Re: [Ana Kurgu] Pakt Bölükleri

#31
Sonunda başlamıştı. Asgama birlikleri tüm kuvvetleriyle Pakt ordusuna arkadan saldırıyordu. Önümüzdeki bir saat, rakibin Shisha ve Asgama birliklerine kıyasla daha savunmasız olması sebebiyle oldukça kanlı geçecek gibi duruyordu. Pakt'ın buradaki amacı kan dökmek değil, Asgama'yı ele geçirmekti. Pakt'ın ana odak olarak Asgama'yı almış olmasını bir zayıflık olarak görüyordu Shisha. Bu sadece bir zayıflık değil, Shisha'nın planları için de oldukça önemli bir noktaydı. Asgama'nın liderliğini öne çıkardığı konuşmasından sonra bu halkın bir şekilde ona sırt çevirmesini sağlamak imkansız gibi duruyordu. Asgama'nın burada can vermesi şarttı. Başka bir yol yoktu. Pakt'ın bu işi başarabileceğini düşünüyordu. Ne de olsa boru değildi bu adamlar. Hepsi eğitimli polis memurlarıydı.

Ordular ilerlerken Shisha hemen Bok'un iplerini çözdü ve onu omuzlarından tuttu. "Hadi Bok. Dostluğu, arkadaşlığı sikeyim. Bana kardeşliğini göster." Omuzlarına sertçe, onu sarsacak şekilde vurdu ve gözlerinin içine baktı. Ardından çevresindekilerin duyabileceği bir şekilde bağırdı. "Uzakçılar! Tüm avantaj elinizde! Arkadan da saldırsanız armut gibi açıkta beklemeyin! Şehri avantaja çevirin! Mümkün olduğunca siper alın! İLERLEYİN, TİHAMİ'NİN GERÇEK SAHİPLERİ!" Bok'un kendisini takip edeceğini biliyordu. Bok, oldukça anlayışlı, iyi niyetli bir insandı. Kendisine güvenen insanı takip etmek zorunda kalacaktı. Shisha gibi o da yalnızdı ve Shisha, yalnız bir insanın bir dost edinmek adına her şeyi yapabileceğini biliyordu. Hızlı adımlarla askerlerin arasına daldı. Gözlerini düşmanların üzerinde gezdirmeye başladı. Bunu yaparken açıkta beklemiyordu. Önünde Asgama birlikleri bulunuyordu. Pakt askerlerine sıradan göz gezdirmeye başladı. En savunmasız, diğerlerinden uzak olanlara dikecekti bakışlarını.
"I know your anger, I know your dreams
I've been everything you want to be"
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Pakt Bölükleri

#32
Hiç beklemediğim anda tanıdık bir patlamayla sarsılmıştım. Yanı başımızda sezyum – patlama yeteneği kullanılmıştı ve düşündüğüm hamleyi yapamadan geri dönmüştüm. Çıkan dumanların arasında tek görebildiğim yanımızdaki kızıl saçlı kızın uzaklaştığıydı. Dumanın etkiyle öksürerek “Hay sikeyim! Ne yapıyor lan bu? Bırak gitsin Teg. Odağımızı kaybetmememiz lazım. Düşmanlar hala etrafımızda.” Patlama düşmanları da etkilemiş olacak ki onları da göremiyordum. Zaten aksi takdirde beni çoktan ortadan ikiye ayırmış olurlardı. Belki buna sevinmem gerekirdi ama durumumuzu avantaja çevirebilecek bir şansımız varken fırsat elimizden kayıp gidivermişti. En azından Tegin, balistaları durdurarak kalkanlıları biraz olsun rahatlatabilmişti.

Kalkanlıların etrafımızı sarıp bizi korumaya aldıklarında sordukları sorunun cevabını ben de merak ediyordum açıkçası. Aklından ne geçiyordu da bizi bu durumda bırakarak savaşın içine koştu. “Bilmiyorum ama umarım arkadaşını ölüme terk etmek için geçerli bir sebebi vardır.” biraz sinirli bir ses tonuyla. Bunu diğer kızın da duymasını istiyordum. Zaten zor durumdayken tamamen çaresiz bir hale düşmüş olabilirdik çünkü. Yine de bu pes edip savaşmayacağımız anlamına gelmiyordu. Geride kalan kız az önce okunu indirerek dikkatimi çeken kızdı. Savaşmak istemiyor olmasını anlayabilirdim fakat burada bir oyun oynamıyorduk. Birilerinin çocukça davranışları yüzünden insanlar ölüyordu. Ben de bu savaş için aşırı gönüllü değildim ama silah arkadaşlarımı korumak için savaşmalıydım. Savaşmalıydım ki hayatta kalmalıydım. Ne yapacağıma karar veremezsem öleceğimin farkındaydım. Onunda bunun farkında olmasını istiyordum artık. “Ne yapmak istediğine bir karar ver artık. Sevdiklerine tekrar sarılabilmek istiyorsan silkelen ve kendine gel. Seni korumaya çalışan insanlara ayak bağı olmaktansa onlarla birlikte hareket et.” Kıza hiç dönüp bakmadan söyleyecektim bunları. Bir yandan savaş alanına odaklanmam gerekiyordu fakat sinirimi birkaç cümleyle dökmek istemiştim. Ayrıca yanımızda bulunan birine hala güvenmek istiyordum. Çünkü içinde bulunduğumuz durumun ne getireceğini hiçbirimiz bilmiyorduk.

Ben konuştuktan sonra duman dağılmış ve hükümet binasının önünde bir adam belirmişti. Telsizden gelen talimatla bu adamın aradığımız adam olduğunu anlamıştık. Şah nihayet oyuna dahil olmuştu. Bu savaşı en kısa sürede bitirmek ona ulaşmaktan geçiyordu. Tabi öylece yürüyerek adamın yanına gidemeyecektik. Aynı anda arkamızdan gelen gürültü de bunun kanıtıydı. Ölmek için programlanmış bir ordu gibi üzerimize geliyorlardı. Ne kadar ilerlemeye çalışsak da her seferinde daha fazlasıyla karşımıza çıkıyorlardı. Üstüne üstlük savunma hattımız da düşmüştü. “Teg, şu Asgama denilen adama ulaşmamız gerekiyor. Doğru bir strateji yapana kadar kalkanlıların yanından ayrılmayıp ön saflara destek verelim.” Asgamaya olaşmak için bir fırsat kollamamız gerekiyordu. O zamana kadar kalkanlıların arkasında kalıp yolu açmalarına yardım edecektim tüm gücümle. Bir yandan da gelebilecek tehlikelere karşı tetikte kalacaktım. Savaş alanında nereden bir saldırı geleceği hiç belli olmazdı.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Pakt Bölükleri

#33
Kaos.
Tabii ya, zaten başka ne beklenebilirdi ki? Meinsu tam kaçmaya hazırlanırken arkadaşının dediği şeyi duyunca ona gülümsedi.
"Onu getirebileceğine inanıyorum, lütfen dikkatli ol."
Bunun ardından ise sis oluşmuşken kendini savaşta arka saflara çekmeye çalışacaktı. Etrafta bağıran onlarca kişi olduğunu düşünüyordu çünkü herkes kuduz köpeklere dönmüştü. Okunu indirdiğinde kendisine bağıran kişinin dediklerini umursamadı, birinin ona emir vermesinin bir değeri yoktu çünkü. Bu savaş aslında çoktan bitmişti, sadece sonucun gelmesini uzatıyorlardı o kadar. Ancak şimdilik şeytanla şeytan olmaya karar verdi, arka saflara geçerken yayını çıkardı ve bir oku eline alıp havaya nişan aldı. Frum ve Ser'den bunun kimseye çarpmasını dileyerekten olabildiğinde gevşek bir atış yaptı, bu kadar kaotik bir ortamda kendi hareketlerine odaklanılmasının mümkün olmadığını düşünüyordu. Etrafındakilerin, telsizdeki nedense ciğerleri patlarcasına bağıran ve hâlâ savaşma emri veren komutanın sözleri bomboş geliyordu kulağına.

Savaşın içinde arkaya çekildiğinde kendine birkaç "Livei Gelene Kadar Hayatta Kalmak İçin 10 Yol" başlığı altında fikirler üretmeye çalıştı. Oklarını bitirmektense iki tanesini botlarının içine tersten kendine batmayacak şekilde soktu, daha sonra birisi dibine girip ona saldırırsa işine yarayabilirdi. Ardından yayına başka bir ok çekti ve yeniden atış yaptı. Savaşın içinde değeri olmayan askerlerden biri olarak görüldüğünü biliyordu, belki cidden değeri olmayan birisiydi. Ama bu savaş alanında canını boş yere veren onlarca kişinin içinde yeni birisi olmak mı? Hayır, canını böyle boş bir sebepten vermeyecekti. Koruması gereken insanlar vardı.


...
"...49,50!"
Küçük Mei gözlerini açtı.
"Saklandıysan geliyorum!"
Uzaktan duyduğu silah sesi ile çığlık attı, ancak diğer çığlık atan başka birisiydi.
Image
"Artık kendimi geride tutmayacağım."
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Pakt Bölükleri

#34
Önümdeki düşmanları görmezden gelerek risk almamın sonucunda istediğim sonucu elde ettim. Planladığım gibi radyasyonlu oklarımın ile hedeflerimi vurduktan sonra balistayı kullanan düşmanları etkisiz hale getirdim. Hatta biraz daha ileri giderek düşmanlarımızın korku ve endişe içinde kaçışmaya başlamalarını sağladım. Onların gösterdiği bu abartı tepkilere bakacak olursam az önceki büyük patlama sayesinde zaten oldukça güçlü olan elementim daha da güçlü bir hale gelmiş gibi gözüküyor. Küçücük bir uranyum parçası bile insanlarda birkaç saat önce yaşadıkları hisleri yeniden canlandırdığı için şu anda elimde oldukça güçlü bir silah tutuyor gibi hissediyorum. Eğer bu silahı doğru kullanırsam bu savaşı kısa sürede bitirebileceğime inanıyorum. Tabi küçük bir hata yapar veya yanlış kullanırsam da ağır bir bedel ödeyebileceğimin de farkındayım. Omuzlarımda hissettiğim bu büyük sorumluluk ile önümüzde ki bir diğer engel olan grafit kullanıcılarını aşmak için yayımı kaldırdığımda işler bir anda karıştı.

Planın sonraki aşamasına geçmeye hazırlanırken ani bir patlama ile olduğumuz yerde kalakaldık. Savaş alanındaki iki grupta ister istemez bu patlamadan etkilendi. Patlama yüzünden sersemlediğim için istediğim şekilde hareket edemedim. Aynı şekilde bu olay yüzünden etrafımızı çeviren düşmanlarımız da bir şeyler yapamadığı için kimse ölmedi. Ancak kimse ölmemesine rağmen ne yazık ki grubumuzun sayısı bir eksildi. Bu beklenmedik ve bir o kadar ani eksilmenin sebebi patlamanın kaynağının ta kendisiydi. Livei, hiç beklemediğimiz bir anda bize ihanet ederek patlama sayesinde oluşturduğu sis bulutunun ardından yanımızdan uzaklaşarak grubumuzu terk etti. Amacımızı gerçekleştirmeye giderek yaklaşırken bu ihanet beni çok derinde etkiledi. Büyük resme o kadar odaklanmıştım ki böyle bir olayın yaşanacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Tüm dikkatimi Balistalar ve önümüzdeki yolu açmaya verdiğim için neden böyle bir şey yaptığı konusunda hiçbir fikrim yok ve sebebi ya da sebeplerinin ne olduğu konusuyla da ilgilenmiyorum. Bu tür gereksiz detayları bilmeme gerek yok. Sebepleri onu ilgilendirir. Beni ilgilendiren şey bize sırtını dönmesi. Artık bu saatten sonra o da bizim düşmanımız. Savaş alanında bir yerde karşılaşırsak yaptığı şeyden sonra merhamet göstermeyi planlamıyorum. Yaptıklarının bedelini ödemek zorunda. Burada oyun oynamıyoruz. Bir görev aldık ve onu gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Olaylardan sonra istemsizde kaçan haini vurmayı düşünsem de Sai’nin dediklerinden sonra vazgeçtim. Dediklerinde haklı. Hala etrafımızda düşmanlar varken kaçan biriyle uğraşarak vakit kaybetmemiz çok doğru değil. Ayrıca sis yüzünden hedefi tam olarak göremiyorum. Kazayla dostlarımdan birine zarar vermek istemiyorum. Bu yüzden şimdilik sakin olup yapacağımız sonraki hamleyi planlamamız lazım. Patlamanın ardından tüm grubumuz tek bir noktada toplandık. Herkes aynı ağızdan az önceki patlamanın sorumlusunu arıyordu. Sai, imalı bir şekilde olayın sorumlusunu açığa çıkardıktan sonra geride kalan diğer Gedhilfe kıza ne yapmak istediği hakkında sorular sordu. Kız, cevap vermemeye seçerek Sai’yi görmezden geldi. Zaten onun arkadaşı yüzünden bu duruma düşmüşken böyle bir tavır takınmasından hiç hoşlanmadım. Yine de patlamada bir parmağı olduğundan veya arkadaşı gibi bizi satacağından emin olana kadar ona bir şey yapamam. Zaten dezavantajlı olduğumuz bir savaşta bir de benim vereceğim aceleci ve duygusal bir karar yüzünden Himota ve Gedhilfelilerin birbirine girerek iç çatışma çıkması ihtimalini göze alamam.

Etrafımızdaki duman dağıldıktan sonra yanımızdaki düşmanların uzaklaştığını gördüm. Düşmanların nereye gittiğini bulmaya çalışırken bir anda savaşın ortasında olmamıza rağmen ortamın sessizleştiğini fark ettim. Bu sessizliğin sebebi hükümet binasından silahsız bir şekilde dışarıya çıkan adamdı. Adamın kim olduğunu anlamaya çalıştığım sırada telsizden gelen anonsu duydum. Onu canlı yakalamak istemelerinin mantıklı ama bunu yapmak hiç de kolay olmayacak. Öncelikle düşmanımız hakkında yeterli bilgiye sahip değilim. Görünürde üzerinde silah olmasa bile bizim gibi element kullanıcısı olabilir. Bu yüzden üzerine bodoslama saldıramayız. Ayrıca Asgama’nın ortaya çıkması düşmanın moralini inanılmaz bir biçimde arttırdı. Tüm güçlerini kullanarak dalgalar halinde üzerimize gelmeye başladılar. Eğer kazayla ona zarar verirsek burada işlerin bir hayli karışması kaçınılmaz olur. Bu yüzden özellikle dikkatli olup ne yapacağımız konusunda hassas davranmamız gerekiyor.

Önümüzde Asgama arkamızda gelen düşman ordusunun arasında Sai’nin dediklerini dinledikten sonra başımla onu onayladıktan sonra harekete geçmeye karar verdim. Öncelikle imza hareketimi kullanarak oklarımı radyasyon ile güçlendirdikten sonra üzerimize gelen ordunun sağına ve soluna doğru atmayı deneyeceğim. Karşımızdaki ordunun tek dezavantajlı tarafı sayıca kalabalık olmaları eğer hepsini tek bir bölgeye sıkışmaya zorlarsak kendi aralarında sürtüşmeler kaçınılmaz olacaktır. Hatta birbirlerini bile ezebilirler. Ayrıca onların tek bir koridor şeklinde gelmelerini sağlayabilirsem kalkanlıların savunma yapmalarının da daha kolay olacağını düşünüyorum. Bu düşüncemi gerçekleştirebilirsem bir başka uranyum ile güçlendirilmiş oku Asgama’nın yanına atmayı deneyeceğim. Liderlerinin kusmaya ve altına kaçırmaya başladığını gördükten sonra düşmanlarımızın savaşma şevklerinin kırılacağını düşünüyorum ve oklar sayesinde Asgama’yı iyice zayıflatarak onu rehin alma işini de kolaylaştırabiliriz. Her şey bittikten sonra da bir takviye tüpünü kendime bastıktan sonra Sai’ye “Galiba daha fazla tüpe ihtiyacım olacak. Sendekileri ödünç verebilir misin?” diyeceğim.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Pakt Bölükleri

#35
Yaşamınızda ilk defa gerçek bir savaş alanında acı gerçekleri tecrübe ediyorsunuz. Kişinin canının ne kadar kolay sökülüp atılabileceğini tekrar tekrar görüyorsunuz. Ölmenin ne kadar kolay olduğunu görüyorsunuz. Yaşamın ne kadar aciz olduğunu hissediyorsunuz. Belki de ilk defa ölme korkusu iliklerinize kadar işliyor. Umutsuzluk bilincinizi çoktan kavramış her geçen saniye daha da sıkıyor. Pakt birlikleri patır patır düşüyorlar. Kimilerinin kızıl saçları toza ve toprağa karışıyor. Oracıkta yitip gidiyorlar. Kimilerinin kara saçları kana bulanıyor ve yavaşça sönüyorlar. Kimilerinin esmer teni artık kırmızı. Kimilerinin beyaz teni kapkara. Önünüzdeki kalkanlılar olmasa kaç kere gebermiş olacağınız içinizi yiyip bitiriyor. Ne yazık ki onlar da hızlıca ölüyorlar. Zaten ezici üstünlüğü olan düşman karşısında gittikçe daha da zayıf düşüyorsunuz. Gözleriniz feri bile çoktan gitmiş. Bilinçsizce yutkunuyor, nefes alıp veriyor ve hızla göz kırpıyorsunuz. Farkına varsanız ne yutkunabilirsiniz, ne nefes alabilirsiniz, ne nefes verebilirsiniz ne de gözlerinizi kapatabilirsiniz. Bedeniniz ve aklınız kitlenmediği için Frum ve Ser'e yakarsanız yeridir. Gerçekleştirebileceğiniz bütün eylemler hızla gözünüzün önünden geçerken anlıyorsunuz ki hiçbir işe yaramayacaklar. Pakt kaybediyor ve düşmanın zaferini durdurabilecek güç hiçkimsede yok.

Shisha Shoge: Emirlerine uyan askerlerin Pakt birliklerini amansız bir kuvvetle ayaklar altına aldığını görüyorsunuz. İlk hattı yarıp geçtikleri yetmemiş gibi ikinci hattı da doğduklarına pişman ediyorlar. Durdurulamaz bir güç olmuş, kendilerini Pakt'ı silmeye adıyorlar. Aldıkları yaraları, kaybettikleri kanı ve canlarını zerre umursamadan kesintisiz saldırıya devam ediyorlar. Bir avcı gibi en uygunu avı arıyorsun. Her ne kadar gördüğün her av anında avlanıyor olsa da damağına lâyık bir av bulabiliyorsun. Hattın en ucunda duran bir Himotalı. Yandan yandan düşmanları oka tutuyor ama yüzünde umutsuzluk, dehşet ve korku var. Attığı okların bir işe yaradığına inancı sıfır. Yine de durmuyor. Dikkati hazin sonun üstünde.

Sai Nopaodan: Arkasında saklandığın kalkanlılara kaç tane can borçluğu olduğunu sayacak aklı bırakmayan düşmanların isteseler seni yakandan tutup aralarına çekerek cehennemi yaşatacağı zihninin en karanlık köşesinden durmadan zıplayıp sana hazin sonunu tekrar tekrar hatırlatıyor. Asla kurtulamayacağın bir kâbus gibi. Kalkanlıların arkasında bıçağınla sarkan uzuvlara darbeler indirsen de nafile, hiçbir işe yaramadığını biliyorsun. Her göz kırptığında birinin acı içinde can verdiğini duyuyorsun. Çok iyi biliyorsun ki, elini ileri uzattığın an canını kaptıracaksın. Durmadan kalkanlıların arasından ve yanlarından sayısız el sana uzanıp seni kavramaya çalışıyor. Sanki yüzlerce koldan oluşan bir başkalaşım var karşıda. Hayâl gücün sana düşman kesiliyor ve senle oyunlar oynuyor. Uzakçı olmadığın gerçeği sana tokat atıp "İşe yaramazsın!" diye bağırırken geriye sadece sezyum elementini kullanmak kalıyor. O da nereye kadar? Bir orduyu kül etmeye yeter mi? Hayır. Önündeki düşmanları eritmeye yeter mi? Yetse ne yazar? Daha fazlası kesinlikle gelecek ama başka ne yapabilirsin ki?

Meinsu Selsei: Kendini adadığın kişi seni acımasız savaş alanında bırakıyor ve arkasına bile bakmadan gidiyor. Terk edilmiş sana sahip çıkmak isteyen silah arkadaşlarını da sen reddediyorsun. Kaçınılmaz son ile aranda ipince bir çizgi varken ne işbirlikçi davranıyorsun ne de düşmana karşı geliyorsun. Aklında koruman gereken insanlar varken dibindekilerin canını önemsemiyorsun. Attığın oklar dilediğin gibi kimseye denk gelmiyor. Ne kadar korkutucu! Zaten üstünlük sahibi düşmana adeta yardm edermişcesine attığın oklar. Attığın her okla cehenneme doğru emin bir adım atıyorsun. Attığın oklar tutsa bile ne değişir ki zaten? Ardı arkası gelmeyen bir düşman seline karşı birkaç tuğla ne görev görebilir ki? Mutlak bozgunu karşına alıp vahşice katledilmeyi beklemeye koyuluyorsun.

Tegin Hentanodan: Beyninin içinde gerçekleşen o kadar düşünce, o kadar fikir, o kadar plan... Sonuç ise bir hiç. Düşmanın kesintisiz saldırıları her silah arkadaşını paramparça ettikçe etrafa attığın her ok yüreğine oturup kalp krizi geçiriyormuşsun gibi hissettiriyor. Bir düşmanın bile attığın oklardan etkilendiğini görmüyorsun. Farkında bile değiller. Olsalar da umursamazlar. Önlerinde yok olmaya yakın bir Pakt varken hem de. Pişmanlık kulağına fısıldıyor. "Keşke o okları düşmana atsaydım. Keşke okları düşmana atsaydım. Keşke okları düşmana atsaydım."

Pakt ilk ve en ağır yenilgisini yaşarken herkesin aklında tek bir soru vardı. "Buraya kadar mıydı?" Her geçen an kalkanlıların kalkanları kırılıyor ve bedenleri deşiliyordu. Düşman onları öldürmeden önce atomik dengesizleşme onları öldürecekti. Üst üste basılan tüplere karşın ölen kalkanlıların ve onların yerini alanların sayısı hızla artıyordu. Kısık bir sesle başlayan ve sonrasında gürleyen bir ses duymaya başladınız. "Hayır, hayır, hayır, hayır!" Öndeki kalkanlılardan birinden geliyordu. "Bir avuç ciğeri beş para etmez vahşi hayvana boyun eğmeyeceğim!" Var gücüyle kalkanına abanmış düşmanları ittirmeye başladı. Önce ileriye doğru zar zor bir adım atıyor, ardından kalkanını sağa sola savurarak düşmanları dağıtmaya çalışıyordu. İki eliylede sımsıkı sarılmıştı kalkanına. Bütün bedenini dayamıştı. Bir başka kalkanlı bağırmaya başladı. "İnsanlar savaş alanında ölür! Gerçek savaşçılar savaş alanında doğar!" Kaslarını yırtmaya çalışırcasına kendi kastı ve bir adım bile ileri gidememesine karşın kalkanıyla beraber onlarca kişiyi havaya kaldırıp yere vurdu. Kasılmaktan ağzından ve burnundan kanlar gelen bir kalkanlı bağırdı. "Yaşayacağım! Hepinizin leşini görene kadar ölmeyeceğim!" Boynuna tüpü bastı ve bütün bedeni ile yüklenirken bir yandan da kör yumruklar savurmaya başladı. Kalkanlıların sözleri herkesin aklında birşeyi açıklığa kavuşturdu. "Kaybettik ve öleceğiz ama bu yaşamak istemediğimiz anlamına gelmiyor. Bu savaşmayacağımız anlamına gelmiyor. Bu ruhumuzdaki vahşi ateşin bizi terk edeceği anlamına gelmiyor." Bazısı derin bir nefes aldı, bazısı sıkıca sarıldı silahına, bazısı ise acı bir gülümseme takındı ve herkes savaş alanını savaş çığlıklarına boğdu. Evet, saldırıları anlamsızdı. Evet, savunmaları yıkılıyordu. Evet, ölüm kaçınılmazdı. Yine de saldırmaya devam ettiler. Yine de savunmaya devam ettiler. Yine de ölmeye devam ettiler. Himotalılar ruhlarını kül edecek ateşe atlarken hep bir ağızdan çok eski bir yakarışta bulunmaya başladılar.

Çıktım er meydanına bir elimde kılıç bir elimde kalkan,
Sırtımda ok ve yay, altımda bir kırat.
Doğduğum beşik bura, gömüleceğim mezar bura.
Gelsin güneyden savaşın azgın ateşi,
Gelsin kuzeyden ölümün soğuk pençesi.
Ardımda bıraktım barkımı,
Aldım yanıma kanımı,
Çıktım düşmanın karşısına.
Yüreğimde Himota var, önümde şanım.
Ben ki eli pusat tutan atamın eli pusat tutan çocuğu,
Nerede görülmüş diz çöktüğüm?
Nerede duyulmuş ardımı döndüğüm?
Nerede söylenmiş mağlup edildiğim?
Bütün kudretinizle karşı koyun bana!
Bugün ben ölürsem yarın bin savaşçı doğacak!
Bugün ben yaşarsam yarın bir savaşçı doğacak!
Ben körelmeyen kılıç, kırılmayan kalkan!
Ben kopmayan yay, tükenmeyen ok!
Kutlu Himota'nın kutlu çocuğuyum!

Mutlaklığa karşı yüreklerini ortaya koyanlar iradelerinin son damlasına kadar savaşıp geberirken hiçbir ruhun beklemediği bir mucize gerçekleşiyor. "Hücum! Düşman birlikleri yarılana kadar asla durmayın! Hepsi bugün burada geberecek! Hiçbiri buradan sağ çıkamayacak!" Kulaklarınıza inanamıyorsunuz ama duyuyorsunuz. Gözlerinize inanamıyorsunuz ama görüyorsunuz. Bir anda düşman kuvvetleri atlı birlikler tarafında yerle yeksan ediliyorlar. Hepsi takip edemeyeceğiniz bir hızla öbür tarafı boyluyorlar. Önce ok yağmuruna tutuluyorlar. Ardından mızraklara geçiriliyorlar. Sonra da kılıçlarla kesilip biçiliyorlar. Siz ne olduğunu idrak edemeden düşman kuvvetleri üzerinizdeki baskıyı hızla kaybediyorlar. Sayıları hızla azalmaya başlıyor. Nereden geldiği bilinmeyen bu birlik bütün çatışmanın seyrini değiştirirken aralarından bir atlı karşınıza çıkıyor. "Benim adım Stefaw Dudshes! Atlı birliklerim ve ben sizle beraber savaşmaya ve gebermeye geldik. Beni takip edin! Bu ciğeri beş para etmez aşağılık vatan hainlerine cehennemi tattıracağız! Saldırın!" Bütün Pakt birlikleri onları kurtaran mucizeyle gaza gelip haykırışlarla düşmanı kovalamaya başlıyorlar. Düşman ani saldırının şokundan hâlâ çıkamamış panik içinde oradan oraya koşturmakta, kaçacak yer aramakta. Geldikleri gibi giderlerken yarıp geçtikleri ilk hatla karşılaşıyorlar. Atlı birliklerle sağlamlaştırılmış, burunlarından soluyan, nefret dolu gözlere sahip bir hat onlara doğru insanlık dışı çığlıklarla hücum ediyorlar. Düşman iki hat arasında sıkışıp kalıyor. Fırsat bu fırsat! Elinizden geleni arkanıza koymayın! Düşman sayı üstünlüğünü tutsa da panikten ötürü dağılmış durumda. Düzenleri bozuk ve zihinleri karmaşa içerisinde. Ya şimdi ya da hiç!

Re: [Ana Kurgu] Pakt Bölükleri

#36
Sevdiğinin o çok özlediği dokunuşu genç kızın soğumakta olan kalbini yeniden sıcacık yapmıştı. Bedenleri birbirini tanımış gibi hemen uyum sağlamıştı sarılmalarına. Kokusunu derin derin içine çekti. Gözlerine baktı. Bakışlarında Livei'ye farklı gelen bir şeyler vardı. Ürperdi. Bok'un gözleri dolmuştu. Eliyle yanağını okşadı sevdiğinin. Neler geçiyordu aklından? Sevdiğinin dudaklarından dökülen ilk kelime ile sarsıldığını hissetti genç kız. Hayır deprem olmuyordu, içinde bir şeyler sarsılmıştı. Tüm söylediklerini büyük bir sessizlik içinde dinledi. Livei'nin Deinzei için olan mücadelesi ile Tihami'deki darbeyi kıyas etmişti. Onlar için aynı duyguları hissettiğini söylemişti. Livei biraz düşündü. İkisi gerçekten de birbirine benziyor muydu? Genç kız doğduğu topraklarda yaşanan haksızlığa karşı çıkıyordu. Tihami'de durum nasıldı? Hastanede yaşananları görmüştü. İnsanlar darbe ve savaş istemiyorlardı. Eski huzurlu hayatlarını istiyorlardı. Sivillere silahsız oldukları halde elementlerle saldırılmıştı. Yüzlerce kişinin öldüğünü görmüştü gözleri. Olaylara Bok ile aynı çerçeveden bakamıyordu. Deinzei'nin eylemleri de Gedhilfe içerisinde huzursuzluk yaratıyor muydu? Deinzeiler bir iç savaş çıkaracak olsa, bunu desteklemeyen sivilleri örgüt vurur muydu? Bilmiyordu. Bilmediği çok şey vardı. Kendini oldukça rahatsız hissediyordu. Bok'un susmasını istedi. Onun söylediklerini duymak ve kabullenmek istemiyordu. Değecek miydi? Ülkesinden kovulmasına ve Asgama denen bir piç için çalışmasına değecek miydi? Neyin özgürlüğü için savaşıyorlardı? Tihami zaten özgürdü. Zaten huzurlu bir ülkeydi. İç işlerine şimdiye dek kim karışmıştı? Demokrasileri vardı. Dertleri neydi? Pakt'ın savaşmasının sebebi Asgama'nın halkın direnişine silahlarla karşı çıkması değil miydi? Pakt'ın derdi Pakt'ı korumak mıydı yoksa sivillerin canlarını korumak mıydı?

Livei idealize ettiği polislik değerlerini yeniden düşündü. Hayır, bunu doğru bulmuyordu. Bu içinde sahip olduğu tüm manevi değer ve yargılara yanlış geliyordu. Bok'un bu yanlışın içinde harap olup gitmesine izin veremezdi. Onun bu şekilde sürüklenip bir hiç olmasını istemiyordu. Frum ve Ser aşkına, hayatta en çok değer verdiği insanlardan birisiydi. Bok bir hiç için her şeye ihanet edip sırtını dönemezdi. Ne yapacaktı? Sivilleri vuracak mıydı? Takım arkadaşlarını öldürecek miydi? Sevdiklerinin katili olacak mıydı? Buna gerçekten hazır mıydı? Bunu kabul ediyor muydu?

Düşüncelerine öylesine dalıp gitmişti ki dudaklarındaki öpücük hissi ile kendisine geldi. Hayatı boyunca tattığı en acı öpücüktü bu. Zehir gibi akmış gitmiş ve içine işlemişti. Ona hayattaki en sevdiği kadın olduğunu söyledi. Öyleyse neden gidiyordu? "Gitme Bok. Benimle kal." Ona düşündüğü şeyleri söylemek istedi ancak sözcükler dudaklarından dökülmüyordu. Göğsüne büyük bir ağırlık çökmüştü. Deinzei olaylarından ötürü Bok onu desteklediğini söylediğinde nasıl da rahatlamıştı. Nasıl da tüm yükü hafifleyip uçmuştu. Şimdi kendisi aynı desteği sevdiğine sunabilecek miydi? İçten içe onaylamasa bile bunu yapabilecek miydi? Ancak burada işler farklıydı. Deinzei için Bok'un sevdiklerine zarar gelmeyecekti. Burada ise Bok, bu işe devam etmeyi planlıyorsa Livei'nin sevdiklerini ve takım arkadaşlarını öldürmeliydi.

Başka seçeneği yoktu. Bok'un kalkıp sırtını dönüp gitmesini izledi. "Beni bırakacak mısın? Gidecek misin gerçekten?" Son sözlerini muhtemelen duymamıştı. Genç kız kendi kendine konuşur gibi söylemişti her şeyi. Tüm dünyasının yıkıldığını hissediyordu. Bir süre ayağa kalkamadı. Varlığını kimse umursuyor değildi. Bok'un ona verdiği takviye tüpünü kendisine enjekte etti. Çığlık atmak istiyordu. Ağlamak ve haykırmak istiyordu. Göz yaşları nedense akmıyordu. Pakt askerlerinin ölüp gidişini ve Pakt'ın başına gelenleri izledi. Arka taraf boştu. Oradan kaçabilirler miydi? Bir süre sonra oradan gelmekte olan arabalar olduğunu fark etti. Asgama kaybolmuştu. O çok değer verdikleri, uğruna canlarından vazgeçtikleri özgürlük timsali üst rütbelileri onları terk edip kaçıyor gibi görünüyordu. Gördüğü arabaların başka bir anlamı olamazdı.

Genç kızın burada beklemesi oldukça mantıksızdı. Kendini topladı ve ayağa kalktı. Bok'un kendisini bırakıp gittiği yöne doğru ilerledi ve onu sırtı kendisine dönük bir halde buldu. Onu ikna etmek ve gitmemesi için bir şeyler söylemek istiyordu. Kendisine dönük olan sırtı o kadar kendinden emin duruyordu ki bunu yapamadı. Sevdiği gidiyordu. Ona asla ulaşamayacağı bir yere doğru gidiyordu. Bok'un gözlerini birisine dikmiş olduğunu fark etti. Başını onun baktığı yöne çevirdiğinde birlikte savaştığı Himotalı askerlerden birisi olduğunu gördü. Buraya birlikte gelmişlerdi. Arabada birlikte yolculuk etmişlerdi. Hayalleri ve hayatı olan, Pakt tarafından emirle gönderilmiş bir polisti sadece. Tıpkı Livei gibi. Tıpkı Bok gibi.

Onu vuracak mıydı? Onun canını alacak mıydı? Asgama’yı tutan polislerin ölmesi büyük bir problemdi ancak Livei'nin sırt sırta savaştığı birisinin ölmesi hiç sorun değil miydi Bok için?

Livei derin bir nefes aldı ve örümcek ağı stilini arkası ona dönük olan Bok'a doğru kullandı. Himotalı polisin vurulmasını izlerse hem sadık olduğu birliğe hem de Bok'a ihanet etmiş olacaktı. Hamlesi başarılı olursa hızla Bok'un yanına gidecek ve ona hislerini açıklayacaktı. "Bu savaşı hiç istemedim ben. Her saniyesinden nefret ettim. Ancak ben de burada çok şey gördüm. Sivillerin, savaş istemeyen silahsız sivillerin acımasızca kurşunlara boğulduklarını gördüm. Onları korumam gerektiğini düşünüyorum." Dedikten sonra gözlerinin içine bakacaktı. "Eğer benimle gelmeyi kabul etmiyorsan, karşı taraflardayız demektir sevgilim. Eğer takım arkadaşlarımı öldürmek istiyorsan önce benimle savaşmak ve beni öldürmek zorundasın. Buna gerçekten hazır mısın? Bunu kabul ediyor musun?" Ölümü onun ellerinden olacaksa bir şikayeti yoktu. Bok'un, seçtiği yolun sonuçlarını kayıtsız şartsız kabulleneceğini görmeliydi. Eğer kendini bu davaya gerçekten kalpten adadıysa zaten genç kızı öldürebilirdi. Livei onsuz da ölmüş sayılırdı. Ülkesine geri dönse bile yaşananlardan sonra Bok'u bir daha asla göremeyecekti. Belki burada yakalanacak ve Pakt tarafından öldürülecekti. Belki Asgama'ya katılacak ve hain ilan edilecekti. Livei'nin kendi ülkesinde ne yaptığının ve başına ne geldiğinin bir önemi yoktu. Bok'un kaderini değiştirmesi gerekiyordu. Hala kendini kurtarabilirdi. Onun için hala umut vardı. Pişman olursa kendisini affettirebilmesi için hala bir umut vardı. "Beni yendikten sonra önünde Meinsu var. Onu da öldürmen gerekecek. Ve diğer buraya zorunlu olarak gönderilmiş Pakt askerleri... Seni gideceğin yoldan alıkoymayacağım, istediğini yapmakta özgürsün. Ama sen verdiğin kararın başına getireceklerinin farkında mısın? Bunu gerçekten istiyor musun Bok? Söyle bana."
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Pakt Bölükleri

#37
Bizi canları pahasına koruyan insanların arkasına saklanmış, ban uzanmaya çalışan kollara çizik atmaktan başka bir şey yapamıyordum. Tamamen ortada kalmıştık. Burayı terk ettiğim anda öleceğimi biliyordum. Belki de korkuyordum. Kulağımda insanların acı dolu çığlıkları yankılanıyordu. Buradan kafamı çıkardığım anda sıradakinin ben olacağımın farkındaydım. Kendimi yaşamak için savaştığıma inandırıyordum. Fakat savaşmaktan çok başkalarının arkasına saklandığım hissi kemirmeye başlıyordu içimi. Tegin bile onca şey yapmışken ben konuşmaktan başka bir işe yaramamıştım. Çaresizlik hissi iliklerime kadar işlemişken sadece mağlubiyetimizi geciktirdiğimize inanmaya başlamıştım. Kalkanlılıar zayıflıyordu. Dizlerimin üzerine çökmüş bir vaziyette, bana uzanan, sonu gelmeyen kollara hançer sallıyordum sadece. Ben… Burada ölmek istemiyordum.

“Kendini değersiz hissedersen tek bir basamak bile yükselemezsin.”

Burada ölmeyi reddediyordum. İhtiyar haklıydı. Ona bir söz vermiştim. Önüme çıkan ilk zor engelde pes edersem nasıl ilerleyebilirdim. Ayağa kalkıp savaşmalıydım. Önümdeki savaşçılar canını dişine takarken arkada ağlayacak biri değildim ben. Olamazdım. Bir Himotalı olarak geri adım atamazdım. Kendim için… Tegin için… Yanımdaki insanları koruyabilmek için… Başkası için ölmek isteyenlere kaybetmeye niyetim yoktu.

İnsanların çaresiz yakarışlarının arasında yardım etmek için ayağa kalkarken arzulu bir saldırı emriyle dikkatimi o tarafa yöneltmiştim. Gözlerimin önünde az önce katliam yapan düşman birlikleri dağılmaya başlamıştı. Atlı birlikler bütün düzeni bozmuş ve avantajı bizim tarafımıza geçirmiş gibi görünüyordu. Sayıları hala fazla olsa da dikkatleri tamamen dağılmışken atlıların arasından Stefaw Dudshes adında biri çıkıp bizimle savaşmaya geldiklerini söylemişti. Onun sözleriyle beraber az önce kalkanlılardan birinin söylediği söz yankılanmıştı kulaklarımda. Biz buraya darbeyi bastırmaya gelmiştik. Kıyım yapmaya değil. Karşı tarafın aksine biz bir avuç barbar değildik.

Tegin’in az önce istediği şekilde iki adet takviye tüpünü önüne atacaktım ve “Umarım gerek duymazsın. Hadi şu adamları geri püskürtelim. Bu savaşı bitirme zamanı geldi.” diyecektim. Bir elimle hançerimi sıkıca kavrayarak diğer elimde sezyum- ateş yeteneğini oluşturarak atlılarla beraber ilerlemeye başlayacaktım. Eğer gözümü kan bürümüş şekilde öldürmek için saldırırsam düşmandan bir farkım kalmazdı. Bu yüzden canını kurtarmak için kaçanlara dokunmayacaktım. Hala savaşmak isteyenlerle savaşacaktım. Hamlelerimi mümkün olduğunca öldürmek için değil adamları etkisiz bırakmak için kullanmayı planlıyordum.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Pakt Bölükleri

#38
Bu sefer yaptığım planlar bir işe yaramadı. Aynı anda iki farklı sorunu halletmeye çalışmak iyi bir fikir ancak savaşın ortasında başarılı olamadıktan sonra iyi bir fikir üretmenin hiçbir önemi yok. Ön cephedeki dostlarıma yardım etmek için uranyumlu oklarımı kullandığım sırada düşmanların artık oklarımdan o kadar da çok etkilenmediğini fark ettim. Hatta daha da kötüsü hiç kimse etkilenmiyordu. Açıkçası böyle bir sonuçla karşılaşmayı beklemiyordum. Şimdiye kadar saldırılarım sürekli işe yaradığı için sorunun ne olduğunu bulmam biraz zamanımı aldı. Bu sırada düşman ordusu vakit kaybetmeden önlerindeki zayıf Pakt ordusunu bitirmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Düşmanlar tek tek dostlarımı paramparça ederken elimden gelen tek şey izlemekti. Dostlarımın kopan uzuvlarını izlerken sorunun ne olduğunu geç de olsa fark ettim. Savaş iyice kızıştığı için artık düşmanlarımız kendi durumlarını önemsemeden robotik bir şekilde karşılarındaki düşmanları yok etmek için elinden geleni yapıyorlar. Oklarımın işe yaramadığı çok da doğru değil. Sadece etkilerini görmemiz için biraz daha zamana ihtiyacımız var. Her gecen saniyede daha da çok kayıp verdiğimiz için beklemek yerine başka bir şey yapmam lazım.

Ön cephedeki fiyaskodan sonra savaşı bitirebilmek için az önce gördüğüm adamı durdurmaya karar verdim ama onu da beceremedim. Ön cephede çok fazla zaman kaybettiğim için Asgama çoktan uzaklaşmıştı. Böylece hem ön cepheye yardımcı olamadım hem de düşman liderinin ellerimin arasından kaçmasına izin vermiş oldum. Balistaları etkisiz hale getirdiğim zamanki gibi sadece Asgama’ya odaklanmam gerekiyordu. Ön cephedeki askerlerin zor anlar yaşadığını gördüğüm zaman duygusallık ederek herkesi kurtarmaya çalıştım. Belki de bu hatayı yapmasaydım Asgama’yı ele geçirerek savaşı bitirebilirdim.

Hiçbir işe yaramadığım ve yanımdakilerin tek tek öldüğünü gördüğüm için iyice karamsarlığa düşmeye başladım. Sai’den iki takviye tüpünü aldıktan sonra karamsarlığında etkisiyle son planımı yapmaya başladım. Eğer uranyumlu oklarımın etkisini görmek için daha fazla zamana ihtiyacım varsa okları daha da çok güçlendirirsem bu zamandan kazanç sağlayabilirim. Bunun içinde daha fazla atomik enerjiye ihtiyacım var. Artık 4 tüpüm olduğu için bu konuda sorun yaşayacağımı sanmıyorum. Eğer tüm birliklerimiz bozguna uğrarsa bu tüplerden birkaçını kullanarak oklarımı daha da ölümcül yapmayı deneyebilirim. Kaybetsek bile savaşmadan teslim olmayı düşünmüyorum. Yavaş yavaş kendimi ölüme hazırladığım sırada atlı birliklerin bize destek olmak için geldiklerini gördüm. Bu atlılar sayesinde savaş bir anda bizim lehimize dönmeye başladı. Artık kovalayan taraf biz olduk. Savaşta üstünlük kuran taraf çok hızlı değiştiği için bu avantajı iyi kullanmamız gerekiyor. Düşmanın da takviye birlikleri gelebilir. Bu yüzden üst rütbeli olduğunu düşündüğüm kişilere hedef alarak oklarım ile onları öldürmeye çalışacağım. Atlılar ve düşman birlikleri yakın olduğu için şimdilik element gücümü kullanmayacağım.
Image
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Pakt Bölükleri

#39
"Nefes al, nefes ver."
Sakinleşmeye çalışırken ortamda olanların üzerinde garip bir şüpheli görünüm yarattığını düşünmüştü. Livei'nin yarattığı ufak kaotik olaylar sonucu üzerine gelmiş bu görünümü atmak için bir şeyler düşündü. Hızlıca oklarının yarısını çıkardı ve beyazlı ok kullanıcısının yanına koştu. Ona okları uzatırken konuşmuştu. Biraz bile olsa güven kazanmak istiyordu, savaşa destek çıkmak içine otursa bile bunu yapmazsa durumu kötü olabilirdi.
"Cephaneni dikkatli kullan."
Bunu dedikten sonra eski yerine çekilecekti. Yavaş yavaş arkaya doğru ilerliyordu. Yanında bulunan eşyalarını kontrol ettikten sonra savaşın durumunun kötüye gittiğini farkedince artık bir seçim yapması gerektiğini düşündü, ne yapacaktı?
Oku elindeyken gözü tüplerine gitmişti, daha sonra aklına element reaksiyonları girdi.
"Son çare Meinsu, son çare."

Ancak ne zaman onun için sondu? Burada arkadaşını beklerken boş yere ölecek miydi? Arkadaşı şu an karşı taraftaydı, ancak kendi ülkesinden kişilerle aynı tarafta bulunan kişi kendisiydi. Tüpleri eline aldı, tam ilerleyecekken gelmiş destek kuvvetlerin savaşın nasıl gidişatını değiştirdiğine şahit oldu, bir anda üstün gelmeye başlamışlardı. Buna verebileceği bir duyguyu betimleyebilmesi imkansızdı, çünkü mutlu ya da üzgün değildi. Hisleri uçup gitmişti sanki, gözlerinden yaşlar geliyordu ama. Savaşın ona kattığı acımasız görüşün etkisini hissediyordu belki.
Oluşan tüm karmaşada olduğu yerde durup ne yapabileceğini kavramaya çalışacaktı, kahramanlık yapacak zaman değildi ama savaşı bitirmesi için bir uranyum kullanıcısının açığını yakalaması yeterdi.
Image
"Artık kendimi geride tutmayacağım."
► Show Spoiler

Re: [Ana Kurgu] Pakt Bölükleri

#40
Shisha'nın yanına yürüdüm. Seçimimden emindim artık. Tüm ruhum, tüm vücudum ile savaşmaya karar vermiştim. Özür dilerim Livei, diye düşündüm. O masum hayallere dalamam seninle. Tekrar geri dönemem. Bu işin içine çok battım. Shisha'yı bırakamam. O beni bırakmamışken bunu asla yapamam. Üstelik yanında savaşacağım Tihami'lileri de başı boş bırakamam. Shisha'nın yardıma ihtiyacı olur. Onu destekleyecek birine ihtiyacı olur. Üzgünüm Livei. Çık git buralardan sevgilim. Emin ol eğer buradan canlı olarak çıkabilirsem, bir sürü şiirler yazacağım sana. Eğer ölürsem de... Akan nehirde Tuplo atalarıma doğru bir yolculuğa çıkacağım. Seni de nehrin sonunda bekleyeceğim. İlk 5-6 sene Yata'daki mezarıma gelir, sonrasına unutursun. Unutmak zorundasın. Çünkü zaten en sonunda, birlikte olacağız.

Shisha'ya ulaştığımda duyacağı bir sesle, "Yanındayım!" dedim. Kardeşlik demişti değil mi? Shisha'nın bir kardeşi olduğunu sanmıyordum. Ben de tek çocuktum. İkimiz için de garip olmalıydı bu. Yine de hoşuma gitmişti. Pakt askerleri ve Tihami'liler birbirine girdiğinde etrafımda vahşet görüntüleri oluşmaya başladı. Mide bulandırıcı olmalıydı bazı kişiler için. Hayatın bambaşka bir tarafıydı.

Kan kusarak ölen maskeli ırkdaşım...

Elag yüzümü yumruklarken yaşadığım dayanılmaz acı...

Shisha'nın ağzını erittiği Dusha'lı adamın korkunç görüntüsü...

Kafası patlamış Tihami'li çocuk...

Kızı için savaşan Tihami'li adamın gözlerimin önünde boğazının kesilmesi...

Patlamada ölen Tihami'lilerin kopmuş uzuvları...

Yeteri kadar gördüm.

Bu savaşın midemi kaldırmaması, beni rahatsız etmemesi, strese sokmaması garip değildi. Gerçekten yeterince görmüştüm. Yeterince öğrenmiştim. Tıp bölümünden sonra doktor olsam büyük ihtimalle tam tersi bir durumda olurdum. Şu anda yanımda yiten canlar yerine, bir sürü hayat kurtarırdım ama hayır. Polis memuru olup Tihami'deki darbeye katılmalıydım. Her ne kadar engellemek istesem de kaderime boyun eğip savaşmalıydım. Canlar almalıydım.

Menzilden bir kaç kişiyi indirmek için hızla taradım savaş meydanını. Kızıl saçlılar, sarışınlar, esmerler ve... Bir anda gözüme biri takıldı. Aşırı tanıdık biri. Bir Himota'lı. Sai. Himota'lı Polis Memuru. Himota'da geçirdiğim bok gibi bir günün sonunda bana iyi ve düzgün davranan tek kişiydi.

Öldür onu.


İçimde bir his oluştu. Onu vurmalıydım. Sai, üstünde Himota üniforması ile tüm diğer ülkelerin polis kuvvetlerinin arasında sıkışmış gibi duruyordu. Dudağımın sağ kenarı kıvrıldı yukarı doğru. Kaderin cilvesine bak. Sol parmağımı ona doğru kaldırdım. İçinde oluşturduğum kurşun hedefine gitmek için yanıp tutuşuyordu. Tanıştığımız o gün de Sai'ye parmağımı doğrultmuştum ve beni sakinleştirmişti. Ah, Sai ah... Orada sakinleştirmiştin ama peki ya şimdi? Şimdi nasıl engelleyeceksin bu kurşunun vücuduna girmesini?

Nefesimi hızlıca vereceğim ve kurşunu atana kadar nefes almayacağım. Bu sayede elim titremeyecek. Kafası buradan fazla küçük göründüğü için tabi ki de gövdesine nişan alacağım. Maskeli adamı göğsünden vurduğum için ölmüştü. Belli ki ciğerlerini zedelemiştim. Sai'nin de böyle bir hasar almasını sağlamalıydım. Koluna denk gelmemesi için özel çaba göstereceğim. Kurşun gövdesine, gövdesinin üst kısmına isabet etmeli. Fazla beklemeden ateşleyeceğim kurşunu.

Sai'ciğim. O gece beni Djurat'a bıraktığın için teşekkür ederim. Himota'dan gitmek en büyük isteğimdi ve bunu gerçekleştirmeme yardım etmiştin. Şimdi kurşunun nereden geldiğini bilmeyeceksin, kimin senin canına kastettiğini bilmeyeceksin. Eğer o gün gördüğün Djurat'lının olduğunu bilsen ne düşünürdün acaba? Eminim o gece beni öldürmek isterdin ya da daha iyi bir bağ kurmak... Seni vurmadan önce kendimi sorgulamama neden olmak isterdin. Ne yazık.

Ben etrafımı umursamadan Sai'ye kilitlenmişken çevremdeki Asgama askerlerinin üst rütbelerinin savaş alanından uzaklaşırken çıkardığı seslerle çevreme bakmak zorunda kaldım. Kaçıyorlar mıydı? Sonra da Asgama'ya bakmak için Belediye Binasına baktım. Şok içinde açıldı gözlerim. Asgama yoktu. Belki de biri indirmiştir diye düşündüğüm için gözüm hemen yere gitti ancak ne kan ne bir şey... Asgama kaçmıştı! Yanımdaki adam hepimizin öleceğini söylediğinde heyecanla döndüm Shisha'ya. "Asgama!" diye bağırdım. "Gitmiş!"

Orospu çocuğu!

Biliyordum! Güvenilmez olduğunu biliyordum!

"Ne yapacağız?" diye sordum Shisha'ya. Burada onun için savaşıyordum. Kaçmak istiyorsa kaçardım. Burada kalıp savaşmak, Pakt'ın yenilmesini isterse de kalacaktım. Üst rütbeliler bunun bitmiş bir cephe olduğunu sansalar bile düzgün bir şekilde yönetilirse kazanma şansımız elbette ki vardı! Sayı olarak üstündük. Bu kadar insanı bırakıp kaçmak ne demekti böyle? "Sayı olarak üstünüz Shisha! Şansımız var!" dedim arkadaşıma, hayır arkadaşım değil, kardeşime... İkimiz savaşırsak ben ona uzaktan ve orta menzilden çok rahat yardım edebilirdim. O da beni yakınımda olan tehlikelerden korurdu. Kaçmak isterse de, onunla birlikte kaçardım.

Asgama... Seni bulacağım oğlum. Ya şimdi, ya da bir sonraki yaşamımda.
Yan Çar/Podosḧi Øfinuafeme


Buraya kısa saçlı bok imzası gelecek
► Show Spoiler
Locked

Return to “Yata”

cron