellerini suratından çekti. Küçük kızın kucağındaki elmalar teker teker yere doğru düşerlerken, ağzını annesinin yanağına dayayıp, büyükçe bir öpücük kondurdu. Kadının mavi gözleri parıldadı, ağlamayı kesti.
"Anne, seni seviyorum. Ağlama artık."
Küçük kız, annesine pek fazla 'seni seviyorum' demezdi. Öpmezdi de. Güzel kadın şaşkın bir vaziyette yerinde kalakaldı.
"Hadi elma şekeri yap bana!"

Yağmur yağmaya başladı. Bir sincap yerdeki dallardan birini ağzına alarak koşturmaya başladı.

O gün Figa ilk kez elma şekeri yedi. Babası ilk kez o gün eve erken geldi. Annesi ise o gün hiç olmadığı kadar mutlu oldu...
Image
► Show Spoiler
Post Reply

Return to “Dateremi”

cron